• Sonuç bulunamadı

Geçiş Ekonomilerinde Finansal Sektörün İstikrarsızlığı

3. GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE SERMAYE PİYASASININ OLUŞTURULMASINA

3.3. Geçiş Ekonomilerinde Finansal Sektörün İstikrarsızlığı

Geçiş ekonomilerinde finansal sistemler zamanla ve doğru politikalarla daha da gelişir ve rekabet gücü kazanarak ekonomik açıdan gelişmiş diğer ülkelerdeki finansal piyasalara benzer bir görünüm alabilir. Ancak, bu görünüm sürekli olacak anlamını taşımaz. Finans sektöründeki istikrarsızlık ve bankalardaki kriziler gelişmiş ve endüstrileşmiş piyasa ekonomilerinde, özellikle, finans faaliyetinin yaygın liberalize olduğu piyasalarda son otuz yıl içerisinde ülkelere has yaşanan hastalıklardır. Finansal sektörün bu tip krizlere karşı garantisi yoktur.

Çoğu bankaların veya büyük bankaların bir çoğunun iflas ettiği banka krizleri, bölgede daha önce meydana gelmiştir. Bunlar, finansal ortamın özgürleştirildiği fakat gerekli düzenlemelerin ek riskleri içerecek kadar yeterli derecede geliştirilmemiş olduğu, nispeten

ilerlemiş geçiş sürecindeki ülkelerde yaygın olmuştur. Bunlar, makro ekonomik istikrarın olmadığı ülkelerde de meydana gelmiştir. Bankacılık krizlerini, Estonya 1992 yılında, Letonya ve Litvanya ise 1995 yılında yaşamışlardır. 1996 yılında Çek Cumhuriyeti, orta çaplı ve büyük bankaların iflasını yaşamıştır, aynı sene Bulgaristan da bankacılık krizini yaşamıştır. Estonya’da iflas halinde olan bankalar, finansal sistemin kaynaklarının %40’tan fazlasını elde tutmaktaydı. Letonya’da bankacılık sektöründe kaynakların %40’ını tutan toplam bankaların üçte biri geçici olarak kapatılmıştır. Kapatılmadan önce ülkedeki banka mevduatlarının % 30’unu toplayan Baltija Bankası’nı da içine alır. İki küçük bankaya yapılan müdahalenin ardından, Litvanya Merkez Bankası da ülkenin iki en büyük bankasının faaliyetlerini durdurmuştur. Bulgaristan’ın bankacılık faaliyetlerinde görünen panik sonucunda her üç bankadan biri idari kontrol altına girmiş veya tasfiye işlemlerine başlamıştır. Rusya’da da bu krizler, bankacılık sektörünü toplu olarak etkilemiştir (EBRDD, 1999a: 100).

Geçiş ekonomilerindeki krizler henüz, genelde diğer ülkeler için tipik olarak kabul edilen şiddetli karışıklıklara neden olmamıştır. Mevcut araştırmalar piyasa ekonomilerinde ortaya çıkan banka krizlerinin, büyümeyi aynı sene içerisinde %1 oranında ve iyileşmeye başlmadan önceki yıl içinde % 3 oranında etkilemekte olduğunu göstermiştir. Aksine Çek Cumhuriyeti, Letonya ve Litvanya 1995-1996 yıllarında yaşanan bankacılık krizleri sırasında diğer geçiş ekonomileri ile hemen hemen aynı hızda gelişmesini devam ettirmişlerdir. 1992-93 banka krizleri sırasında Estonya ekonomisi daralma yaşamış fakat sonuç diğer geçiş ekonomilerindekinden daha hafif olmuştur. Ancak Bulgaristan’da durum çok farklıdır, diğer geçiş ekonomilerinde ekonomik büyüme pozitif yönde hızlanırken burada sonuç 1996-97 senelerinde %17 oranında gerilemiştir (a.g.e, s. 100)

Geçiş ekonomileri ve diğer yükselen piyasalar arasındaki farklılıklar, geçmişte finansal aracılığın nispeten az gelişmişliğini yansıtmaktadır. Finansal kurumlar ve resmi finansal piyasalar az gelişmiş olduğu sürece, finans dışı firmalar, finansal aracılara ancak sınırlı olarak bağımlıdırlar. Bu ise söz konusu kurumları finansal piyasalardaki çalkantılara karşı daha az duyarlı yapmaktadır. Ancak kredi piyasaları derinleştikçe ve dış finanslar

büyüdükçe bankacılık krizlerinin etkileri daha da şiddetli olabilmektedir. Geçiş ekonomileri ve diğer yükselen piyasalar arasındaki bu zıtlık, Rusya’daki bankacılık sektöründeki krizin etkilerinin, reel ekonomi üzerinde son zamanlarda doğu Asya’da meydana gelen krizlerden daha az olumsuz etki yaptığını göstermektedir.

Finansal gelişme ve derinleşme devam ettikçe geçiş sürecinde olan ülkelerin banka krizlerine karşı korunmaları daha da önemli hale gelecektir. Geçmişte dünyadaki banka krizleri, finansal piyasaların liberalize edildiği fakat yeni risklerle baş edilebilecek denetimlerin ve düzenlemelerin geliştirilmediği zamanlarda meydana gelmiştir. Bilançosu zayıf olan bankalar, hissedarların ve yöneticilerin her hangi bir zararının sonuçlarından sorumlu olmamalarından dolayı fazla risk alma eğilimindedirler. Bu risk, özellikle sermaye hesabının açık olduğu ve bankalar arası kredilerin kısıtlanmadığı zaman büyüktür, bu ise risk arayan bankaların kendilerini dışardan finanse etmelerine ve bahislerini yükseltmele-rine imkan vermektedir. Ayrıca, sermaye hesabının açılması, gelirlerin hassasiyetini artırmakta ve yatırım maliyetlerini yurt dışı faiz oranlarına yükseltmektedir. Yakınlarda yapılan birkaç çalışmanın, yurtdışı faiz oranlarındaki yükselişleri bankacılık krizlerinin en başta gelen göstergesi olarak tanımlanmaları hiç de şaşırtıcı değildir.

Bu sonuçlar, yurtiçi finansal piyasalar geliştikçe ve sermaye hesabı açık oldukça denetimin ve düzenlemelerin geçiş ekonomileri için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Açık veya zımni hükümet garantilerinin ve son kredi verme mercii şeklinde olan finansal güvenlik ağının, bankaların ek risk almasını teşvik ettiği bir yerde basiretli düzenlemelerin çok sağlam olması gerekmektedir. Garantiler uzatıldıkça düzenleyiciler, sermaye taleplerini artırmayı ve bankadan bankaya krediler için garantili teşvikleri dengelemek amacıyla pozisyonların sınırlandırılması uygulamalarını göz önünde bulundurulmalıdır. Son olarak düzenleyiciler, dünyaca kabul edilen denetim ve muhasebe standartlarına bağlı kalınmasını talep etmelidirler ve bankaların finansal durumlarının ifşa edilmesini piyasa disiplininin sağlamlaştırılması olarak emretmelidirler.

İlgili düzenleme konusu, denetçilerin, bankaların fazla risk almaları için menkul kıymetler borsasına katılımlarını sınırlayıp sınırlamamalarıdır. Bankaların finans dışı firmalarda eşit oranda hisse sahibi olmalarına izin veren bir husus, geçiş ekonomilerinin ortak idareyi sağlamak için, menkul kıymetlerin geniş bir şekilde harcanması sonucunda, çok miktarda hissedarlara ihtiyacı olmasıdır ve bankaların bu konuda önemli rol oynayabilmesidir. Aksi bir husus ise, bankacılık sisteminin ani bir hisse bedeli düşüşüyle dengesinin bozulabileceğidir. Gerçi, ülkelere ve zamana baktığımızda bankacılık ve finansal sistemin sağlamlığı arasında hiç bir kuvvetli ilişkinin olmadığı görülmektedir. Makro ekonomik istikrarın sağlanması ve finansal piyasaların etkin bir şekilde düzenlenmesi bankaların menkul kıymetler piyasasına daha kolay girmeleri ve ek teminatın finansal istikrar için hiç bir tehlike arz etmediğinden dolayı şirketlerin menkul kıymetlerini elde etmesine izin verilir. Fakat bu tür bir ortamın mevcut olmaması durumunda hisse senetleri borsası düzeltmelerinin ve düşüşlerinin bankacılık sistemi boyunca yaygınlaşmasını ve reel ekonomiyi dengesizleştirmesini önlemek için bankaların menkul kıymetler borsasına iştirakinin sınırlandırması sonucu ortaya çıkmaktadır.

Son olarak, sermaye hesabının erken liberalize edilmesi dikkatle değerlendirilmelidir. Uluslararası bankaların bazı geçiş ekonomilerindeki ülke içi banka aracılık hizmetlerine önemli derecede ek krediler vermekte ve yabancı yatırımcılar, ülke içi hisse senedi ve tahvil borsalarındaki faaliyetlere önemli katkılarda bulunabilirler. Reel ekonomideki büyük yatırım ihtiyaçlarından ve iç tasarrufların oranının düşük olmasından dolayı, sermayenin yurtdışından ithal edilmesine izin verilmesi için sermaye hesabının liberalize edilmesi konusu tartışılmaktadır.

Aynı zamanda yeni tecrübeler, bankacılık sisteminin etkin bir şekilde kapitalize edilmeden, denetlenmeden ve gerekli düzenlenmeler yapılmadan sermaye hesabının açılması ile ilgili tehlikelerin sadece doğu Asya ile ilgili olmadığını göstermemiştir. Bankalar, iyi kapitalize edilmedikçe ve düzenlenmedikçe fazla riske girme eğilimi olacaktır ve bunlar iflasa karşı hükümet teminatı aldıkları sürece, kendilerinin yüksek faiz tekliflerine karşılık olarak yabancı yatırımcıları finanse edeceklerdir. Bu şartlar altında sermaye hesabının açılması,

yurtiçi bankalarda daha önce mevcut olan çarpıklıkları kredi verme şeklinde çoğaltarak kendi risklerini yükseltmelerine neden olacaktır. Buradaki konu, sermaye hesabının ancak yeniden kapitalize edilmesinden, denetim ve düzenlemelerin sağlamlaştırılmasından sonra açılmasıdır. Açık teminatların kaldırılamamasından (çünkü diğerleriyle beraber bankalar da ödeme sisteminin bir unsurudur) dolayı sermaye hesabının açılmasında, bankaların yurtdışından kredi almasına ilişkin özel tedbirler alınmalıdır.

Rusya’daki yeni finansal krizler konusu bu olayı daha da pekiştirmektedir. Bazı Rus bankaları, Rus hazine bonosu borsasındaki yabancı portföy yatırımcıları için yabancı döviz sözleşmeleri yapmışlardır. Sözleşmelerin birçoğu, zayıf kredi riskli kaşlılıklarıyla beraber Rus bankaları tarafından yeterli derecede veya hiç kontrol altına alınmamıştır. Bu uygulamalar, basiretli düzenlemeler ve denetim tarafından çoğunlukla kontrol edilme-miştir. Uluslararası yatırım bankaları ve koruma fonları gibi karmaşık yabancı yatırımcılar tarafından bu sözleşmelere aşırı derecede güvenilmesi, bunların ya Rus bankalarının kredi risk ölçülerini yerine getirmekte başarısız olduklarını ya da bu bankaların belirsiz resmi desteklerden fayda elde ettiklerini akla getirmektedir.