• Sonuç bulunamadı

Garîbü’l-Hadis Müellifleri

4. GARÎBÜ’L-HADİS İLMİNİN ÖNEMİ

2.3. BİLGİ KAYNAKLARI

2.3.2. Garîbü’l-Hadis Müellifleri

Ebû Ubeyd (v. 224) ve İbn Kuteybe (v. 276)’ye ait Garîbü’l-Hadis’ler, Hattâbî’nin en önemli bilgi kaynakları arasındadır. Hattâbî’nin bu iki müellif ve eserlerine ayrı bir değer verdiği görülmektedir.

219 Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 297.

220 Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 727.

221 Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 51.

222 Açıklamalar için bkz. Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 675. Ayrıca, Hattâbî’nin anlamını kavrayamadığı

Hattâbî, garîbü’l-hadis sahasında yazılan sistematik, derli toplu ve kendisinden sonrakilere yol açan ilk eseri, Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm’a nispet etmiştir. Çünkü Ebû Ubeyd, kendi zamanı itibarıyla garîb lafız içerdikleri bilinen çoğu hadisi tek bir eser içinde toplamıştır. Eser bu yönüyle, o dönemdeki ehl-i hadisin müzakere ve müracaat ettiği başlıca kaynak olmuştur. Daha sonra İbn Kuteybe, Garîbü’l-Hadis adlı eserini yazmış ve Ebû Ubeyd’in gözünden kaçırdığı hadisleri, yine onun metoduyla bir araya getirmiştir.

Hattâbî bu iki teliften sonra, üzerinde söz söyleyenek çok az sayıda hadis kaldığını düşündü. Fakat bu iki âlimden geride kalan hadisler için, yine o ikisinin açtığı yolda yürümeye ve bir garîbü’l-hadis kitabı yazmaya karar verdi. Yazdığı eserin bölümleri ve hadislerin tertibi noktasında, Ebû Ubeyd ile İbn Kuteybe’nin metodlarını benimseyeceğini açıkça belirtti.223

Hattâbî, Ebû Ubeyd ile İbn Kuteybe’nin kitaplarında açıklanan bir lafzı, istişhâd veya konu akışının gerektirmesi gibi bazı sebepler dışında, kendi kitabına almayacağını ifade etmiştir. Fakat bu iki âlimin görüşlerine zıt düşen açıklamalar bulunması durumunda, bunların kitaplarında geçen bilgilere başvurduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla, Hattâbî’nin Garîbü’l-Hadis’i yazmaktaki maksatlarından biri de, garîb lafızlar hakkındaki muhalif görüşleri incelemek ve gerçeği ortaya çıkarmaktır. Hattâbî bu eseri yazmakla, selefi olan âlimlere itiraz etmek düşüncesinde olmadığını açıkça söyler. Üstelik ona göre, Ebû Ubeyd ile İbn Kuteybe, Garîbü’l-

Hadis’teki izahları görselerdi, kendi görüşlerinden vazgeçecekler ve bu yeni eser

içindeki açıklamaları kabul ederlerdi. Görüldüğü gibi Hattâbî, Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’ye gerçek anlamda bir hata nispet etmemekte ve onlara karşı müspet bir tavır sergilemektedir.

Hattâbî, kendi anlayışıyla ortaya koyduğu görüşler ve akranı olan âlimlerden aldığı bilgiler için daha sorgulayıcı bir üslûp takınmak gerektiğini vurgular. Görüşünde hata yapanın hatasını düzeltmeyi, karşılıklı bir borç olarak telakki eder. İnsanın zayıf bir

varlık olduğunu, Allah’ın yardımı olmaksızın yanlış yapmaktan kurtulamayacağını vurgular.224

Bir önceki konumuzda Hattâbî’nin, garîbü’l-hadis risaleleri ile Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’nin Garîbü’l-Hadis’leri arasında kıyaslamalar yaptığını görmüştük. Hattâbî’nin bu mukayesesini, bu iki eserin birbiriyle karşılaştırılması olarak da anlayabiliriz. Yani Hattâbî kelime izahı, mana doğruluğu, istinbat güzelliği ve fıkhî hükümlerin çokluğu noktalarında Ebû Ubeyd’in eserini daha üstün görmektedir. Açıklamaların doyuruculuğu, delillerin sunumu, istişhâdlar ve manaların özetlenmesi açılarından ise İbn Kuteybe’nin kitabına öncelik vermektedir. Hattâbî bu iki eserden sonra yapılacak olan şeyin, onların eksik bıraktıklarını tamamlamak olduğunu açıkça belirtmiştir.225

Şimdi de Hattâbî’nin, selefi olan bu iki âlimin kitaplarından aldığı nakil örnekleri üzerinde duralım.

a. Hattâbî, eserin önsözde yaptığı değerlendirmeler çerçevesinde, bu iki âlimin Garîbü’l-Hadis’lerine başvurmuş ve ulemanın, onların açıklamalarına dair itirazlarını

kaydetmiştir. Örneğin Hz. Ebû Bekir (r.a)’in, zekât vermekten kaçınan Araplara hitâben söylediği “

ةﻼ ﺼﻟا ﻰﻠﻋ ﻢﻬﻠﺗﺎﻗ أ ﺎﻤآ ﻪﻴﻠﻋ ﻢﻬ ﺘﻠ ﺗﺎﻘﻟ ﷲا لﻮﺳر ﻰﻟإ ا و دأ ﺎ ﻤ ﻣ ﻻﺎﻘ ﻋ ﻲﻧﻮ ﻌﻨﻣ ﻮﻟ

cümlesindeki226

لﺎﻘ ﻌﻟا

” sözcüğü üzerinde durabiliriz. Ebû Ubeyd, şiirden şâhit

getirmek yoluyla ilgili kelimeyi izah etmiş ve ona ‘bir senelik zekât’ anlamını vermiştir.227 Ancak diğer âlimler tarafından, onun bu görüşüne itirazlar gelmiştir.

Muhammed b. İbrâhim b. Sa'îd el-Abdî, Ebû Ubeyd’in açıklamasına katılmayan âlimler arasındadır. Ona göre 'ikâl, az olan şeyleri anlatmak için kullanılan bir dard-ı mesel ifadesidir. Üstelik Ebû Ubeyd’in istişhâdı, görüşünün doğruluğunu ispat için yeterli değildir. Muhammed el-Abdî’ye göre; Araplar, “Biz zekât vermeyi, sadece bir sene kabul etmiyoruz” demediler. Tam tersine, zekâtı hiçbir zaman

224 Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 49.

225 Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 50-51.

226 Benzer rivayetler için bkz. Buharî, “el-İ'tisâm bi’l-Kitab”, 2; Müslim, “İman”, 32; Ebû Davûd,

“Zekât”, 1; Tirmizî, “İman”, 1; Nesâî, “Zekât”, 3; “Tahrîmü’d-Dem”, 37.

227 Ebû Ubeyd, Garîbü’l-Hadis, II, 3-5. Hattâbî’nin, söz konusu rivayeti Ebû Ubeyd’in kitabından aldığı

vermemeye yeltendiler. Bu kimseler, zekâtı ancak Allah Rasûlü (s.a)’ne vermekle yükümlü olduklarını düşünüyorlar ve “Onların mallarından bir sadaka (zekât) al ki,

bununla kendilerini (günahlardan) temizleyesin ve onları arındırasın” âyetini228, kendi görüşleri doğrultusunda tevil ediyorlardı. Hz. Muhammed (s.a)’den sonra hilafete gelen bir kimsenin, âyette ifade edilen tezkiye ve tathîrini peygamberinki gibi görmüyorlardı. Dolayısıyla bütün bunlar karşısında 'ikâl kelimesine, ‘bir senelik zekât’ anlamının verilmesi uygun değildir.229

Muhammed el-Abdî’nin açıklamalarına göre ilgili rivayet, “Allah Rasûlü

(s.a)’ne verdiklerinden az bir şeyi engelleseler/vermeseler bile, namaz hususunda olduğu gibi, bu yüzden onlara karşı savaşırım” anlamına gelmektedir. Hattâbî, el-

Abdî’nin Ebû Ubeyd’e yönelik görüşlerine itiraz etmemektedir.

b. Hattâbî’nin üzerinde durduğu konulardan biri de, İbn Kuteybe (v. 276)’nin Garîbü’l-Hadis ve Islâhu’l-Galat isimli kitaplarında Ebû Ubeyd (v. 224)’e yönelik

eleştirileridir. Hattâbî bu itirazlara yer verirken önce Ebû Ubeyd’in görüşünü, delillerini ve gözünden kaçırdığı hususları zikretmiş; ardından da İbn Kuteybe’nin karşı çıktığı noktayı özet halinde belirtmiştir. Hattâbî yer yer, Ebû Ubeyd’in görüşlerini de iyiden iyiye eleştirmektedir.230 Fakat İbn Kuteybe’nin Ebû Ubeyd’e yaptığı itirazları incelerken, bunların çoğunda Ebû Ubeyd’i haklı bulur ve onun görüşünün daha isabetli olduğunu açıkça söyler.231 Aradaki ihtilafın çözümünde istişhâd metodundan sıkça yararlanır. Bazen her iki görüşe de katılmayarak, kendisi ayrı bir vecih sunar. Yapılan bu tespitleri daha iyi görebilmemiz açısından, Abdullah b. Mes'ûd (r.a)’un “

ﻲﻓ ج ﺮ ﺳ

ﷲا ﺖ ﻴﺑ ﻰﻟإ ﻞ ﺣ رو ﷲا ﻞﻴﺒﺳ

” sözü232 üzerindeki tartışmaya değinelim.

228 Tevbe 9/103.

229 İlgili garîb kelime için; ‘urgan, zekât malından alınan miktar’ gibi manalar da zikredilmiştir.

Açıklamalar ve Ebû Ubeyd’e yapılan itirazlar için bkz. Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, II, 46-49.

230 Örnekler bkz. Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 141-144; II, 76-78, 122-129.

231 Nitekim eserin muhakkiki olan el-'Azbâvî de aynı noktayı vurgulamaktadır. Bkz. Hattâbî, Garîbü’l-

Hadis (Muhakkik önsözü), I, 27. Örnekler için bkz. A.g.e., 309-313, 313-316, 483.

232 Sa'îd b. Mansûr, Sünen, II, 136. Rivayette geçen ‘rahl’ kelimesi, hacca gitmek için hazırlanan deveden;

‘serc’ ise, cihada çıkmak için hazırlanan attan kinâyedir. Bkz. İbn Kuteybe, Islâhu’l-Galat, s. 53. İbn Mes'ûd bu sözle; “Deveye hac, ata ise cihat yolculuğunda binmek daha evlâdır” demek istemiştir. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadis, II, 209.

Ebû Ubeyd, konuyla ilgili şöyle demiştir: İbn Mes'ûd “

ﷲا ﺖﻴﺑ ﻰﻟإ ﻞ ﺣ رو

sözüyle, “Kâbeye ancak develer üzerinde gidilir” anlamını kastetmiştir. Sanki o bu sözle, ‘mahmel’ (

ﻞﻤ ﺤ ﻤﻟا

)233 üzerinde gitmeyi mekruh olarak görmektedir.234

İbn Kuteybe bu açıklamaya; “Mahmel ilk defa, Haccâc zamanında yapılmıştır. İbn Mes'ûd, görmediği ve kendi zamanında bulunmayan bir şeyi nasıl mekruh görebilir?” diyerek itiraz etmiştir.235

Hattâbî ihtilafı kısaca kaydettikten sonra, konuyla ilgili kendi açıklamalarına geçmiştir: Mahmeller, Haccâc döneminden önce de vardı. Fakat Haccâc, söz konusu hevdeç türünün daha sağlam, rahat ve çok sayıda yolcu alacak şekilde yapılmasını emretti. Bu yüzden mahmel yapımı, kendisine isnat edildi. Yine “

ﺎ ﻴ ﺟﺎ ﺠﺣ ص ﺮ ﺗ أ ﻼﻤ ﺤ ﻣو

sözü, mahmelin Haccâc döneminde ustalıkla yapıldığını göstermektedir.

Araplar mahmelden önce, “

ﻦ ﺒ ﻠ ﻤﻟا

” (milben) denilen236 ve ancak büyük develerin yüklenebileceği hevdeç benzeri araçlar kullanıyordu. “

- ﺮ ﺠ ﺸﻤﻟا ﺐ آ ﺮﻤﻟا

جد ﻮﻬﻟا

” gibi isimler verilen ve yolculuk esnasında develerin üzerine konulan taşıma

araçlarını kullanmak, yaygın bir âdetti. Bu araçlarda yaşlılar, kadınlar ve zayıf kişiler yolculuk ederdi. Fakat milben denilen hevdeci, sadece zenginlik ve bolluk içinde yaşayanlar kullanırdı. İşçilik, malzeme ve görünümüne göre farklı isimler alsalar bile, bu vasıtaların hepsi mahmel ismi altına giriyordu. ‘Milben’ denilen türün, yolculuk sıkıntısını azaltmak ve rahat etmek için kullanıldığı önceden beri biliniyordu. Ancak deve semeri (haml) üzerinde yapılan bir yolculukta aynı rahat yoktu. İşte İbn Mes'ûd’un sözünde, o dönemin rahatlık sunan taşıma araçlarıyla hacca gidilmemesine yönelik bir işaret vardır. Yani İbn Mes'ûd (r.a), haccagiden birinin rahatlık veren şeyleri azaltması ve çektiği zorluk vesilesiyle, ibadetinin daha üstün ve sevaplı olması için böyle söylemiştir. Dolayısıyla insanların sonradan icat ettikleri “

ﺔ ﻳرﺎﻤ ﻌﻟا - ﺔﺴﻴ ﻨ ﻜﻟا ﻞﻤ ﺤﻤﻟا

233 Devenin üzerine konulan, hevdeç benzeri bir araçtır. Bkz. Feyyûmî, el-Misbâhu’l-Münîr, I, 152.

234 Ebû Ubeyd, Garîbü’l-Hadis, II, 225-226.

235 İbn Kuteybe, Islâhu’l-Galat, s. 53. İbn Kuteybe’nin ismi geçen eserine ulaşma imkânımız olmadı.

Buradaki bilgiler ve el-Islâh’ın sayfa numarası, Ebû Ubeyd’in yukarıda eserinin dipnotundan (bkz. II, 225-226) alınmıştır.

236 Bu kelime de, Arapların kullandığı hevdece benzeyen bir yolcu taşıma vasıtasıdır. Bkz. Zebîdî, Tâcu’l-

gibi yolcu taşıma vasıtaları, İbn Mes'ûd’un işaret ettiği bu hükme girerler. İşte Ebû Ubeyd, sözü edilen rivayeti bu doğrultuda anlamış ve Abdullah b. Mes'ûd (r.a)’a, o dönem de mevcut olmasa da, mahmeli mekruh gördüğü görüşünü izafe etmiştir.

İbn Mes'ûd rivayetindeki aynı durum, izârının ucunu kibirlenerek uzatanlar hakkındaki nebevî yasakta237 da mevcuttur. Rasûlullah (s.a) döneminde insanların çoğu, tek parçadan oluşan ‘izâr’ ve ‘ridâ’ gibi elbiseler giyerdi. Çok parça giysilerin kullanılmaya başlaması ve bu tarzın toplumda yaygınlık kazanması ile birlikte; sonradan dikilen yeni elbiseler de, izâr için söz konusu olan hükmü aldılar. Bir kimse izârdaki hükmü, sonraki dönemlerde dikilmeye başlanan ve kibir maksadıyla uçları uzatılan diğer giysilere uygulasa ve bunların da haram olduğu hükmüne varsa, yeni giysilerin hepsi yasak kapsamına girer. Nitekim Abdullah b. Ömer (r.a), izârın sünnetteki hükmünü, ‘kamîs’ denilen giysilerin uçlarının uzatılmasına da teşmil etmiştir.238

Aynı şekilde, bir adam gelerek “Hacı kimdir, ey Allah’ın Rasûlü (s.a)?” diye sormuş; Nebi (s.a) de, “

ﻞ ﻔ ﺘﻟا ﺚ ﻌ ﺷ ﻷا

” buyurmuştur.239 Yani bu hadiste hacının, bedeni kirlense ve ten kokusu ağırlaşsa bile güzel koku sürünmekten kaçınması gerektiği anlatılmaktadır. Dolayısıyla; “Nebi (s.a), hacının ‘ğâliye’240 kullanmasını ve başının her tarafına bundan sürmesini uygun bulmadı” diyerek çıkarımda bulunan kimse, verdiği hükümde bire bir isabet etmiş olur. ‘Ğâliye’nin ilk kez, Hz. Peygamber (s.a) döneminden uzun süre sonra yapıldığı tarihen sabit olsa da, hüküm böyledir.

Mescidin tamir edilmesiyle ilgili bir rivayeti daha örnek gösteren Hattâbî, hükmen benzer örnekler verilebileceğini ve hepsinin de taşıdığı hükmün belli olduğunu söyleyerek açıklamalarına son vermektedir.241

Verilen bu açıklamalarla, Hattâbî’nin rivayetleri açıklarken tarihî bilgileri ne denli etkili kullandığını görüyoruz. Hattâbî ayrıca, Abdullah b. Mes'ûd’un yukarıdaki

237 Buharî, “Libâs”, 1; Müslim, “el-Libâs ve’z-Zîne”, 42; İbn Mâce, “Libâs”, 7.

238 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 110, 137.

239 Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur'ân”, 4; İbn Mâce, “Menâsik”, 6.

240 Anber ve misk karışmından elde edilen güzel bir koku türüdür. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XV, 134.

sözü hangi gerekçe ve şartlar altında söylediğini aydınlatmış; mahmel kelimesinin, yapımı farklı zamanlara rastlayan hevdeç türlerini içine alan bir cins isim olduğunu tespit etmiştir. Hem bu önemli bilgiler, hem de sünnetten benzer çıkarımlarla, İbn Kuteybe’nin itirazının yerinde olmadığını ispata çalışmıştır.

Üzerinde durduğumuz bu örnek, bir yönüyle Hattâbî’nin kelime hazinesini; diğer yönüyle de, sünnet anlayışını ortaya koymaktadır. Yani ona göre, illeti bilinen sünnet hükümleri, asr-ı saadette mevcut olmayan ‘koku ve giysiler’ gibi talî konulara uygulanabilir. Bu durumda Hattâbî, her ne kadar açıklamalar esnasında belirtmese de, kıyası yeni hükümlere ulaşmayı sağlayan bir metod olarak görmektedir. Dolayısıyla onun bu kabulüne göre sünnet, güncel sorunlar karşısında çözüm üreten bir özelliğe kavuşmaktadır.

c. Hattâbî, selefi olan Ebû Ubeyd (v. 224) ve İbn Kuteybe (v. 276) arasındaki

ihtilafları incelemiş ve konuyla ilgili kendi görüşlerine yer vermiştir. Buna ilave olarak;

Garîbü’l-Hadis’te, Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’nin eksik bıraktıklarını düşündüğü

kelime açıklamalarını tamamlamaya çalışmıştır. Ayrıca, bu âlimlerin vezin ve kelime kökü tespitlerindeki hatalarını düzeltmeye gayret göstermiştir. Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’nin eserlerinde mevcut olan senetleri kendi eserine alarak bunları bir daha tekrar etmemiştir. Hattâbî’nin bu usûlünü müşahhas hale getirmek için, Hz. Ömer’den gelen bir rivayet üzerinde duralım. Rivayete göre Hz. Abbâs (r.a), Hz. Ömer (r.a)’e şairler hakkında bir bir soru yöneltti. Hz. Ömer de, İmru’l-Kays’ın şairlerin başı olduğunu söyledi ve “

ﺻأ رﻮ نﺎﻌ ﻦﻋ ﺮﻘ ﺘﻓاو ﺮ ﻌﺸﻟ ا ﻴﻋ ﻢﻬﻟ ﻒ ﺴﺧ

” cümlesini

ilave etti.242

Hattâbî, İbn Kuteybe’nin Garîbü’l-Hadis’inden şunları aktarmıştır: “

ﻒ ﺴﺧ

”den

türeyen “

ﻒ ﺴﺨﻟا

”, ‘taşlık arazide kazılan ve kendisinden bolca su çıkarılan kuyu’

anlamındadır. “

ﺮﻘ ﺘﻓا

” fiili, ‘açmak’ demektir. “

ﺮﻴ ﻘﻔﻟا

”, su arkının ağzı için kullanılan bir

242 İbn Kuteybe, bu rivayetin senedini zikretmektedir. Ancak, elimizde bulunan kaynaklarda bu rivayete

kelimedir. “

رﻮ ﻋ نﺎﻌ

ifadesi ise, İmru’l-Kays’ın Yemenli olduğunu; ancak

Yemenlilerin fesâhat sahibi kimseler olmadıklarını anlatmaktadır.243

Hattâbî, İbn Kuteybe’nin verdiği sözlük manalar içinde sadece “

رﻮ ﻋ نﺎﻌ ﻣ

ifadesinin karşılığını kabul etmemektedir. Zira Hz. Ömerin, fesâhati olmayan biri hakkında bu türden övücü bir söz söylemesi uygun düşmez. Bilakis yukarıdaki terkibin anlamı, ‘ince ve kapalı manalar’ demektir. Şiir bir su kaynağı kabul edilirse; “

رﻮ ﻋ نﺎﻌ ﻣ

” derinliklerde bulunan, “

ﺮ ﺼ ﺑ ﺢ ﺻأ

” ise kaynağın gözünden dışarı çıkan manaları

karşılamaktadır. Hz. Ömer (r.a) bu sözle, İmru’l-Kays’ın gizli manalara daldığını ve insanlar için oradan incelikler çıkardığını söylemek istemiştir. Şu halde “

رﻮ ﻋ نﺎﻌ ﻣ

terkibi, gizli ve kapalı; “

ﺮ ﺼ ﺑ ﺢ ﺻأ

” terkibi ise, açık ve aşikâr manalardan darb-ı mesel

yapılmıştır. Gerçekten de İmru’l-Kays, daha önce keşfedilmemiş söz inceliklerini görmüş ve söylemiş, diğer şairler de onun izini takip etmişlerdir.244

Özetle ifade etmek gerekirse; Hattâbî, selefi olan Ebû Ubeyd (v. 224) ve İbn Kuteybe (v. 276)’nin görüş ve tespitlerine büyük ölçüde katılmıştır. Bu nedenle onların kitaplarına aldığı bilgilere, konu akışı ya da istişhâd düşüncesi dışında, kendi eserinde yer vermemiştir. Fakat bu âlimlerin eksik bıraktığını veya yanlış mana verdiğini düşündüğü noktalarda açıklama gereği duymuştur. Yine diğer ulemanın, Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’ye yönelik ilmî itirazlarına değinmiştir. Bütün bunların yanı sıra, İbn Kuteybe’nin Ebû Ubeyd’e yaptığı itirazları da değerlendirmiş ve yer yer her iki âlimin de görüşlerine tenkitler getirmiştir. İbn Kuteybe’ye oranla, Ebû Ubeyd’in görüşlerine daha sık başvurulmuştur. Diğer taraftan, gerek Hattâbî ve gerekse de diğer ulemanın İbn Kuteybe’yi daha fazla tenkit ettiklerini görüyoruz.245

Konumuz açısından, dil ve edebiyat âlimleri ile garîbü’l-hadis müelliflerinden alınan bilgiler arasındaki temel fark şudur: Birinci gruptaki âlimlerden alınan bilgiler,

243 İbn Kuteybe’nin bu rivayetle ilgili kendi açıklamaları için bkz. Garîbü’l-Hadis, II, 292.

244 Açıklamalar için bkz. Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, II, 81-82.

245 Ebû Ubeyd’den alınan görüş örnekleri için bkz. Hattâbî, Garîbü’l-Hadis, I, 361, 425, 478, 585, 628,

710, 732; II, 47, 84-86, 177, 262, 333; III, 39, 181, 221, 237, 248, 264. İbn Kuteybe’den alınan görüş örnekleri için bkz. A.g.e., I, 218, 288, 360, 416, 501, 603, 647, 712; II, 243, 342, 472, 490, 588; III, 190. Her iki âlimden birlikte alınan görüş örnekleri için bkz. A.g.e., I, 309, 431-434, 482; II, 259-261, 260, 484.

sözlük anlamı ve dil açıklamalarına yöneliktir ve oldukça kısadır. Bu ulemadan, garîb kelimelerin izahı için görüşler nakledilmiştir. Bu görüşlerin en önemli yanı, yorum zenginliğine ve konuya farklı açılardan bakmaya imkân sağlamasıdır. İkinci grubu oluşturan Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’nin görüşleri ise, kendilerine ait kitaplardan alınmıştır. Bu bilgiler, Garîbü’l-Hadis içinde müstakil ve geniş bir konu olarak işlenmiştir. Hattâbî’nin Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe’nin bazı görüşlerine yönelik açıklamaları sayesinde, Garîbü’l-Hadis ilminin üç temel kaynağı246 bir eser içinde toplanmıştır.