• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİNİN BAŞKENTİ KONYA’DA ESNAF

CRAFTSMEN ORGANISATION IN KON- KON-YA, CAPITAL OF TURKEY DURING THE

II. FÜTÜVVET KURUMU

Yüksek erdemlere sahip, yiğitlikte ileri giden ehl-i Fütüvvet’e “Fityan” deniyordu. XIII. yüzyıl kaynaklarında bunların geçmişleri, İslamiyet’in ilk dönemlerine kadar götürülmektedir4. Claude Ca-hen, Fityan’ın Abbasiler devrinde Fütüvvet

Teşki-2 Yusuf Küçükdağ, “Emir-i İğdişan”, Ahilik Ansiklopedisi, I, Ankara 2016, s.388.

3 Yusuf Küçükdağ, “Emir-i İğdişan Türbesi”, Ahilik Ansiklope-disi, I, Ankara 2016, s.388.

4 Mevlânâ Celâleddin, Mecâlis-i Sab’a (Yedi Meclis), (terc. Ab-dûlbâki Gölpınarlı), Konya 1965, s.89.

latına bağlandığını, bir esnaf örgütü sıfatıyla orta-ya çıkmasının ise, Anadolu ve İran sahasında XIV.

yüzyıldan sonra olduğunu yazmaktadır5. Oysa daha XIII. yüzyıl ortalarında, Anadolu Selçukluları’nda bulunan esnaf teşkilatının müntesipleri olarak algı-landığı, devrin eserlerinden anlaşılmaktadır6.

Anadolu’da adları XII. yüzyıl sonlarında çok sık geçen Fityan bir başkana bağlı olarak hareket ediyordu7. Daha sonra bunların Ahi başkanlarının emrine girdikleri görülmektedir8. Öyle ise baş-langıçta ayrı ekol görünümündeki ehl-i Fütüvvet, daha sonra Ahiler’le birlik olmuşlardır. Bundan sonra Fityan, Ahiler’in yanında devlet protoko-lünde yer almaya9, bulundukları kentlere düşman saldırısı söz konusu olursa savunmada Ahiler’le birlikte hareket etmeye başlamışlardır10. Bu kısa açıklamadan sonra Fütüvvet’in ortaya çıkması ve Anadolu’da yayılması üzerinde durulacaktır.

Fütüvvet, İslam âleminde ikinci bir tasavvuf yolu olarak ortaya çıkmış; X. yüzyıldan itibaren bu konuda eserler kaleme alınmaya başlanmıştır.

Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö.1021) bunların öncüleri olup, onun Kitâbü’l-Fütüvve adlı eseri, Süleyman Ateş tarafından Türkçeye “Tasavvufta Fütüvvet” adı ile tercüme edilmiştir11. Sülemî, bu eserinde Fütüvvete dair diğer tarikatlardan farklı görüşler ortaya koymuş; Fütüvvet ehlinin dünyayı ihmal etmemesi, dünya nimetlerinden meşru ölçü-ler dâhilinde yararlanması gerektiğine örnekölçü-lerle vurgu yapmıştır12. Onun başka eserleriyle

şekil-5 Claude Cahen, İslâmiyet, (terc. Esat Mermi Erendor), An-kara 1990, s.147.

6 Sultan Veled, İbtidâ-nâme, (terc. Abdûlbâki Gölpınarlı), An-kara 1976, s.372.

7 İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâ’iyye fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye, (yay.

Adnan Erzi), Ankara 1956, s.32.

8 İbn Bîbî, aynı eser, s.585.

9 İbn Bîbî, aynı eser, s.230.

10 İbn Bîbî, aynı eser, s.528, 704.

11 es-Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, (terc. Süleyman Ateş), An-kara 1977.

12 es-Sülemî, aynı eser, s.33.

lendirmeye çalıştığı Fütüvvet, dindarlığı bununla birlikte hayatla iç içe olmayı, yani çalışmayı esas almayı hedefleyen bir tasavvuf akımı olarak XII.

yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’da yayılmaya başlamıştır.

Fütüvvetten ilk defa bahseden Cafer es-Sâdık bu kavramı, “ele geçen bir şeyi tercihen başkaları-nın istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir” diye tanımlamıştır. İslamiyetin farklı yorumu kabul edebilecek bu anlayış, Ahilik adıyla en geç XIII. yüzyılın başlarında, Konya’da oturan dönemin Selçuklu Sultanı ile devlet adam-larından destek görmüş ve resmî bir esnaf kurumu olarak örgütlenmesi sağlanmıştır.

Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah (1180-1225), tasavvufi çevrelerde ortaya çıkan Fütüvvet kuru-munu, XII. yüzyılın son çeyreğinde kendine bağ-lamak suretiyle devletin resmî bir kurumu yaptı.

Bunun için Bağdat’ta Fütüvvet erkânı üzere Fü-tüvvet ehli reisinin elinden elbise giymiş ve mera-simle teşkilata dâhil olmuştur. Halife’nin amacı, o zamana kadar gayriresmî faaliyet gösteren Fütüv-vet kurumuna resmî bir statü vererek bu teşkilatın siyasi desteğini kazanmaktı. Bu işi gerçekleşti-rirken dönemin meşhur sofisi Şehabeddin Süh-reverdî’den (ö.1234) geniş çapta faydalanmıştır.

Nasır Lidinillah, fütüvvet kurumuna yeni bir düzen verdikten sonra diğer Müslüman hükümdar-lara yolladığı elçiler aracılığıyla onları da teşkila-ta dâhil ederek kendi otoritesi altında toplamaya başladı. Bu sırada Türkiye Selçuklu Devleti’nin başında bulunan I. İzzeddin Keykâvus’a (1210-1219) Şehabeddin Sühreverdî’nin başkanlığında bir elçilik heyeti göndererek onu Fütüvvet Teşkila-tına kattı. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti’nin hâkimiyet sahası içindeki Anadolu’da Fütüvvet ilkelerini esas alan Ahilik Teşkilatı’nın temelleri atılmış oldu13.

13 Abdürrezzak Tek, “Fütüvvet”, Ahilik Ansiklopedisi, I, An-kara 2016, s.425-427.

III. AHİLİK

Ahilik Teşkilatı’nın kurulduğu tarih hakkın-da farklı görüşler ileri sürülmektedir. C. Cahen’in, Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvus’un Halife Nasır Lidinillah tarafından düzenlenmiş bi-çimiyle Fütüvveti uygulamaya özen gösterdiği ve bunun ilk etkilerinin başkent Konya’da görüldüğü yönünde tespitleri vardır14. F. Taeschner de Fütüv-vet’in İzzeddin Keykâvus zamanında Anadolu’ya girmesinin, bu Sultanın isteği ile olduğuna işaret etmektedir15. Mikâil Bayram, bunlardan farklı ola-rak Ahiliğin ilk defa 1205’te Kayseri şehrinde Ahi Evran tarafından kurulduğunu, bu zatın daha sonra Anadolu’da Ahiler’in hamisi olan I. Alaeddin Key-kubad döneminde Konya’ya gelerek Ahiler’i teş-kilatlandırdığını ileri sürmektedir16. Oysa dönemin kaynaklarında Ahilerin ve Ahi reislerinin 1205’ten önce de Konya’da bulunduğuna dair kayıtlar bu-lunmaktadır. Nitekim Sultan Rükneddin (1196-1203) ile I. Gıyaseddin (1204-1211) arasındaki taht mücadelesinde Konya Ahileri ve Ahi reisleri, Gı-yaseddin tarafını tuttular, Rükneddin’e bağlı ordu-nun Konya şehrine girmesini önlemek için aylarca direndiler17. Ayrıca, Kayseri’de oturmakta olan İz-zeddin Keykâvus’un ölümünden sonra I. Alaeddin Keykubad, tahta oturmak üzere Konya’ya gelirken Obruk Hanı’nda onu karşılayan protokol arasında Ahiler de bulunuyordu18. I. Alaeddin Keykubad’ın tahta çıkması üzerine Halife Nasır Lidinillah tara-fından elçi olarak gönderilen Şehabeddin Sühre-verdî’yi Aksaray yolu üzerindeki Zincirli Menzi-li’nde karşılamaya giden Konya’nın ileri gelenleri

14 Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, (terc. Yıldız Mo-ran), İstanbul 1984, s.197.

15 “İslâm Ortaçağında Futuvva (Fütüvvet Teşkilâtı)”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, XV/1-4 (Ekim 1953-Tem-muz 1954), s.3-32.

16 Mikail Bayram, Ahî Evren ve Ahi Teşkilâtı’nın Kuruluşu, Konya 1991, s.81-85.

17 İbn Bîbî, aynı eser, s.32-33.

18 İbn Bîbî, aynı eser, s.120.

arasında Ahiler de mecvut idi19.

Dönemin kaynaklarının, Konya’da Ahiler ve Ahi başkanlarının 1200’lerin ilk yıllarında varlı-ğından söz ettiğine bakılırsa, M. Bayram’ın iddia ettiğinden farklı olarak Sultan Rükneddin’in sal-tanatından (1203) önce bunların Konya’da orga-nize oldukları söylenebilir. Nasır Lidinillah, 1182 yılında Fütüvvete girdikten20 hemen sonra Türkiye Selçuklu Devleti’nde Fütüvvet birliğini kurma yö-nüne gittiği ve bunun etkilerinin kısa sürede baş-kent Konya’ya yansıdığı anlaşılmaktadır. Öyle ise Konya’da Fütüvvet örgütlenmesini, Kayseri’den evvel, 1200’lerden önceye götürmek gerekmek-tedir. Fütüvvet’in Konya’da Ahi teşkilatı olarak örgütlenmesinin, XII. yüzyılın sonlarında olduğu söylenebilir. Çünkü Konya’nın ilk Selçuklu Deb-bağhanesi’nde Ahi Evran’ın bir debbağhanesi bulunmaktadır21. Böyle olunca Ahiliği Konya’da örgütleyen Ahi Evran’ın Konya’ya geliş tarihi şim-diye kadar kabul edildiği gibi 1227’de değil, surla-rın inşa edildiği 1221’den çok önce, muhtemelen en geç XIII. yüzyılın ilk senelerindedir.

Fütüvvet Teşkilatı’na bağlı olarak kurulan Ahilik, o dönemde Türklere has zevk ve kabiliyete uygun şekilde teşekkül etmiş; kısa sürede debbağ esnafının örgütü haline gelmiştir. Çalışma şekli itibariyle, Ahi Şecerenameleri ve Ahi Fütüvvetna-melerinde belirlenen iş ve ahlak disiplini ile şeyh, usta, kalfa, çırak hiyerarşisi içinde çalışmayı iba-det hâline getiren fertlerin oluşturduğu bir teşkilat olmuştur. Mensupları birbirlerine Arapça “karde-şim” demek olan “Ahi” diye hitap etmeleri, ya da kardeşçe muamelede bulunmalarından ötürü bun-lara “Ahi” denmiştir. Bunun için örgüte de Ahilik adı verilmiştir.

19 İbn Bîbî, aynı eser, s.230.

20 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Konya 1981, s.23-24; Bayram, aynı eser, s.21-27; Ahmet Yaşar Ocak, “Fütüv-vet”, DİA, XIII, s.261-263.

21 KŞS. no. 20, s.141.

1) Ahilikte Temel Kurallar

Ahiliğin esasları olan ahlaki ve ticari kurallar Fütüvvetnamelerde yazılıdır. Teşkilata girmek is-teyen kimse, öncelikle Fütüvvetnamelerde belirti-len dinî ve ahlaki esaslara uymak zorundaydı. Fü-tüvvetnamelere göre teşkilat üyelerinde bulunması gereken vasıflar; vefa, dayanışma, doğruluk, emni-yet, cömertlik, tevazu, ihvana nasihat, onları doğru yola sevk etme, kanaatâr ve affedici olma idi. Şa-rap içme, zina, yalan, gıybet, hile gibi davranışlar ise teşkilattan atılmayı gerektiren sebeplerdi. Ahi-liğe giriş, şerbet içmek, şed veya peştamal kuşan-mak, şalvar giymekle gerçekleşmekteydi. Ahilik bünyesi içindeki esnaf birlikleri ustalar, kalfalar ve çıraklardan oluşmaktaydı. Çıraklar, bir usta yanın-da mesleklerini çok iyi öğrenir, Ahi müessesesin-den törenle icazet aldıktan sonra dükkân açarlardı.

Esnaf ve dükkân sayıları, iş aletleri ve tezgâhlar sınırlandırılmış idi. İhtiyaca göre mal üretimi de esastı. Şehirde bulunan Ahilerin yöneticisi duru-mundaki kişiye “Ahi Baba” denirdi. Ahi babalar, Kırşehir’deki Ahi Evran Tekkesi’nde görev yapan şeyhe bağlı olarak çalışırlardı. Sanat erbabı içinde en saygın kişi, seçimle teşkilatın reisi olur, kendisi-ne “Kethüda” denilirdi. Bunların sanat erbabı üze-rinde bir tarikat şeyhi gibi nüfuzları vardı. Bundan başka esnaf arasında düzeni sağlayan “yiğitbaşı”

adı verilen ikinci bir görevli bulunurdu22. 2) Ahi Evran ve Konya

Asıl adı Şeyh Nasırüddin olan Ahi Evran, Horasan taraflarında yetişmiş bir Türk’tür. Muhte-melen XIII. yüzyıl başlarında Anadolu’ya gelmiş, debbağ esnafını Konya’da Ahilik adı verilen teşki-latın çatısı altında toplamıştır23.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin başkenti Kon-ya’ya 1221’den önce yerleştiği tahmin edilen Ahi Evran’ın buraya gelme sebebi, Selçuklu

Sulta-22 Ziya Kazıcı, “Ahilik”, DİA, I, İstanbul 1998, s.540-542.

23 Ahî Evran’ın hayatı için bk. İlhan Şahin, “Ahî Evran”, DİA, I, İstanbul 1988, s.529-530.

nı ile buna bağlı üst düzey devlet yöneticilerinin desteğini sağlamak olmalıdır. O, Konya’da Ahi Teşkilatı’nı güçlendirme çalışmaları yanında esas mesleği olan debbağlığı da bizzat icra etmiştir. Ahi Evran’ın ikinci sur yapılmadan önce Konya Deb-bağhanesi olan ve yenisi yapılınca İç Debbağhane adını alan yerde bir debbağ dükânı vardı24. Bu dük-kân, Ahi Evran, Konya’dan Kırşehir’e göç ettikten sonra 1242’de inşa edilen Sırçalı Medrese’nin vak-fı haline getirilmiştir25.

3) Ahi-Mevlevi Münasebetleri

Bilindiği üzere mutasavvıflar, eskiden kendile-rine inananlarla birlikte, varlıklı kişilerin yaptırdığı ve vakıflar tahsis ettiği tekke ve zaviyelerde faaliyet-te bulunuyorlardı26. Oysa Ahilik, bu anlayıştan fark-lı olarak onurla yaşamak için üyelerinin bir meslek veya sanata sahip olması esasını kabul etmiş27, bunu toplumda yaymaya çalışmıştır. Ahiler, ehl-i tasav-vuf gibi dindarlığa da son derece önem vermişler;

kendilerine ait zaviyelerde faaliyet göstermişlerdir.

Bu yeni yapılanma şekli, başkalarının imkânlarıyla hayatlarını devam ettiren mutasavvıfları rahatsız et-miş, Ahiler’le mücadeleye başlamışlardır. Özellikle Konya’da XIII. yüzyılın ilk yarısında dinî hayata hâkim durumdaki Mevleviler, Ahiler ortaya çıkıp zaviyelerde teşkilatlanmaya başlayınca, bundan memnun kalmamışlar; iki grup arasında bu yüzden birtakım tatsız olaylar yaşanmıştır. Eflâkî’nin ese-rinde yer yer değindiği Ahi-Mevlevi mücadelesi28, değişik kaynaklar kullanılarak M. Bayram tarafın-dan detaylı olarak ortaya konmuştur29.

24 KŞS. no.20, s.141.

25 İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964, s.890-898.

26 Geniş bilgi için bk. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmpa-ratorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I: İstilâ Devirlerinin Kolonizatür Türk Dervişleri ve Zâviyeler”, VD, S.2 (1942), s.279-386.

27 Çağatay, aynı eser, s.94.

28 Menâkibü’l-Arifin, (yay. T. Yazıcı), I, Ankara 1976, s.558;

II, Ankara 1980, s.758.

29 “Anadolu Selçukluları zamanında Ahi teşkilâtının

Kurulu-Ahilikle Mevlevilik Konya’da hemen aynı dönemde ortaya çıkmış, farklı anlayışta iki ayrı fikir akımıdır. Toplumda yer edinmek amacıyla Ahilerle Mevleviler, değişik sebeplerle zaman za-man mücadele etmişlerdir. Bunun temelinde, adı geçen iki tasavvufi akımın temsilcilerinin arasın-daki fikir ayrılığı yatmaktadır. Mevleviliğin temeli durumundaki Kübreviyye’nin kurucusu Şeyh Nec-müddin-i Kübra (ö.1221) ile Ahiliğin kuruluşunda rol oynayan Fütüvvet şeyhlerinden Evhadüddin-i Kirmanî’nin (ö.1238) farklı dünya görüşleri sebe-biyle daha Horasan’da iken birbirleriyle anlaşama-dıkları bilinmektedir. Sözü edilen fikir ayrılığının sonra Konya’ya taşındığı görülmektedir. Nitekim Mevleviliğin kurucusu Mevlâna’nın (ö.1273), ba-bası Sultan Bahaeddin Veled’in (ö.1231) şeyhi Necmüddin-i Kübra gibi, Fütüvvet Şeyhi Evha-düddin-i Kirmanî’ye karşı tavır aldığı, onun hâl ve hareketlerini beğenmediği, Eflâkî’nin anlattıkla-rından anlaşılmaktadır30. Bilindiği üzere Evhadüd-din-i Kirmanî, daha sonra Fütüvvet Teşkilatı’nı kurmak için Konya’ya gönderilmiş31; Horasan’da Necmüddin-i Kübra gibi, Konya’daki faaliyetle-rinden dolayı Mevlâna ona hiçbir zaman iyi gözle bakmamıştır. Konya’da Fütüvvet Teşkilatı’nı kur-ma çalışkur-malarından rahatsız olan Mevlâna, Şeyh Evhadüddin için çevresindekilere: “Evhadüddin, dünyada kötü bir miras bıraktı. Bu kötü mirasın ve bu kötü mirasla amel edenin günahı onun boynu-na”dır demiştir32.

4) Mevlâna’dan Sonra Ahi-Mevlevi İlişki-leri

Ahiler’le Mevleviler arasındaki ilişkiler, Mevlâna Celaleddin-i Rumî’nin ölümünden son-ra yumuşamış; bu ortamda Sultan Veled (ö.1312),

şu ve Gelişmesi”, Kelime Dergisi, Konya 1986, s.3-4.

30 Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, (terc. Tahsin Yazıcı), I, İstan-bul 1973, s.410; II, s.77-79.

31 Bayram, aynı eser, s.29-37.

32 Eflâkî, aynı eser, I, s.410-411.

Divan adlı eserinde yer yer Ahi ileri gelenlerini övmüş; Ahiler’in iyilikleri ve meziyetlerini müba-lağalı bir şekilde dile getirmiştir33. Bu olumlu ve yapıcı adımlar, Ahi-Mevlevi yakınlaşmasına alt yapı oluşturmuş görünmektedir. Bununla birlikte bazı siyasi olaylar, daha sonra Ahi-Mevlevi müna-sebetlerinin tekrar bozulmasına sebep olmuş; Mev-leviler, bundan maddi olarak yararlanmışlardır.

Türkiye Selçukluları’nın son dönemlerinde, adı siyasi platformda yeni duyulmaya başlayan Karamanoğulları ile Konya Ahileri arasında-ki ilişarasında-kiler, Cimri olayında (1277) normal iken34 daha sonra bozuldu35. XIV. yüzyıl başlarında bile durumun düzelmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 1307’de Konya’ya gelen Karamanoğlu Yahşi Bey (1311-1314), Ahiler’in başı Ahi Mustafa ile çevre-sindekileri kalenin şimdiki Beşyol mevkiinde bu-lunan Ertaş Kapısı’na asmıştır36. Karamanoğulları ayrıca birçok Ahi mülküne el koyarak kendilerini destekleyen Mevleviler’e vermiştir. V. A. Gordo-levski’ye göre Meram ile Dere köyü arasındaki Ahiler’e ait arazi bundan sonra Mevlevi vakfı hâ-line getirilmiştir37. 1490 tarihli bir Mevlevi vakfi-yesinde Meram-Dere’deki Ahi İlyas değirmeninin Mevlevi vakıfları arasında gösterilmesi38, Gordo-levski’nin bu görüşünü doğrulamaktadır.

Tüm olumsuz gelişmelere rağmen Ahiler, XIV. yüzyılda Konya’da bazı tekke ve zaviyeler ile vakıflara sahip olmuşlardır. İbn Battuta 1333’te Konya’ya geldiğinde şehrin en büyük zaviyesi, Ahi olduğu bilinen ve aynı zamanda Konya’nın

ka-33 Sultan Veled, Divan, (yay. F. Nafiz Uzluk), İstanbul 1941, s.150-152,227,371,453.

34 İbn Bîbî, aynı eser, II, s.205, 209-210.

35 İbn Bîbî, aynı eser, II, s.212-213,215.

36 Konyalı, aynı eser, s.146.

37 “Konya İrva ve İska Tarihine Dair Materyaller”, Konya Mecmuası, S.18-19 (1938), s.1057-1058.

38 Yusuf Küçükdağ, “Konya Mevlânâ Dergâhı ve Türbe Ha-mamı’na Dair İki Mevlevî Vakfiyesi”, VD., S.23 (1994), s.82.

dılığını da yapan İbn Kalemşah’a ait olanı idi39. II.

Bayezid döneminde (1481-1512) yaptırılan vakıf tahririnde “Vakf-ı Ahî” başlığı altında Ahi vakıf-larının sayılması ile bu vakıfların mütevellilerinin Ahi olması40, Ahilerin Konya’da XV. yüzyılda bile vakıflarının bulunduğunu göstermektedir.

Yaşanan olumsuzluklara rağmen Ahiler’le Mevleviler arasında diyaloğu sağlamak amacıy-la Ahiler, gayret göstermiş olmalıdıramacıy-lar. Nitekim Konyalı Ahiler’in XIV. yüzyılın ilk yarısında Mev-leviler gibi Hz. Ali’ye silsilelerini dayandırdıkları, böylece onlara benzemeye çalıştıkları görülmekte-dir. İbn Battuta, Ahiler’den Konya Kadısı İbn Ka-lemşah’ın çok sayıda öğrencisinden bahisle bu Ahi grubunun “fütüvvette senedi Emîrü’l-Mü’minîn Ali b. Ebî Talib (r) hazretlerine muttasıl olur” demek-tedir41. Bu durum, Mevleviler’e sempatik görün-mek için Ahiler’in olduğundan fazla Hz. Ali’ye bağlı görünmek istediklerine işaret etmektedir.

Sağlanan uzlaşma sonucunda Ahiler sadece esnaf olma çabasını bırakmışlar; Mevleviler gibi ilim ehliyle de yakından ilgi kurmuşlardır. Bu ve-sileyle Konya’da birçok Ahi devlet ve ilim adamı yetişmiş, bunlar, aşağıda değinileceği üzere Os-manlı Devleti’nin kuruluşunda etkili olmuşlardır.

İlk Osmanlı kadısı ve Osman Bey’in (1302-1324) kayın babası Şeyh Edebalı (ö.1326) ile ilk Osman-lı vezirlerinden ÇandarOsman-lı Kara Halil Paşa (ö.1387) ve ikinci Osmanlı müftüsü Dursun Fakih (ö.1326), Osmanlı Beyliği’ne göç eden Konyalı Ahiler’den-dir42.

Ahiler’in Mevleviler’le yakın ilişkileri,

Os-39 Seyahatnâme, (terc. Mehmed Şerif), I, İstanbul 1333-1335, s.322.

40 Konyalı, aynı eser, s.148-149.

41 Aynı eser, s.322.

42 Bunlar için bk. Mecdi, Tercüme-i Şakaik-i Numaniye, (yay.

Abdulkadir Özcan), İstanbul 1989, s.20-21; Şemseddin Sami, Kamûsü’l-A‘lâm, III, İstanbul 1306, s.2072; İsmail Hakkı Uzun-çarşılı, Osmanlı Tarihi, I, Ankara 1982, s.173-177; Münir Aktepe,

“Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa”, DİA, VIII, s.214-215.

manlılar’ın Konya’yı topraklarına katmasından (1467) sonra daha da gelişmiştir. XV. yüzyılın sonlarında Ahiler’le Mevlevileri artık yanyana görmekteyiz. 1501 tarihli bir Mevlevi vakfiyesi-ne dövakfiyesi-nemin övakfiyesi-nemli Mevlevi simalarından Divavakfiyesi-ne Mehmed Çelebi (ö.1544-1547 arası) ile birlikte Ahi oğullarından Ahi Ali oğlu Mehmet Çelebi ve Ahi Evliya oğlu Lütfi şahit olarak imza atmışlar-dır43. Yine 1509 tarihli bir Mevlevi vakfiyesi olan Abdürrezzak oğlu Emir İshak Bey vakfiyesinde de Ahi oğlu Mehmet Çelebi adlı biri şahit olarak bulunmaktadır44. Konyalı, 1476 tarihli vakıf tahriri sırasında bu zatı Şems Zaviyesi’nin zaviyedarı ola-rak tespit etmiştir45. Yukarıdaki örnekler, Ahilerle Mevlevilerin bazı zaviyeleri ortak kullandıklarına işaret etmektedir ki, bu durum zamanla Mevlevi-lerin de Ahiler’den etkilenmesine yol açmış, bazı Mevlevi ileri gelenleri Ahiler gibi üretime yönelik iş yerlerine sahip olmuşlardır. Nitekim Mevlâna Dergâhı Postnişini Seyyid Abdurrahman Efen-di oğlu Seyyid Şeyh Hacı Mehmet Ârif EfenEfen-di, 1143/1730 yılında, Konya’da Keçeciler Çarşısı’n-daki birçok keçeci dükkânını satın alarak46 Kon-ya’nın keçe imalatını geniş çapta eline geçirmiştir.

IV. KONYA’DA AHİ ZAVİYELERİ