• Sonuç bulunamadı

Ev Kadınlarına Göre Ev Kadını

2.3 Araştırmanın Metodolojisi

3.1.1 Ev Kadınlarına Göre Ev Kadını

Bir insanı anlama isteği, kendiliğinden gerçekleşen bir istek değildir. Örneğin sokakta yürürken kadrajımıza dokunan bir insana rastladığımızda zihnimizde ona dair yargılar tasarlayarak onun hakkında tahminlerde bulunuruz. Ya da yalnızca onun ne kadar garip bir tip olduğunu düşünerek yolumuza devam ederiz. Bu hal insanı anlama isteği için oldukça küçük sayılabilecek bir basamaktır. Nitekim insanı anlama

arzusunun tanışma ile neticelenmesi gerekmektedir. Bu gereklilik, anlama arzusu taşıdığımız kişiye ulaşmak için uygulanabilecek bir yöneliş halidir. Kıymeti kendinden menkul bir ev kadını tipi ortaya koymanın yolu da tipolojinin gözünden tipolojinin nasıl algılandığını görmektir. Ev kadınını, ev kadınının zihniyle, kalbiyle ve gözleriyle anlamak için derinlemesine görüşmeler ve odak grup görüşmeleri önem kazanmıştır. Derinlemesine görüşmenin yanı sıra odak gruplardan faydalanılmasının sebebi, kişilerin birbirinden etkilenerek birbirleri üzerindeki ortak kanaatlerinin fikir alışverişi aracılığıyla gerçekleştirilmek istenmesi olmuştur.

Görüşmelerden elde edilen veriler neticesinde ev kadınlarının kendisi ve kendisi olmayanı yorumlayışının yoğunlukla ben ve öteki üzerinden şekillendirildiği kanısına varılmıştır. Benlik ve ötekilik tanımlamaları odak ve derinlemesine görüşmelerdeki katılımcıların bu tipe bakışıyla çelişen bir nitelik taşımamıştır. Çalışan kadınların ev kadınlarına göre daha avantajlı olduğunu düşünen Nurgül N. onların yoğunluklarına rağmen hayatlarını daha dolu geçirdiğini, isteklerini elde etme ve prestij sahibi olma noktasında ev kadınlarından daha avantajlı olduğunu ifade etmiştir. Gruptaki diğer görüşmecilerin görüşleri de Nuran N. ile benzer tutumlar sergilemiştir:

“Belirli dezavantajları taşısalar da çalışan kadınların bizden daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. Çocukların bir şeye ihtiyacı olduğunda eşimden para istemek zorunda olmam bazen bana ağır geliyor. İstemeden de al şu da senin harçlığın olsun demiyorlar ki. Bir işim olsa diyorum kendim yapardım kendim giderdim. İnsanın kendi ayakları üzerinde durması, bütçeye katkıda bulunması güzel bir duygu. Benim elimde olsaydı, ben çalışmayı seçerdim. Fakat seçeneğimiz yoktu, ev kadını olduk.”(Nuran N, 40 yaşında, 21 yıldır evli)

“Ev kadınlığının bir meslek hissiyle yapıldığı düşüncesine katılmıyorum kızım. Ev kadını dediğiniz kişi annedir. Çocuk sahibidir. Eşine karşı sorumlulukları vardır. Akrabalarından sorumludur. Fakat bizim kadınlar olarak üretmeyi sevmemiz gerekiyor, çalışkan olmamız gerekiyor. Yalnızca ev kadınlığına sığınarak hayatımızı doldurduğumuzu söylersek eksik kalırız. Kendime bakıyorum, ben çalışmak isterdim yavrum. Eski hayatımla kıyasladığımda, eskiden üzerimde çok iş yükü vardı, günü nasıl bitirdiğimizi anlamıyorduk. Şimdi daha rahatız tabi. Çalışma isteğimizde

bunun da etkisi olabilir. Para istemek kolay bir iş değil. Keyfi gelirse veriyor gelmezse vermiyor. Eski hayatım o kadar yoğunken bile bu böyleydi. Çalışan kadınlar istediği zaman parasını tutuyor, biriktiriyor, harcıyor. Bu güzel bir şey tabi. Benim de seçme şansım Nurgül’ün dediği gibi çalışmaktan yana kullanırdım.” (Ayşe, 55 Yaşında, 35 yıldır evli)

Katılımcılardan Ülkü Ü. Kadınların çalışmasının kadın emeğinin sömürülmesiyle eşdeğer olduğu gerekçesiyle doğru olmadığını savunmaktadır. Ülkü Ü. gün içerisinde vaktinin çoğunu eşi ve çocukları için harcadığını, onların mutluluğu için mücadele ettiğini, aynı sorumluluğun üzerine çalışma hayatı da eklendiğinde enerjisinin iki alana birden ayrılamayacağını ifade etmektedir. Ayrıca her hafta sonu akraba ziyaretleri yapmayı, kayınvalidesine yardımcı olmayı ev kadınının üzerine düşen bir sorumluluk olarak görmektedir. Diğer yandan, gün içindeki faaliyetlerinin ve ilişkilerinin belirli bir sabitede yürüdüğünden yakınmaktadır:

“Benim bir olayım yok. Sabah erkenden uyan, çocukları okula gönder. Biraz Kur’an okuduktan sonra eşin için kahvaltı hazırla. Öğleye kadar yatak yastık topla. Hafta sonları kayınvalidelerle görüşme merasimlerine eksiksiz katıl... Hiç sektirmiyoruz her hafta oraya gidip oturuyoruz!.” (Ülkü Ü, 41 yaşında, 22 yıldır evli).

Ev kadını olmayı eş ve çocuğa karşı sorumluluk sahibi olmayla eş değer tutan Zehra A. bir yandan kadınların çalışmasının gerekliliğini savunurken diğer yandan çalışma hayatının ideal bir anne olmak için engel teşkil ettiğini savunmaktadır. Ev kadınlığına yönelik kanaatlerini annelik çerçevesinde yeniden yorumlayan Zehra A. bu konudaki değerlendirmelerini şu şekilde ifade etmektedir:

“Benim için ev kadını modu, gün’den güne koşuşturan, boş boş oturup dedikodu yaparken elinde örgü ile vakit dolduran, sadece ev işinden kafasını kaldırmayan kadınların modu. Bunu istemiyorum. Çalışmayı üretken olmak için istiyorum. Boş boş oturup dedikodu yapmak istemediğim için istiyorum. Çalışırken takıldığın çevre ile ev kadınıyken takıldığın çevre bir olmuyor. Daha kültürlü insanlarla daha dolu muhabbetler yapmak istiyorum. Fakat anne olduğunda işler değişiyor. Anne olduğumda kendimi çocuğuma adamak zorundayım. Bana bir insan emanet ediliyor, onun sorumluluğunu üstleniyorum. Bu bir emek. Bunu layıkıyla yerine getirmem

gerekiyor. Onu her alanda eğitmem gerekiyor. Onunla vakit geçirmem gerekiyor. Evin içindeyken bile beş dakika yanımdan ayırmak istemiyorum. Çalışırsam bu kadar ilgiyi ona gösteremem. Onu bu ilgiden mahrum bırakamam. Bence anne olan kadınlar bir süre çalışmamalı. En azından çocuk kendi başına takılmayı öğrenene kadar onu bırakmamalılar…”(Zehra, A. 28 yaşında, 5 yıldır evli).

Ev kadınlığını boş boş gezmek ve günden güne koşmak şeklinde tanımlayan Zehra A. nın aksine, Arzu Ş. dört dörtlük olma hali olarak tanımlamaktadır. Arzu Ş. ev kadınının hayatın her alanında söz sahibi olması gerektiğini, bu yüzden onun birçok konuda bilgi sahibi olması gerektiğini şu sözleriyle aktarmaktadır:

“Ev kadını olmak bana göre dört dörtlük olmak demektir. Söz gelimi bazı evlere

gezmeye gidiyorum, ev şıkır şıkır. Düzenli, temiz, renkli. Yemekler oldukça lezzetli. Bir de sürekli öyle olduklarını bildiğin zaman daha iyi anlıyorsun. Ne bileyim, her halde diyorum ev hanımlığı da böyle bir şey. Doğal olarak onlarla kendimi kıyaslayınca kendime ev kadını diyesim gelmiyor. Çalışmayı da bu dört dörtlük olamama halinden bir kaçış gibi görüyorum. Onları gördükçe çalışmayı daha çok istiyorum. Ev kadını olmanın bana göre bir şey olmadığını anlıyorum.”(Arzu Ş. 38 yaşında, 10 yıldır evli)

Ev kadınlarının ev kadınlığına bakışının genel olarak hem çalışmak hem de çalışmak istememe etrafında şekillendiği görülmektedir. Dolayısıyla bir yandan kadınlar farkındalık uyandırmak, ben de varım diyebilmek, maddi gelir elde etmek maksatlarıyla çalışma hayatını makbul görürken diğer yandan da annelik noktasında duydukları endişeyi dile getirmektedir. Fakat baskın gelen, genel olarak çalışan kadın olma arzusu olmaktadır.

Diğer yandan ev kadınlarının onların gözünde nasıl şekillendiğine yönelik sorulara verdiği cevaplar tipolojinin anlaşılmasını kolaylaştırması açısından önem kazanmaktadır. Ev kadınlığının “düzen” kavramı ile tanımlanması bu cevaplardan biridir. Bu kavram bağlamında ev kadını düzen sağlayıcı olarak zikredilmektedir. Düzenin sağlanması ev içi rollerden başlamaktadır. Söz gelimi genellikle her gün evde en az iki öğün yemek pişmektedir. Haftanın bir günü mutlaka temizlik yapılmakta, bu eylemin bir günü ve saat aralığı olmaktadır. Market ve pazara gidilecek günler de ayrıca belirlidir. Bu ihtiyaçlar çocukların ve eşin eve gelme

saatlerine göre ayarlanmıştır. İşlerden biri aksadığında tüm aile fertlerinin hayatına uyarladığı rutin bozulmaktadır. Rutinin bozulması fertlerin düzenini bozmaktadır. Esasında kadının ev içinde kurduğu düzenin ötesinde, tek tek bireylerin hayatlarının içinde kurduğu bir düzen vardır. Kadının kurduğu düzen bireylerin düzen içinde yaşaması için önemlidir. Dolayısıyla ev kadınını tanımlayan kavram, “düzen” kavramıdır. Düzenin sağlanması sorumluluk bilincidir. Bu bilinci bir yaşam düzeni olarak tanımlayan Ülkü Ü. Düşüncelerini şu cümlelerle aktarmaktadır:

Kadının evdeki işleri diğerlerinin hayatına düzen getirir. Yemek öğünleri, temizlik, çamaşır, çocukların günlük ihtiyaçları… Hepsi bir düzeni temsil eder. Düzeni sağlamak sorumluluktur, bilinçtir, görevdir. Bence ev kadını olmak da düzen demektir zaten. Ev düzeni, öğün düzeni, yaşam düzeni” (Ülkü, Ü. 41 yaşında,22 yıldır evli )

Düzenin sorumluluğunun yanında ekonomik sorumluluğu da üstlenmenin bir kadın için çok fazla olacağını düşünen Şule K. bu konudaki değerlendirmelerini şu şekilde aktarmaktadır:

“Sorumluluklar evlenince iki katına çıktığı için, kültürel olarak ev içi düzenin

sorumluluğu bize aktarıldığı için hem çalışıp hem anne olup hem eş olmak çok zor. Benim dört çocuğum var. Ben kendimi onlara adamak zorundayım. Onların düzeninden sorumluyum. Çalışma hayatı benim için düzenin bozulması demek. Düzen bozulursa anneliğimin bir önemi kalmaz.” (Şule K. 40 yaşında, 20 yıldır evli) Düzen kavramına paralel olarak verilen cevaplardan birisi “sorumluluk” kavramı olmuştur. Düzen kurucu ev kadınını tanımlayan değer sorumluluktur. Sorumluluğun ancak fedakarlık yapmakla değer kazanacağını ifade eden Zehra A. ev kadınının eşine ve çocuğuna karşı duyduğu sorumluluğu şu şekilde aktarmaktadır:

“Eskiden okulla dershane arasında gidip geliyorduk. Annem yemekleri hazırlıyor, biz yiyip içiyorduk ders çalışıyorduk. Ara sıra da arkadaşlarla geziyorduk bizim başka işimiz yoktu. Sonrasında sorumluluklar başladı tabi. Öncelikle eşime karşı. Yemektir temizliktir bunun gibi şeyler. Ben evlilik yıllarımın ilk zamanlarında öğrenciydim. Evim de haliyle öğrenci evi gibi oluyordu. Tam anlamıyla ev kadını oldum dediğim zaman bu yüzden anne olduğum zaman oldu. Annelikten sonra hem

çocuğumun hem eşimin sorumluluğunu üstlendim. Öncesinde kurslar, kitap kritik günleri derken boş vakti değerlendiriyorduk. Ama iki kişinin sorumluluğunu üstlenince evden dışarıya çıkamaz oldum. Çünkü artık hayatımı tamamen sorumluluklarım yönlendiriyordu. Çocuğun ve eşin için kendini feda etmek, kocaman bir adamın ve bir çocuğun bakıcılığını üstlenmek ancak sorumluluk kavramıyla değer sahibi olabilir…”(Zehra A. 28 yaşında, 5 yıldır evli).

Ev kadınının bir değer olarak tanımlanmasında anlam kazanan kavramlardan birisi “sadakat” kavramı olmuştur. Nitekim bir kadının çalışma hayatının cezbediciliğinden vazgeçmesi, sosyal çevrenin büyüsünden uzaklaşarak ev yaşamından kendine bir hayat kurması, ancak sadakatle mümkün olabilmektedir. Bu sadakat, “eve sadık kalmak”, “evi sevmek”, “ev için emek vermek” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Sorumluluk sahibi olmak, fedakâr olmak, yaşadığı dünyanın gönüllü düzen sağlayıcısı olmak, ancak sadık kalma eylemi ile işlevsellik kazanmaktadır. Ev kadınını sadakatle tanımlayan Yasemin G. bu doğrultudaki düşüncesini şu şekilde aktarmaktadır:

“Ev kadınını sadakatle, sadık olmakla eşdeğer tutuyorum. Ev kadını deyince aklıma,

evine eşine çocuklarına sadık bir kadın geliyor. Sadık kalmak neticesinde de eve sadakatle bağlı olma hali gerçekten hissediliyor. Bir evde sadakat söz konusu olunca kimseye kendini ispat etmek, maddi ve manevi bir doyum arzusu içinde olma isteği duymuyorsun…” (Yasemin G. 46 yaşında, 28 yıldır evli).

Evkadınlarının kendilerini tanımlayış şekli, genel olarak değerler üzerinden olmuştur. Sorular çoğunluklu olarak “sorumluluk, düzen, sadakat ve fedakârlık” sınırlarında cevaplandırılmıştır. Genel bir değerlendirme yapıldığında, eşine ve çocuklarına sadık olan kadın aslında evinin huzurunu sağlayabilmek, düzeni koruyabilmek için belirli sorumluluklar üstlenmektedir. Bu sorumlulukları üstlenirken de “bir birey olan kendisinden taviz vererek” fedakârlık yapmaktadır. “Peki, çalışan kadın bu dediğiniz özelliklere sahip değil midir?” sorusuna ise çoğunluk, “biz çalışmayıp eve kapanarak birey olmaktan vazgeçiyoruz. Çalışan kadınlar bunu göze alamıyorlar, çalışarak ev hayatını ikinci planda tutuyorlar.” cevabını vermişlerdir. Diğer yandan aynı görüşmecilerin çalışma hayatının daima avantajlı olduğu noktasında hemfikir olmaları, içinde bulundukları çelişkiyi ve

üzerlerinde hissettikleri çevre baskısını göstermektedir. Çalışan arkadaşlarıyla paylaştıkları ortamda sürekli bir geri planda oluş hâlini açıkça hissettiklerini ifade eden evkadınları, bu noktada içinde bulundukları durumu hem kabul hem de reddetmektedir. Buradan çıkarılacak genel yargı ise, gerek odak grup görüşmesi gerekse derinlemesine görüşmelerden toparlanan verilerin ev kadınlarının dünyasında ev kadınının bir birey olarak kendisinden vazgeçen kadın olarak tanımlandığını gösterdiği yönündedir.

3.1.2. Ev Kadınının Üniversite Okuyan Kıza Bakışı: “Kızımın Elinde Altın