• Sonuç bulunamadı

Üniversite Gençliğinin Ev Kadınlığına Bakışı

2.3 Araştırmanın Metodolojisi

3.1.3 Üniversite Gençliğinin Ev Kadınlığına Bakışı

Günlük yaşamın anlamlandırılmasında, genç kesimin analizi önemli bir yer tutmaktadır. Geçmişten getirdikleri ve geleceğe taşıdıkları dünya genç kesimin analizine bu denli önem verilmesinin şifrelerini içinde barındırmaktadır. Toplumların genel gidişatını gençlerin hayata bakışından bağımsız düşünmenin zor olacağını söyleyen Ulutaş’a göre bir toplumun genel eğilimleri, gençlerin yapıp etmelerinde, bakış açılarında gözlemlenebilmektedir. Söz gelimi sanat, edebiyat, tüketim, üretim gibi birçok mecranın rotasını az çok gençliğin ret ve kabulleri belirlemektedir. Gençlerin belirli bir konuya gösterdikleri reflekslerin dozu, o konunun akıbetini de

az çok tayin etmektedir (Ulutaş, 2016: 180). Ev kadınlığının gençler arasındaki karşılığını anlamak bu bağlamda önem kazanmaktadır. Araştırmada üniversite gençliğinin bakış açısına yer verilmesi, üniversite hayatından geçmiş genç kadınların genelinin annelerinden tecrübe ettikleri yaşantının neresinde durduklarının merakından doğmaktadır. Diğer yandan üniversite gençliği içerisindeki kızların “arada kalmış kadın tipine” daha yatkın olması, söz konusu kızların evkadını tipine bakışlarını çalışma içerisinde değerli kılmaktadır. Dolayısıyla bu başlık, üniversiteli genç kızların kendini nasıl tanımladığı, üniversiteli genç kızların çalışma hayatına nasıl baktığı, üniversiteli genç kızların evkadınlığını nasıl değerlendirdiği sorularına cevap aramaktadır. Bu soruların cevabı; üç yüksek lisans-doktora öğrencisi, üç üniversite mezunu ve iki üniversite öğrencisinden oluşan sekiz kişilik bir odak grupla gerçekleştirilen sohbetlerden elde edilen verilerle irdelenmektedir.

Görüşmecilerin konuya dâhil olduğu ortamda tecrübe edilen tartışma, genel olarak istenmeyeni ve isteneni bir arada hisseden evkadını tipolojisinin aslında üniversiteli kızlar arasında da var olduğunu göstermiştir. Bu bağlamda aile ve sosyal çevrenin tek tek bireyleri etkilediğini söylemek mümkün olabilmektedir. Diğer yandan üniversiteli genç kızların evkadını olmanın iticiliği ya da istenmeyenliği noktasında daha emin bir duruşa sahip olduğu gözlemlenmektedir. İlerde ev kadını olduğu için doğru insanın onu bulamayacağı endişesini taşıyan Merve E.’nin düşünceleri bu tespiti doğrulamaktadır:

“Bir keresinde kocan nereye giderse sen de oraya gideceksin. Sorgusuz sualsiz harcamak diye bir istek hakkına sahip değilsin, sen kocanın kredi kartından harcama yapacaksın, anında ona ne kadar harcama yaptığına dair mesaj gidecek. Ev kadınlığına talim olduğun için doğru insanlar karşına çıkmayacak belki de. Diğer yandan çevre sana bunu başından beri dayattığı için artık sen de davulun bile dengi dengine olduğuna inanıyorsun. Oysa çalıştığın zaman otomatik olarak değerli bir insan oluyorsun. Evleneceğin insanlar buna göre şekilleniyor. İnsanların gözünde bilgisiz ve cahil olmuyorsun. Bu yüzden ev kadını olma gibi bir hayalim yok. Bu bulunduğum toplumda iyi birşeye karşılık gelmiyor. Bana sorarsan bütün kadınlar çalışmalı. Bu kadar baskıya maruz kalmamalı!” (Merve E. 22 yaşında, Arap Dili ve Edebiyatı).

Dişhekimliği okuyan Büşra I. ise çevrenin üzerinde hissettiği baskıdan hareketle kısıtlanan bir üniversiteli olduğunu ifade etmektedir. Devamında özellikle sağlık alanında üniversite öğrencisi olma veya çalışmanın zorluklar taşıdığını ekleyen Büşra I. düşüncelerini şu şekilde aktarmaktadır:

“Sağlık sektöründe isen ya da bu sektöre talipsen, işi beğenmek zorundasın. Yani bir zorunluluk var. Çevredekiler sana garanti meslek sahibi olarak bakıyor. Karşına çıkardığı talipler de bu garantilikten nasibini alıyor. Ben öğretmenle evlenmek istiyorum dahi diyemiyorsun, kaldı ki evkadını olmak isteyeceksin. Bu anlamda hayatımın neredeyse bütün alanlarında kısıtlanan bir üniversiteliyim. Okulunu okuduğu işi yapmadığı zaman başarısız olarak görülen biri. Toplumda sıfır özgürlük…” (Büşra I. 26 yaşında, Dişhekimliği)

Katılımcılardan Hatice U. çevresindeki ev kadınlarının fiziksel ve psikolojik anlamda çalışan kadından daha çok yıprandığını ifade ederken ayrıca “ötekilik” üzerinde durmaktadır. Bu anlamda hakir görülme değil de kendini hakir görme noktasına değinen Hatice U. meselenin üniversite okuyan ve okumayan, eşinin ekonomik durumu iyi olan ve ekonomik yönden zorluk çeken, aile baskısıyla büyüyen ve serbest büyüyen kadınlar olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Hatice U.’ ya göre yetişme ortamı ve yaşamın devam ettiği alan ev kadını veya çalışan kadına statü atfeden önemli bir belirleyendir. Bu anlamda kendi çevresinden tecrübe ettiği hayatları göz önünde bulundurarak şu değerlendirmelerde bulunmaktadır:

“Kadının toplumsal görünümü noktasında Büşra’nın söylediklerine katılıyorum. Fakat birşeyler daha eklemek istiyorum. Kadınlar üzerinde genel bir baskıdan söz ederken, onlara sunulan hayatların bir nevi nesilden nesile aktarıldığının farkındayım. Ama bana sanki ev kadınlarının kendisi de kendilerini küçük görüyor gibi geliyor. Yani sen çevrendekilere bir “ben” tanıtıyorsun. Çevredekiler tanıdıkları “ben”le haşir neşir oluyor, onu ödüllendiriyor ya da cezalandırıyor. Bu yüzden ev kadınlarının kendilerini bu kadar ötekileştirmesine sinir oluyorum. Fiziksel ve piskolojik anlamda yıpranmalarının sebebi de bu. Bu ötekiliği kendilerine görev ediniyorlar. Yani çalışmıyorsun; o zaman başına gelecek kahra da lütufa da katlanacaksın. Üstüne eşin eve para getirdiği için ona sonsuz bir minnet duyacaksın. Kendi değerini yine kendin düşüreceksin. Yanlış anlaşılmak istemem ama benim için

ev kadınları kendilerini aşırı derecede hakir gören, ötekilik göreviyle yaşayan kadınlar. Bu durum üniversite mezunu olup tercihini çalışmamaktan yana kullanan kadınlar üzerinde çok daha az görülüyor tabi. Yani onlar çalışmamayı kendileri tercih ettikleri için bu bahsettiklerimden uzaklaşıyorlar…” (Hatice U. 28 yaşında, İlahiyat)

Kendisinin de evde oturmayı bir eksiklik olarak düşündüğünü söyleyen Beyza A. Büşra I ve Hatice U.’nun söylediklerine katıldığını ifade etmektedir. Beyza A. eğitim hayatı boyunca gördüğü muamele neticesinde çalışan kadın olmayı daha makul bir karar olarak gördüğünü belirtirken diğer yandan da aslında bugünün şartlarında ev kadını olmak gibi bir tercihte bulunmanın kendisinin tekelinde olmadığını şu sözleriyle ifade etmektedir:

“ İlkokula başladığımız günden beri, evde oturan kadın asalak bir kadın olarak görüldüğü için bize hep ekonomik özgürlüğümüzü elimize almanın zorunluluğu dayatılır. Bu yüzden evkadınıyım demek biraz külfetli gelir insana. Kadının evde oturması bir eksikliktir, bir ayıptır çünkü. Evkadını verimsiz kadındır. Evkadınları dışardan bu muameleyi gördükleri için mutsuz olurlar. Biz de işsiz kaldığımız ya da atanamadığımız için mutsuz oluruz. Benim için de hep annemden çevremden çalışan kadın olma yönünde bir iteleme mevcut. Öyle zannediyorum ki aileler bu noktada bir ikileme düşüyorlar. Söz gelimi benim ailem çevredeki olumsuz örneklere tanıklık ettikleri için okuyup mesleğimi elime almam gerektiğini söylüyorlar. Bana yoğun bir baskı yapmıyorlar; en azından Müslüman bir anne baba olduklarını düşündükleri için kız çocuğuna bakma görevini üstleniyorlar. Çevrem bu konuda biraz daha baskın tabi. Yani işte aman kızım kimseye muhtaç olma, kocanın himayesine girme, kimseden para isteme, kendi ayakların üzerinde dur tarzında öğütler veriyorlar. Baskı deyince benim çevre; okul bitti mi? Kpss ne oldu?. Çalışmayacağım dediğimde ise aman yavrum babanın sana verdiği emekler ne olacak diyorlar.” (Beyza A. 24 yaşnda, Arap Dili ve Edebiyatı)

Yetiştiği ortamın, onun kafasında canlanan ev kadınlığı tipinin içini doldurduğunu söyleyen F.E. Katılımcıların düşüncelerine katıldığını belirtirken, eşinin isteklerinin dışına çıkmayan, bazı istekler doğrultusunda çocuklarına bakan ve kendisini bunun için feda eden, söz söyleme hakkı kısıtlı olan, bazı sorumlulukları

zorunlu olarak üstlenen kadın olarak ev kadını tipinin kendisine ördüğü yaşantıyı şu sözleriyle aktarmaktadır:

“Bana göre ev kadını eşinin istekleri doğrultusunda yaşayan, bu doğrultuda evine ve

çocuklarına bakan, bir yere gideceği zaman eşinden izin almak zorunda olan kadındır. Örneğin benim yengem çalışmaya başladığında gidebilir miyim demeyi bırakıp gidiyorum demeye başladı. Bu durum benim savunduğum düşünceyi doğrulayabilecek bir niteliğe sahip. Haliyle erkek de kadının eve finansal bir katkı sağladığını görünce onun alanlarını genişletmeye başlıyor. Otoriteyi de bu katkı paylaştırıyor. Diğer yandan annem de ev kadını. Gideceği her yer için babamdan izin alır.” (F.E. 28 yaşında, Sosyoloji).

Senin zihninde ev kadını deyince canlanan figür tam olarak nedir? (araştırmacı)

“Benim zihnimde durmadan yemek pişiren bir kadın canlanıyor. Bence ev kadınının

olmazsa olmazı yemek. Kadın yemek yapmadığı zaman evdeki gerginlik belirgin bir şekilde hissediliyor. Bir mazeret üretemiyorsun, evdesin, boşsun yapmak zorundasın. Bu anlamda ev kadını, başlangıçta da belirttiğim gibi eşine çocuklarına bakmak zorunda olan, bu zorunluluğu hisseden ve gönüllü olarak üstlenen, onların ihtiyaçları doğrultusunda bir hayat yaşayan kadın tipine karşılık geliyor. Burada şu soruyu düşünüyorum: Ben ev kadını olur muyum? Bu soruya cevabım, imkânım olursa eğer hem çalışmak hem de evimin dümenini elimde tutmak. Sanırım düzeni oturtmak için gayret gösterirdim.” (F.E. 28 yaşında, Sosyoloji).

F.E.’nin düşüncelerine katıldığını ifade eden F.T. de ev kadını tipi hakkındaki düşüncelerini şu şekilde aktarmaktadır:

“Her kadın eve aittir. Hatta güçlü aile bağları olan her birey eve aittir. Ben kendimi sadece evle özdeşleştirmek istemiyorum ama evimden kopmak da istemiyorum. İyi bir ev yalnızca iyi bir kadından değil, iyi bir erkekten oluşuyor. Sadece kadın ve erkek rolleri üzerine kurulu bir yuvanun sağlam temelli bir yuva olacağını düşünmüyorım. Güzel bir aile ortaya çıkarmak istiyorsak karşılıklı iletişim kurabilmeliyiz. Tabi kadın alternatifler üretebilmesiyle evi toparlayandır ama erkeğin tavırları da çok önemlidir. Bunun için ister ev kadını olsun, ister çalışan kadın olsun. Herkes bir şekilde kendi yuvasının hanımı olacak.aynı şeyleri sürekli yapıyor olma hissi beni daraltsa da zamanı geldiğinde bu rutinlere talip olacağımı

biliyorum. Beni farklı kılan nokta, sadece evle anılmak istemiyor olmam. Onun haricinde ben de her kadın gibi kendi evimin hanımı olmayı istiyorum.” (F.T. 25 yaşında, Sosyoloji)

F.T’nin rutin olan işlerden bir nevi kaçış olarak yorumladığı çalışma hayatına Ayşenur Ç.’nin itirazı ve F.E.’nin bu itiraza yönelik düşünceleri şu şekilde olmuştur:

“Ev kadını olduğunda da çalışan kadın olduğunda da belirli işleri yapıyorsun. O halde her işin kendine özgü bir rutini olmuyor mu? O zaman bir süre sonra da çalışma hayatından sıkılırız.” (Ayşenur Ç, 26 Yaşında, Ziraat).

“Senin önünde iki seçenek var. Ya evkadını olacaksın ya da çalışan kadın. Ama ev kadını dediğin kadın ev dışında çok fazla alanı olmayan kadın. Alandan kastım uzmanlık. Yani evdesin; yapacakların ve yapmayacakların belirli. Ama çalışan kadın olduğun zaman bir alanda uzmanlaşıyorsun. Sevdiğin bir alanı seçtiğinde çalıştığın iş verimli oluyor. Hizmet ediyorsun, bu seni mutlu ediyor. Çalışma dünyası böyle, istediğin zaman sınırlarını aşabiliyorsun. Neyi sevdiğini ya da neyi sevmediğini biliyorsun, kendini buluyorsun. Kendini bulduğun yer, bahsettiğiniz rutinlerden daraldığınızda sizi terapi etmek için bir fırsat oluyor.” (F.E. 28 yaşında, Sosyoloji). Ev kadınının sınırlı özgürlüğü ve alanının kısıtlılığı noktasında F.T. F.E. ve Ayşenur Ç.’ye katılmadığını ifade eden Büşra I. toplumun temel taşı olan evkadınına maddi bir gelir sağlanması gerektiği üzerinde durmaktadır. Büşra I. maddi gelir sağlanarak, ev kadınlarının kendilerini boş vakit geçiren insanlar olarak görmeleri hususundaki ön yargılarını aşmaları noktasında yol katedeceklerini düşünmektedir. Neredeyse bütün genç kızların ev kadınlığından kaçış olarak okumayı ya da çalışmayı seçtiğini düşünen Büşra I. bu kaçışı ve öze dönüşün idrakını şu sözleriyle aktarmaktadır:

“Maddi gücün elinde olması sadece harcama özgürlüğüdür. Kendine ait bir evin olmadığı zaman özgür değil göçebe bir kuş gibi oluyorsun. Bekâr bir kızsan bunu daha yoğun hissediyorsun. Sürekli yenilenen ev arkadaşları, sürekli değişen evler senin hayatını özetliyor. Böyle bir durumda ben kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum, hissedemiyorum. Özgür falan değilim, ev kadını olmama aşkına başıboş geziyorum. Oysa ev kadını dediğin tipler bir insanın ya da insanların hayatını rahat bir şekilde sürdürebilmesi için tüm işleri yapıyor, elinden geleni

yapıyor. Üstelik bunun için maddi anlamda hiçbir beklentiye girmiyor. Ama aynı zamanda da yaptığı bu fedakârlığa haksızlık ederek herşeyi boşa geçen vakit olarak düşünüyor. Keşke içinde benim de olduğum herkes asıl işin ev kadınlığı olduğunu farketse.” (Büşra I, 26 yaşında, Dişhekimliği).

Ev kadınlarının geneli bir birey olduğunun farkına varmak istiyor. Yani aslında bir nevi kendini bulmak istiyor. Senin söylediklerinden, aslında ev kadınlarının evin diğer fertlerinin kendini bulması için karşılıksız bir destek sağladığını, hatta bunun için kendisinden vazgeçtiğini çıkarıyorum. (Araştırmacı)

“Çıkarımın doğru. Fakat söylemek istediğim tam olarak bu da değil. Yani aslına bakarsan ev kadını dediğin tipler hem kendilerinin hem de ailedeki diğer fertlerinin farkına varıyor. Düşünsene, bir ailen var; olmak istediğin yer, ömrün boyunca ulaşabileceğin en kıdemli yer. Burası zaten senin kendini bulduğun yer. Yani fedakarlık diyoruz ama, bu fedakarlık öyle kendinden vazgeçeceğin, kendini kaybedeceğin bir feda ediş barındırmıyor içerisinde. Hem zaten çalışan kadın olunca da bir sürü insanla uğraşıyorsun, kendi ayakların üzerinde durmak için türlü türlü kaprislere katlanıyorsun. O halde ben bu halimle de kendimden vazgeçmiş olurum ama olmuyorum. Ev kadınlığına gelince mi kendimden vazgeçmiş olacağım? Bence hayır. Sen hem kendine ait olduğun bir alan oluşturuyorsun hem de diğer fertlere ait olacağı bir ortam sunuyorsun. Bu mükemmel bir şey..” (Büşra I. 26 yaşında, Dişhekimliği).

“Büşra’nın söylediklerine katılıyorum. Söylenenlere paralel olarak ev kadınlığının birçok yönden en güzel meslek olduğunu düşünüyorum. Anne olduğunda demek istediğim daha baskın bir şekilde hissedilebilir. Yani bir kadın vaktinin tamamını evde geçiren bir anne olduğunda çocuğuyla daha kaliteli bir vakit geçirecektir. Çocuğunun her anında yanında olabilme, zor zamanlarında ona destek olabilme, onu yetiştirme ve onunla zaman geçirebilme açısından daha başarılı bir anne olacaktır.” (Kevser Y. 20 Yaşında, Çocuk Gelişimi)

Peki sen ilerisi için kendini nerede görüyorsun? (Araştırmacı)

“Kendim için bir ileri düşünemiyorum desem yeridir. Yani bir süre sonra biz de bu hayatın neresinde duracağımızı, tam olarak nasıl bir hayat istediğimizi bilemiyoruz.

Ev kadını olsak bir dert, olmasak başka bir dert. Yani ev kadını olmak beni de şöyle bir korkutmuyor değil.”(Kevser Y. 20 yaşında, Çocuk Gelişimi).

Seni korkutan şeyin tam olarak ne olduğunu öğrenebilir miyiz? (Büşra I.)

“Yani düşünsenize, marketlerdeki indirim günlerini takip ediyorsunuz, günden güne koşuyorsunuz. Evin içini sosyalleştirmeye çalışıyorsunuz bir yerden sonra. Diğer yandan bütçeyi kontrol altında tutmak zorundasınız. İster istemez ihtiyaç harici harcama yapamıyorsunuz. Harcamalarınız ev üzerine oluyor genelde. Bazı ev kadınları eşinin kıyafetlerine kadar ilgileniyor, alışverişleri en hesaplı şekilde yapıyor. Koşuşturmacalı bir hayatınız oluyor bir kere. Sabah kahvaltısıyla başlayan gününüz akşam yemeğiyle bitiyor. Bütün işler sizin üzerinizde. Şu halimle çalışma hayatı bir kaçış gibi geliyor. Ama olur ya aile kurduğum zaman yanıldığımı farkederim, ikisine birden uğraşacak gücü kendimde bulamam. O zaman ev kadınlığı üzülerek seçeceğim bir seçenek olmaz.” (Kevser Y. 20 yaşında, Çocuk Gelişimi) Kendisinin de Büşra I. ve Kevser Y.’ye katıldığını ifade eden F.T. söylenenlerin haklılık payına karşılık, ev kadınlığını tercih edemeyişte çevresel faktörlerin yoğun bir etkisi olduğunu ve bu durumdan ortama maruz kalan herkesin etkilendiğini düşünmektedir. Bu etki içerisinde, ne kadar ev kadınlığı üzülerek tercih edİlecek bir seçenek olarak düşünülmese de, çalışan kadın olarak tanınmak istekli olunan bir seçeneği temsil etmektedir. Diğer yandan aile tarafından bireyin şahsına tekrar dönen iyi niyetli bir baskı söz konusunu olduğunu düşünmektedir. F.T. bu baskının bireyin dünyasına sirayetini şu cümleleriyle aktarmaktadır:

“ Benim annem ve babaannem belki de kendileri bana sundukları yaşantıya sahip olmadıkları için, benim çalışmamı çok istediler. Her zaman “bak kızım biz hakkımızı yedirdik sen yedirme!” tarzında sözler işittim. Oysa aynı babaannem ben üniversite okumadan önce “aman canım, kız çocuğu bu, okuyup ne yapacak” diyordu. Yani sen üniversite okuduğun zaman bahsetmek istediğim baskıyı yeni yaşamaya başlıyorsun. Buradan sonrasında zaten çalışmak senin için de bir zorunluluk olmaya başlıyor. Geleneklerine bağlılığı, her durum ve şartta güçlü olmayı öğrendiğin ailenden “aman kızım ha çalış” şeklinde telkinler alıyorsun. Ev kadını olan annelerimiz bizim ev kadını olmamızı istemiyor. İstemedikleri şey sadece bu da değil; bizim eve dair işlere fazla dahil olmamızı da çok fazla istemiyorlar. Söz gelimi benim annem bana hep “ya tığ tutacaksın, ya kalem tutacaksın” derdi. Ablama tığ tutturduğu için bana

da kalem tutturmak istiyormuş. Ben de baştan kalem tutmaya karar verdiğim için bunu yadırgama hakkım olmuyor. Bazen bana bir şey öğretilmediğinden yakındığımda annem sen kalemi seçtin diyor. Ablamla benim şartlarım bu yüzden çok farklıydı. Benim görevim yalnızca kendimi idare edecek kadar öğrenmekti, oysa ablamın görevi öğrendiklerini dört dörtlük yapmaktı. Ben de böyle bir ortamda yetiştiğim için ablam ev kadınıydı ben çalışmalıydım.” (F.T. 25 yaşında, Sosyoloji). F.T.’ye göre böyle bir ortamda ev kadınlığını tercih edememenin sebebi, aslında üniversite okumuş olmaktan kaynaklanmaktadır. Üniversite okuduktan sonra birey kendini bulmakta, isteklerinin farkına varmaktadır:

“Ben çiftçi olan bir aileden geliyorum. Çiftçi çocuğu isen annenin ev kadını olması diye bir durum söz konusu olamaz. Benim annem de aktif bir kadın olduğu için bu şekilde gördüm, aslında onu örnek aldım. Şimdi bana desen ki üniversite okumasaydın çalışmak ister miydin diye. Ben okumasaydım çalışmayı düşünmezdim. Ama körü körüne eve bağlı bir kadın da olamazdım. Ben üniversitenin ikinci yılına geldiğimde artık söylenenlerin üzerime etki bıraktığını fark ettim. Yani artık ben de çalışmak istiyordum. Bunda benden öncesinde çevremde okuyan birilerinin olmaması da etkili oldu. Üniversite fikri aileye benimle birlikte girdi diyebilirim. Çevremde yıllardır okuyan bir tip olarak görüldüğüm için kötü bir örnek oldum ama aktif bir çalışan kadın olmak istediğimi de bu ortamda şekillendirdim.”(F.T. 25 yaşında, Sosyoloji)

Yapılan tartışmanın sonunda katılımcılara sorulan, “ bu muhabbetten sonra ev kadını deyince kafanızda nasıl bir kadın canlanıyor? İlerisi için kendinizi ev kadını olarak hayal ettiğinizde nasıl hissediyorsunuz?” sorularına katılımcıların cevapları şu şekilde olmuştur:

“Şimdi evli olmadığımız için o zaman geldiğinde şu anki gibi rahat konuşabilecek miyim bilmiyorum. Ama ne şekilde olursa olsun, ev işi zorunluluğu ve çalışma isteği arasında kalan kadının dramının somut görünümüdür ev kadını. Ben ev kadını olmak istiyor muyum? Durumuma göre değişir. Ama baskın bir şekilde çalışan bir kadın tipine daha yatkın oluyorum. Fakat çalışan kadın da ev kadını da dengeyi sağlayan kadın olarak tanınmalı. Ben de böyle bir durumda dengeyi sağlamak isterim. Dengeyi sağlayan olarak bilinmek isterim.” (F.E. 28 yaşında, Sosyoloji)

Sana göre çalışan bir kadın tipi nasıldır? (Araştırmacı)

“Yani bir kadın eşinden para istemekte zorluk çektiğinde, iş paylaşımı yapmadığında arada kalabiliyor. Evde oturmaktan sıkıldığında, kaçmak ve gökyüzüyle daha sık buluşmak istediğinde arada kalabiliyor. Benim için çalışan kadın olmak bunlarla paralel. Yani eşinden para istemeden kendi ayakları üzerinde duran, hayatındak,