• Sonuç bulunamadı

Özelden Özgürlüğe: Kamusal Alanda Kadın

1.2 Çalışan Kadın ve Ötekisi

1.2.2 Özelden Özgürlüğe: Kamusal Alanda Kadın

Çağın sosyal hareketlerini motive eden önemli bir husus bireylerin kendilik derdine düşmüş olmasıdır. Kadınlar kendilerini eleştirirken ezilmişlik, aşağılanma, olumsuzlama, düşük statü ve otorite türünden psikolojik ifadeleri kullanarak, bir bilinçlilik durumuna ulaşmanın aksine kendi var oluş alanlarını eleştiriye açmakta; bu şekilde sisteme, yapıya ve kendilerine yabancılaşarak mücadeleye girişmektedir(Sözen, 1999: 107). Kadının özgürleşme girişiminin kamusal alanla anlaşılır kılınması da buradan gelmektedir. Özgürlüklerin alanı olan kamusal alan ve bağımlılık ve içe kapanıklığı temsil eden özel alanın onun hayatındaki yeri, alanlarda ne sıklıkla ve hangi görevlere sahip olarak bulunduğunu anlamanın gerekliliği bu mücadelenin analize tabi tutulması için gereklidir.

Cinsiyete dayalı işbölümü ile erkekler dışarı, kadınlar iseiçeri ile bağdaşlaştırılmıştır. Daha geniş, açık ve göz önünde olan mekânların aksine

kadınların mekânı daha özel, daha küçük ve güvenli mekanlar olmuştur (Özgüç, 1998: 61). Walby de –ev içi üretim, istihdam, devlet, şiddet, cinsellik, kültür- altı toplumsal cinsiyet ilişkisini kamusal ve özel olmak üzere iki temel grupta toplamaktadır. Özel ataerkinde ataerkil ilişkilerin ev içindeki egemenliği tanımlanırken kamusal ataerkde istihdam ve devletin egemen olduğu bir yapı tanımlanmaktadır. Kadının sömürülmesinin bireysel olduğu özel ataerkde bu sömürüyü gerçekleştiren kadının kocası ya da babasıdır. Sömürünün kolektif olduğu kamusal ataerkde birçok erkeğin ortak davranışları söz konusudur. Özel ataerkinin baskın stratejisi kadının özel alanda kalması ve kamusal faaliyetlerden uzak tutulmasıyla dışlayıcı iken kamusal ataerki ayrımcıdır. Bu ayrımcılığın sebebi kadınların tüm alanlara girmelerine izin verilmesine rağmen aynı alanlarda ayrımcılığa uğrayarak ezilmeleridir (Walby, 2000: 43).

Kadının kamusal yaşamına ideolojik bir anlam yükleyen feministlerden biri Kadınlık Gizemi adlı kitabıyla ses getiren Betty Fredan olmuştur. Fredan’a göre kadının özgürlüğünün önüne duran en büyük engel modern kadın, ev kadınlığı ve annelik gibi geleneksel rollerinde kendisini mutlu hissetse bile bunu yapmasının önüne durulmalı, mutlak surette kamusal yaşama dâhil edilerek aktif bir obje halini almalıdır (aktaran: Çaha, 1999: 133). Dolayısıyla kamusal alan bireyin görünür halde bulunmasını sağlayacak olan özgürlük istencine ulaşacağı alandır. Bireyi kendi tekelinden sıyırıp seslerin duyurulduğu alana çıkaracak olan, onun eyleyen olmasıdır. Tourine’nin ‘özne’ tanımı bu eyleyenliği anlamak için önemlidir. Ona göre; bir durumun özgür eyleme dönüşme çabası olarak tanımlanan özne, bireyin özgürlüğü ve özgünlüğü göz ardı edilmeden yaşanmış deneyimlerinin yeniden yorumlanması neticesinde aktif rol oynayan olmaktadır (Touraine,2000b: 24) Sarıer’e göre kadınlar, bu talebin erkekler gibi tüm kamusal alanlarda var olma istekleri ve eşit muamele biçimi olarak yasalar önünde eşitliğinin sağlanması durumunda karşılanabileceğini savunmaktadır (Sarıer, 2010: 45).

Kadının sesini duyurma ve haklarını arama gayretinin başladığı dönemde onun günlük yaşantısını, dönemindeki olayların kimlik oluşumundaki etkisini, kısacası kültürel bir var oluşu görmek adına önemli görülen kaynakların büyük bir

bölümünü dergi ve gazeteler oluşturmaktadır. Özel ve kamusal yaşamda kadına atfedilen duruşu anlamak, ‘Kadın kimdir?’sorusunun içeriğini doldurmak için kaynak niteliğinde olan siyasal, sosyal ve eğitsel bir dergi olan Aylık Kadın Dergisi bu yüzden önemlidir. Dergi içerisinde, Özyurt tarafından kaleme alınan yazı Türk’ün asil kızlarına, görevlerinin gerçekten büyük bir görev olduğunu anlatırken anneliğin kutsiyetine vurgu yapmaktadır. Bu minvalde annelerin bir ulusun kökü olduğunu, annelerin görevinin çocuklarını ulusal terbiye ve disiplin havuzunda yıkamayı kendisine görev edinmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca burada çocuğa yurt ve ulus sevgisi aşılama görevinin de annelere düştüğü üzerinde durulmaktadır (Özyurt, 1974: 8). Bir başka ifade ile geleceğin annesi olacak olan kızların görevi kendilerine emanet edilecek her bir evladın sorumluluğunu üstlenmek, onlara gerekli ulusal terbiye ve bilinci aşılamaktan başkası değildir. Diğer yandan derginin devamı niteliğinde olan bir başka sayıda “Kessel’de Harikalar Yaratan Kadın” (Babal, 1974:16) başlığı altında mahremiyetin ifşa edildiği yazılara rastlanmaktadır. Bu da özel ve saklanması gereken bilgilerin bulunduğu alanın kamusallığın bir parçası olan dergilere yansıdığını göstermektedir. Özel ve kamusal alanda varlık sergileyen kadının nihai amacının özgürlük ve öznelik olduğunu göstermesi bakımından bu içerik değerlidir. Sonuç olarak kadının durması gereken yeri bilmesi, bunu yaparken de sınırlarını aşarak arada kalmış bir var oluş sergilemesi onun şartlandırıldığı bir hal olarak karşımıza çıkmaktadır. Derginin neredeyse tüm sayılarında ‘kadının gözüyle’ tamlaması dikkat çekmektedir. Tourain’in bahsinde bulunduğu ‘bir eyleyen olma isteği’ (Touraine, 2000a: 83) içerisinde olan kadının bakış açısının başkaları tarafından belirlendiği ise dikkat çeken ikinci etmendir. Derginin ‘Derneklerden Haberler’7 başlıklı bölümü kadının kamusal yaşamdaki aktifliğini anlatması bakımından örnek niteliği taşımaktadır. Dernek faaliyetleri kapsamında yılın annesi seçimleri, anneler günü gibi özel günlerde yapılan çay toplantıları kamusal yaşamın inşa edilmesi sürecinde kadına düşen rolün temsilidir. Organizasyonun içeriğinde 15

7 1974 yılında yayınlanan yazıdan esinlenerek yapılan değerlendirme siyasal, sosyal, eğitsel nitelik taşıyan Kadın dergisinin 1069. Sayısının ‘Derneklerden Haberler’ köşesinden esinlenerek oluşturulmuştur. Bilecik Yardım Severler derneğinin çevrede etki bırakan 1974 yılı başarılı çalışmalarından haberler’ başlıklı haber dernekte yapılan sosyal faaliyetlerin bir bölümü hakkında bilgiler sunması açısından önemlidir.

tane Köy Kadını Gezici Kurslarının beşer kişilik defile ekibiyle çaya katılımlarının sağlanmasının amaçlandığı ifade edilmektedir. Faaliyet kapsamında görevlendirilen defile jürileri eşliğinde gösteri yapan köylü manken kızlar, folklor ekipleri yer almaktadır. Aynı zamanda anneler ve genç kızlar annelik sevgisini anlatan şarkılar söyleyerek ortamı renklendirmektedir(1974: 28)

Kadının kamusal ve özel alandaki kim’liğini ifşa eden dergilerden birisi de 1958 yılında aktif bir şekilde yayınlanan Kadın Dünyası adlı dergidir. Bu dergide modadan gündelik sorumluluklara pekçok bilgi mevcuttur. Çeşitli meslek ve enstantenelerin kadınlar üzerindeki etkisi bu dergide yoğun bir şekilde görülmektedir. Örneğin “Güzel Kadın’ın Yüz Güzelliği” başlıklı yazıda yüzü güzelleştiren makyaj malzemeleri, kremler, uzun ve kısa saç modelleri hakkında bilgi verilmektedir. Yazıya, “her halde zarif bir kadın yüzünü ve tenini yaz aylarının kızgın güneşi, bol ışığına karşı biraz olsun korumaya mecburdur değil mi?” sorusuyla giriş yapılmaktadır.8 Aynı zamanda derginin giriş kısmında zikredilenler ‘kadın gözünden dünyaya bakmak’ deyiminin anlaşılır kılınmasına olanak sağlamaktadır.9 Kadınlara, kadın gözünden dünyaya bakmak deyiminin nasıl olduğunu öğretme amacı taşıdığını söylemek, derginin içeriğini anlamak açısından faydalıdır. Kadının günlük yaşamının nasıl olması gerektiği, aynı anda hem özel hem kamusal alanda bulunmanın mümkün olup olmadığı, kültürlü bir kadının nasıl olacağı gibi temalar söylenilenleri destekleyici bir içeriğe sahiptir.

Türkiye’nin çok özel sosyo-kültürel bir konumu olduğunu söyleyen Roelants kanunlar yoluyla var edilmeye çalışılan demokrasi anlayışının geçmişin geleneksel görüş ve değerleriyle sürekli çeliştiğini ifade etmektedir. Başka hiç bir yerde bireysel gelişimini sağlamanın yanında ailelerinin koruyuculuk rolünü üstlenen kadınların

8 Bu değerlendirme 1958 yılında on beş günde bir çıkarılan ‘Kadın Dünyası’ isimli Moda ve Aile Dergisinin 18.sayfasından esinlenilerek yapılmıştır. Dergide yoğunluklu olarak kadın, moda, aile hayatı gibi gündelik konular üzerinde durulmuştur.

9 “şu anda elinizde tuttuğunuz derginin ilk sayısını hazırlayanların üzerinde en fazla kafa yordukları mesele, içtimai hayatın her saha ve mertebesinde ehliyetle vazife gören Türk kadınının okumaya ayırdığı dinlenme saatlerini ona faydalı olacak bir şekilde dolduran ve her bakımdan kadınca olan bir dergi çıkarmaktır(1958:2)

kendisini ülkelerinin sosyal kültürel gelişimlerine adadığını görmediğini aktarmaktadır. Aynı zamanda demokrasi ve insan haklarının yerleşmesi açısındanMor Çatı’nın önemli bir izlenim uyandırdığını ifade etmektedir (Roelants, 1991: 81).10 Fakat söz konusu durumu temsil eden dergiler ve daha geniş düzlemde programlar “eşitsizliği, dışlanmayı, toplumsal ayrımcılığı, işsizliği, yaşlılığı ya da eğitimi konu alan halka yönelik içeriklere sahip olmasının yanı sıra kamusal alan ve mahremiyet alanının dönüşümü için faydalı olmayan yönlere sahiptir” (Touraine,2000b: 219).11

Batı’dan sunulan örnekler üzerinde duran gazetelerden biri olan ‘Cumhuriyet’ gazetesi kamusal yaşamda var edilen kadın tiplemesinin özelliklerini sunması bakımından önemli görülen bir diğer örnektir. “Genç kızlara niçin hürriyet vermiyoruz?” başlıklı yazıda Avrupa ve Amerika’da 18 yaşına kadar gelen kızlara tanınan özgürlüklerden bahseden yazıda bir kızın ailesinden korkmasına gerek olmadığının üzerinde durulmaktadır (Kırkpınar, 1998: 20)12 Bu da aslında kamusal yaşamın yeni yüzlerinin, talep ettiği ve talep ettirdiği yeni yüzler olarak yeni kadın kimliğini dış dünyaya yansıttığını göstermektedir. Takip eden süreçte Kadınca, Sosyal Feminist, Kaktüs ve Feminist gibi dergiler özgürlük mücadelesinin içinde yer alan kadın gruplarının seslerini duyurduğu diğer dergilerdir. Kadın hareketlerinin iki kanadından bir diğerini oluşturan dergiler ise Kadın ve Aile, Bizim Aile, Mektup gibi

10 İnternet ortamından elde edilen verilere göre Mor Çatı; 1990 yılında aile içi şiddetle mücadeleyi yaygınlaştırmak maksadıyla kurulan bir kadın sığınma derneğidir. Derneğin temel maksadı kadınların bir araya gelerek dayanışma oluşturmak ve gerekli eğilimlere karşı mücadele etmektir.

11 Bu tür faaliyetler her ne kadar kamusal alan faaliyetlerinin bir parçası olarak görülse de kamusal alan için her zaman faydalı değildir. Dolayısıyla benzer faaliyetlerin birçoğu hem uygulanımsal hem de düşünsel açıdan vasat durumdadır. Bir yandan halkı ve halkın ihtiyaçlarını kamusal söylemlere dâhil ederken diğer yandan her zaman çeşitliliğe yönelik destekleyici tutum ve davranışlar sergilemediği için zararlı olabileceği göz ardı edilmemelidir (ayrıntılı bilgi için bkz: Touraine, 2000b:219-221)

12 Gazete kızlara özgürlük verilmesi noktasında şunları belirtmektedir: “Yeni neslin kızlarına serbesti vermek eski akidelerle örümcek ağı gibi örülmüş kafalara güç geliyor. Kız çocuk beşiğe yattığı ilk günden itibaren esirdir. Ana, baba, muallim, akraba, komşu, dost, herkes onun oynayan ellerini ayaklarımı kundaklamaya memurdur. Bu kundak evleninceye kadar devam eder evlendikten sonra esir sahip değiştirir. Bu defa tuzağa girer ve bu tuzaktan ilk çıkış tabuta ve mezara girmek içindir. Beşikten tabuta kadar elleri ve ayakları zincirli bu genç kıza niçin korkuyorsun? derken haklı mı diye değil niçin bu zincirleri kırmıyorsun diye sormak gerekir.” (Kırkpınar, 1998:20)

dergilerdir. Bu dergilerde kadının geleneksel ev kadınlığı rolünü pekiştirici söylemler üzerinde durulmuştur (Çaha, 2012: 260).

Geleneksel ev kadınlığı rolünü pekiştirici söylemleriyle bilinen, daha çok kadının ev hallerine yönelik bölümlerden oluşan Kadın ve Aile Dergisi söz konusu süreçte önemli bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Derginin içeriğinde, farklı konular üzerine yazılan makaleler, denemeler dikkat çekmekle birlikte tarih, giyim, el işi, el sanatları, anne çocuk ilişkisi vs. temalar ağırlık kazanmaktadır. Bu derginin, söz konusu yıllarda ele alınan kamusal alan ve kadın temalarında bulunan dışarı hayatındaki hallerin aksine kadının ev hallerini yansıtması derginin bu yıllardaki önemini göstermektedir. Bu bakımdan derginin yapmak istediği ideal bir kadın tipi çizmektir. Derginin “Başlarken” başlığı altında kadının cemiyetteki yerinin öneminden bahsedilirken saygı ve hürmete layık olan kadınların geleceğin nesillerini yetiştirmekle görevli olduğu, büyük insanları güzelce yetiştirip insanlığın hizmetine sunanların yine kadınlar olduğu üzerinde durulmaktadır. Bütün bunlardan sonra derginin görevi kadının en iyi şekilde yönetilmesine yönelik gönüllü bir hizmet sunmak olarak zikredilmektedir. Bu bağlamda kadının istismar edilmesine, ahlaksızlaştırılmasına, ticaret malı olarak kullanılmasına karşı derginin çıkarılmasının kararlaştırıldığı belirtilmektedir.13 Dergide el örgüsünden yemek tariflerine kadar birçok bilginin bulunması, daha çok kadının ev hallerine yönelik içeriklerin ön plana çıktığını göstermektedir.

Bugün kamusal-özel ayrımının sınırları gitgide aşınmaktadır. Günlük yaşamda kadınlar ve erkekler tarafından tecrübe edilen mekânları keskin çizgilerle ayırmak artık mümkün değildir. Yanı sıra kamusal alanın git gide özel alana, özel alanın da kamusal alana taşındığı görülmektedir. Dahası, kamusal alan ve özel alanın yalnızca ev ve dışarısı ile sınırlı kalmadığı gerçeğiyle yüzleşme zorunluluğu insan hayatına yerleşmektedir. Nihayetinde halka açık bir özgürlükler alanı olarak kamusal alan çeşitli mecralara taşınarak kendisine yeni ortamlar oluşturmaktadır. Bu yeni ortam, kamusal alanı daha açık bir alan haline getiren sosyal medya ağlarıdır. Aynı

13 Bu değerlendirmede, 1985 yılında çıkarılmaya başlanan Kadın ve Aile Dergisi’nin birinci sayısı referans olarak kullanılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz: (1985:4).

ağlar dışarı mekânı ortadan kaldırarak mutlak bir yakın alan kurmaktadır. Bu alanda birey yalnızca kendisi ile ve kendisi gibi olanlarla karşılaşarak kamusal alanı, kamusal ve eleştirel bilinci ortadan kaldırmaktadır. Bu da dünyanın, özelleşerek interneti mahrem bir alana dönüştürmesine olanak sunmaktadır (Han, 2017:54). Ve dahi mahremiyet şeffaflığın vaat ettiği sınırsız özgürlük alanında erimektedir. Örneğin twitter geleneği sayesinde eylemlerin teşhirindeki suskunluk bir handikap olmaktan çıkarak adeta erdem halini almaktadır. Bu da insanların, eylemlerinin göz önünde olması gerektiği düşüncesine inanmasıyla sonuçlanmaktadır (Bauman, 2018: 24). Mecraların kadın ve kamusal alanla olan ilişkisi buradan ileri gelmektedir. Facebook, instagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde, çalışan ya da çalışmayan kadınların paylaşımları adeta ‘ben de varım’, ‘ben de buradayım’ , ‘her halimle güçlüyüm’ diyen kadının çığlıklarını yansıtmaktadır. Toplumsal cinsiyetten dem vuran kadınların kurmuş oldukları sosyal paylaşım sitelerinin, çalışan annelerinin gününün 24 saatinin ne kadar dolu geçtiğini ve buna rağmen güçlü ve enerjik olduklarını gösteren paylaşımların, diğer yandan çalışmayan annelerin ev içinde ve dışında sürekli hareket halinde olduklarını teşhir eden paylaşımlara ev sahipliği yaptığı görülmektedir. Kendi anlam dünyasında olmayan bir kadın olarak güçlü kadın olma ve güçlü kadın olma arzusunu gösterme telaşının onu kalıcı bir kendilik imgesi oluşturmaktan uzaklaştığı da aşikârdır.14

Özetlemek gerekirse; kadın günlük yaşamında karşılaştığı sorumluluklar gereği, sahip olduğu özel yaşamın içerisinde bu kadar yoğun zikredilmesinden duyduğu rahatsızlığa bir tepki olarak kendisine sunulan sınırları aşarak kamusal yaşamda daha fazla yer edinmeyi talep etmektedir. Ev içinin ve ev dışının kime ait olduğu sorusu burada cinsiyetler arası bir çatışmayı doğurmaktadır. Beck bu çatışmayı öznelliğe çekilme veya narsizm çağı olarak yorumlamaktadır. Diğer yandan kadın ve erkek arasındaki çatışmanın kaynağını oluşturan ücretsiz ev işinin bir feda etme, değersel varlık olmaktan çıkma ve körü körüne zorunlu bir bağımlılık şekinde doğduğunu ifade etmektedir (Beck, 2014: 162-164). Benzer bir durum

14 Bu değerlendirme Byung Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu adlı eserinden esinlenerek varlık kazanmış bir değerlendirmedir. (ayrıntılı bilgi için bkz: Han, 2017:29-56)

üzerinde duran Bora, kadınların çıkarlarının esas olarak ailelerin çıkarlarıyla örtüştüğünü ifade etmektedir.Bora’ya göre bunun sebebi kadınların ancak aile sınırları içerisinde hareket ve güç sahibi olmasıdır. Kadınların birincil bağlılıkları ailelerine bağımlı olarak gelişme gösterdiği için politik alandaki varoluşları erkeklerinkinden farklı bir görünüm sergilemektedir. Aile çıkarı ailedeki erkeğin çıkarını ilgilendiren bir durum olduğu için bu yalnızca bir farklı oluşa değil aynı zamanda güçsüz oluşa işaret etmektedir (Bora, 1998: 69). Güçsüzlük ve zorunlu bağımlılık kadının hangi tiplerde nasıl görünmek istediğini göstermesi hasebiyle insanlar arasındaki bağın kurulmasında önemli bir belirleyen olabilmektedir. Kendisine sunulan kamusallıkla yüzleşen kadının aynı zamanda alıştığı özel yaşamdan tam tamına bir kopuş arzusunda da olmaması dikkat çekmektedir. Son olarak kadının alternatif bir sosyal ortam olarak varlık sergilediği sosyal medya hem güç ve bağımlılıktan kurtulma isteğini ifade etme, hem de tam bir kopuşu yaşayıp yaşamama noktasında ev kadını ve çalışan kadının kendini ifade ettiği alan olarak kullanılan bir mecradır. Bu mecralar tipolojileri birbirinden ayıran ve birbirine benzeştiren özellikleri bir arada analiz etme fırsatı sunmaktadır.

İKİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL, KURAMSAL VE METODOLOJİK ÇERÇEVE

2.1 Toplumsal Tiplerin Ontolojik Zemini

Tipolojilerin ontolojik zemininin tarihi oldukça geriye götürülebilecek bir süreci kapsamaktadır. Bu anlamda geçmişini çok eskiye dayandırabileceğimiz tipolojileri sosyal bilimler içerisinde teorik bir zemine oturtmak, onu kurumsallaştıran epistemolojik, ontolojik ve metodolojik gidişatın çizilmesi için önemlidir. Sosyal bilimler ve doğa bilimleri ayrımının yapılması bu zemini kurmak için atılacak ilk adımdır.

19. yüzyıl sonlarına doğru giden süreç, sosyal bilimleri doğa bilimlerinden ayıran bir süreç olarak ortaya çıkmıştır. Sosyalin belirli bir metot dâhilinde bilimsel bilgi ve faaliyetin objesi olabileceği fikri, yalnızca bu döneme özgü bir fikir değildir. Bundan öncesinde, sosyale ilişkin yeni ve zengin bilgi birikimi üretme faaliyetleri yoğun bir şekilde görülse de bu üretilen bilginin epistemolojik açıdan sıkıntılı olduğunu söylemek mümkündür (Ünsaldı, 2012: 86). Dolayısıyla sosyoloji ontolojik, metodolojik ve epistemolojik zeminini söz konusu yüzyıl sonlarına doğru kurmaktadır. Sosyolojinin kurumsallaşmasında zikredilmesi gereken iki ekol; Fransız ve Alman sosyoloji ekolüdür. Fransız sosyoloji ekolü, pozitivist düşüncenin hakim olduğu, Tocqueville, Saint Simon, Aguste Comte, Emile Durkheim gibi düşünürleri içine alan dönemi kapsamaktadır. Alman sosyoloji geleneğinin temsilcileri ise Marx, Weber ve Simmel’dir.

İki ekol arasındaki mesele sosyal olanın kavranış şekline yönelik epistemik duruş farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Durkheimci gelenekle karışmış Fransız ekolü sosyal bilimler ve doğa bilimlerinin birliği ilkesinden hareketle daha çok sosyal mekanizmaların nedenselliklerini bütüncül bir anlayış kapsamında anlamlandırmaya çalışmaktadır. Alman ekolü daha çok kültür, tin, tarih bilimlerinin metodolojik ve epistemolojik özgüllüğü ilkesine bağlı olarak çeşitli tarihsel subjektifliklerin yorumlanması ve kavranmasını hedeflemektedir (Ünsaldı,

2012: 89-90). Dolayısıyla, Alman düşümce geleneği anlama, yorumlama ve kavrama faaliyetlerini ön planda tutmasıyla görünürlük kazanmıştır.

Sosyal bilimler ve doğa bilimlerinin ayrılığı üzerine şekillenen Alman düşünce geleneği insana ait olan ve doğaya ait olan arasına çizdiği çizgi ile tanımlanmaktadır. Biyolojik âlemin ve nedenselliklerinin edilgen bir parçası olan insan ve tinsel olanın ve yaratıcılıkların bir parçası olarak insanın çizgisi olmakla birlikte bu ayrım Alman felsefesinin en belirgin özelliklerinden birini temsil etmektedir (Ünsaldı, 2012: 106). Heidegger, Dilthey, Husserl, Richerd gibi düşünürler Alman sosyolojisi üzerinde derin etki bırakan düşünürlerdir. Bunun yanında Weber, Tönnies, Simmel gibi öncü isimleri eklemek de mümkündür.

Toplumsal tip kavramının şu haliyle zikredilmesi, Simmel tarafından gerçekleştirilirken, Marx ve Weber’in felsefi alt yapısında da benzer özelliklere sahip tiplere rastlamak mümkündür. Marx’ın burjuva ve ploreteryası, Weber’in ideal tipleri bu duruma verilecek örneklerden birkaçıdır. Durkheim de geneli belirlemenin yolunun özeli tümüyle incelemekten geçtiğini anlatmaktadır. Toplumları sınıflandırırken bireylerin her birinden başlayıp tümünü betimlemeden türün nasıl kurulacağına yönelik sorusu bu noktada önemlidir (Durkheim, 2013: 111). Onun ortaya koyduğu mekanik ve organik dayanışmalı toplum tiplerinin içerisinde yer edinen tipleştirmeler, toplum tiplerini doğurmaktadır. Ek olarak İntihar adlı yapıtında toplumsal olmayan olaylar ve intihar arasında herhangi bir ilişkinin bulunmadığını göstermeye çalışırken delilik, sarhoşluk, ırk, soyçekim gibi kavramlar üzerinde durmaktadır (Kösemihal, 1971: 85-86). Ele aldığı bencil, elcil ve ekonomik intihar tipleri düşünüldüğünde onun kavramlarının içinden tipleştirmelerin bir şekilde geçtiği görülmektedir. Bu şekilde, klasik düşünürlerin kuramlarından geçen sosyal tipler makro anlatıların gölgesinde kalsa da bir şekilde varlığını göstermektedir.

Sosyolojik tipleştirmenin zikredicisi olarak değer kazanan Simmel makro geleneği yansıtan sosyolojinin aksine duyguları, ruhu, gündelik yaşam ve ilişkilerin ayrıntılarını irdeleyen, sosyolojik hayatın temel biçim ve içeriğine göre yorumlanan