• Sonuç bulunamadı

Ev kadını: Arada kalmış bir kadın tiplemesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ev kadını: Arada kalmış bir kadın tiplemesi"

Copied!
170
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANA BİLİM DALI

SOSYOLOJİ BİLİM DALI

EV KADINI: ARADA KALMIŞ BİR KADIN TİPLEMESİ

Hazırlayan Rukiye GEÇER

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Mahmut ATAY

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Tez konusunun belirlenmesinden başlayıp tezin bitimine kadar geçen süreçte desteğini daima hissettiğim kıymetli danışmanım Prof.Dr. Mahmut Atay’a teşekkür ederim. Aynı zamanda tez konusunun neticelenmesinden tezin bitimine kadar fikirleri ve muhabbetiyle yol göstererek tezin içeriğine katkı sağlayan Doç.Dr.Mehmet Ali Aydemir’e ayrıca teşekkür ederim. Tez yazım sürecinden öte üniversite hayatımı benim için değerli kılan, akademik başarısı ve samimi duruşu ile her zaman örnek aldığım Prof.Dr. Köksal Alver’e teşekkür etmeyi bir borç bilirim. İlaveten yönlendirici fikirlerinden ötürü Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Nacak’a ve Dr. Öğr. Üyesi Nilüfer Öztürk Aykaç’a teşekkür ederim. Süreç boyunca sevgisi, sabrı ve muhabbeti ile desteğinden her zaman güç aldığım Fatma Tunçtan ve Fatma Emren’e ne kadar teşekkür etsem az. Saha araştırması boyunca fikirleri, yardımı ve zamanını üzerimden esirgemeyerek bu tezin yazılmasına emek veren Merve Sultan Çelik’e teşekkürlerimi sunarım. Bana duydukları sonsuz güvenle beni cesaretlendiren ev arkadaşlarım Elif Güneş ve Şadiye Deveci’ye de teşekkürlerimi sunarım. Üniversite hayatımdaki başarılarıma destek ve şahit olan, “dost” kelimesinin içinde taşıdığı tüm anlamlılıkları somut olarak bana yaşatan ve bu süreci tamamlamamın her aşamasında emeği bulunan can dostum, rahmetli Tansu Sarısakal’ın ismini zikretmeden bu tez eksik kalır. Son olarak hayatımın her aşamasında yanımda olan annem ve babama şükranlarımı sunarım.

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğre

ncini

n

Adı Soyadı Rukiye GEÇER

Numarası 164205001008

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/ Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Mahmut ATAY

Tezin Adı Ev Kadını: Arada Kalmış Bir Kadın Tiplemesi ÖZET

Bu tezde arada kalmış bir kadın tiplemesi olarak ev kadınının incelenmesi hedeflenmiştir. Bu bağlamda toplumsal tip kavramı ve metodolojisi söz konusu tipolojinin çizilmesi için önemli olmuştur. Çalışmada günlük yaşamdaki rutinleri ve sosyal imkânları arasında kalan kadın tipi arada kalmış bir kadın tipini var eden temel belirleyen olmuştur. Bu noktada ev kadını tipini var eden günlük yaşam, çevre baskısı, kültürel ve dini baskının tipleştirmenin üzerindeki etkisine yönelik bir tip tahlili yapılmıştır. Bir tip çözümlemesi için gerekli görülen ben ve ötekinin bakış açısı bu araştırma için belirleyici olmuştur. Çalışmada nitel araştırma deseni tercih edilmiş ve bu amaçla 35 katılımcıyla görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler neticesinde elde edilen veriler yorumlanmış ve arada kalmış bir kadın tiplemesi olarak ev kadını tipine ulaşılmıştır. Üç ana bölümden oluşan tezin birinci bölümü ev kadınının toplumsal bir tip olarak tanımlanmasını sağlayan rol ve sorumlulukların tespitine yönelik kavramsallaştırmalardan oluşmuştur. Tezin ikinci bölümünde söz konusu tipolojiye yönelik kuramsal bir çerçeve çizilmiş ve araştırmanın yöntemi üzerine açıklamalar yapılmıştır. Tezinsaha bulgularının oluşturduğu üçüncü bölümü ise arada kalmış bir kadın tipi olarak ev kadınının çözümlendiği ve yorumlandığı bölümdür.

(6)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğre

ncini

n

Adı Soyadı Rukiye GEÇER

Numarası 164205001008

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/ Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Mahmut ATAY

Tezin İngilizce Adı Housewife : A Type of Women Horns of Dilemma SUMMARY

In this thesis, it is aimed to examine housewife as a type of woman horns of dilemma. In this context the concept of social type and methodology of social type has been important to draw the typology. In this study, the basic determinant of the type of woman who was among the routines and social oportunities in daily life was determined. At this point, a type analysis was conducted for the effect of daily life, environmental pressure, cultural and religious pressure on the typing of the type of housewife. The point of view of the self and the other, which was deemed necessary for a type analiysis, was decisive for this research. Qualitative research design was prefferred in this study and interviews were conducted with 35 participants for this purpose. The data obtained from the interviews were interpreted and the type of housewife was reached as a type of women of horns of dilemma. The first part of the thesis which consist of three main chapters, consist of conceptualizations for determining the roles and responsibilities of housewife as a social type. In the second part of the thesis, a theoretical framework for this typology is drawn and explanations are made on the method of the research. The third part of thesis, which consists of field findings, is the section where the housewife is analyzed and interpreted as a type of woman horns of dilemma.

(7)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ ... iii

ÖZET ... iv

SUMARRY ... v

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM BİR TOPLUMSAL TİP OLARAK EV KADININI ANLAMAK 1.1. Gündelik Hayatın Kadın Kimliği Üzerindeki Belirleyiciliği ... 5

1.1.1. Gündelik Hayat ve Kültür Bağlamında Kadın. ... 8

1.1.2. Cinsiyetleri Ayıran Oluşum: Toplumsal Cinsiyet ... 13

1.1.2.1. Toplumsal Cinsiyet Rolleri ... 15

1.1.2.2. Bir Feminizm Tespiti: Kadının Fendi Erkeği Yendi ... 20

1.2 Çalışan Kadın ve Ötekisi ... 26

1.2.1 Kamusal Alan Kavramı ... 29

1.2.2 Özelden Özgürlüğe: Kamusal Alanda Kadın ... 30

İKİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL, KURAMSAL VE METODOLOJİK ÇERÇEVE 2.1 Toplumsal Tiplerin Ontolojik Zemini ... 38

2.2 Toplumsal Tiplerin Kuramsal Zemini ... 41

2.2.1 Toplumsal Tip Kavramı ... 45

2.2.2 Sosyoloji ve Toplumsal Tipler ... 49

2.3 Araştırmanın Metodolojisi ... 53

2.3.1 Araştırma Deseni ... 56

2.3.2 Konu, Amaç ve Önem ... 57

(8)

2.3.4 Örneklem... 61

2.3.5 Veri Toplama Teknikleri ... 62

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ARADA KALMIŞ BİR KADIN TİPİ: EV KADINI 3.1 Ev Kadını: Çalışan Kadının Ötekisi ... 65

3.1.1 Ev Kadınlarına Göre Ev Kadını ... 65

3.1.2 Ev Kadınının Üniversite Okuyan Kıza Bakışı: “Kızımın Elinde Altın Bileziği Olsun ... 71

3.1.3 Üniversite Gençliğinin Ev Kadınlığına Bakışı ... 77

3.1.4 Çalışan Kadının Ev Kadınlığına Bakışı ... 87

3.2. Ev Kadını ve Gündelik Yaşam ... 94

3.2.1 Ev Kadınının Bir Günü: “Hepimizin Hayatı Aynı” ... 95

3.2.1.1. Angarya Görülen Kadın: “Devlet Bize Maaş Bağlamalı ... 99

3.2.1.2 İstenmeyen Kadın: “Hayatımızı Arzu Edilebilir Hâle Getiriyoruz” ... 107

3.2.1.3 Özel ve Kamusal Arasında:“Sosyal Bir Kadınım Kurslara Gidiyorum” ... 115

3.2.1.4. Ev Kadınının Gününden Sosyal Bir Kesit: Altın Günü ... 121

3.2.1.5 Hayata Bir Anlık Mola: Kahve İçimlik Oturuş ... 127

3.2.1.6 Boş Zamanın Vazgeçilmezi: Akraba Ziyaretleri ... 131

3.3 Yeni Bir Sosyalleşme Alanı Olarak Sosyal Medya ... 135

3.3.1 Takipleşiyoruz : “Annelik ve Ev Kadınlığı ile İlgili Takip Siteleri Hayatımı Etkiliyor” ... 136

3.4 Ev Kadını Kimdir? ... 141

3.4.1 Arada Kalmış Bir Kadın: “Geçmişe Dönebilseydim Çalışmayı Seçerdim ... 142

SONUÇ ... 147

KAYNAKÇA ... 151

EK-1 KATILIMCILAR LİSTESİ ... 158

(9)

“Kadınlar bilirim ülkeme ait, Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak,

Göğüsleri Çukurova gibi münbit.” Erdem BAYAZIT GİRİŞ

Toplumsal çözümlemeler üzerinde daha çok yapısal bir işlev üstlenen makro sosyolojik yaklaşımlar, bireysel yönelimlerden ziyade daha genelleştirilebilir ifadeler üzerinde durmuşlardır. Bu noktada klasik sosyolojinin kurucu isimleri olarak zikrettiğimiz sosyologlar toplumu anlama ve anlamlandırmaya yönelik anlatıların içinde yer alması gereken faili bir şekilde toplumsal gerçekliğin gerisinde tutmayı tercih etmişlerdir. Zira bu yaklaşıma göre toplumsal gerçekliğin çözümlenmesinde gündelik hayatın aktifliği bütünselliği zedelemekten başka bir şey değildi. Mikro sosyolojik yaklaşımlar ise bunun bizi tek bakışlı bir şemaya sıkıştırdığını söylemektedir. Diğer yandan gündelik yaşantıdaki insanlar arası ilişkilerin, bulunmuş oldukları etkinliklerin mutlak derecede bağlamsallığı vardır. Sonuç olarak fail ya da birey gündelik hayatı yeniden üreterek aktif bir rol üstlenmektedir. Bu yüzden Simmel’in geliştirmiş olduğu toplumsallaşma biçimleri ele alacağımız konu açısından önemlidir. Onun geliştirdiği toplumsallaşma biçiminde birey ne toplum potasında erimekte ne de gerçekte sadece bireyler vardır gibi bir genellemeyle sorumluluğun tamamı bireye yüklenmektedir (Başdaner, 2018: 74). Haddi zatında makro sosyolojik yaklaşımların aksine, mikro sosyolojik yaklaşımlar sosyolojinin doğasına yeni bir ses getirmiş; toplumla bireyi birbirinden bağımsız ya da birini diğerinden beride görmeye karşı durmuştur. Bu karşı duruşla birlikte cinsiyet, insan ilişkileri gibi bireysel konular önem kazanmaya başlamıştır. Toplumsal tipler de kendisini böylesi bir anlam evreninde değerli kılmaktadır.

Bir tarafta insanın sürekli tekrarlanan rutinleri diğer tarafta akışın içinde değişen eylemleri onun toplumsal ilişkilerden ve etkileşimlerden beslendiğini açık etmektedir. Bu da kendini insan eylemleri üzerinden kuran gündelik yaşamın hem insanı besleyen hem de insandan beslenen doğası gereği önemli bir analiz unsuru olabileceğini göstermektedir. Böylesi bir gündelik yaşamın aktif özneleri olarak

(10)

karşımıza çıkan tipleştirmeler bu analizin önemli bir parçasıdır. Böylece gündelik hayatın içinden çıkan tipleştirmeler -ilişkiler ve etkileşimler bütününün taşıyıcı unsurları olacağından ötürü- içinde bulunduğu toplumsalın okunmasını olanaklı kılan kültürel kodların çözümlenmesinde önemli bir yer edinmektedir.

Gündelik hayat kurgusunda, kadınlık ve erkekliğin kültürel boyutunu temsil eden toplumsal cinsiyet rollerinin önemli olduğu görüşü herkes tarafından kabul görmüş bir gerçekliktir. Cinsiyetin psikososyal yansıması olan toplumsal cinsiyet söz konusu bağlam etrafında birçok yönden tartışılagelmiştir. Ayrıca cinsiyet rollerinin kabulü veya reddi konusunda da çalışmalara rastlamak mümkün olmakla birlikte toplumsal bir tip olarak ev kadınının bir araştırma konusu olmaması ilgi çekicidir. Ulusal Tez Merkezi’nden taratıldığında dini, iktisadi, psikolojik vs. birkaç çalışmaya rastlanmış olmasına rağmen bu çalışmaların tipolojik bir mahiyette ele alınmamış olması bu konunun yeterince ilgi görmediğini göstermektedir. Bu anlamda gündelik hayatta zaten var olan bir özneyi toplumsal bir tip olarak okuma imkânı sunmak ve bu şekilde konu üzerinde ilgi uyandırmış olmak çalışmanın beklentisini karşılayacaktır.

Ev kadını toplumsal tipinin gündelik hayatı ören rutinler etrafında somut bir görünüm kazanması, gündelik hayatı kuran kültürel dokunun anlamlandırılmasını zorunlu kılmaktadır. Kadınlık veya erkeklik üzerinden okunacak bir gündelik hayatın toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden anlam kazanması da bu yüzdendir. Cinsiyet rollerinin bireye aktardığı sorumluluklar bireyleri bir takım yaptırımlara tâbi kılmaktadır. Kadın ve erkeğin doğduğu andan itibaren içinde bir benlik kazandığı çevre, bu sorumlulukların getirmiş olduğu yaptırımların birey tarafından normalleştirilmesini kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla ev kadını toplumsal tipi bu ortamdan beslenerek kendisini kurmaktadır. Bu ortamda ev kadınının sosyal çevresini içerisine alan ötekilerin ev kadınına yönelik bakışı tipolojinin vücut bulmasında önemli bir etkiye sahiptir. Farklı bakış açılarını temsil eden ötekilerin hem diğerlerine hem de bizzat ev kadınlarına kabul ettirdiği tipolojik özellikler, bir süre sonra ev kadınının kendisi tarafından da kabul edilerek kendisine sağlam bir zemin kurmaktadır. Ev kadınının kendisine kurduğu bu zeminin arada kalmış bir kadın tipi olarak zikredilmesi de bu bağlamsallıkta vücut bulmaktadır.

(11)

Bahsedilenlerin referanslığında araştırmada, ev kadını kimdir? Ev kadını nasıl bir insandır ve kendisini nasıl tanımlamaktadır? Ev kadınının dünyasını dolduran diğer insanlar onu nasıl tanımlamaktadır? Bu tanımlama onu nasıl bir ev kadını yapmaktadır? Ev kadını olarak tanımlanan kadınlar toplumda nasıl bir rol üstlenmektedir? Ev kadınının gündelik hayatını rutinleştiren unsurlar nelerdir? Bu rutinler ev kadını toplumsal tipi üzerinde nasıl bir etki bırakmaktadır? Görünür olma ya da kendi ideal tipini arama noktasında sosyal medya ev kadınının dünyasının neresinde durmaktadır? Soruları irdelenmektedir. Bu sorular ev kadınlarının kendi hayatlarının anlam dünyasını besleyen göstergeler olması sebebiyle arada kalmış bir kadın tipi olarak ev kadının toplumsal tipinin betimlenmesinde önem kazanmaktadır.

Ev kadınının varlık evreni sadece tek bir tipolojiye sığamayacak kadar geniş bir yelpazeyi temsil etmektedir. Bu varlık evreninde belirli özellikler sergileyen tek bir ev kadınından ziyade belirli özelliklerle birbirinden ayrılan ya da birbiriyle aynılaşan ev kadınlarından söz etmek daha doğrudur. Bu yüzden hangi ev kadınının toplumsal bir tip olarak okunacağını kararlaştırmak önemlidir. Bu durum bir ev kadını toplumsal tipini var etmek için sınırlandırmaları bir zorunluluk olarak sunmaktadır. Üniversite okumuş ev kadını ile daha ileri bir kuşağı temsil eden ev kadınının tipolojik özellikleri bir araya geldiğinde genel bir çıkarım yapmanın zorluğu söz konusu durum için örnek teşkil etmektedir. Bu tezin arayışında bulunduğu dünya ise bu iki tipleştirmeden farklı olarak arada kalmış bir kadın tipini temsil eden ev kadınının dünyasıdır. Ev kadınına aktarılan sorumluluklar bağlamında şekillenen bir gündelik hayat okuması arada kalmış bir kadın tipi olarak değerlendirildiğinde somut bir görünüm kazanmıştır. Dolayısıyla bahsedilenlere ulaşmak için mevzuyu etkileyen sosyolojik ve psikolojik değişkenlerin tamamının araştırmaya dâhil edilmeye çalışılması nitel araştırma desenini bu çalışma için zorunlu hâle getirmiştir.

Anlatılanlara bağlı olarak çalışmanın ilk bölümü ev kadını toplumsal tipi için gerekli görülen gündelik hayat belirleyenleri hakkındaki tartışmalardan oluşmaktadır. Bu bölümde gündelik hayat eksenli genel bir okuma yapmak için gerekli görülen teorik alt yapı açıklanarak gündelik hayatın akışında kültürel aktarımlar ve sosyalleşme imkânları arasında kalan ev kadını toplumsal tipinin kendisini nasıl

(12)

kurduğunun anlaşılması önem kazanmaktadır. Dolayısıyla bu bölümün önemle vurgulanan konuları gündelik yaşamın kadın kimliği üzerindeki belirleyiciliği, gündelik hayat ve kültür bağlamında kadın, cinsiyet ve cinsiyet rollerinin gündelik yaşam üzerindeki etkisi, bu etkiye bağlı olarak kendi felsefesini kuran feminist zihniyet, özel ve kamusal alanda kadının yeri olmuştur. Çalışmanın ulaşacağı yer için uygun görülen yol olarak kavramsal, kuramsal ve metodolojik çerçeve ise tezin ikinci bölümünü oluşturmaktadır. Araştırmanın bu bölümü tezin ontolojik, epistemolojik ve metodolojik zeminlerinin açıklanmasına ayrılmıştır. Bu bölüm çalışmanın kendisi için uygun gördüğü yol olan nitel araştırma deseninin çerçevesini sunan bölümdür. Araştırmanın saha kısmını oluşturan üçüncü bölümünde ev kadını toplumsal tipinin özneleri olan kadınlarla yapılan derinlemesine görüşmeler, odak grup görüşmeleri ve gözlem notlarından elde edilen veriler deşifre edilerek tipolojiyi var eden eylem ve zihniyet dünyası ortaya koyulacaktır. Arada kalmış bir kadın tipi olarak ev kadınının eylem ve zihniyet dünyasını oluşturan bu bölüm araştırmanın kavramsal, kuramsal ve metodolojik zeminiyle bir bütün olan saha araştırması bulgularının işbirliği içinde olduğu bölümdür.

(13)

BİRİNCİ BÖLÜM

BİR TOPLUMSAL TİP OLARAK EV KADININI ANLAMAK

1.1 Gündelik Yaşamın Kadın Kimliği Üzerindeki Belirleyiciliği

Gündelik hayatın işleyişine yönelik eylemler, toplumların anlaşılmasına dair ipuçları sunmasıyla önem kazanmaktadır. Günlük yaşamın içerisinde anlam kazanan etkileşimler, eylem kalıplarının oluşturduğu rutin ve ritüeller vs. birer veri niteliği taşımaktadır. Verilerin sunduğu bilgiler, gündelik hayatın sosyolojik bir gözle okunmasına olanak sunan bilgiler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gündelik hayatın içerinde gizlenen, kıyıda köşede kalmış pek çok ayrıntı göz önünde bulundurulduğunda, sıradan olanın içerisinde gizlenen bu ayrıntılar toplumsal yapıyı çözümleyecek bilginin kaynağı olabilmektedir. Bu anlamda gündelik hayat, yaşandığı dönemin zihniyet kalıplarının neye benzediği üzerine net bilgiler verebilecek alan olabilmesiyle ön plana çıkmaktadır (Çetin, 2013: 30). Ergin, günlük yaşamın alışılmış ve içselleştirilmiş eylemleriyle net bilgiler sağlayacak kapasiteyi taşıyan bu alanın uzun süre sıradan, alelade, değersiz ve görünmez olduğu gerekçesiyle ötelendiğini ifade etmektedir (Ergin, 2018: 343). Sıradanlık ve aleladelik deDe Certeau’yu anımsatmaktadır. De Certeau, günlük hayattaki sıradanlıkların bilimsel alanlara sızmasını sağlayan taşıma çalışmasının önemi üzerinde durmaktadır. Burada önemli olan, övgülerle örülmüş, kutsallaşmış bir günlük yaşam inşa etmekten ziyade, onun inceleme süreçlerinin kendi sınırlarına ulaşmasına olanak sunan o ivmeyi kazandırmaktır (Certeau, 2008: 72). Bu minvalde, toplumsal gerçekliği okuma ve anlama ihtiyacı bu ivmenin gerçekleştirilmesiyle sağlam bir zemin kazanacaktır.

İnsanın var olduğu günden beri yapıp etmeleri; avcılık, toplayıcılık, göçebe yaşam ve yerleşik yaşam gibi süreçler kendi evreninde geçerliliği olan bir gündelik yaşam okuması için veri niteliği taşımaktadır. Giddens’in ‘neden toplumsal yaşamın böyle önemsiz görünen yanlarıyla ilgilenmemiz gerekir?’ sorusu günlük yaşamı var eden bu rutinler ve küçük etkileşimlerle ilgilenmenin gerekliliğinin irdelenmesine yöneliktir. Ona göre bu soruya verilecek iki cevaptan ilki etkileşimlerimizin veya

(14)

günlük rutinlerimizin yaptıklarımıza biçim ve yapı kazandırdığıdır. İkincisi ise bu eylemlerin irdelenmesinin daha büyük toplumsal sistem ve kurumların anlaşılması için fayda sağlıyor olmasıdır (Giddens, 2000: 73-74). Heller de insanların günlük yaşamdaki davranış örüntülerinin nasıl oluştukları ve nasıl dönüştüklerini anlamadan toplumların sosyal ve ekonomik dönüşümlerini anlamanın mümkün olmadığını düşünmektedir (Çetin, 2017: 66). Esgin bu belirleyiciliği ortaya koyabilmek için Anne Frank’ın bir çatı katında iki yıl boyunca düzenli olarak tuttuğu günlüğünü örnek vermektedir. Bu günlük bir taraftan günlük yapıp etmelerin yansıtıldığı kayıt niteliğine sahipken diğer yandan insanlara savaşın yıkımının, acıların yahut sıradan korkuların sosyal yaşam üzerindeki işlevselliği hakkında ipuçları vermektedir (Esgin, 2018: 13-14). İnsan toplumlarının doğası gereği anlam yüklü bir dünyaya sahip olması, kendi pratiklerini biçimlendirmeleri ve faaliyetlerini kendi anlam evrenleri çerçevesinde şekillendirmeleri gündelik bilginin elde edilmesi açısından önem kazanmaktadır (Danemark vd. 2018: 65). Bu durum söz konusu belirlenimlerin birer bilgi olarak aktarımını ve ipucu niteliği taşıdığını haklılaştırmaktadır.

Lefebvre’ye göre insanların -giydiği kıyafetler, günlük rutinleri, ritüelleri ve hatta yaşadığı ve çalıştığı binalar gibi- günlük hayatta gerçekleştirdiği rutinlerin çoğu doğası bakımından oldukça işlevseldir (aktaran:Giddens, 2001: 108). Simmel de benzeri bir yaklaşımla, gündelik yaşamın asıl mekanı olan metropol içerikli çalışmasıyla günlük karşılaşma mekanlarında bir toplumsal tip olarak varlık sergileyen metropol sakininin gündelik deneyimlerini ele almaktadır (Başdaner, 2018: 72). Böylece onların metodolojik çerçevesinde gündelik hayat düsturu oldukça işlevsel bir nitelik sergilemektedir.

Toplumsal olguyu öncelikli bir konuma yerleştiren Durkheim’in toplumsal gerçekliğinin analizlerinde bireyin önemi düşünüldüğünde, onun ele aldığı toplum tiplerinin herbirinin günlük yaşam çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Örneğin anlam, eylem, yaşam tarzı ve pratikleri, insan faaliyetleri ve etkinlikleri (gelenek, görenek, inanç, alışkanlıklar vb.) gibi kavramlar onun kültür sosyolojisi tartışmalarındaki yerini de göstermektedir. Onun doğrudan kültür ve kültür sosyolojisi tartışmasının içine girmediği bilinse de ilgilendiği temel yapının kültür

(15)

olduğu görülmektedir (Alver, 2013: 72). Bu bağlamda bir toplumu ortak inanç ve duyguların tümü olarak tanımlayarak toplumun öncelik teşkil etmesi yanında; toplumun açıklanmasında kullandığı gündelik kavramlarda birtakım belirlenimlere rastlanması dikkat çekmektedir (Aslan, 1997: 20). Nitekim Alver de makalesinde Durkheim’in kültürel haritasını şekillendiren bileşenlerden bahsetmektedir. Bu anlamda onun terminolojisinde; dini hayatın toplumsal rolünü anlamada bir kategori olarak değerlendirilen ritüel, bu eylemlerin anlaşılmasında ön plana çıkan sembol, olağan üstü güçlü olan ve insanı egemenliği altına alan duyguyu açıklarken (Alver, 2013: 72-79) onlardan toplumu temsil eden güçler olarak bahsetmek ve bu güçlerin toplumun inşası, yeniden üretimi ve sürekliliği için önem teşkil ettiğini göstermek önemlidir. Bu da Durkheim’in gündelik yaşamdaki değer ve duyguları tamamen ötelemediğini, hatta zannedilenin aksine onlara önemli sorumluluklar yüklediğini göstermektedir.

Lefebvre gündelik hayatın yaşam üzerindeki yansımalarını ‘gündelik hayatı nasıl tarif etmeli?’ sorusuyla göstermektedir. Bu bağlamda gündelik hayat insanları her yandan sarıp kuşatmakta, bu da insanları gündelik hayatın hem içinde hem de dışında tutmaktadır. Ordunun sahip olduğu birlik hayatı, devlet ve idari alanların sahip olduğu politik gündelik hayat, fabrikalardaki, sendikalardaki kendine özgü işleyişle kurgulanan gündelik hayat vb. durum için örnek teşkil etmektedir (Lefebvre, 2015: 49-50). Bu açıdan bakıldığında Durkheim’in kültür haritasının kendine özgü bir gündelik yaşam resmettiğini söylemek bir kere daha mümkün hale gelmektedir. Dolayısıyla toplumsal olguları meydana getiren faaliyetlerin perde arkasında duran dolaysız mekanizma günlük yaşamdan elde edilen bilgilerin içerikleridir (Danermark vd. 2018: 65).

Gündelik hayattan alınan bilgi stoklarının insanlar tarafından benimsenmesi ve içselleştirilmesi gündelik yaşamın inşa sürecinde önemli bir yere sahip olmaktadır. İnşa sürecinin gerçekleştiği üç aşamanın dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirme olduğunu söyleyen Berger ve Luckmann’a göre insan, içinde bulunduğu dünyayı ona öğretilen ve yapılması istenilen davranışları dışsallaştırarak nesnelleştirmektedir. Dışsallaştırma ve nesnelleştirmenin üçüncü aşamasını da

(16)

içselleştime oluşturmaktadır ki burada birey kurumsallaştırılan eylemi içselleştirmektedir. Son olarak kurulan bu sosyal diyalektikte ancak yeni bir kuşağın ortaya çıkmasıyla birlikte tam anlamıyla bir sosyal dünyadan söz edilmesi imkândâhilinde olmaktadır (Berger ve Luckmann, 2018: 91-92). Eylemlerin süreklilik kazanmasıyla meşru dayanak kazanan bu döngü gündelik hayat gerçekliğinin döngüsü olması hasebiyle önemlidir. Bu bağlamda kimlikler de gündelik hayat içerisinde bu üç aşamadan geçerek kurumsallaşmaktadır. Bu örneklerden birisi şüphesi kadın kimliğidir. Bu içselleştirme aşamasında kız çocuğu bir yandan kimliğini kazanarak içselleştirmekte diğer yandan annesinden edindiği annelik rolünü sindirmektedir (Metin, ss. 76). Sonuç itibarıyla kadın kimliği ve kadınlık rollerinin kurumsallaşması bu şekilde kabul edilebilirliğini sağlamlaştırmaktadır.

1.1.1. Gündelik Hayat ve Kültür Bağlamında Kadın

Gündelik hayatın sıradan rutinlerinin kültürel özellikler taşıdığı, gündelik hayat ve kültür arasında kurulan bağlamı deşifre etmek için önem kazanmaktadır. Bu izlekte kültür kavramı hayatın neredeyse her alanını kuşatan önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Berger de bilahare antropologların ilgi odağı olan kültür kavramının her türden sosyal bilimci, edebiyat kuramcısı tarafından önemsenen bir konu olmasının yanısıra sosyologlar tarafından özellikle incelenen bir konu olmaya başladığını ifade etmektedir (Berger, 2011: 141). Kültürün insan hayatını sarıp sarmalayan bir kavram olması, insan elinin dokunduğu ve neredeyse ağızdan çıkan her sözün bir kültürü ifade etmesi onun çetrefilli tanımlamalara haiz olduğunu göstermektedir. Bir başka ifadeyle kültürün farklı toplumlarda farklı tanımlamalara karşılık gelmesi onun manasına tam anlamıyla ulaşmayı güçleştirmektedir.

Genel bir görüşe göre kültür, bir grubun yaşamını anlamlandırmasını sağlayan ve bu gruba yaşam biçimi yolları sunan inançlar, değerler ve kavramlar kümesidir (Fay, 2001: 82). Sartori de insanın yaşadığı kültürel evrende, onu biçimlendiren unsurların değerler, inançlar, fikirler ve semboller etrafında şekillendiğini ifade etmektedir. Bu genel tanımdan ilkel ve cahil olarak

(17)

değerlendirilen insan topluluklarının dahi bir kültürü olduğunu çıkarmak mümkündür. Diğer yandan Sartori, kültürün “bilmek” ile eş anlamlı olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda kültürlü insan bilgi sahibi olan insan anlamına gelmektedir. Tanımlamaya göre kültür cahillere değil, “eğitimli” kişilere özgü bir gerçekliktir (Sartori, 2004: 28). Berger de kültürün sanatla ilgili bir terim olarak değerlendirilmesi üzerinde durarak, bu yönünün onu belirli türden sanatsal etkinlikleri ifade etmek için kullanılan sınırlı bir kavram haline getirdiğini vurgulamaktadır. Bu noktada bale, tiyatro, sinema vb. yerlere giden insanlara kültürlülük addedilirken burada bulunmayan insanlar kültürsüz olarak nitelendirilmektir (Berger, 2012: 142-143). Dolayısıyla kültür terimi; bilgi sahibi insanın temsili olarak sunulurken bu bilgililik hâli belirli mekânların varlığı ya da yokluğu ile sınırlandırılmaktadır.

Günlük eyleyişler olarak değerlendirilen kültürün kadın kimliği açısından önemi, kültürün kurallara bağlı olduğu ve kuşaktan kuşağa geçtiği, paylaşılan simge, öğrenilen davranış ve inançları kapsadığıdır (Kottak’tan aktaran: Berger, 2012: 142). O halde kültür insanların günlük yaşamlarında geliştirdikleri ve semboller şeklinde aktardıkları anlamlar bütünü olmaktadır (Çetin, 2017: 59). Tylor’un ‘öğrenilen, saklanıp korunan ve eğitim vasıtasıyla yeni kuşaklara aktarılarak aşılanan bir içerik’ (Güvenç,2002: 55) olarak değerlendirdiği kültür tanımı bahsedilenleri desteklemektedir. Fakat popüler bir yanılgı olarak karşımıza çıkan ‘kültürlülük’ boyutu çalışmada zikredilecek olan tipolojiyi var eden kültür tanımlarının içerisinde meşruluk kazanabilmektedir.

Lefebvre’ye göre günlük yaşam üzerine çalışanların görevleri insanların aldıkları ve kullandıkları, okudukları haberler, izledikleri reklamlar gibi olağan uğraşılardan anlamlı kalıplar edinmektir (Berger, 2012: 170). Bu anlamlı kalıplar kültür sarmalının sınırlarında anlam kazanmaktadır. Bir başka ifadeyle Lefebvre’nin tanımlamasında günlük yaşantı, kimliklerin sergilendiği fragmanların bir araya gelerek oluşturduğu hikâyelerdir. Dışsallık, nesnellik ve içsellik ise bu anlatıların hikâyeleşip bir olay örgüsüne büründüğü zaman mana kazanmaktadır. Çünkü olaylar bir kere bir olay örgüsüne sokulduğunda ilerde de bu hikâyenin içinde tutarlı

(18)

davranışlar sergilemek (Çamoğlu, 2017: 92) alışkanlık halini almaktadır. Fakat burada kültürün kendisinin yegâne değişmez bir oluşum olduğu düşünülmemelidir. Kültürler çeşitli işlemlerin bir arada bulunduğu yer olarak değerlendirildiğinde onun -evrimler, dönüşümler, başkalaşımlar yaşayarak- hareketli ve yenilikçi bir niteliğe büründüğü aşikârdır (Bayart, 1999: 69). Ve dahi anlatılanlardan hareketle kültürün belirli bir hayat tarzı ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi dengeleyen bir unsur olarak sembol oluşturma süreçlerinin yardımıyla ortaya çıkan gelenekler vasıtasıyla varlığını koruduğu(Çetin, 2017: 59) unutulmamalıdır.

Gündelik hayat ve kültür bağlamında kadın kimliğinin kurumsallaşması tam da yukarıda belirtilen bağlamlar etrafında şekillenmektedir. Mesleki statülerin, mekanların ve gündelik hayatın içinde bulunan birçok göstergenin bir gündelik hayat rutini işleyişinde olması gibi kadın ve erkeklerin de kendine özgü ama aynı zamanda birbirinden tamamen ayrı düşünülemeyen bir gündelik hayatı vardır. Bu gündelik hayattaki eylem ve duygular kültürel kalıpların yardımıyla ayrışmakta ve bireylere aktarılmaktadır. Gündelik hayatın kadın ve erkek rollerine sirayet edişi olarak tanımlayacağımız bu durumda kadınlar hem özne hem de nesne konumundadır. Bu yönüyle kadınlar hem üretici hem tüketici; hem meta hem metanın simgesi olarak tanımlanabilmektedir (Lefebvre, 1998: 78). Dolayısıyla gündelik hayat rutininin saklı kalan aktörlerinden biri olan kadınların özel ve kamusal alanda yaşamla bu kadar iç içe olmalarına rağmen çoğu zaman emeklerinin yok sayıldığı (Tasouji, 2013: 67), yine de kadınların gündelik hayatın işleyişine dâhil oluşları ile dikkat çektiği düşünülmektedir. Sonuç olarak gündelik hayat içinde kendilerine kurdukları kale ve gündelik hayatın dışına çıkmak için harcadıkları çaba ile ( Lefebvre, 1998: 95) kim oldukları konusundaki bu belirsizlik onların gündelik hayat içindeki durumlarını anlatmaya yönelik anlayışlarını engellemektedir (Lefebvre, 1998: 78). Lefebvre’nin aktarımıyla gündelik hayata boğazına kadar batmış ev kadını da sosyete dedikoduları, defileler, snopluklar, estetikçilik ya da saf haz peşinde koşarak gündelik hayatın dışına çıkan sosyete kadın da (Lefebvre, 2015: 59) istesin ya da istemesin kimliğini bu belirsizlik ve belirsizliğin iç dünyasında bıraktığı çelişki ile arada kalmış bir kadın profili çizmektedir.

(19)

Gündelik hayatın nesneler vasıtasıyla kurumsallaştığı düşüncesi kadın ve erkek kimliğinin ne denli içselleştirildiğini göstermesi açısından önemlidir. Kadınsı Aksesuarlarla İstanbul başlıklı yazısında Sözen gündelik hayatın nesnelerle kurumsallaşmasını anlatmaktadır. Bu görüşe göre şehre has, binlerce anıya sahip küçük eşyalar bir şehrin cinsiyeti konusunda ipuçları vermektedir. Mendil, terlik, gülebdan denilince İstanbul’un kadınsı yönü; nargile, tesbih veya fes denilince erkeksi yönü akla gelmektedir. Kadınsı aksesuarlar şehrin ev içi özelliğini anlatırken erkeksi aksesuarlar genellikle ev dışını çağrıştırmaktadır (Sözen, 1999: 66). Dolayısıyla kadınlık ve erkeklik rollerinin içselleştirilmesi, günlük yaşamdaki yaşam alanlarına addedilen kimlik, geleneksel bir takım kabuller vasıtasıyla aktarılarak sağlanmaktadır.

Sözen, gündelik yaşamın neredeyse her alanında kadınlık ve anneliğin birbirinden ayrı eylemlermiş gibi tutulduğunu düşünmektedir. Bu anlayışa göre 19. yüzyılda batıda güçlü bir söylem halini alan şey anneliğin sosyalleştirici rolüdür. Dönem içerisinde yazılan kitapların büyük çoğunluğu çocuk yetiştirme üzerine olmuş; iyi insan yetiştirme, dindar insan yetiştirme gibi sorumluluklar doğrudan annelik görevi olarak tanımlanarak anneliğin sosyalleştirici rolü üzerinde durulmuştur. Fakat yüzyıl sonlarına gelindiğinde annelik cefa çeken, kendini kurban eden durumlarından dolayı eleştirilerek onun kadınlığını hatırlamasının gerekliliği üzerinde durulmuştur (Sözen, 1999: 104). Böylece kadınlık ev olmayan dışarısı ile özdeşleştirilerek cefa çeken annenin gündelik yaşamın dışına çıkmasıyla özgürleşeceği düşüncesi yaygınlaşmıştır. Sonuç itibariyle modern yaşam kadınlık bilinci üzerine, geleneksel gündelik yaşamı aşan yeni bir modern gündelik yaşam üretme derdini gütmektedir.

Sever, geleneksel gündelik yaşamı aşan modern gündelik yaşamın, annelik ve kadınlık rolleri üzerine yeni sorumluluklar addettiğini ifade etmektedir. Bu sorumluluklarda halihazırda var olan annelik beklentisinin üzerine yeni beklentiler eklenmektedir. Kamusal alandaki varlığını duyuran makbul kadın, çocuklarına modern tıp ve çocuk uzmanlarının sunduğu en gelişmiş bilgileri de vererek onu çağın

(20)

fikirlerine uygun bir yurttaş olarak yetiştirirken sosyal hayatını,kariyerini ve kişisel bakımını devam ettirmek durumundadır (Sever, 2015: 74).

Her iki durumda da gündelik yaşamın rutini içerisinde kendisini şekillendiren kadının dışarısıyla tanışması, onun özgürlüğüne kavuşmasının nihai çıkış noktası olmaktadır. Bu da medyatik söylemin ihtiyaç duyduğu şeyin kadınlık bilinci ve gündelik yaşamın kamusallaşması olduğunu göstermektedir. Ev içi ve ev dışı olarak betimlenen alanların günlük yaşam ve kimlik oluşumu üzerindeki etkisi bu açıdan önemlidir. Kadın kimliğinin şekillenmesinde annelikten kadınlığa terfi etmenin yolunun evi boşaltmaktan geçtiği düşüncesi böylelikle ‘kadın sorunu’ diye bir sorunun varlığının kadının bizatihi kendisi tarafından onaylanmasını sağlamıştır. Böylece yeni bir inşa sürecinin başlatıcıları yine aynı kadınlar olmuştur. Bu inşa sürecinde günlük yaşamın rutinliğinden ve kendisine dayatılan kültürel kalıptan kurtulmak isteyen kadının bilinmezliğine yapılan vurgu günlük yaşamdaki benlik sunumunun dönüşmesinin belki de en önemli gerekçelerinden biri olarak yapılanabilmiştir.

Sonuç olarak gündelik yaşamdaki her bir eyleyiş belirli kültür kalıpları çerçevesinde gerçekleşmektedir. Bu kültür kalıpları insana yaptıklarını, yapacaklarını, gideceği ve döneceği yerleri, hangi duyguyu nasıl karşılaması gerektiğini, hangi mekânın neresinde konuşlanacağını, hangi işi kimin yapacağını; kısacası doğumdan ölüme kadar geçen süreçte ömrünü nasıl idame ettireceğini öğretmesiyle adeta bir yaşama kılavuzu olmaktadır. Bu kılavuzda kadın ve erkeğe sunulan roller belirli sınırlılıklar dâhilinde ayrışmakta ve birleşmektedir. Bu yüzden toplumların kendine özgü sosyalliğinin bu kalıplar çerçevesinde fotoğraflandığını söylemek mümkündür. Nihayetinde gündelik yaşam ve kültür bağlamında kadın kimliğinin oluşumunda toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri; günlük yaşam rutinine karşı bir başkaldırı niteliğinde olan feminist teori etkin bir rol üstlenmektedir.

(21)

1.1.2. Cinsiyetleri Ayıran Oluşum: Toplumsal Cinsiyet

Cinsiyet, bireyleri gruplamak ve farklılaştırmak için kullanılan ölçütlerden biridir. Gruplardan birini erkek, ötekini kadın milleti yapan; onların ismi, işi, sesi, saçları, giysileri, tutum ve davranışlarıdır (Güvenç, 2011: 287). Bir başka ifade ile cinsiyet kavramı bireyin kadın ve erkek ikilemesinden biriyle tanımlanmasını mümkün kılan, belirli fiziksel ve biyolojik özellikleri kapsamaktadır.

Cinsiyetlerin sınırlarını belirleyen, onlara birtakım sorumluluklar yükleyen ve dolayısıyla cinsiyetleri ayıran oluşum olması hasebiyle toplumsal cinsiyet kavramı önemlidir. Belirlilikler içerisine doğan bireylerin sınırları toplumsal cinsiyet vesilesiyle sunulmaktadır. Sınırları belirleyen her bir eylem bireye nerde ve nasıl oturması gerektiğini, hangi kıyafetlerin onun için biçilmiş olduğunu, ev içi ve dışı rollerin neresinde durması gerektiğini öğretmektedir. Toplumsal düzlemde kabul edilebilirliği olan ideal davranış kalıpları, bu sorumluluk sarmalının bir parçasıdır. Kadının duygusal yönünün ağır basması, hassaslığı, narinliğine karşılık erkeğin fiziken güçlü oluşu, bazı işlerin kadının bazı işlerinse erkeğin yapabilirliğine yönelik kabul gören varsayımlar bu minvalde yapılan genellemelerin birkaçıdır.

İdeal davranış kalıplarını somutlaştırma noktasında Giddens’in örneği ufuk açıcıdır. Ona göre öykü kitapları ve televizyonlarda kadın ve erkeklerin etkinliklerinin farklılaşması, kızların erkekler için yemek pişirip temizlik yaparken eşlerinin işten dönüşünü beklerken eş ve anne olmayan kadınların cadılar ya da periler gibi düşsel yaratıklar olarak tahayyül edilmesi, kitapların neredeyse bütününde evi dışında mesleği olan kadınlara rastlamanın zor olduğunu göstermektedir. Buna karşın erkekler ise savaşçı, polis, yargıç, kral vb. rollere bürünmektedir (Giddens, 2000: 101). Genellemelerin neredeyse tamamı fiziksel var oluşla sosyal kültürel kabullerin bir aradalığını vurgulamaktadır. Buradan, fiziksel var oluşun kültürel kabulleri aşarak bir özgürleşme istencinin arayışında olduğu yorumunu çıkarmak mümkündür.

Toplumsal cinsiyet dayatmalarını aşarak özgürleşmek isteyen kadının nihai özlemi bir kişilik oluşturma özlemidir. Aktaş’ın Sofia Tolstoy örneği durumu

(22)

somutlaştırmak açısından önemlidir. Sofia Tolstoy dilediği her şeyi yapabileceğini söyler. Fakat coşkunluğu geçince bebeklere bakmanın, yiyip içmenin, uyumanın dışında hiçbir şey istemediğini ve hiçbir şey yapamayacağını fark eder. Bu saydıklarının kendisini mutlu kılması gerekirken hüzne boğması ve ağlama hissi uyandırması ilgi çekicidir. Oysa onun eşi Lev Tolstoy gerçekte kendi gölgesinde yaşayan uyumlu bir eş ve çocukları için iyi bir anne isteyip Sofia ile evlenmesine karşılık ikisi arasındaki çatışma ile geçen yaşantıları esnasında Sofia’’da bir kişilik özlemi olduğunu göstermiştir (Aktaş, 1991: 95). Buradan anlaşılan, kişilik özlemi içinde olan Sofia’nın bir yandan da kendisine sunulan kalıpları kabullenmesi ve bu rutine alışmış olmasıdır. Kadınların çoğunluğu bu kalıpları, cinsiyetçi kültüre uyum sağlayarak içselleştirmekte ve yeniden üretmektedir. Berktay’a göre söz konusu kadınlar, aynı klişenin kölesi olmayı kabullenip kendini erkek bakışının sınırları dâhilinde değerlendirerek özneleşme olanaklarını kendi elleriyle ortadan kaldırmaktadır (Berktay, 1991: 96).

Sonuç itibariyle öyle ya da böyle cinsiyetin sunduğu ‘biyoloji kaderdir’ ifadesine karşılık, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet birbirinden ayrılmaktadır. Hasseten cinsiyete biyolojik var oluşta ne kadar vazgeçilmezlik addedilirse edilsin toplumsal cinsiyet kültürel olarak inşa edilerek cinsiyetin ne nedensel sonucu ne de onun kadar değişmez bir şey olduğu kabulü içerisinde kullanılmaktadır( Butler, 2018: 50). Ve dahi günlük eyleyişlerde, kadın ve erkeğin konum ve sorumluluklarının belirleyeni olmasından ötürü önemli bir kavramlaştırma olan toplumsal cinsiyet “ev kadını kimdir?” sorusunun içeriğini doldurmanın önemli bir bileşenidir. Kadın kimliğinin yeniden inşasında önemli olan bu kavram cinsiyet rollerinin belirlenmesinin gerekliliğinin ortaya koyulmasını mümkün kılmaktadır. Belirlenmiş roller ise gelenek başlığı adı altında günümüze değin ulaşmaktadır.

Aslında gerek batı gerekse Türkçe’de kısa bir süreye kadar cinsiyet ve toplumsal cinsiyet birbirinden tamamen ayrı düşünülmemiştir. Bu özdeşiklik ise cinsiyet ve cinsiyet rollerinin biyolojik ya da ilahi olduğu inancını taşımaktadır. Fakat sonraki süreçte beden kültürel bir durum olarak değerlendirilmiş, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin aynı şeyler olmadığı anlaşılmıştır (Şişman, 2003: 44). Buradan

(23)

sonrasında anlatıların meydana getirdiği yorumdan hareketle cinsiyet “bireyin biyolojik cinsiyetine dayalı olarak belirlenen demografik bir kategori” iken toplumsal cinsiyet terimi toplumun kadınlık ya da erkekliğe yüklediği anlamları ifade etmesiyle bireyin biyolojik yapısıyla ilişkili psikososyal özellikleri kapsamaktadır (Rice’den aktaran: Dökmen, 2009: 20). Fakat kültürel mi yoksa biyolojik mi olduğunu ölçemediğimiz farklılıkların esasında ikili bir etkileşim sonucu ortaya çıktığı gözden kaçırılmamalıdır (2009: 20).

1.1.2.1.Toplumsal Cinsiyet Rolleri

Cinsiyet ve cinsiyete yüklenen rol, bireyin toplumsal dünyada var olması; toplumsal zeminin neresinde ve kim olarak durduğu, nasıl yaşadığı, neleri yapıp neleri yapmayacağı, yapıp ettiklerinin onu nereden getirip nereye götüreceği; özetle toplumsal bağlamda bireyin toplumun hangi kanadına eklendiği konusunda onu yönlendiren yol haritası olması gerekçesiyle kendisine ayrı bir önem yüklemektedir. Örneğin Meksika ve Anadolu’daki avcı toplayıcı toplumlarda erkek avcılık görevine, kadın ise toplayıcılık görevine uygun görülmektedir. Erkeğin avlaması, kadının pişirmesi; erkeğin kesmesi, kadının yolması, pişirmesi ve dağıtması şeklinde gerçekleştirilen görev dağılımına karşılık gelirken tarım kültürlerinde erkeğin sürmesi ve ekmesi, kadının biçmesi işbölümüne işaret etmektedir. Bazı çeltik kültürlerinde erkeğin çobanlık yapması, otlatması, koruması, kadının sağması, yağ, peynir ve yoğurt yapması aynı şekilde işbölümünü göstermektedir (Güvenç, 2011: 288).

Yaşamın kendisinin yalnızca biyolojik bir oluşumdan ya da insanın yaşantısından ibaret olmadığından hareketle yaşamın kökten bir olay olduğunu vurgulayan Gasset’e göre bireylerin herbiri suyun yüzeyinde kalabilmek için ortamı kulaçlamak durumundadır (Gasset, 2017: 12). Bireyin suyun yüzeyinde kalması ise ortamı her haliyle benliğinde eritmesi, rotasını belirleyecek olan yol haritasını kabul etmesi demektir. Bu bağlamda erkeklik ve kadınlık kişilere sunulan roller vasıtasıyla anlam evrenini kurmaktadır. Kabul edilmiş rollerin kalıplaşmasını sağlayan cinsiyetin toplumsallaşması hususu birey doğar doğmaz kendini göstermektedir. Çocuklarını eşit olarak değerlendirdiklerine inanan anne babalar dahi erkek çocukları

(24)

ve kız çocuklarına aynı tepkileri göstermemektedir. Tepkilerdeki farklılıklar birçok kültürel etki tarafından daha da artırılmaktadır (Giddens, 2000: 119) Buradan bakıldığında cinsiyet rolü teorisi bireyin toplumsal ilişkilerdeki varlığının netlik kazanması üzerine kurgulanmıştır. Haddi zatında rolün birey tarafından öğrenilmesi, toplumsallaşması ve içselleştirilerek devam etmesi içinde bulunduğu sosyalizasyonun bir parçasıdır (Connel, 1987: 78-79).

Sosyalizasyonun bir parçası olarak değerlendirilen cinsiyet rolü, toplumsal cinsiyet ve onun belirlediği toplumsal rollerin biyolojik farklarla sınırlandırılamayacağını göstermektedir (Giddens, 2000: 97). Biyolojik bir sınırlandırmadan öte rol, bireyin sosyal yapı üzerindeki sorumluluklarını ifade eden sosyolojik bir kavram olarak değerlendirilmelidir.

Herhangi bir statü ya da konuma sahip olan bireyin kendisi üzerinde toplumsal olarak tanımlanmış nitelikteki beklentiler olarak açıklanan toplumsal rolün (Giddens, 2000: 92) bir parçası olarak toplumsal cinsiyet rolü de toplum tarafından bireylere aktarılan, bireylere yönelik beklentileri içeren bir grup beklenti olarak düşünülebilir (Dökmen, 2009:29). Giddens’in aktarımıyla kendini erkek bedeni içinde kadın gibi hisseden Morris uzun süre erkek varlığını sürdürdükten sonra kadın olduğunda çevresindekilerin onu kadın rolleriyle benimsemesi onun kendisini kadın gibi hissetmeye başlamasını sağlamıştır. Buna paralel olarak arabaları geri geri sürmesi, şişeleri açarken beceriksizlik yapması (Morris’ten aktaran: Giddens, 2000: 96) bahsedilen beklentileri temsil etmesi açısından önemlidir. Mead de benzeri bir kültürel şartlanmayı Arapeş, Mundugumor ve Çambuli kültüründe yetişen kadın ve erkekler üzerinden örneklendirmektedir. Bu kültürde kadınlar ve erkeklere yüklenen kültürel roller yer değiştirmiştir. Aralarında en ilginci ise Çambuli kültüründeki kadınlar ve erkeklerdir ki burada Batı geleneklerine göre kadınlar Batı’daki erkekler, erkekler ise Batı’daki kadınlar gibi davranmaktadır. Bu bulgular kadın erkek ayrımının çoğunlukla öğrenilmiş olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla kadının korkaklığı ve erkeğin cesareti kültürel ögeler olarak tanımlanmalıdır (Güvenç’ten aktaran: Güvenç, 2011: 290).

(25)

Cinsiyet rollerinin ele alma maksadında bulunduğum tipolojiyi ilgilendiren kısmı cinsiyet rollerinin toplumsal temeldeki karşılığı, rollerin -bilinçli ya da bilinçsiz- kabul edilebilirliği, kabul edildikten sonraki aşamada bireyin cinsiyet rollerine yüklediği anlam ve cinsiyet rollerinin bireyin yaşantısına sirayetidir. Bu minvalde cinsiyet rollerinin kadın kimliği ve kadının hayata karşı duruşu üzerinde belirleyicilik taşıdığını söylemek mümkündür. Korunmaya ve sevilmeye muhtaç kadına karşılık güçlü, koruyan, kollayan, kol kanat geren erkek bayağı, banal, abartı, gereksiz bir hal olarak nitelendirilmektedir. Zarif, kırılgan, hassas kadının derdi zarif, kırılgan, hassas olmamak; yeri geldiğinde sokakta sigara içebilmek, gece geç vakitte dışarı çıkmak, yanında ve hayatında erkek gibi bağlayıcı bir etken olmadan hayata tutunabilmektir. Böylece yeri geldiğinde kendini koruyabilecek, her durum ve şartta güçlü olduğunu insanlığa duyuracaktır1. Diğer yandan yaygın olarak kullanılan ‘erkekler ağlamaz’ deyiminin uyandırdığı ihtiva, erkeğin duygularını gizlemedeki hünerine karşılık kadının ağlayan ve duygularını gizlemeyen bir varlık oluşudur2. Her iki durum da toplumsal cinsiyet rollerinin bireyler üzerindeki bağlayıcılığını göstermesi açısından önemlidir.

Woolf’un Kadının Toplumsal İşlevi’nde ele aldığı ev kadını olma hâli cinsiyet rollerinin bireyler üzerindeki bağlayıcılığına verilebilecek güzel bir örnektir. Woolf’e göre ev kadını olmamak aklı evlilik görüşüyle yetiştirilen kadın olmamaktır. Evlilik görüşüyle bir piyanoya dokunsa da orkestraya katılımının yasaklanması, o kitabı okusa da şu kitabı okumasına, güzelleşme ve konuşmasına izninin olmaması; bu görüşle eğitilen kadının hizmetçilik üzere yetiştirilmesi, sokaklarda, kırlarda dolaşmaması ve yalnız kalma hakkına dahi sahip olmaması (Woolf, 2004: 43) esasında toplumsal cinsiyet rollerinin bir kadının gözünde ne olduğunu özetlemektedir.

1https://eksisozluk.com/kadin-ve-erkegin-cinsiyet-rolleri-esitsizligi--1625973 adresinden esinlenen bu yorum sosyal medya niteliği taşıyan bir yorumdur. Dolayısıyla bir araştırma ya da teorik bir analiz neticesinde elde edilen bir veri niteliği taşımamaktadır.

(26)

Toplumsal cinsiyet rolleri bireylere dünyadaki sınırlarını öğretmesinin yanında daha çok “aile ve görev paylaşımı” üzerinde önem kazanmaktadır. Oluşum itibariyle “eş ve anne olarak kadınlara odaklansa da” (Connel, 1987: 58) cinsiyet rollerinden kadın ve erkeğin bir aile olduktan sonra ev içi ve ev dışındaki sorumluluklarının paylaştırılarak dengelenmesi anlaşılmalıdır. Cinsiyet rollerinin belki de en önemli sorunu kadının ev işleri üzerindeki hâkimiyetidir. Stanton’a göre arzulanan ve gerekli olduğu düşünülen, kendi başına ve kendi ben’iyle ayakta duran, akletme özgürlüğü tanınarak ev hayatından sıyrılan kadının mutlaklığıdır. Bu şekilde kadın sorunların üstesinden tek başına gelmeyi bilmeli, varlığını tescillemek için erkeğe gereksinim duymadığını kanıtlamalıdır (Stanton’dan akt. Donovan,1971: 44). Stanton’un kurgusu tüm dünyada olduğu gibi uygulanması mümkün olmasa da toplumsal cinsiyet rollerinin kadın bakışını temsil etmesiyle kabul edilebilir bir nitelik taşımaktadır.

Kadının toplumsal işlevini pergel metaforuyla3 açıklamak mümkündür. Bu bağlamda onun işlevinin ev içiyle özdeşleştirilmesi kâğıt üzerine daire çizen bir pergeli andırmaktadır. Burada pergelin sabit duran ayağı kadınlığın temsili, daireyi çizen unsur ise erkekliğin temsilidir. Dairenin oluşmasını sağlayan manevi gösterge pergelin sabit ayağı olduğu gibi, pergelin hareket eden ayağı olmadan dairenin oluşması imkânsızdır. Aile içindeki rolleri de bu minvalde düşünmek toplumsal cinsiyet rollerini anlamak açısından önemlidir. Bir başka ifade ile kadının evi yuva yapan, fedakâr ve duygusal yönelişleri ev içi hâkimiyetin kadında olması gerektiğini düşündürmektedir. Toplum nazarında kurgulanan ‘evin direği’ tipleştirmesinin yanında yuvayı ‘dişi kuş yapar’ sözü toplumsal cinsiyet rollerinin kadın ve erkek üzerindeki belirleyiciliğini simgelemektedir. Esasında evin ‘anne’ demek olduğunu

3 Mevlana tarafından öne sürülen bu metafor insanın tıpkı bir pergel gibi bir ayağını hakikate sabitleyip diğer ayağıyla yetmiş iki millete yelken açmayı temsil etmektedir. Kaplan bu metaforu; “ insanın pergelin sabit ayağıyla kendi medeniyet iddalarına basması, bu sabit ayaktan beslenerek pergelin hareketli ayağıyla bütün medeniyetlere, kültürlere ve dünyalara açılmasını mümkün kılması şeklinde tanımlamaktadır.” (Kaplan, 2016).

(27)

söyleyen Alver’e göre mutlak anlamda ev, anne ile anlamlı bir bütün olmaktadır. Onun rahim sahibi oluşu doğal ve zorunlu bir şekilde ev sahibi olmasını gerektirmektedir. Ev kadın ile kurulmakta, mamur olmakta, bereketlenmektedir. Baba/erkek evin direği, anne/kadın ise evin ruhu, nefesi havası olmaktadır (Alver, 2018: 60). Sözen ise anneliği mahremiyet, sadakat, evcillikle özdeşleştirirken kadınlığı drama, eğlence programları, reklam, aşk ve skandallarda olan gücüyle tüketilen kitle kültürünün göstergesi olarak tanımlamaktadır. Bu da anneliği katlanılan, sabredilen ve tahammül edilen bir görünüme bürümektedir (Sözen, 1999:104). Dolayısıyla Alver’in değersel bir boyut kazandırdığı annelik burada zoraki, sabır ve tahammül gerektiren bir görünüme sahiptir. Yanı sıra annelik genellikle ev kadınlığını temsil ederken kadınlık çalışma hayatını temsil etmektedir. Medyatik kültür kadını sosyal hareketliliğin içinde bir yerlerde duran aktif özne olarak tanımlarken anneliği sosyal hareketliliğin dışında tutmaktadır (Sözen, 1999: 105). Diğer yandan toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında gelir getiren bir etkinliğe dayalı yaşam öyküsü erkek için doğal karşılanırken kadınlar için aynı durum söz konusu değildir. Buna karşın hem annelik yapıp hem de çalışan kadınların sayısı giderek artmaktadır. BeckRisk Toplumu’nda kamuoyu araştırmalarının gelecek kadın kuşağı için meslek ve annelik birlikteliğinin doğal bir yaşam tasarımı olduğunu söylemektedir. Bu tasarım için sergilediği tutum; eğer ailede kadın ve erkeğin bir arada gelir getiren etkinliğe eğilimine yönelik artış devam ederse, bugün ve yarının iki tekil yaşamın öyküsünü çekirdek aile kalıbının izleyeceği yönündedir (Beck, 2014: 181).Bu tutum elbetteki Beck’in kendi toplumundan çıkardığı bir değerlendirmedir. Fakat benzeri bir durumdan hareketle Sözen’in tutumuna ulaşmak mümkündür. Bu tutum, neticede var gibi görünen aldatıcı hareketliliğin durağan annelik statüsünü olumsuz bir biçimde etkilediği yönündeki tutumdur (Sözen, 1999:105).

Cinsiyet rollerinin dönüşümünün kadınlara yönelik beklentileri üzerindeki etkisi değinilmesi gereken hususlardan biridir. Beklentilerin bir araya gelerek ortaya çıkardığı güçlü kadın tipleştirmesi genellikle ekonomik, siyasi katılım ve eğitim bağlamında değerlendirilen, 1980’lerin ortalarında üçüncü dünya ülkelerinin feministleri aracılığıyla dolaşıma sokulan ‘kadının güçlendirilmesi’ ifadesi mevcut

(28)

sistemin işine geldiği gibi ele alınarak zamanla maksadından uzaklaşmıştır. Her koşulda ve şartta güçlü durması gereken kadını vurgulayan mevcut sistem nihayetinde ne istediğini bilmeyen, ev kadınlığı hayalini kurarken bir yandan da ev kadını olmaktan kaçınan iki aradalığın ortasında kalan bir kadın tipleştirmesini doğurmuştur (Kızılkan, 2018). Bir yandan istihdamdan nasiplenirken diğer yandan günlük yaşamdaki sorumluluklarını yerine getirmek zorunda olan bu kadını Beck’in tutumundan ilham alarak açıklamak mümkündür. Bu minvalde istihdamdan nasiplenebilmenin yolu öncelikle eğitimden nasibini alarak kişinin kendini bir birey olarak kurgulayacak, plan yapabilecek, anlayacak, tasarlayacak, başını soktuğu beladan kendi kendini kurtarmasını bilecek kıvama gelmesini sağlayacak boyuta ulaşmasıdır. Dolayısıyla hakkında tercihte bulunulamayacak, belirli verilmişlikler altında dayatılmış kararlar bireyi ikilemlere sürüklemektedir (Beck, 2014: 164-191).

Söylenilenlerin gerçeklik payı ve haklılık gerekçelerini reddetmek bu tezin görevi değildir. Fakat kadın ve erkeğin gündelik yaşantıdaki rol ve sorumluluklarını tek boyutta açıklamak, tek boyutlu bir anlam evreni kurmak da olanaksızdır.Elbetteki toplumların toplumsallaşma süreçleri bire bir örtüşmemektedir. Toplumdaki değerler, yaşam tarzları, gelenek ve dini inanış gibi formlar tipleştirmeleri var eden rollerin içinin doldurulmasında önemli bir etkendir. Diğer yandan tipolojinin değişkenlerinin belirlenmesinde, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rollerinin içselleştirilmiş sorumluluklarına bir başkaldırı olarak değerlendirilen feminizm önem kazanmaktadır. Bu yüzden “eşitlik” talebine paralel olarak gelişme gösteren feminist zihniyet üzerinde durmakta fayda görülmektedir.

1.1.2.2. Bir Feminizm Tespiti: Kadının Fendi Erkeği Yendi Toplumsal cinsiyetin kadın kimliği üzerindeki tesirini anlama gayreti feminist teorinin gerekliliğini zorunlu kılar. Cinsiyetin psikososyal dışavurumu olan toplumsal cinsiyet rollerinin geleneksel bir takım görev ve sorumlulukları bireye aktarımı bir takım hadiselerin yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Tam da bu noktada yaşama fırsatı elde eden feminizm bazı gerekçeleri önüne katmak koşuluyla toplumsal dünyaya neşet etmiştir.

(29)

Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nde ifade edilen, her bireyin doğuştan gelen haklara sahip olduğu önermesine göre her insan Yaratıcı tarafından vazgeçilmez haklara sahip olarak doğmuştur. Bu da her iki cinsinin de eşit yaratıldığını göstermektedir (Donovan, 1997: 17-18). Dolayısıyla eşitlikçi bakış açısıyla tanımlanan feminizm genel anlamda kadın hakları savunuculuğu anlamına gelmektedir. Erkek egemen ilişki ve düzenlemelere karşı kadın haklarını savunan yaklaşımda maksat, cinsiyet ayrımına karşı çıkarak erkeğe tanınan hak ve yetkinin kadın için de geçerli olması talebidir (Demir, Acar, 2005: 149). Eşitlik temelli bakış açısının ortaya koyduğu amaç kendini öteki üzerinden tanımlamaktır (Çayır, 2013: 46). Aynı durum eşitlik ilkesinin doğasında barındırdığı masumiyeti ifşa etmektedir. Gasset’in kendini yitirmiş, kendi iç dünyasında dahi kaybolmuş ve bu yitiş karşısında kendini bulma telaşına koyulmuş insan (Gasset, 2017: 51) olarak ifade ettiği insanlardan birisi de bu bağlamda eşitlikçilik iddiasının seline kapılan ve kendisine yapılanların hesabını bu iddia ile elde edeceğini düşünenlerin oluşturduğu insanlardır.

Olduğu gibi yerinde kalarak kendini yeniden oluşturamayacağı gibi bütünlük bilincini yeniden kuramayan bireyler, istediklerini elde edebilmek için öncelikle toplumsal bağ ve siyasal kurum oluşturucusu olarak, kısacası özne olarak kendilerini kabul etmelidir (Touraine,2000a: 85). Bu izlekte, feminist teorinin ortaya çıkmasının sebeplerinden birisi eşitlikçilik ideali ile hakettiği benliğe ulaşacağını ümit eden kadınların mücadelesi olarak düşünülmelidir. Ancak bu ideale ulaştığında bir özne olarak anlam ve değişiminin farkına varan kadın, mutlak surette “kendi ayakları üzerinden durmak” istemektedir. Söylemi problem haline getiren hadise, kadın ve erkeğin birbirine karşı duruşudur. Bu bağlamda kadın ve erkek arasında kurulan karşıtlık, ikisi arasındaki “ayakları yere basmayı” birbirine karşı tehdit haline getirmektedir (Tekin, 2014: 267). Benlik mücadelesi ile bir arada zikredilen “ayakları yere basmak” söylemi, kadının erkeğin karşısındaki duruşunun yanında, bir başka insan tekine karşı duruşunda da önem kazanmaktadır.

(30)

Uluslararası Kadın Kütüphanesi Sempozyum Tutanakları’nda konuşması bulunan Field, Fawcett Kütüphanesi’ni4 anlatırken kadınların kitaplara ve bilgiye ulaşma istekleri neticesinde kütüphane kurmak için kendilerine güven duyduklarını ve bunun için destek aldıklarını belirtmiştir. Field, J.J. Roussesou ve H.Spencer gibi düşünürlerin çok okuyan kadınların dünya hakkında çok şey keşfedecekleri için erkeklerin bu kadınlarla evlenmek istemediğini düşündüklerini ve insanlığın da bu tür düşüncelerle hemhal olarak büyüdüğünü ifade etmektedir (Field, 1991: 16). Bir özne olarak benliğinin farkına varma, “bir eyleyen olma isteğini” (Touraine, 2000a: 83) temsil etmektedir ki, aynı durum Fawcet Kütüphanesi’nin kurulma maksadını karşılamaktadır. Field aynı zamanda öznenin “özgürlük, kurtuluş ve yâdsıma olduğunu” (Touraine, 2000a: 84) Roussesou ve Spencer gibi aynı minvaldeki düşünürlerin yaklaşımını yadsımasıyla ifade etmektedir. Bu duruma örnek teşkil edebilecek cümlelerden biri, bu çağ içerisinde kadın beyni ile ilgili yapılan çalışmalarda kadınların bir şeyi öğrenmek için uzun saatler çalışması gerektiğidir. Bu bağlamda masa başında uzun süre kalması neticesinde kalça kemiklerinde deformasyon olacağı, bunun da çocuk doğururken zorluklara yol açacağı yönünde bilimsel çalışmalar bulunmaktadır (Field, 1991: 16). “Öznenin başkalarının onu duyacağından ümidini kesse dahi sesini duyurma isteği (Touraine, 2000a: 106), tehditleri umursamadan kendi özgürlüğü ve bireyselleşmesini sağlamak için elinden geleni yapması” (Touraine, 2000a: 107) düşünürlerin yaklaşımına bir nevi tepki olarak doğan kütüphanenin maksadını açıklamaktadır. Bu da feminist düşüncenin eylemsel düzleminin hangi minvalde geliştiğini göstermektedir.

Kadınlığın toplumsal bir sorun halini aldığı iddiası ile özneleşmek ve bireyselleşmek isteğinin doğurduğu feminist söylemin ortaya çıkışının altında anlaşılması güç olan kadın, hanım hanımcık kadın, asi kadın, itaatkâr kadın gibi tipleştirmelerin yoğunlukta olması yatmaktadır. Nitekim kadınlığı çeşitli oyunlar ve

4 İnternet ortamından elde edilen verilere göre kütüphane ilk olarak 1866’da kurulmuş ve 50 sene kadar İngiltere’de kadınlara oy hakkı tanınması için mücadele edenler arasında bulunan ve bunun öncü isimlerinden biri olan İngiliz feminist Millicent Fawcett yönetiminde faaliyet göstermiştir. 1926 yılında Fawcet’in özel arşivi ve komite üyelerinin bağışlarıyla resmen kurularak kadınların kendini gerçekleştirimini gösteren önemli bir gösteren olarak tarihe yazılmıştır.

(31)

hamleler üzerinden tasvir eden Kadınları Kullanma Klavuzu’nu5 yazan birilerinin olması doğru ya da yanlış mantıklı ya da mantıksız- anlamı ve muhtevası ne olursa olsun- feminist düşüncenin serdetmesini haklı bir kılığa bürümektedir. Kadınların karanlık ve yıkıcı güçleriyle, kargaşa çıkarıcılığıyla zikredilmesinin kökeninin Eski Mezopotamya’ya dayandığını söyleyen Berktay’a göre iktidar olarak güç sergileyen erkek, kadını baskı altında tutmanın yanı sıra kendisi olmayan olarak gördüğü herkesi kadınsılıkla özdeşleştirmiştir. Aynı dönemde erkek erki dışında gördükleri bazen köleler, bazen köylüler, bazen dış düşmanlar olmuştur. Ve dahi hepsinin ortak noktası daima kadınsılık olmuştur. Çünkü bu ötekiler erkeğin olmak istemediği, dışladığı kimliklerdir ve onun olmak istemediklerinin arketipini kadınlar oluşturmaktadır (Berktay, 1997: 92).

Adorno ise kocasına paltosunu giydiren kadının sorumluluk ve sınırlarını kolaylıkla benimsediğini söylemektedir. Ek olarak, ataerkil evlilikte kadının hoşgörülü düşünceliliği erkeğin kendine acıyışına ve yetersizliğine ilişkin yazıklanışla harmanlanmış düşünceliliktir. Üstelik erkeğin hoşgörüsünün altında yatan hoşgörüsüzlük zayıf erkeğin muhtaçlığının kadın tarafından kabul edilmesidir. Kadın ve erkek arasındaki bu diyalektik, cinslerin savaşı olarak neticelenmektedir. Savaş iki tarafın da haklılıktan sıyrıldığı bir savaş olup, gücünü para kazanmanın insani bir değermiş gibi sunulmasından alan kocanın maskesi artık düşmüştür (Adorno, 2004: 179-180). Erkeğin kadın üzerinde uyguladığı güç ve kuvvetten kurtuluşun anahtarı olan çalışma hayatı böylece kadın kimliğinin kendi içindeki ötekiliklerini kurumsallaştırabilmektedir. Çalışan kadın ve çalışan kadının ötekisi olan kadının mecrası da bu şekilde ev kadınının kim olduğu ve nerede durduğunun açıklanmasında önemli bir etken olabilmektedir.

Eve iyice kök salma ve erkek otoritesi altında yaşamanın anlamsızlığı üzerinde duran Donovan’a göre kadın kazanç getiren işlerden uzaklaştırılmakta;

5 Kadınları Kullanma Kılavuzu ilişki danışmanı olarak zikredilen İlhan Uçkan tarafından kaleme alınmıştır. Bunun dışında Doğru Erkeği Bulma, Aşk gibi konuları çeşitli adımlar üzerinden açıklamaktadır. Kitabın konu açısından özel bir yeri olmayıp, yalnızca örnek vermek maksadıyla isminden bahsedilmiştir.

(32)

teoloji, tıp ve hukuk gibi mesleklerden dışlanmaktadır. Dışlanmanın önüne geçmenin yolu üniversitelerin kapılarını onlara açmak, kadını düşkün bir yaşam sürmekten kurtarmak, öz saygısı ile birlikte özgüvenini de güçlendirmektir (Donovan,1997: 26). Aynı durum karşısında Beck de eğitim eşitliğinden yararlanan ve kendi konumlarına dair bilinçleri artan genç kadınların meslek ve aile hayatında daha fazla eşitlik ve ortaklık beklentisine girdiklerini söylemektedir. Eğitim ve hukukta şartların belirlenmesiyle beraber erkeklerin konumları daha eşitsiz hale gelerek meşruluktan uzaklaşmaktadır. Kadının eşitlik beklentisi ve eşitsizlik gerçeği arasındaki gerilim cinsiyetler arasında süregelecek olan uzun vadeli çatışmanın sinyallerini vermektedir (Beck,2014: 156-157). Eşitlik ve eşitsizliğin keşmekeşini sunan gerilimli arayışta Gasset’in felsefi düşüncesi konunun yol bulması hasebiyle önem arz etmektedir. Kadınlık ve erkeklik üzerinden yorumlama fırsatı elde edebileceğimiz bu görüşe göre kişinin buradalığından gözüne orada tıpkı kendisininki gibi bir beden görünmektedir. Bu görünümde bir bedenin diğerinden farkı yalnızca buraya uzaklığın taraflara sunduğu görünümdür. Beden hem orada hem burada olabilseydi, bedenini tıpkı ötekinin bedeni gibi görebilme fırsatı elde edebilirdi. Fakat ben’in bedeni ötekinin bedenine çok az benzemektedir (Gasset, 2017: 121-122). Dolayısıylaben sadece kendisi olarak var olabildiği için onun kendisi olmayanla arasında kurmak istediği eşitlik yalnızca söylemle sınırlı kalmaktadır.

Eşitliğin söylemle sınırlı kalması, feminist zihniyetin bireye vaadettiği eşitliğin yanlışlanabilirliğine olanak sunarak insan fenomenini kendisi olmayandan ayırmaktadır. İnsanın insanla kurduğu ilişkide insan -kadın ve kadın, kadın ve erkek, erkek ve erkek- kendisi olmayan öteki ile karşılaştığında dünyayı aynı pencereden okumadığını görecek, eşit şart, eşit dünya ve eşit duruş sergilemenin anlam ve olanaktan uzaklaştığının farkına varacaktır. Bu durumda bireyler, eşit bir hayat sergilemekten ziyade ben’in kendisi olmasına fırsat verildiği sıradan bir hayata sahip olma arzusu taşımaktadır.

Weeks’e göre insanlar olarak kurmayı arzu ettiğimiz hayat asli bir ortak paydadan ziyade herhangi bir hayattır. Bu yüzden de çağırılmakta olan şey tam anlamıyla eksiksiz bir hayattır. Eksiksiz bir hayattan umulan bireysel hayatın

(33)

ötesinde tekil bir hayat yaşamaktır. Teklik ve biriciklik başkalarıyla aynı olmayan hayatının mükâfatıdır (Weeks, 2014: 311). Fendini, teklik ve biricikliğini engellemek için her türlü zorbalığa başvuran ötekisine duyuracak kadar tek ve biriciktir. Özneleşme ve failleşmenin yolu böylece evvela statü elde etmek olacaktır. Dolayısıyla Weeks’in bahsettiği herhangi bir hayat, sevilme, değer ve kabul görme isteğine ulaşma arzusu ile ulaşılmak istenilen bir hayattır. Kadınlar fendini duyurabilmek, kendisine dayatıldığını düşündüğü cinsiyet rollerinden kurtulabilmek için insanların kendisine saygı duyduğuna dair işaret arayışına girmektedir.

Botton’a göre yüksek statü elde etmenin altında yatan temel itki sevgiye ulaşma isteğidir. Ayrıca onun adını duyurma, görüşlerini benimsetme, başarısızlıklarına hoşgörü ile bakılabilmesine yönelik ihtiyaçlarının karşılanması için statü önemlidir. Ve en önemlisi, statü sahibi olamamış bireyler toplumda sert muamele görecek, renkli kişilik ve yetenekli kimlikleri keşfedilmemiş bir hiçlikte kaybolacaktır (Botton, 2010: 15-16). Berktay benzer durumu, yaşayışın yanlışlıkları olarak tanımlamakta ve bu yanlışların ortaya koyulduğunu ifade etmektedir. Katiyen emin olunması gereken, hayatının iyi bir hayat olmadığına iman eden kadının ve kadınlığın böyle yaşamasının olanaksızlığıdır (Berktay, 1991: 136). Berktay kadınların büyük bir çoğunluğunun cinsiyetçi kalıpları kolaylıkla içselleştirdiğini ve yeniden ürettiğini düşünmektedir. Bu da fedakar eş ve anne oluşuyla yüceltilen kadınların kendisinin ötekiler gibi olmadığını düşünmesini sağlayarak durumun erkek iktidarı tarafından benimsenmesini kolaylaştırmaktadır. Ek olarak aynı kadınlar bir mücadelenin kazanılması için gerekli olan dayanışmayı bozmaktadır (Berktay. 1997: 96). Bu kadınların klişelerin kölesi olmayı kabullenen, kendini erkek bakışından kurtaramayan statü sahibi olmayan kadınlar olduğunu düşünecek olursak; bu kadınlar özneleşme olanaklarından da men edilecektir. Bu şekilde açıkça görünürlük sergileyen eyleyiş kendini çalışan kadın statüsünde görmenin gerekliliğiyle yaşayan kadının düşünce özgürlüğünün önüne ket vurulduğu gerçeğidir.

Nihai bağlamda kişiler üzerine sirayet eden bu bağlayıcılıklardan aile de payına düşeni almaktadır. Beck’e göre bu ailedeki kadınlar kaderleri halini alan rollerinin

Referanslar

Benzer Belgeler

Farklı sistemler için yapılan hesaplamalarda uluslar arası standartlar( IEC, VDE vb. ) göz önünde tutularak kısa devre hesabı yapan DIgSILENT programı kullanılmış,

Koşarım bozkırında gem bilmiyen bu tayla, Hislerim sürü sürü benim bağrım da yayla, Ana gibi yâr gibi kaynaştım Ankara’yla, Alnım gökten yukarı

Bu çalışmada, adli toksikolo- ji ve farmakoloji çalışmalarında kullanılan antemortem ve post- mortem biyolojik örnekler, bu örneklerin uygun yöntemlerle

2-Mondros’tan sonra başlayan işgallere karşı oluşturulan birliklere ……… denir. 3-Basın yayın yoluyla milli mücadelenin haklılığını duyurmaya

erfahren wir nur, daß er zwar unmittelbar nach Kriegsende eine ungerechte Verbannung in ein russisches Arbeitslager auf einer Antifaschismus – Schule zu verwinden gelernt hatte

He was appointed as Assistant Professor from 1982 to1987, at Institute for Medical Electronics, Graduate School of Medicine, University of Tokyo.. During this period, he

Yapılan bu araştırmaya göre evimizde kullandığımız çamaşır kurutma makineleri, elektrikli fırınlar ve şofbenler karbon kirliliğinin ilk üç sırasını paylaşırken

Modern üretim teknikleri açısından enerji, neredeyse emek ve sermaye gibi faktörlerle aynı düzeyde önem arzetmektedir. Emek gücü ile belirli bir düzeye kadar