• Sonuç bulunamadı

Sanat eserini daha iyi ya da kötü, iyi kötü, mükemmel ya da korkunç olarak değerlendiririz. Bir sanat eserini değerlendirmeye değer kılan şeyler bizim için önemlidir. Bir sanat eserini övdüğümüzde, estetik değerlendirme olan bir şey söylediğimizde bu övgünün içerdiği şey nedir? Bu soru “değer” teorisinin diğer alanları ile paraleldir (Prinz, 2011:71). Estetik değeri, ahlaki, manevi, sosyal, politik, pratik değerler gibi diğer değerlerden net bir şekilde ayıramayız.

Estetik değerde ilk olarak, sanat eseri bütün olarak değerlendirilir. Eserin içinde bulunduğu toplumsal şartlar, insanların eğilimleri ve kültürel değerleri, eseri oluşturan sanatsal elemanlar arasındaki uyum, eserin verdiği mesaj ve onu izleyene karşı hissettirdiği duygu ve değerlendirmedeki objektif gereklilik bu bütünlüğün parçalarıdır. Değer biçme, eserle bu parçaları bütünleştirme sürecinde ortaya çıkan duygulanımdır.

Estetik değerlendirmede algısal kapasitenin, etkisel-tepkisel algının büyük oranda etkililiğinin altını çizmek gerekir. Değer verme, daha çok tanımlama, ayrımsama ile bilgi ilişkisini ortaya çıkaran bir prensiptir. Bir çalışmanın estetik özelliği sadece doğrudan estetik olmayanı anlama ile ortaya çıkmaz; aynı zamanda bu çalışma ile ilişkili olan diğer etmenlerin etkisi ile anlaşılabilir (Kieran, 2011:33). Kültür, din, gelenekler, sosyal çevre, psikolojik algı, eğilimler, alışkanlıklar, bilgi birikimi, deneyim gibi etmenler aslında bizi ve yaklaşımlarımızı şekillendiren, geçmişten izler taşıyan kararlarımızı ortaya çıkaran ve sonunda dışarıdaki nesne üzerine yapışan bir yargı durumunda toplanırlar.

Değer, yaygın olarak estetik ile ilişkilendirilebilir ve aslında değer estetikte başlar. Aynı zamanda bunda estetik algının bedensel bir aktivite olması ve karmaşık

ancak kültürel bir yapıda olması da dikkat çekicidir. Kültürel değerin parçası olan ahlaki değer olay karşısında “iyi” durumuna değer biçmektir. Ahlaki olarak iyi bir olay demek için bu olay doğrultusunda bir duygunun, hissiyatın ortaya çıkması gereklidir. Hume, bir suçlama ya da beğeni cümlesi kurmadan önce durumun tüm koşullarının önümüzde olması gerektiğini ifade eder. Eğer önemli bir koşul henüz bilinmiyorsa ya da şüpheliyse soruşturmamızı ve zihinsel yetilerimizi öncelikle bundan emin olmak için kullanmalı ve tüm ahlaki karar ve duygularımızı bir süreliğine askıya almalıyız. Bir adamın saldırgan olup olmadığını bilmiyorsak onu öldüren kişinin suçlu mu masum mu olduğuna nasıl karar verebiliriz? Anlığın tetkiklerinde bilinen koşul ve ilişkilerden yeni ve bilinmeyenleri çıkarırız. Ahlaki kararlarda ise, tüm koşul ve ilişkilerin önceden bilinmesi gerekir, böylece zihin bütünü değerlendirerek sevgi ya da nefretin, saygı ya da küçümsemenin ve beğeni ya da suçlamanın yeni izlenimlerini hisseder (Öymen, 2010:339). Burada duygunun önemli olması gibi estetik değerde de duyguyu açıklamak gerekir. Biz bir çalışmayı değerlendirdiğimizde değerlendirme duygusal bir tepkiden meydana gelmektedir. Duyusal tepki bir esere güzel bulduğunu farklı dışavurumlarla dile getirmek, başka bir âleme geçmek ve orada yok olmayı hissetmektir. Objeyi böyle bir övgüyle sıfatlayan hazzın, güzeli yüceye eşdeğer tutması sanatı metafiziğe taşımaktadır. Oysa Kant’a (2010:9) göre yüce, güzelden daha ulu ve erişilmez bir şeyi temsil etmelidir. Farklı dönemlerde sanat eseri kabuk değiştirdikçe yücelik, faydalılık şartları bir objenin güzel olarak kabul edilmesinde etken ya da değişken olabilmektedir.

Günümüz postmodern sanatta maddeyi yeniden şekillendirme ya da maddeye anlam yüklemede yansıtmacı ve dışavurumcu kimliği göz önünde bulundurularak fayda ve iyi kavramlarının kendi içinde değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Eski dönemlerde güzelin iyi ile eşdeğer tutulması, hislerde var olması gereken iyilikten ve bundan doğacak olan güzellikten bahseder. Günümüzde iyi düzenlenmiş objelerin güzel de olabileceği ve güzel olarak değerlendirmenin iyi’den daha genel bir ifade olduğu vurgulanmaktadır. Yine günümüz çağdaş sanatta maddelerle yeniden düzenlenerek sunulan ve bir mana yüklenerek bir misyon sunan sanat eserleri, toplumsal hizmette bulundukları için ve dışavurumun tepkisel örneğini temsil ettikleri için onlara “faydacı eser güzeldir” değeri yüklenebilmektedir. Eroğlu

(2011:257) bu durumla ilgili, “Sanat eserinin kullanışlı olması toplumun faydası anlamındadır. Çünkü bir eser güzelliği yanında hem bireye hem de topluma kullanım kolaylığı da sağlayabilir.” demektedir. Eserdeki çirkinlik yine güzelliğinde olduğu gibi içeriğinde gizlidir. Sanat eserini güzel olarak değerlendirmek için illa ki güzel bir manzara ya da figür, renkli, çiçekli ve mutluluk konulu eserler olması gerekmemektedir. Günümüzde yaşanan onca savaş, hastalık, açlık yani insanlık adına çok da hoş olmayan şeyler yaşanmaktadır. Bunları yansıtmak için sunulan eser, gerçekliği ve orada yaşanan kötülüğü tüm hissiyatıyla bize sunduğu kadarıyla güzel olarak değerlendirilir. Her toplumun kendi tarihinde yaşanan kötü olayları anlatan eserler de o dönemi bize sunduğu için üzücü de olsa güzel ve değerlidir. Bu durum bize ne kadar iyi yansıtılırsa onu ruhumuzda hissetmek, etkilenmek belki o anı yeniden yaşamak o eseri güzel ve değerli kılacaktır.

Duyusal deneyim dediğimiz şey tarafsız değerde olan bir olaydır. Duyumlar, kuralcı ve hissiyata dayalı deneyimlerdir. Deneyim, deneyimi sağlayan içerik ve onun çevre ile ilişkisi sonucunda “değer” ortaya çıkmaktadır. Uyarıcı duygular, dış yapılar tarafından alışılmış durumlar altında oluşan kendi içinde var olan deneyimlerden ortaya çıkmıştır. Kültürel özellikler aslında duyusal olaylarla bütünleşir fakat bu duyuları fiziksel duyulara bağlamamak ya da bu durumu fiziksel olaylara atfetmemek yanlıştır. Görsel ve işitsel algıların doğal olarak diğer duyusal yaklaşımlara göre daha mükemmel olduğu anlayışı Batı’da yaygındır. Böylece görsel ve işitsel algı diğer algılama yollarına göre daha üstündür. Ancak bu deneyimi ve beğeniyi standartlaştıran ve değeri kriter haline sokan kültürel ya da ahlaksal değerler olabilir. Sanatın üzerindeki ahlaki baskı, gelenekselliğin gizli bir örneği gibi görülebilir. Genelleme yapmak farklı yollarla oluşan estetik deneyimin sınırlarını etkiler. Fakat yetenekler, herhangi bir estetiği ve bizim estetiği tanılamamıza yardımcı olan değerin kaynağını tartıştığımızda deneyimin asıl kaynak olduğunu açıklar (Berleant, 2010:41).

Düşünürlere göre değer, her zaman insan yaşantısıyla ilintilidir ancak estetik değerin kendisi öznel değil nesneldir. Bir eserin estetik değerinin olması onun insanda estetik yaşantı uyandırması demektir. Estetik değer eserde bağımsız olarak

vardır ancak bu değer insan yaşantısıyla ilişkiye geçerek gerçekleşir. Bu gerçekleşme insanların eseri okuması yoluyla estetik yaşantı oluşturmaktadır (Moran, 2009:173; Aktaran: Yıldız, 2013:23).

Sanat ve ahlakı bir bütün olarak gören Ziss (2009:54), etik hiçbir zaman estetiğin basit bir beklentisi olarak karşımıza çıkmaz, sanatın özünde yalnızca varlığın içinde bulunan ve bilinçten olandır, onun insani özünden kaynaklanmaktadır, demektedir. Sanattaki estetiğin toplumsal bir içeriğe sahip olmasından dolayı ahlak kuralları sınırları içerisine dahil olarak ilerlemesi gerektiğini savunur ve bir film, bir müzik ya da bir resmin sanatsal içeriğinin toplumsal değerlere cevap verebildiği ve insanlar için bir mesaj ya da yarar sağlayabildiği kadar estetik değerinin olabileceği düşüncesindedir. Gerçeğin çarpıtılması, hakikatin değiştirilip bozulmasından uzak olan sanatın yüksek bir ahlak duygusunun estetik somutlaşması olarak nitelendirmektedir.

Eğlendiren ya da bir görüşe meydan okuyan, cinsel ahlak, din ve ırkçılık hakkındaki sosyal değerleri veya insan haklarına karşı politik görüşleri destekleyebilen sanatı anlamak için estetik deneyim ve estetik değer arasındaki farkı iyi algılamak gereklidir. Geleneksel olgular, adetler genellikle sanatsal eleştirilere şiddetle kapalıdır. Dahası din kendine karşı çıkanların anlayışsızlığına karşı kalkan geliştirmiştir. Algısal deneyim doğrudan ve dolaysızdır. Pek çok değer, geleneksel anlamda yaratılışta var olan ve sonradan kazanılan değer arasındaki yaygın farkı nesnelerin kendine faydalı ve yeterli olana ilgi göstermek şeklinde belirlenmiştir (Berleant, 2010:43). Değer, algılama seçiciliği ve bu seçiciliğin yaratılışın bize verdiği anlayış ve bu anlayışın üzerine sonradan sosyal alanlarda birikenler ile ilgili bir örüntünün kendisidir. Öncesinde var olan dinin bize kazandırdığı ve deneyimi sorgulanamayan davranışlar, nesne veya olguların yararlı ve aydınlatıcı olması bakımından değerlidir. Dini deneyim dolaysız ve hemen süre gelen bir şeydir. Dinsel içerikli somut veya soyut olguların değeri, bunların mutlak algılamasını beraberinde getirir.

Estetik değeri eserin yarattığı tepkinin niteliğiyle bir tutan Bolla (2012: 27), bir sanat yapıtındaki “sanat”ı, nesnenin estetik açıdan anlaşılabilen özgül unsurunu,

yalnızca ona verdiğimiz tepki sayesinde anlayabiliriz, demektedir. Eğer belli bir nesne “güçlü” ya da “derin” diye tanımlanabilecek bir tepki uyandırıyorsa, nesnenin kendisi ne kadar basit, sade ya da kabaca işlenmiş olursa olsun, yüksek bir estetik değer taşıdığı ileri sürülür. Ancak tepkinin ne kadar güçlü olduğunu belirleyebilmek için kişinin, o tepkiyi kendisine olduğu kadar başkalarına da açık bir dille ifade edebiliyor olması gerekir (Bolla, 2012: 28). Santayana’ya (1955) göre, güzel olabilen şey, objenin özünde yüceltilebilen, artandır. Dewey de buna benzer görüşüyle “Değer maddede değil, anlamda yatar; şeylerin yaklaştığı idealde, dışa vurdukları enerjide değil.” demektedir (Eroğlu, 2011:250).

Değeri anlamdan doğurmak, şey ile köprü kurmanın ve sonunda bir şey ummadan bu köprüde yürümeyi hazla kabullenmektir. Bu durumda yola çıkmadan değişim yaşatacak bazı etkileri göz ardı etmek gerekebilir. Diğer eleştirilere sıklıkla dikkat yoğunlaştırmak ya da fikirlerine güvendiğimiz bir arkadaşın yargılamalarına kulak vermek o obje üzerinde deneyim ve yargının yön değiştirmesine neden olabilir. Eğer biri bir çalışmanın, maddi değeri çok olduğu için, özel bir zamana ait olduğu için, bir sınıf ya da gruba ait olduğu için estetik olarak iyi olduğunu söylüyorsa yanlıştır. Estetik değerlendirmede mali değer, tarihi zamana odaklı ya da sosyal grup tercihli değerlendirme ölçütleri bizi yanılgıya düşürür. Bu ifade bir eserin niçin değerli olduğunu araştırmada temel nedenlerle ilişkileri araştırırken bu durumları da yok saymak demek değildir. Bu durumlar değerlendirmede ancak katkı sağlayan faktörler olarak nitelendirilebilir.