• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.4. ESERİN METODU

Delâletü’l-Hâirîn’in yazılış tarzı, okuyucuya ulaşma yöntemi ve konuları ele alıp

işleyiş biçimi, dikkat çekici bir tarzdadır. Eserin giriş bölümünde İbn Meymun, Delâlet’in temel gayesine ve yazılış hedeflerine uygun bir üslupla, eserin okunup öğretilmesi sırasında gözetilmesi gereken unsurları ve eserde ele alınan konulara benzer meselelerle uğraşan müelliflerdeki olası tutarsızlıkların olağan sebeplerine ışık tuttuğu metodolojik yaklaşımını izah etmektedir.

İbn Meymun, burada öncelikle -Delâlet’in bertaraf etmek istediği- bilim ile din arasındaki ihtilafın kökünü araştırmak istemiştir. Ona göre bu noktada beliren olumsuzluklar, çoğu kez kutsal yazılardaki antropomorfizmin yanlış yorumlanması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Buradaki temel güçlük, peygamberlerin İlahi Varlık hakkında konuşurken kullandıkları kelimelerin kapalılığından kaynaklanmaktadır. Yine bu tür kapalı ifadelerin, iki farklı anlama veya aynı anlama gelecek şekilde Tanrı’ya ve diğer eşyaya uygulanıp uygulanmayacağı problemini çözmek istemiştir. Eğer iki anlama gelen bir ifade ise, bunların ortak lafızlar (müşterek) olup olmadığını, anlamları aynı olmakla birlikte derece bakımından farklılıklar ifade eden lafızlar (müşekkek) olup olmadığını veya onların müstear olup olmadığını ayırt etmek, eseri kaleme alan müellifin işidir.303

300 Friedlander, xxxvıı

301 Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Jacob I. Dienstag, “Poems on the Guide for the Perplexed”,

Occident and Orient: A Tribute to the Memory of Alexander Scheiber, ed. Robert Dan, Budapest-

Leiden 1988, 101-102 302 Friedlander, xxxvıı 303 Guide, I, 2-9

Delâlet’in temel prensibi, aklın kutsal metinlere ve dine uygulanması olduğu için,

İbn Meymun’un, Aziz Thomas Aquinas’ın Summa Theologiae’sinde yaptığından daha fazla empirik ve objektif hakikate yaklaştığı söylenebilir. Çünkü hem Midraş* sistematiğine katkı sağlayan İbn Meymun hem de skolastik düşünceyi sistematikleştiren Aquinas, varsayım halindeki hakikat için rasyonel metodu kullanmışlardır. Aquinas’a göre Katolik Kilisesi’nin Augustinci teolojisinin evrensel açıdan doğru olması bir varsayımdı ve “akıl”, temel inanç esaslarının geçerliliğinin ispatlanması için gerekli olan diyalektik metotta kullanılmaktaydı. Ancak bu akıl yürütme yöntemindeki başlıca önermeler sorgulanabilmekte veya batıl oldukları ortaya çıkmaktadır. Zaman zaman zararlı ve absürd olarak suçlansa da İbn Meymun’un metodu, Kutsal Kitap’ı hakikat kabul eden ve aklı, kutsal metinleri -olduğu gibi korumak üzere- alegorik yorumlama formu olarak gören bir yaklaşımdır. Böylece o, hemen tüm kutsal metinleri, gizemleri ortaya çıkarılmayı bekleyen gizemli yazılar olarak görmektedir.304

Delâlet, konuları anlatma ve anlaşılmasını sağlama metodu açısından da ilgi

çekicidir. Dil felsefesiyle uğraşanlara göre İbn Meymun, Delâlet’i işlerken insanın anlama melekesinin sınırlarını zorlayarak, Tanrı’nın mutlak aşkınlığının altını çizmektedir. Buna felsefe diliyle “apofatik bilgi”* denmektedir. Bu, farklı bilgi sınıfı rasyonellikten farklı bir yaklaşımdır. Bu metoda, aynı zamanda “negatif sıfatlar diyalektiği” de denir.305

İbn Meymun teolojisinde bu diyalektik metodun üç çehresi bulunmaktadır: Birincisi, Tanrı’ya olumlu sıfat atfetmeyi engelleyen linguistik yöntem,306 ikincisi epistemolojik açıdan insan aklının sınırlı oluşuna ve buna bağlı olarak beşer anlayışını aşan

* İbranice “daraş” kökünden ”araştırmak”, incelemek” anlamına gelen terim, Biblik literatürde anlaşılması güç kısımların bilgeler tarafından yapılan Talmudik yorumlarını ifade etmektedir. Yasayı açıklayanlar “Midraş Halaha”, öykü ve şahıslar hakkındaki derlemeler de “Midraş Hagada” olarak isimlendirilmiştir.

304 Bratton, 86-87

* Beşer lisanının ve Tanrı’yı nitelemekte kullanılan sıfatların, Tanrı’yı tanımlamada yetersiz kaldığını vurgulayarak Negatif yöntem ile Teoloji yapmaya verilen ad.

305 Jose Faur, “The Character of Apophatic Knowledge in Maimonides’ Guide”, Theodicy (Jewish

Studies-18), ed. Dan Cohn, USA 1997, 65-69

konuların varlığını kabullenmesi307 ve son olarak ontolojik açıdan pozitif sıfatların mutlak monoteizm öğretisiyle çelişen taraflarının olmasıdır. Aslında Kutsal Kitap’ın Tanrı ile yarattıkları arasında hiçbir ontolojik ilişkiye imkan vermeyecek şekilde yaratılış öğretisini konumlandırması yüzünden, Tanrı’nın Zatına ait bütün sıfatlar (varlığını, ebedî oluşunu ve mutlak bilgisini içeren sıfatları dahil), İbn Meymun tarafından selbî (negatif) sıfatlar olarak şöyle yorumlanmaktadır: “O’nunla mahlukatı arasında hiçbir bakımdan benzerlik yoktur. O’nun varlığı, yaratılanların varlığı gibi değildir. O’nun hayatı, yaşayan diğer canlıların hayatına benzemez. O’nun bilgisi bilenlerin bilgisine benzemez”.308

İbn Meymun, bu eseri okumak ve üzerinde çalışma yapmak isteyenlere bazı uyarılarda bulunmaktadır. Öncelikle okuyucunun eseri okurken aceleyle eleştiriye başlamamasını istemiştir. Okuyucu, bu eserin her bir kelimesinin ve cümlesinin yazılmadan önce tam bir dikkatle düşünüldüğünü hatırdan çıkarmamalıdır. Ancak İbn Meymun, okuyucunun kendisiyle hemfikir olmasını beklemediğini, eğer bir uyuşmazlık olduğunu hissederse, okuyucunun o bölümü görmezden gelmesini tavsiye etmiştir. Bu gibi uyuşmazlıklar, çoğunlukla okuyucunun yanlış anlamasından ileri gelmektedir ve bu durum, mistik bir tarzda eser kaleme alan her müellifin okuyucusuyla yaşayabileceği kaçınılmaz kaderdir. Bu özel stili yakalamak için eserin yazarı olarak kendisi, Mişna’da belirttiği gibi “bu gibi metafizik konuların herkese açıkça öğretilmemesi”309 kuralını, okuyucunun lehine olarak zaman zaman ihlal ettiğini belirtmiştir. Bu kuralı çiğnerken diğer iki önemli Mişna kuralına dayanmıştır: “Şimdi Rabbin şerefine bir şeyler yapmanın zamanıdır”310 ve “sizin bütün amellerinize saf niyetleriniz rehberlik etsin”.311 Aslında bu cümleleriyle İbn Meymun, eserinin metodolojik çerçevesini berraklaştırmak yerine onu daha gizemli bir atmosfere sokmaktadır. Belki de o, okuyucunun eseri yorumlamaktan ve kendi görüşlerini müellif adına içeriğe dahil etmekten kaçınmasını istemiştir. Yine, zikrettiği görüşlerin bâtıl kabul edilmesine meydan vermemeye gayret eder görünmektedir.

307 Guide, I, 51 308 Guide, I, 35, 54 309 Hagigah, II,1 310 Berakot, IX, 5

İbn Meymun bu eseriyle, kutsal metinlerin ahlakî açıdan ve amel açısından rehberlik yapmasını, düşünceye dayalı öğretiler konusunda da kaynaklık etmesinin daha doğru yöntem olacağını izhar etmektedir. Buna ilave olarak İbn Meymun, kendi teorilerinin mutlak doğru olduğunu kabul ettirir bir yöntem izlemektedir. Onun kutsal kitaptaki ezoterik metinleri yorumlaması, genel olarak doğru ve onaylanabilir kabul edilmiştir. Ondan farklı düşünenleri, mesela kelamcıları veya felsefî düşünmeyen rabbileri, görüşleri savunulamaz ve hatalı görmektedir. Bu bağlamda Saadiya ve Bahya gibi Yahudi filozoflar, onun gözünde daha az değerlidir. Hatta bu filozoflar kendi yanlışlıklarının farkındadırlar.312

Kendine çok güvenen bir kişi olarak İbn Meymun’un, muhaliflerine adil ve tarafsız bir yargılamada bulunmasını beklememiz pek doğru olmayacaktır. Delâlet’in ilk kitabının başlarından itibaren bu tarz kendisini hissettirmektedir. İbn Meymun, girişte edebi eserlerde bulunan dile bağlı tezatları ele almış onları yedi temel kısma ayırmıştır. İlk dört grup, zahirdeki tezatlıklardır. Diğer üç grupta ise, gerçek tezatlar yer almaktadır ki bunlar dikkatsizliğe ya da kusurlara bağlı olan veya bir takım amaçlara hizmet eden tezatlardır. Bu bağlamda Tanah’taki ve Talmud’daki tezatlar, zahiri olanlara; sonraki dinî yazılarda bulunanlar ise yazarların dikkatinden kaçan gerçek tezatlara örnek teşkil etmektedir.

Sonuç olarak İbn Meymun, bu eserinde ortaya çıkabilecek metodolojik çelişkileri, niyet ve planın sonucu olarak ortaya çıkan tezatlar olarak görmekte ve olası çelişkilerin iki sebebinden bahsetmektedir: “Anlaşılması zor veya belirsiz meseleleri ele alırken daha kolayından başlamakla öğretmenin kendini fazlaca basitleştirmesi” ve “konuyla ilgili bazı önemli bölümleri gizlemek veya açığa çıkarma ihtiyacından kaynaklanan zorluklar”.313 Bu bakımdan İbn Meymun için metodun saflığı, öncelikli konular arasındadır. Kutsal metinlerin bâtınî anlamları, ancak uygun bir metodun kullanımıyla ortaya çıkabileceğinden, harfî anlamların ötesinde derin bir anlama gücüne sahip olmayı gerektirmektedir. Buna bağlı olarak İbn Meymun, bilgi kaynakları olan akla ve duyu

312 Friedlander, “Analysis of the Guide for the Perplexed”, XLIII 313 Guide, I, 9-11

algılarına “vahy”i eklerken, kendisinden önceki klasik epistemolojiyi değiştiren bir bakışla dinî gelenek ve felsefî akıl yürütmenin uyuşmasını esas alan metodunu inşa etmiştir. Bu metodu ile, delillerle ispatlanmış inancın, çıplak imandan üstün olduğuna inanmıştır. Onun metodunu “rasyonalist bir tip olarak sadece imanı yücelten bir anlayış olarak görenler” de bulunmaktadır.314

İbn Meymun, keyfî varsayımlara dayanarak, şeriata göre geçerli olmaya çaba gösteren kelamcılardan çok daha az dedüktif metoda başvurduğunu göstermektedir. O, bu noktada eşyanın doğasına uyumlu önerilerle işe başlamıştır. Yine de modern bakış açısıyla ele alındığında onun yaklaşımı, ileri sürdüğü iddiaların nesnelliği için fazla etkili değildir.315 Aslında kutsal metinleri alegorik yorumlamak, ikinci ve üçüncü yüzyıllarda etkili olan İskenderiye ekolünün metodu idi. Bu ekolün metodu kelimenin tam anlamıyla literal bakıştan sonraki bir safhadır ve günümüzde görülen bazı yarı liberal teologlarınkine benzemektedir.316

Son olarak İbn Meymun, Delâlet’i “ayrılmış (mantura) bölümler” halinde tasarlayarak, okuyucunun istenen bilgiye kolayca ulaşmasını sağlamak niyetindedir. Bunu bir düzen veya silsile halinde değil, karma ama kendince bir kompozisyon içinde gerçekleştirmiştir.317 Delâlet’in konuları işleme metodu, kelimenin tam anlamıyla açıklayıcı bir tarzda olup diyalog üslubu içermez. İsrail Wilfinson’a göre Delâlet’in en önemli gramer özelliği Arapça’sındaki kapalılık ve zor anlaşılan bir belagat üslubuna sahip olmasıdır. Wilfinson, İbn Meymun’un kullandığı dil ile İslam Filozoflarının kullandığı akademik dilin aynı oluşuna dikkat çekmiştir.318 Ondan önceki filozoflardan Şlomo b. Gabirol (1020?-1057?) ve Yahuda ha-Levi (1075?- 1141), karşılıklı sohbet şeklinde felsefi eserlerini kaleme alırken, o farklı bir açıklama metodu benimsemiştir. Çünkü onun anlayışında öğretmenin ilk görevi, öğrenciye hitap edebilen bir iletişim geliştirmek ve

314 Twersky, 5617

315 Strauss, The Literary Character of the Guide of Perplexed”, 39 316 Bratton, 87-88

317 Guide (Introduction), 3 318 Wilfinson, 141

öğrenciyi/ okuyucuyu hayretle karışık hidayeti bulma sevinciyle baş başa bırakmaktır. Bu nedenle onun tekniği, öğrencinin/okuyucunun beşeri anlayış tecrübesinin mutlak öznel oluşuna vurgu yapmaktır. Çünkü onun görevi, otoriter ve objektif biçimde olmayan ancak haricî bir şekilde şaşkınlığa düşüren bir rehberlik yapmaktır. Sonuçta bu yöntemi okuyuş tarzı olarak içine sindirebilen bir öğrenci/okuyucu, Tanrı ile doğrudan bir ilişki kurabilecektir.319