• Sonuç bulunamadı

2.1.3. Empatinin Özellikleri

2.1.3.1. Duyuşsal/Duygusal (Affective) Eşleşme

Duygulanım (affection), tümü genellikle duygular ve bir dereceye kadar fizyolojik uyarılmalar içerdiği düşünülen çoklu zihinsel halleri kapsayan geniş bir kategoridir. Duygu ve ruh hali, duygulanımın paradigma halleridir. Duyuşsal hallerin mutlaka özel objelere dönük olması gerekmediği gibi bilişsel değerlendirmeler veya değer biçmeler içermeleri de gerekmez. Araştırmacıların çoğunun, empatinin duyuşsal bir komponenti olduğu konusunda aynı durumda olmalarına rağmen, sadece bu komponentin nasıl nitelendirileceği konusunda bazı çelişkiler vardır. Duyuşsal eşleşme, yalnızca bir gözlemleyenin duyuşsal halleri – dereceleri değişse bile – niteliksel açıdan hedefinkilerle tıpatıp aynıysa meydana gelebilir. Dolayısıyla, gözlemleyenin hedefle aynı türde duyguları (veya duygulanımı) deneyimlemesi gerekir. Bu koşul, empatinin duyuşsal komponentinin gerçekleşmesi için duyuşsal uyumun – yani, sadece niteliksel benzerlik veya tıpatıp aynı değerlerde olmanın – yeterli olduğunu savunan araştırmacıların önermelerinden daha katı bir koşuldur (Hoffmann, 2000, s.29; Preston ve De Waal, 2002, s.2). Diğer araştırmacılar ise, empatinin duyuşsal komponenti için daha esnek koşullar önermişlerdir ki buna bir hedefin tepkisel duygulanımları – yani gözlemleyenin hedefi algılamasından kaynaklanmasına rağmen, hedefin duygulanımlarının değerlikleriyle eşleşmeyen duygulanımlar – da dâhildir. Örneğin, hedef korku yaşıyorsa, ve gözlemleyen de bunun sonucunda ona acıyorsa, bu araştırmacılar, bu durumu başarılı bir

empati vakası olarak kabul edebilirler. Bazen verilen bir başka örnek de “empatik kızgınlık” olarak adlandırılır. Bu tür bir empati, kişinin, bir hedefe kötü davranıldığını gözlemlemesi ve buna karşılık olarak, hedefin kendisinin bir kızgınlık duymamasına rağmen, kızgınlık yaşamasıyla sonuçlanmasıdır (Davis, 1996, s.112).

Uyuşan ve tepkisel duygular empatik olarak nitelendirilmezler çünkü bunlar bir hedefte bulunan psikolojik halleri tam ve kesin şekilde yeterli olarak temsil etmezler. Uyuşan ve tepkisel duyguların ‘yeterince tam ve kesin’ olmadıklarını söylemek, bu tür duyguların hedefin yaşadığı türdeki duyguları yanlış temsil ettiğini söylemek anlamına gelir. İnsanların yaşadığı duyguların türleri hakkında belli bir miktar anlaşmazlık bulunsa da, yine de bilim insanları arasında en azından bazı duygu türlerinin kültürler arası boyutta mevcut olduğu konusunda gittikçe artan bir uzlaşma vardır. Bu duygu türleri, genel olarak ‘temel’ duygular olarak nitelendirilir ve korku, kızgınlık, üzüntü, neşe ve tiksinme duygularını içerirler. Duygu türlerinin listesi ne çıkarsa çıksın, bu duygu türlerinin en az şekilde onaylanması bile, bu türlerin temsil edilme şekillerinin doğru veya yanlış olabilmelerini gerektirir ve burada da temsili doğruluğun kriteri, tür özdeşliğidir (type-identity). Empatinin, bir hedefin duygularının temsilini içerdiği varsayımına göre, temsili doğruluk kriteri olarak tür özdeşliği, uyuşan ve tepkisel duyguların empatik deneyimler kategorisinin dışında tutulması için mantıki bir neden ortaya koyar zira uyuşan ve tepkisel duygular, tür özdeş değildirler (Coplan, 2011, s.6-7).

Özet olarak, gözlemleyenin, empatinin duyuşsal eşleşme türü sınıfında değerlendirilebilmesi için, hedefle aynı niteliksel duyuşsal halleri yaşaması gerekir. Bu eşleşmenin belirli bir şekilde meydana gelmesi gerekir yani karşıdakine yönelik bakış açısı alma yoluyla gerçekleşmelidir. Bunun anlamı, duyuşsal eşleşmenin sadece bir tesadüf ya da iki insanın aynı uyarıma benzer şekilde tepki vermelerinin sonucu olamayacağıdır. Ayrıca, duygusal sirayet (bulaşma) yoluyla da meydana gelemez.(Goldie, 1999, s.394; Goldman, 2006, s.29). Psikologlardan Hatfield, Cacioppo ve Rapson (1992) duygusal bulaşmayı şu şekilde tanımlarlar: ‘bir başka kişinin ifadelerini, ses tonlamalarını, duruşunu ve hareketlerini otomatik olarak taklit etmek ve onunla eşgüdümlü hareket etmek ve bunun sonucu olarak da duygusal anlamda birbirine yaklaşmak (Hatfield, Cacioppo ve Rapson,1992, s.153-154). Bir başka deyişle, duygu, bir kişiden diğerine aktarılır; sanki bir kişinin duygusu, başka birisine ‘bulaşmış’ gibidir. Max Scheler, bu süreci “duygusal enfeksiyon” olarak açıklar ve Lauren Wispé de aynı konuda: “duygusal bulaşma”nın, duyguların en başta nereden başladığının hiç bir şekilde farkında olmadan istem dışı yayılmaları içerdiğini belirtmiştir. (Wispe, 1990,

s.76). Duygusal bulaşma vakalarının çoğunda, duygunun aktarımı ‘göreceli olarak otomatik, istemeden meydana gelen, kontrol edilemeyen ve büyük ölçüde bilinen farkındalığın erişemediği bir süreçtir (Hatfield, Cacioppo ve Rapson 1994, s.476).

Stephen Davies (1980, 1994) duygusal bulaşma kavramını, eksiklerini gidermek üzere yeniler ve bir kişinin duygusal bulaşma sonucunda yaşadığı duygunun, hedef bireyin duygusunu almayı amaçlamadığını vurgular: ‘duygusal bulaşma, A’nın hissettiği ve gösterdiği bir duygulanıma karşılık gelen bir duygulanımdan dolayı, A tarafından B’de oluşturulan bir uyarılmayı içerir ve B’nin duygulanımı, A’nın halini, dışavurumcu karakterini veya herhangi başka bir şeyini kendi duygusal objesi olarak almaz.’Bu durum, dikkat bulaşması vakalarında bile doğrudur ki Davies bunları dikkatsizlik bulaşmasından ayrı tutar. Dikkat ve dikkatsizlik vakalarının her ikisinde de, duygu aktarımı bilinçsiz süreçler yoluyla meydana gelir ve istem dışıdır, fakat dikkatsizlik vakasında, sübjenin dikkati kendi duygularının kaynağına odaklanmaz. Dikkat vakasında ise, sübjenin dikkati kendi duygusuna odaklıdır; ancak, bulaşmanın meydana geldiğinin farkında değildir. Bulaşmada bulunan esas süreç, motor taklit ve aktivasyon ile bunun meydana getirdiği geri bildirimdir. Doğrudan hissetme algılamasının başlattığı bu süreçler, hayal etmeyi içermez ya da herhangi bir bilişsel değerlendirmeye veya kompleks bir değer biçmeye de dayanmazlar (Akt: Coplan, 2011, s.8). Dolayısıyla, Coplan, (2011)’ın ifade ettiği şekliyle, duygusal bulaşma, aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir süreçtir ve daha çok bir algılama biçimi olarak işler. Bir başka kişiyle karşılaşırız, istem dışı taklit etme yoluyla karşıdakinin ifadelerine otomatik olarak tepki veririz ve sonunda kendimiz de aynı duyguları yaşarız (Coplan, 2011, s.8-9).

Bulaşma, yapısından dolayı, muhtemelen empatide olduğundan çok daha fazla bir şekilde duyuşsal eşleşme ile sonuçlanacaktır ki bu da neden empatiyle bu kadar çok karıştırıldığını veya bir araya getirildiğini açıklayabilir (Goldman, 2006, s.27). Empatinin geniş anlamdaki kavramsallaştırmalarında, duygusal bulaşma, bir alt tür olarak sınıflandırılır zira bir gözlemleyenin hedefinkiyle aynı duyuşsal halleri yaşamasını içerir ve gözlemleyenin hedefi algılamasından kaynaklanır. Hangi sınıflandırma seçilirse seçilsin ve tüm bu benzerliklere rağmen, duygusal bulaşma süreci, karşıdakine yönelik bakış alma yoluyla meydana gelen duyuşsal eşleşmeden büyük oranda ve esas olarak farklıdır. Duygusal bulaşma, bu süreçle ilintilendirilebilir ve bazen de süreci hızlandırabilir, fakat duygusal bulaşma yoluyla karşıdakinin duygularını ‘kaptığımızda’, duygular hayalde canlandırma yoluyla veya başka bir duyguyla ilişkilendirilerek yaşanmazlar; sanki kendi duygularımızmış gibi yaşarız. İşte

bu nokta, son derece önemlidir ve genelde ya minimuma indirgenir ya da ihmal edilir. Her ne kadar, bu, özün dışında başka bir kişi tarafından başlatılmışsa da, duygusal bulaşma sonucu ortaya çıkan duygu, temsili değildir ve bu haliyle de “çevrim dışı” değildir. Bunun anlamı, duygusal bulaşımın, tek başına düşünüldüğünde, hiçbir davranışta çekingenlik/ hiçbir davranışın bastırılmasını içermediğidir (Coplan, 2011, s.9).