• Sonuç bulunamadı

2.2. Bağışlama

2.2.2 Bağışlama Kavramına Tarihi Bakış

Psikoloji bilim dalının kısa tarihinin büyük bir kısmını kapsayan zaman dilimi içerisinde, bağışlama kavramı, bilimle uğraşan psikologlardan sistematik bir ilgi görmemiştir. Freud’un çok sayıda akademik bulguları ve psikolojik olan neredeyse her şeye tuttuğu ışık açısından bakıldığında, bağışlama ile ilgili hiçbir şey yazmamış olması tamamen çarpıcı ve şaşırtıcıdır. Aynı şey, William James, G. Stanley Hall, E.L. Thorndike, Lewis Terman ve Gordon Allport gibi yenilikçiler için de söylenebilir. Akıl sağlığı alanında da, Carl Jung, Karen Horney, Alfred Adler veya Viktor Frankl tarafından insanın bağışlaması olgusuna çok az ilgi gösterilmiştir (McCullough, Pargament ve Thoresen, 2001, s.1).

Diğer bir yandan ise, bilimsel psikolojinin ilk yıllarında bağışlamanın göreceli ihmalinde önemli başka nedenler olabilir. Bağışlamanın sadece sosyal bilimlerde değil, tüm akademik dünyada ihmal edilmiş olmasına değinenler olmuştur (Enright ve North, 1998, s.4). Özellikle bilimsel psikolojinin gözleme dayalı davranışların analiz edilmesinde ısrarlı olduğu bir çağda, bağışlama hakkında güvenilebilir veriler toplamanın zorluklarından söz edilebilir. Son olarak, 20. yüzyılın insanlık tarihinin en kanlı ve muhtemelen en az bağışlayıcı olduğu bir dönem olmasından dolayı konunun duygusallıktan öteye geçemeyeceği sonucuna varılabilir. Bu faktörlerin tümünün, bağışlama psikolojisinin sistematik bir biçimde

sorgulanmasından vazgeçilmesinde rolü olmuş olabilir. Her durumda bağışlama kavramının sürekli ve sistematik olarak incelenmesi için yıllarca beklemek gerekmiştir.

Psikolojinin önemli öncülerinin ve yenilikçilerinin bağışlamayı ihmal etmiş oldukları söylenebilir. Ancak, bağışlama konusunu son 15 yıldır incelemekte olan sosyal bilim adamlarının, bu kavramı hiç yoktan icat etmiş olduklarını düşünmek ise naiflik olur. Kısa ve yetersiz de olsa, psikoloji biliminin içinde bağışlamanın bir geçmişi vardır. Bağışlamanın psikoloji ve sosyal bilimlerdeki tarihini iki döneme ayrılır. Bunlardan ilki, 1932 ile 1980 arasındadır. Bu dönemde bağışlamanın farklı yönlerine bir ışık tutmak amacıyla yazılmış pek çok kuramsal makale ile az bir miktar ampirik çalışmadan oluşur. İkinci dönem ise, 1980’den günümüze kadar, bağışlama kavramının daha yoğun ve daha ciddi olarak ele alınmış bir biçimini yansıtır (McCullough, Pargament ve Thoresen, 2001, s.1-2).

2.2.2.1. Bağışlamayla İlgili İlk Araştırmalar: 1932 – 1980

Geriye gidilebildiği kadarıyla, 1930’larda Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’daki psikologlar ve akıl sağlığı uzmanları, zaman zaman bağışlamanın insan olgusunu tartışmışlardır. Örneğin, Piaget (1932) ve Behn (1932), bağışlama kapasitesinin, ahlaki bir yargılama oluşmasından nasıl vazgeçirdiğini tartışmışlardır. Litwinski (1945) de kişilerarası bağışlama kapasitesinin duyuşsal yapısını tanımlamaya çalışmıştır.

Andras Angyal (1952), psikoterapi gören kişilerin Allah tarafından bağışlandıklarını deneyimlemelerine yardımcı olmanın, psikopatolojinin büyük bir kısmının altında yattığı düşünülen patolojik suçluluk duygusunu tedavi etmenin önemli bir belirtisi olduğu görüşünün ilk savunucularındandır. Angyal’e göre, etkin bir psikoterapi, terapi gören kişilerde:

(1) etik veya ahlaki kusurları için bağışlanmış hissetme (2) başkalarını bağışlama fırsatlarını deneyimleyebilecekleri bir ortam yaratmalıdır. Ruhsal tedavi alanında çalışan diğer akademisyenler de bağışlamanın potansiyel yararlarına eğilmişlerdir (Angyal’dan aktaran McCullough, Pargament ve Thoresen, 2001, s.4).

Bunların en önemlilerinden birisi Emerson (1964)’dır. Emerson, bağışlama ile psikolojik olarak iyi durumda olma arasındaki ilişkiyi incelemek üzere hazırlanmış, Q sıralaması (Q- sort) yöntemi-analizi kullanan bir çalışmanın sonuçlarını da bildirmektedir. Bu çalışma

yeterli derecede kapsamlı olmamakla ve modern çıkarımsal istatistiği kullanmamakla birlikte, muhtemelen bağışlama ile akıl ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi sorgulayan ilk bilimsel çalışmaydı. Kişilerarası İlişkilerin Psikolojisi’nde yarar ve zararlar üzerine bir bölümde, Heider (1958) kişilerarası bir kural ihlâline uğrayan bir kişinin intikam arayışlarının altını çizen bir dizi atıfsal ilkeyi özetlemiştir. Bu bağlamda, Heider bağışlamayı intikam alma isteğinden vazgeçmek olarak tanımlamıştır ve bunun kurbanın özsaygısının üstü kapalı bir şekilde ifade edilmesi veya bir etik standarda sadık olma çabası olduğunu iddia etmiştir. Heider’in çalışması kesinlikle sosyal psikoloji alanında yeni ufuklar açmıştır fakat bağışlamanın yeterince ciddiye alınmamasının, bilimsel hayal gücünü harekete geçirmeye yeterli olmadığı açıktır. Bağışlama psikolojisiyle ilgili daha sistematik deneysel girişimlerden birisi, insani değerlerin yapısı hakkındaki incelemeleri (Rokeach, 1973), Rokeach Değer Anketinin (Rokeach, 1967) birkaç versiyonuna dayanan Milton Rokeach’in çalışmalarından ortaya çıkmıştır. Rokeach Değer Anketi, iki set halindeki insani değerlerden oluşmaktadır. “Enstrümental” set, tercih edilen davranış biçimlerinden bahseder. “Terminal” set ise, hayatın son durumları ile ilgili tercihlerden bahseder. Katılımcılar, enstrümental ve terminal değerler içerisinde yer alan 18 değeri bir sıralamaya koyarak formu tamamlarlar. “Bağışlayıcı” olmak değeri, 18 enstrümental değerden birisidir. İnsani değerleri araştırmak için Rokeach’in araçlarını kullanan çok yüksek sayıda çalışma olduğu düşünüldüğünde, bağışlama ile ilgili modern tartışmalarda bu çalışmadan neden daha fazla yararlanılmamış olması şaşırtıcıdır. Zira, çalışma muhtemelen şu konularda oldukça fazla bilgi ortaya koymaktadır: (1) çeşitli insan gruplarının bağışlamaya verdikleri değer arasındaki farklar, (2) bağışlayıcı olma değerinin, daha geniş insan değerleri sistemleri içinde ne şekilde yer aldığıdır. Bağışlama, Tedeschi ve diğerlerinin (Gahagan ve Tedeschi, 1968; Horai, Lindskold, Gahagan ve Tedeschi, 1969) çalışmalarında, Tutuklular İkilemi Oyunundaki rekabetçi karşılığa uygun olarak, işbirliği içeren bir karşılık olarak kavramsallaştırılmış ve sınırlı bir miktar kuramsal ve ampirik ilgi görmüştür. Karışık motifli bu oyunda, iki oyuncu devamlı surette, işbirlikçi veya rekabetçi bir strateji seçmenin ikilemi ile karşı karşıyadırlar. Amaç, mümkün olan en yüksek puanı toplamaktır. Her iki taraf da işbirliğine giderse her iki taraf da üçer puan kazanabilir. Birisi işbirliğine giderken diğeri arkasını dönerse, dönen beş puan kazanırken, işbirliğini seçen sıfır puan alır. Her ikisi de arkasını dönerlerse, birer puan alabilirler. Dolayısıyla, işbirliğine gitmenin (bir tarafın işbirliğine gitme isteğine bağlı olarak) ve rekabetçi olmanın (bir tarafın rekabet etme temayülüne bağlı olarak) belli avantajları bulunmaktadır. Bir taraf, karşıdakinin rekabetçi bir hareketine rağmen işbirliğine

sonuçlara götürdüğü kanıtlanmıştır (Axelrod, 1980a, 1980b). Bağışlamanın kavramsallaştırılması ile ilgili bu yenilikçi yaklaşıma (ve Tutuklular İkilemi Oyunu protokolunun değişik biçimlerinin kullanıldığı çok sayıda araştırmaya)rağmen, bağışlamanın yapısı ile ilgili temel içgörüler üretmek amacıyla kullanılmamıştır. 1980’lerin alan yazını bağışlama hakkındaki düşünceler 20. yüzyılın sonunda birdenbire oluşmadığını açıkça göstermektedir. Pek çok akademisyen, yıllar içinde bağışlamayla ilgili değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Yine de 1932-1980 yılları arasında bağışlamaya olan yönelme tam değildir. Araştırmacılar, 20. yüzyılın son 20 yılına gelinceye kadar bağışlama kavramına ciddi ve sürekli bir enerji ayırmamışlardır (McCullough, Pargament ve Thoresen, 2001, s.6).

2.2.2.2. Bağışlamaya Karşı Gittikçe Artan İlgi 1980 – 2015

1980’lere gelindiğinde, bağışlamayla ilgili makale ve kitap uzunluğunda raporların sayısında önemli bir artış olmaya başladı. Lewis Smedes (1984) tarafından yazılan Bağışla ve Unut:

Hak Etmediğimiz Acıların İyileştirilmesi (Forgive and Forget: Healing the Hurts We Don’t Deserve) başlıklı ticari bir kitabın yayınlanmasından sonra, tedavi konusunda çalışan zümre

konuya ilgi göstermeye başladı. Ancak Smedes ne bir klinisyen ne de bilim adamıydı. İlâhiyatçıydı. Yine de, terapi ve bilim dünyasında, bağışlamanın insanın akıl ve beden sağlığına yararlı olabileceği fikri etrafında dönen bir hareket başlattı. Bu mesaj, terapistler arasında yankı uyandırdı ve öfke, ümitsizlik, depresyon ve travma sorunlarının tedavisi için bağışlamanın nasıl teşvik edileceği hakkında yazmaya başladılar. Ayrıca, çiftler için danışmanlık ve aile terapisi de, bağışlamamanın zararını ve bağışlamanın iyileştirici faydalarını gözlemlemek için doğal laboratuvarlardı (Worthington, 2005, s.1).

Çok geçmeden, klinik bilim adamları bağışlamayı teşvik etmek üzere müdahaleler yaratmaya (ve incelemeye) başladılar. Enright, Bağışlamayla ilgili ciddi bilimsel çalışmalar ancak 1980’lerin ortalarında başladı ve o günden bu yana da hızlandı. Bağışlama çalışmalarının öncüsü olan Robert Enright gibi gelişimsel psikologlar, çocuklarda bağışlamayla ilgili akıl yürütmenin nasıl gerçekleştiğini araştırmaya başladılar. Kişilik psikologları, kimlerin bağışlayıp kimlerin bağışlamadığını incelemeye başladılar. Sağlık psikologları, bağışlamanın bedensel sağlığı etkileyip etkilemediğini ve nasıl etkileyebileceğini araştırmaya başladılar. Bir diğer çelişki de, bağışlama ile din arasındaki ilişkilerle ilgili araştırmaların, din dışındaki bağlamlarda yapılan bağışlama araştırmalarından geride kalmış olmasıdır. (Worthington, 2005, s.2).

1980’lerin ortalarında insanların çoğu bağışlamayı dinle bağdaştırıyorlardı. İnsanlar dindar olmasalar bile, ortak kültür, bağışlama terimini dinsel kullanımdan almıştı. Dolayısıyla, hem dindar hem de dindar olmayan kişilerin aynı kelimeyi kullanıyor olmalarına rağmen, bağışlamanın ardında dinin yattığı iması vardı. Toplum daha postmodern ve çok kültürlü olmaya başladıkça, bağışlama, dini topluluğun sınırlarından ve hatta dinle birlikte anılıyor olmaktan kurtuldu. Bağışlama, yaygın bir şekilde popüler kültürün içine yayıldı. Country müziğin süperstarı olan Tim McGraw, ölecek olduğunu bilseydi nasıl yaşamak isteyeceği ile ilgili şarkısında şöyle söylüyordu: “Daha derinden sever, daha tatlı dilli olurdum ve bağışlamayı esirgemezdim” (McGraw, 2004). Bağışlama, kamunun büyük ilgisini çekmiştir. Bağışlama araştırmalarına olan ilgi arttıkça – hem popüler kültürde hem de fen biliminde – bağışlamanın ne olduğu, nasıl geliştiği, daima yararlı olup olmadığı ve bağışlamak isteyen kişilere bunu nasıl başaracakları konusunda nasıl yardım edebileceğimiz üzerine daha fazla sorular sorulmaya başlandı. Bazı soruların yanıtı bulundukça, yenileri geldi. Bağışlamanın ve sınırlarının ne olduğunu anlama konusundaki eksikliğin derinliği daha bariz hale geldi (Worthington, 2005, s.2-3).

Santos ve Al-Mabuk (1989), bağışlamayla ilgili muhakemenin gelişimini doğrudan Kohlberg’in adaletle ilgili muhakemenin gelişimini kuramlaştırmasına bağlamışlardır. Enright ve arkadaşları, bağışlamayla ilgili karmaşık bir yoldan akıl yürütme kapasitesinin, adaletle ilgili daha karmaşık akıl yürütme ile ilgili olduğuna dair kanıtlar gösteren veriler ileri sürmüşler ve ayrıca bağışlamayla ilgili muhakemenin yaş ilerledikçe daha karmaşıklaştığına dair de kanıt bulmuşlardır. Enright ve arkadaşları (Enright ve İnsan Gelişimini Araştırma Grubu, 1994) ile Girard ve Mullet (1997) ve Spidell ve Liberman (1981) gibi diğer gelişimciler, bağışlama kapasitesinin (ve bağışlama arama eğiliminin) yaşam boyunca gittikçe nasıl daha fazla ortaya çıktığını kuramsal ve deneysel olarak incelemişlerdir. 1990’ların ortalarında, bağışlamanın danışmanlık ve psikoterapide teşvik edilmesi stratejilerinin kullanımıyla ilgili gerçek ampirik araştırmalar bilimsel dergilerde yayımlanmaya başladı (Hebl ve Enright, 1993; McCullouıgh ve Worthington, 1995). Bağışlamanın, farklı araştırma evrenleriyle yapılan klinik çalışmalarla olan potansiyel ilgisini gösteren makaleler, klinik psikolojinin önemli dergilerinde yayınlandı (Coyle ve Enright, 1997; Freedman ve Enright, 1996).

1980’lerde ve 1990’larda, pek çok araştırmacı, bağışlamanın temelinde yatan sosyal psikolojik ilkeleri araştırmışlardır. Bunlar içinde en dikkat çekenleri, Boon ve Sulsky (1997), Darby ve Schenkler (1982) ve Weiner, Graham, Peter ve Zmuidinas (1991) tarafından

yazılan makalelerdir. Bu çalışmaların bulgularına göre, insanların suç işleyen birini bağışlama istekleri sosyal-bilişsel bir yapının değişkenleriyle açıklanabilir. Bu değişkenler, suç işleyenin algılanan sorumluluğu, suçu işlemeye ne kadar niyetli olduğu ve güdüleri (Darby ve Schenkler, 1982) ile suçun şiddeti (Boon ve Sulsky, 1997) olabilir. 1998’in sonunda, gelişimsel psikoloji, danışmanlık/klinik psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarında bağışlama olgusuyla açık bir şekilde ilgilenen önemli makaleler ortaya çıktı. Bu kuramsal ve deneysel çalışmaların ortaya çıkması, bağışlama kavramının popülaritesinin artmakta olduğunun göstergesi olduğu anlaşılıyordu. Bu son yıllarda, bağışlamayla ilgili çoklu kuramsal bakış açılarını entegre etmek amacıyla tasarlanmış yeni kuram ve araştırmalar da kişilik ve sosyal psikoloji dergilerinde görülmeye başlanmıştır (McCullough ve Worthington, 1999; McCullough, Worthington ve Rachal, 1997; McCullough, Rachal, Sandage, Worthington, Brown ve Hight, 1998).

Bugüne değin bağışlamayla ilgili bilimsel çalışmalar içinde en çok sonuç getiren olay, John Templeton Vakfının bağışlama konusunda bilimsel araştırmalar için teklifler istemesi olmuş olabilir. Bir günlük bir araştırma çalıştayından sonra 100’den fazla araştırma ekibi, Vakfın bağışlamayla ilgili yenilikçi bilimsel araştırmalar için maddi destek sağlama girişiminin bir parçası olarak tekliflerini sunmuşlardır. Sonunda, yaklaşık 30 araştırma laboratuvarına bağışlama konusunda üç yıllık araştırma yapmaları için hibe verilmiştir. Hala başka araştırmacılar da bu çabanın bir parçası olarak ileride maddi destek alabilirler. Bu maddi desteğin bağışlama alanına ne gibi bir katkıda bulunacağını değerlendirmek için çok erken, fakat sonucunda önümüzdeki onyılda, psikoloji biliminin bağışlama hakkında bugünkünden çok daha fazla bilimsel bilgilere sahip olacağı açıktır.

Psikolojinin kendisi gibi, bağışlama psikolojisinin geçmişi de kısadır. Araştırmacılar ve kuramcılar, psikolojinin kısa tarihi içerisinde bu yapıyı pek çok defa değerlendirmişlerdir, fakat bağışlamanın bilimsel araştırmaların odağı haline gelmesi daha yenidir; dolayısıyla, son bir kaç onyılda bilimsel psikolojide bağışlamanın “tarihini” yazabilecek duruma gelmişlerdir. Bu cildin geriye kalan bölümleri, bağışlamanın geçmişini incelemek amacıyla değil, bağışlamanın öncülerini araştırmak amacıyla sunulmaktadır. Bağışlamayla ilgili en son kuram ve araştırmaları açığa çıkararak, bağışlamanın, kuramlarda, araştırmalarda ve uygulamalardaki açık noktalarına ve neler vaad ettiğine işaret etmektedir (McCullough, Pargament ve Thoresen, 2001, s.8).