• Sonuç bulunamadı

3.2 Dünya Bankası Perspektifi

3.2.5 Dünya Bankası Küreselleşme, Kalkınma ve Dönüşüm

Küreselleşme çeşitli tanımlamalara sahip olan bir olgudur. Bu konudaki araştırmalar akademi düzeyinde de son derece fazlalaşmıştır. Tabi bu çalışmaların bazıları Küreselleşmeyi desteklerken bazıları karşı çıkmakta bazıları ise her iki düşünceden de beslenmiştir. Küreselleşme ile yoksulluk iki girift konudur. Dünya Bankası ise Küreselleşme konusunu olumlandırmaya yönelik fikir haritaları gerçekleştirmiş ve çalışmalarını bu yönde ilerletmiştir. Dünya Bankası orijinin de bir Bretton Woods kuruluşudur. Bu kuruluş diğer IMF tarzı kuruluşlar gibi yoksulluk olgusunu yalnızca gelir düzeyine yönelik olarak görmektedir. Küreselleşme konusuna olumlu bakanlar genel olarak Dünya Bankası temelli görüşleri gözönüne almaktadırlar.

Küreselleşme taraftarları radikaller olarak da anılmaktadırlar. Bunlara göre endüstri toplumlarının bir ürünü olan ulus devlet küreselleşme sürecine ilişkin olarak önemini yitirmiş ve bunun sonucunda küresel piyasa, ulusal politikanın yerini alma yoluna girmiştir. Bunun nedeni ise radikallere göre piyasa mekanizmasının ulusal hükümetlere nazaran daha akılcı çalışmasıdır. Küresel piyasanın gelişimi toplum içinde daha yüksek rasyonaliteye işaret etmektedir. Hükümetlerin politikaları, yerel ya da ulusal ölçekte etkilerini sürdürseler bile, küresel ekonominin hareketlerini etkileyebilecek güce sahip değillerdir. Bu anlamda, dünya ülkelerinin çoğunda, vatandaşların politikayla daha az ilgilenmeleri ya da politikacıların vatandaşlar üzerinde daha çok hayal kırıklığı yaratıyor olmaları küreselleşme sürecinin bir sonucudur(Giddens, 1999: 56). Bir başka deyişle, piyasalar, devlet mekanizmalarından ve işleyişlerinden daha güçlü olarak değerlendirilmekte; küreselleşme taraftarları da geleneksel ulus devletlerden dünya toplumu anlayışına doğru bir yönelim göstermektedirler. Küreselleşme taraftarlarına göre piyasaların devletlerden daha güçlü bir hale gelmesi ile birlikte, devletlerin otorite alanları gerilemiş, diğer kurumlar ile birlikte yerel ve bölgesel otoritelerin erki artmış ve yaygınlaşmıştır. Bu düşünce yapısındakiler dünya toplumu anlayışının geleneksel devlet anlayışının yerini almakta olduğunu ve yeni toplumsal örgütlenme şekillerinin belirmeye başladığının düşüncesindedirler. Küreselleşme taraftarlarının diğer bir savı ise giderek artan küresel bir ekonominin mevcudiyetinin arttığı şeklindedir (Bozkurt, 2000:19). Yeni liberal görüşle de örtüştürebileceğimiz bu anlayış sosyal devlet anlayışını benimsememektedir. Sosyal devlet, gerçekleştirdiği varsayılan yararların tersine bireylerin

kendilerine duydukları güveni ve içlerinde besledikleri müteşebbis ruhu zayıflatmakta ve özgür toplumumuzun temellerini yıkıcı unsurlarla doldurmaktadır. Klasik sosyal demokrasinin aksine yeni liberalizm küreselleşmekte olan bir teoridir ve küreselleştirici güçlere doğrudan katkısı bulunmaktadır(Giddens, 2000:24-25). Dünya Bankası’nın ulus devletlerin denetiminden büyük ölçüde çıkmış olması, çok uluslu şirketlerin sayısının artışı, uluslar arası mal ve sermaye akımlarındaki hızlı artış gibi konular küreselleşmenin etkisinin hissedildiğinin göstergesi olmuştur. Neoliberal Küreselleşme’nin birçok azgelişmiş ülkeyi kapsama alanı dışında bıraktığı ve birçok ülkenin on yıl öncesine kıyasla dünya ekonomisiyle daha az bütünleştiği Dünya Bankası’nın sorgulandığı sorulardan bir tanesi olmuştur.

Küreselleşmeye olumlu bakanlar serbestliğin olumlu taraflarından bahsetmektedirler. Küreselleşmeye yönelik olumsuz düşüncelerin çok altı dolmayan eleştiriler olduğunu düşünmektedirler. Dünya Bankası’nın küreselleşme tarafını savunan düşünürlerden birisi de Agenor olmuştur. Agenor’a göre; küreselleşme tam anlamıyla gerçekleşmezse yoksulluk artacaktır. Agenor’un düşüncesi yasal ve sosyal bakımdan altyapınının geliştirilmesi esasına göre dayandırılmıştır. Bu düşünüre göre küreselleşme ile birlikte; tasarrufların artması, yatırımların doğru yöne altyapısal olarak kanalize olması, izleme ve değerlendirmelerin finansal bakımdan düzgün olması sağlanacaktır.

Yüksek gelirli ülkelerin 1980’lerdeki yükselişlerini sürdüremediğini görmekteyiz. Buna karşılık gelişmekte olan ülkeler 1980’lerde %0,7 gibi bir performans sergilerken, 1990’larda %1,5 gibi bir performans sergilemektedirler(World Bank, 2006a:8). 2006 yılı verilerine göre; 2001-2006 döneminde %3,7, 2006-2015 döneminde ise %3,5 civarında bir artışın olacağı öngörülmekteydi. Gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kendine has yapılarının ve etki alanlarının olması farklı büyüme oranlarının oluşmasına neden olmakta ve Dünya Bankası’nın herbir ülke için ayrı bir strateji oluşturması gerekliliğini ortaya çıkarmaktaydı

Küreselleşmeyi savunan diğer bir düşünür ise Norberg’dir. Ülkelere göre yoksulluğun değişebileceğini ve kime/neye göre yoksulluk kavramının tartışılması gerektiğini ifade eden bir düşünürdür. Bir ülkede yoksul olarak görünen bir kişi diğer bir ülkede zengin

olarak algılanabilmektedir. Eşitsizliğin yükseldiği görüşüne karşıt bir düşünce olmuştur. Dünya Bankası uzmanları tarafından da sorgulanan bir düşünce yapısıdır.

Küreselleşmeyi olumlayan görüşlerin bir bölümü de İslam Kalkınma Bankası gibi kuruluşlara yönelik metodolojik bir eleştiriyi ihtiva etmektedir. İslam Kalkınma Bankası’nın “dünyada gittikçe artan yoksulluk ve gelir eşitsizliğinin çok rahatsız edici boyuta geldiği” yorumu Dünya Bankası tarafından sorgulanmıştır.

Kazgan; Küreselleşme ile birlikte ulus devletin ekonomi düzlemindeki yetkilerini giderek ulus-üstü kurumlara devretmesi durumuyla karşı karşıya kaldığını, bunun bir ayağını küresel çapta üyesi olan örgütler çerçevesinde alınan kararların oluşturduğunu ve bu çerçevede, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geliştirilen Dünya Bankası, IMF, OECD ve GATT gibi örgütlerin bu hususta bir misyon güttüklerini belirtmektedir(Kazgan, 2005: 15). Şenses de küreselleşme ile birlikte Bretton Woods kuruluşlarından biri olan Dünya Bankasının bağlantısını kabul ederek teknolojik atılımın ve ekonomik büyümenin şimdiye kadar görülmemiş bir hızda gerçekleştiğini 20. Yüzyılın ikinci yarısında başta refah devleti uygulamaları revaçtayken son yirmi yılda ise, ülkelerdeki refah devletinin gerilediğini ve bunun sonucunda önce az gelişmiş ülkeler(AGÜ) ve daha sonra da geçiş ekonomileri olarak adlandırılan Orta ve Doğu Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerin Dünya Bankası güdümünde uyguladıkları istikrar ve yapısal uyum politikalar aracılığıyla dışa açık piyasa ekonomisine geçiş sürecini yaşadıklarını ifade etmektedir(Şenses, 2006: 17). Şenses, bu kapsamda Latin Amerika ve Güney Sahra ülkeleri başta olmak üzere, birçok AGÜ’nin Dünya Bankası programları aracılığıyla hızla neoliberal ekonomi politikaları yörüngesine girmiş olduğunu ve temel ekonomi politikaları üzerindeki yetkilerini bu kuruluşa devrettiğini iddia etmektedir(Moon, 1996:274; Choussudovsky, 1991:2527; Şenses, 2006:18). Dünya Bankası yenidünya düzenine şekil veren veren kuruluşlardan biri olarak görüldüğü ve küreselleşme sürecinin arkasındaki bu büyük gücün arkasında ise ekonomisinin büyüklüğünden dolayı Amerika Birleşik Devletleri olduğu öne sürülmektedir.

Dünya Bankası’nın yoksulluğu algılaması “yoksulluğun bir 3. Dünya sorunu olduğu” yönünde indirgeyici bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım ise yoksulluğun küresel boyutunu gizlemektedir. Bankanın yoksulluk sınırı olarak belirlediği günde 1 dolarlık gelir

şeklindeki sınır, dünyadaki yoksul sayısını manipüle etmekte ve yoksulların bir “azınlık” olarak gösterilmesine olanak tanımaktadır. Böylelikle, banka dünyanın sadece beşte birinin (1,2 milyar insan) yoksul olduğu gibi bir sonuca ulaşmaktadır. Böylelikle aynı standardı kullanmak suretiyle de Banka küresel bazda yoksulluğun azaldığı gibi bir iddiada bulunabilmektedir. Böylelikle, Dünya Bankası az gelişmiş ülkelerde yoksulluğun azalma eğiliminde olduğu çıkarımını yapmaktadır(World Bank, 2001:21-23). Dünya Bankası Türkiye ile olan ilişkilerinde de bu bu düşünce tarzından yararlanmaktadır.

Türkiye’nin Kalkınma Planları Dünya Bankası yoksullukla mücadele politikaları ile uyumlu olması aktif bir çalışma örneğinin göstergesidir. Ancak bu kalkınma planları oluşturulurken yoksulluk sorununun neden olduğu bölüşümde adalet sorununa dikkat çekilmeli ve bu doğrultuda hareket edilmelidir. Dünya Bankası ise Neoliberal yönetişim yaklaşımı gibi kalkınma modellerinin yoksul sayılarını azalttığını ve sermaye sınıfının elini güçlendirmediğini düşünen bir yapı içerisindedir.

“Dünya Bankası’da Kalkınma planlarıyla uyumlaştırılmış bir halde süreçlerini yönetmektedir. Bu prensipler çerçevesinde ülke öncelikleriyle uyumlu olması isteniyor ki ülkede bir sahiplenme olsun ona göre yürütülsün.(K.D.)”

Aslına Dünya Bankası Küreselleşme ve Kalkınma sürecinin yaşandığı 1990 ve 2000’li senelerde yoksulluğu gündeminin en baş sırasına koyarak kendi içinde de bir özeleştiri yapma olanağı sağlamıştır. Hatta öyle ki yoksulluk teması Dünya Bankası’nın raporlarının isimlerine bile yansımıştır. Bunlardan bir tanesi 2000/2001 senesinde yayınlanan Yoksulluğua Saldırı çalışmasıdır. O zaman ki Dünya Bankası Başkanı önsözde açıkça yoksullukla mücadelenin önemine değinmiştir. Yoksullukla mücadele konsunun en temel vazife olduğunu belirtmiştir.

Üçüncü Dünyada yoksulluğun azaltılmasının biricik çıkar yolu olarak neo-liberal küreselleşmeden başka bir vizyona yer verilmiyordu. Dünya Bankası, artan yoksulluktan küreselleşme politikalarını sorumlu tutmak bir yana bu politikalar doğrultusunda gerçekleştirilen reformların “yeterince başarılı olarak yürütülmemesi” nedeniyle yoksulluğu arttığı iddiasını sürdürmektedir. Banka, piyasa dostu reformların bazı yerlerde hızlı ya da yavaş yapılmasını başarısızlığın nedeni olarak görmekte; başarılı uygulamaların

olduğu ülkelerde ekonomik durgunluğun aşıldığını iddia etmektedir(World Bank, 2001:61,62) (Özdek, 2002: 3).

Bu hususu destekleyen bir başka Dünya Bankası metni de 2002 tarihinde yayınlanan “Küreselleşme, Büyüme ve Yoksulluk” adlı rapordur. Bu raporda küresel bütünleşmenin hâlihazırda yoksulluğun azaltılması için önemli bir güç olduğu, öte yandan küreselleşmenin tam olarak bütün ülkelerde uygulanamadığı belirtilmiştir. Raporda, küreselleşmenin doğru uygulanması durumunda yoksulluğu azaltma yönünde bir etkisinin de bulunduğu; çünkü bütünleşmiş olan ekonomilerin büyüme yönünde daha fazla eğilim gösterdiklerinden ve kırsalda düşük verimlilik ve ücret ile çalışanların kentle entegre olarak bu sıkıntılarından kurtulabildiklerinden bahsolunmaktadır. Söz konusu rapor şu şekilde bir sonuca bağlanmaktadır:

• Daha iyi bir yatırım iklimi oluşturmak için politika reformu, • Sağlık ve eğitimdeki problemlere yönelik kalkınma yardımları,

• Halkın daha ehven yerleşimlere göç ettirilmesi gibi konular bulunmaktadır(World Bank, 2002; 1-2).

Neo-liberalizmin ve yönetişim modelinin bayraktarlığını yapan Dünya Bankası; yerel kitle örgütlerinin geliştirilmesi ve yoksul grupların bu şekilde güçlendirilmesi ile yeniden bölüşüm açısından “toplumsal adalet” sağlanacağını düşünmektedir. Ancak bu bölüşümün alt sınıfın açlık sınırında yaşamalarını sağlayacak bir şekilde düzenlenmesi önlenmelidir. Gerçek bir bölüşüm kalkınma için şarttır.

Küresel Ekonomik beklentiler Raporu’nda; Küresel sorunların olmadığına yönelik bir tutum içerisinde olmuştur. Bu raporda Singh-Dhumale’ın görüşleri olumlu bağlamda kullanılmıştır. Serbestleşmenin gelir eşitsizliğini azalttığı görüşüne yer verilmiştir. Makroekonomik dalgalanmalarında en az Küresel etkiler kadar sorunlu etkileri olabileceği gösterilmiştir. Finansal serbestleşmenin temelinde tasarrufların verimliliğinin düşük olduğu yerden, yüksek olduğu yere yönelerek ekonomik büyümeyi desteklemesi görüşü hakim olmuştur. Türkiye ekonomisinde, özellikle kuruluş yıllarında yabancı sermayeye kuşkucu şekilde yaklaşılsa da 1990 ve 2002’li yıllardaki dönemlerde yabancı sermaye önemli bir işlev görmüştür. Bu durum Türkiye’de ki iç ve dış güven ile istikrar sayesinde oluşmuştur.

Kalkınma asıl olarak; ortak belirlenen hedeflere uyma, vizyoner bir bakış açısının geliştirilmesi, demokratik ve etkili çevrenin oluşturulmasının sağlanması, akla yönelik bir eğitim sisteminin oluşturulması, akılcı, yapıcı ve eleştirel yapıların oluşturulması ile tam anlamını bulmuş oalcaktır. Buna ulaşmanın yolu da toplumsal bir bütünleşmeden gelmektedir. Dezavantajlı bireylerin korunması bu manada önemlidir. Küreselleşme bağlamındaki Kalkınma hamleleri sonuç odaklı olmalı ve yoksullukla mücadele politikalarını göz ardı etmemelidir. Bireylerin temel hizmetlerden yararlanmasının arkasında durulmalıdır. Gerçekçi hedefler çözümler açısından önemlidir. Çözüm olarak ise; kalkınma hedeflerini gözönüne alarak ülke bütününde politikalar üretilmelidir. Küreselleşme meselesi günümüzde hararetle üzerine eğilinen bir konudur. Aslında küreselleşme ideolojik değil bilakis ekonomik bir meseledir. Ancak farklı şekilde tartışmalarla bu konu saptırılabilecektir. Küreselleşme serbestleşmenin de etkisiyle sermaye yapsının yeni alanlara ulaşması demektir.

Dünya’da bugüne kadar yaşanan krizler Dünya Bankası’nın faaliyetlerinin ve buna bağlı olarakta küreselleşme hareketlerinin sorgulanmasına yol açabilmektedir. Günümüzde dünya’da ki toplam nüfusun yarısına yakını 2$’ın altında bir ücretle yaşamlarını devam ettirmektedir. Yoksul ve zengin ülkeler arasındaki uçurum daha da artmaktadır. Aslında bu bilinçsiz bir süreç değil bilakis bilinçli bir süreç olarakta görülebilir. Çünkü kapitalizm ve bunla koşut olan sömürü olgusunun bu bağlamda küreselleşme ile ilgili girift bir yapı içerisinde olup olmadığıyla ilgili bir tartışma ortadadır. Bu tartışmalara karşılık ülkelerin diyalog içerisinde kalkınma hedeflerini belirlemesi ve uygulaması kalkınma açısından önemlidir ancak bu şekilde küreselleşmenin zararlı etkilerinden korunulmuş olacaktır. 2015-2030 yıllarını kapsayan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2000’li yıllarda oluşturulan Binyıllık Kalkınma Hedefleri’nin bazı eksik yanlarını yamamıştır. Zaman içerisinde Dünya Bankası’da bu hedeflerle koşut bir yapıda faaliyetlerini sürdürmüştür.

Mesela Türkiye’nin 2002 yılında Johannesburg Zirvesi’nde sunmuş olduğu Ulusal Rapor 1992 Rio Konferansı’ndan 2002 yılı Rio Konferansına kadar olan kalkınma çabalarının bir özetini göstermekteydi. Bu rapor, ilgili kamu kuruluşları, özel sektörü ve STK’ları içerisine alan katılımcı bir yapıda hazırlanmıştı. 2002 sonrası dönemde de bu hazırlıklar devam etmiştir. İşte bu noktada da Dünya Bankası Türkiye ile Kalkınma Odaklı programlarını uygulamaya koymuş ve yoksullukla etkili şekilde mücadele etmiştir.

Dünya’da ki ülkelerin ve Dünya Bankası gibi kuruluşların yoksulluk alanında göstereceği işbirlikleri çok önemlidir. Mesela 2030 senesine kadar her yerde ve kalıcı yoksulluğu sona erdirmek amacıyla 17 adet hedef uygulamaya konmuştur. Bu hedefler başka bir deyişle Küresel Hedefler olarak görülebilmektedir.

“Dünya Bankası 2030 yılı hedefleri ve Sürdürülebilir Kalkınma hedefleri doğrultusunda özellikle altyapı yatırım finansmanı alanında elinden geldiği kadar çeşitli fonlar aracılığıyla yardımcı olmaya çalışmaktadır.(K.D.)”

Türkiye’de özellikle DPT’nin yaptığı beş yıllık kalkınma planları Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadele politikalarını kalkınma ve küreselleşme odaklı oluşturması açısından önemlidir. Bu planların amacı ekonomik ve sosyal iyileştirmeyi sağlamaktır. 2011 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın yerine Kalkınma Bakanlığı bu faaliyetlere devam etmiş ve ikili ilişkiler artarak sürmüştür.

Kalkınma ve yoksulluk ilişkisini anlamak bir yönüyle Türkiye ve Dünya Bankası’nın üzerinde çalıştığı Kalkınma Odaklı raporların ve planların incelenmesi ile de olabilecektir. Mesela 2001 ile 2007 yıllarını kapsayan 8. Kalkınma Planı’nın sağlık alanındaki başlıkları incelendiğinde; sağlık sigortalarının ve hayat sigortalarının çeşitlendirilmesi, özel sektör yatırımları ve gönüllü sağlık hizmetlerinin arttırılması, hastanelerin zarara uğramamaya yönelik modern yönetim sistemlerinin oluşturulması gerekliliği ile ilgili adımlar atılırken 2007 ile 2013 yıllarını kapsayan 9. Kalkınma Planı’n da ise sosyal dayanışma ve insanın güçlendirilmesi, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesi vesilesiyle bu sistemlerdeki üye insan sayısının arttırılması, Hastanelerin alt işletmelerinin niteliklerinin arttırılması ve mali yapı tarafından özerkleştirilmesi, Sağlık Bakanlığı’nın rolünün güçlendirilmesi, özel sektörün yatırımlarının desteklenmesi şeklinde hedefler ortaya konulmuş ve Dünya Bankası ile yapılan ortak projelerde bu hususlar ana temalar halinde öne çıkarılmıştır.

Dünya Bankası tarafından yıllık olarak yayınlanan ve üçüncüsünün 2000 yılında yayınlandığı Dünya Kalkınma Raporları (World Development Reports-WDR), 2002 yılında yayınlanan Küreselleşme, Büyüme ve Yoksulluk(Globalization, Growth and Poverty) Raporu, 2006 Dünya Kalkınma Raporu, İklim Değişikliği ve Kalkınma üzerine

odaklanan 2010 Dünya Kalkınma Raporu, Kapsayıcı Kalkınma Çerçevesi Belgesi gibi çalışmalar Dünya Bankası’nın küreselleşme ve kalkınma ajandasını oluşturmasını sağlayan önemli çalışmalardır.