• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3:TÜRK YÖNETĐM TARZININ ĐNCELENMESĐNE YÖNELĐK BĐR YÖNTEM ÖNERĐSĐ BĐR YÖNTEM ÖNERĐSĐ

4.2. Đslamiyet Sonrası Dönem

4.2.4. Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet dönemi gerek kurumsal ve ekonomik analizde, gerekse mikro yönetim uygulamaları hakkında geçmiş dönemlere nazaran daha fazla verinin olduğu bir dönemdir. Söz konusu döneme ilişkin ikincil veriler her ne kadar bu çalışmada incelenen boyutlar bağlamında bir çerçeve sunmaktan uzak da olsa, özellikle özel teşebbüsün oluşumu ve profesyonell çalıştırma teamülleri konusunda önemli bulgular içermektedir. Bu döneme ilişkin mikro yönetim uygulamalarında başta Koç grubunun kurucusu olan Vehbi Koç ve diğer holding kurucularının hatıratları hem devlet ve iş adamları arasındaki ilişkinin boyutu ve niteliği, hem de profesyonelleşme ve sahiplik yönelimleri hakkında önemli bulgular içermektedir. Vehbi Koç’un ve diğer kurucuların hatıratları çalışmanın uygulama bölümünde incelendiği için burada ayrıntılı bilgiye yer verilmeyecektir. Zaten çalışmada belirtilen parametreler ilişkin inceleme hatıratları da veri kaynağı olarak aldığı için bu dönemide kapsamaktadır. Bunun yanı sıra gerek

hatıratların incelenmesi, gereksel mülakatlar ve anket ile elde edilen veriler özellikle profesyonelleşme, sahiplik, karar verme ve liderlik anlayışına ilişkin süreklilik arz eden bir durum olduğunu göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında kurulduğunda, çok sınırlı bir endüstriyel temeli olduğu görülmektedir (Yamak, 2006). Cumhuriyet’in kurulmasını takiben, devlet, iş hayatında belirleyici olmaya devam etmiştir. Söz konusu dönemde çok sayıdaki iş adamı iş dünyasında faaliyet göstermiştir. Politik bağlamın özel sermaye birikimine önemli bir etken olduğu görülmektedir (Buğra, 1997:74). Cumhuriyetin ilk yıllarında yerel sanayiinin gelişmesi için, yerli özel sektöre önemli bir misyon biçilmiş ve son derece önem verilmiştir. Bu nedenden dolayı “Sanayii teşvik etme yasası” 1927 yılında çıkartılmış ve Mustafa Kemal potansiyel yerli yatırımcıları bizzat ziyaret etmiştir. Aynı zamanda özel bir sermaye tarafından kurulan Đş Bankası’nın kurulmasına Mustafa Kemal bizzat ön ayak olmuştur. Sovyet Cumhuriyet’inin planlanmış gelişmesi örnek alınarak 1934 yılında ilk 5 yıllık gelişme planı hazırlanmıştır. 1950 yılına kadar devlet sahipliğinde yirmi kurum açılmıştır.

Cumuriyetin ilanını takip eden yıllarda hem yerel ekonomik girişimler, hem de bazı özel iş fırsatları gelişmesine rağmen, tek parti hükümeti tarafından uygulanan politikalar, iş dünyası ile olan ilişkilerin sağlıklı bir şekilde gelişmesine ve devlet ile iş dünyası arasında sıkı bir uyumun kurulmasına engel olmuştur (Yamak, 2006). Azınlıkların oluşturduğu iş dünyasına karşı geliştirilen bu uygulamalardan ilki, 1940 yılında çıkartılan varlık vergisidir. Devlet bu uygulamalar ile özel girişimci sınıfını oluşturmaya çalışmaktadır (Buğra,1997). Söz konusu dönemde azınlıkları hedef alarak özel girişimci sınıfını oluşturmaya yönelik diğer bir uygulama da 1942’de çıkartılan “Yeni Sağlık Vergisi” kanunudur. Bu kanunda özel sektör ile hükümet arasındaki ilişkiyi kötüye sürekliyen diğer önemli bir neden olmuştur (Yamak, 2006). Aslında daha önce de kısmen ifade edildiği gibi bu uygulamaların temel amacı milli bir sermayeder kitlesi yaratmaktı. Belki de bu çaba Türkiye’de Devlet ile iş adamları arasında neredeyse her dönemde inişli çıkışlı bir seyir izleyen sıkı ilişkiyi doğurmuştur. Bugün olduğu gibi geçmişte de devlet daha önce de ifade edildiği gibi bir kurumsal faktör olarak her zaman önemli bir belirleyici olmuştur. Devlet doğru veya yanlış iş dünyasına ilişkin önemli müdahalelerde bulunmuştur. Makro ekonomik istikrarın bu müdahaleler ile büyük

ölçüde güvence altına alındığı 1950’li yıllarda, sermayenin önündeki en önemli belirsizlik unsurunun müdahele sınırları olduğu görülmektedir. Đş adamları devlet müdahelesinin derecesini sorgulamaktan çok , özel sektöre ayrılmış olan alanda yeni güvenceler aramışlardır. Đş adamlarının istedikleri bu alanın sınırları içerisinde sahip oldukları hak ve ayrıcalıkların sürmesi ve belkide daha önemlisi bu sınırların net ve açık bir şekilde tanımlanmasıdır. Gerçekten de söz konusu dönemde devletin bu bağlamda yarattığı önemli bir belirsizlik söz konusuydu ve devlet iş adamı ilişkilerinde 1950’li yıllara da bu belirsizlik damgasını vurmuştur (Buğra,2007).

1950’den sonra Türkiye DP iktidarı ile tanışmıştır. Gerek 1950’den önce muhalefetteyken gerekse 1950’de iktitidara geldiklerinde, kendilerinden önceki hükümeti eleştiren DP ileri gelenleri, mali konulardaki sorumsuzluklar, yanlış para politikaları ve belirzislik yaratarak özel sektörü olumsuz etkileyen politikalar ortaya koymuşlardır. Đktidardaki on yıl boyunca DP’nin uygulamış olduğu politikalar, giderek Türk Liberalizminin Paradoksu şeklinde ifade edilebilecek garip bir olgunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Söz konusu dönemde hükümetin olağan üst karışık müdahele meknizmaları ile piyasayı daraltması ve bu müdahaleci politikalarda her gün yeni bir değişikliğe giderek iş dünyasını çok zor durumlarda bırakmaksı dönemin öne çıkan önemli bir diğer özelliğidir. Her şeye rağmen özel sektör bu dönem içerisinde güçlenmesini sürdürmüş ve 1980’lerin başında sanayii de önemli bir güce erişmiştir. Bu dönemde büyük sermaye ile küçük ve orta iş kesimi arasında ayrım iyice açılmıştır. Büyük iş adamları giderek, kısa dönemli çıkarlarını etkileyen gelişmelerden çok uzun dönemli ekonomik stratejilerin oluşturulmasını konusuna önem vermeye başladıkları ve kamu politikalarının belirlenmesinde etkin olarak yer almak istediklerini ortaya koymuşlardır. 1971 yılında TÜSĐAD kurulmuş böylece önde giden büyük iş adamları iş dünyasının diğer üyelerinden ayrılarak ülkenin toplumsal ve iktisadi gelişiminde yarı kamusal nitelikli bir işlev üstlenmek amacını gütmüşlerdir. 1980 yıllara gelindiğinde Anavatan partisinin piyasıcı yönelimi özel sektörün 1980 darbesi ile başlayan düzen değişikliği kuşkularının giderilmesine yardımcı olmuştur. Ancak bu dönemde de devlet geçmiş dönemde önemli bir şikayet konusu olan belirsizliği kaldıracak adımlara atamamıştır. Enflasyondan kaynaklanan belirzilik piyasının düzgün işlemesine önemli bir engel oluşturmuş ve hükümetin devletçi gelenekle mücadele etmedeki kararlığı kendi piyasacı yönelimini baltalayan bir belirsilizlik ortamı yaratmıştır. Bunun yanında

devletin istikrarsız ve iş dünyasından bağımsız geliştirmiş olduğu politikalar vergi yasaları başta olmak üzere diğer hukuki uygulamalar ile 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir78.

Devletin Türk iş dünyasın üzerindeki etkisi ve belirleyiciliği şüphesiz ki burada anlatılanlardan çok daha ötedir. Ancak, bu çalışmanın konusu tek başıne devletin iş dünyasına ilişkin rolünü analiz etmek değildir. Bu nedenle konus ile ilgili bilgi burada anlatılanlarla sınırlı tutulacaktır. Burada anlatılanlar Türkiye’de devlet ile iş adamları arasında asla istenilen ve olması gereken seviyede ve nitelikte bir ilişkinin kurulamadığını göstermektedir. Devlet istikrarsız uygulama ve zorlamaları iş dünyası için sağlam bir yapıyı asla kuramamıştır. Aslında bu durum Osmanlı’nın başarısız kapitalistleşme çabalarının bir anlamda yakın tarihe kadar devam ettiğini göstermektedir. Hatta günümüzde bile yaşanan bazı gelişmeler göz önüne alındığında Türkiye’de devlet ve özel iş dünyası arasındaki ilişkinin uyumlu bir örgütsel alanın varlığına işaret eden Almanya, Kore ve Japonya’daki ilişkiden oldukça uzak olduğunu göstermektedir.

78 1923’den yakın döneme kadar devlet ve uygulamalarının iş dünyasına etkileri hakkında ayrııntılı bilgi için bakınızı Buğra (1997).

Sonuç

Türk yönetim tarzının tarihsel arka planı ve bu arka planı şekillendiren kurumsal ve kültürel analizi ilişkin yapılmış olan inceleme, Osmanlı Devletinin kapitalist bir yapı oluşturmayı ve bunun sonucunda da sanayileşmeyi başaramadığını göstermektedir. Bu sebeple incelemeyi mikro anlamda örneklerle destekleyecek verileri bulmanın ve bunları incelemenin mümkün olmadığı ortadır. Bununla birlikte makro boyuttaki yönetim gelenekleri zaman zaman sarsılsa ve işlevini yitirse de bazı parametrelere ilişkin özelliklerin hem makro, hem de mikro boyutta günümüze kadar devam ettiğini göstermektedir. Örneğin Ertekin (1978), Polatoğlu (1988), Kozan (1999), günümüz makro yönetim uygulamalarında merkezi karar alma geleneğinin varlığına, yetkeye duyarlılığa, başarının ölçülmesinde sadakatın önemli bir kriter olarak görülmesine ve yöneticilerin belirli bir düzeyde astlarına danışmakla birlikte onları karar verme sürecine katmadıkları yönünde tespitlerde bulunmuşlardır. Ertekin (1978), Polatoğlu (1988), Kozan (1999) tarafından yapılmış olan tespitler tarihsel arka plandaki uygulamaların günümüz yönetim uygulamalarında da devam ettiğini göstermektedir79. Bunun yanı sıra makro boyutta ki bu uygulamaların günümüzdeki mikro uygular ile örtüştüğü de görülmektedir. Örneğin, karar vermede istişareye verilen önem ile birlikte nihai karar yetkisinin en yetkili kişi tarafından verilmesi, hiyerarşik katman sayısının ve merkezileşmenin yüksekliği, profesyonel yöneticiler ile çalışma ve bunların seçiminde güven olgusuna verilen önem bunun yanı sıra güvenin pekiştirilmesi için geliştirilen mekanizmaların günümüzde mikro yönetim uygulamalarında da etkisini devam ettirdiği, uzun süreler önemli holdinglerde çalışmış yöneticilerin hatıratlarının satır aralarında belirgin bir şekilde görünmektedir. Örneğin, Yapı Kredi Bankasında uzun süre genel müdürlük yapan Karaçam’ın “Öncelikle yönetim anlayışımın çok demokratik

olmadığını söyleyebilirim. Zaten ticari kurumlarda demokrasi işleyebilir mi? Yönetimle ilgili nihai karar sorumluluklarının taban tarafından paylaşılmadığı bir ortamda ne kadar demokratik olunabilir? Siyasi anlamda ve benim bugüne dek gördüğüm kadarıyla demokrasi yeterli eğitim ve iletişimin olmadığı toplumlarda en iyiyi getiren değil, iyi

79 Özen (1996), tarafından yapılmış olan çalışmanın bulguları Ertekin (1978), Polatoğlu (1988), Kozan (1999) tarafından yapılan çalışmaların bulguları ile çelişmektedir. Özen (1996) kendisi de bu çelişkiye vurgu yapmakla birlikte kendi çalışmasının doğrudan davranışları değil değerleri ölçtüğünü dolayısıyla tespitlerinin bürokratların gerçekte nasıl davrandığını değil, kendi davranışları hakkındaki öznel algılamaları içerdiğini ve bu öznel algılamalar ile gerçek arasında, sosyal beğenilirlik eğiliminden dolayı daima bir fark olduğunu ifade etmiştir.

olmayanı değiştiren bir sistem olarak çalışıyor. Bu nedenle bizim yapmaya çalıştığımız, sistemi demokratikleştirmek değil, karar sürecine çeşitli seviyelerde katılımı sağlamaktır” (Karaçam, 2006:212) cümleleri ile Türk toplumunun tarihsel arka

planında belirgin bir şekilde var olan lidere yüklenen büyük sorumluluğun ve bu sorumluluğa bağlı olarak şekillenen karar verme anlayışının günümüzde de aynen devam ettiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Karar verme tarzına ilişkin diğer bir çarpıcı örnekte Koç Holding de uzun süre üst düzey yönetici olarak çalışmış olan Bernard Nahum’un “ Bütün 50’li yılar boyunca her iş ve her önemli karar Vehbi Bey’le

başlar ve Vehbi Bey’le bitirdi” (Nahum, 1988:263) şeklindeki ifadeleridir. Yine tarihsel

geçmiş incelendiğinde belirgin bir şekilde öne çıkan dışsal motive faktörlerinin etkisinin günümüzde de devam ettiğini Karaçam’ın “Yapı Kredi Bankasında çalışmakta olan

arkadaşlarımızın büyük bir bölümünün, bizde ki sağlık hizmetlerinin varlığından dolayı diğer bankalar tarafından yapılan teklifleri kabul etmediğini ve yapı krediye bağlılıkta bu hizmetlerin çok büyük katkısı olduğunu biliyorum” (Karaçam, 2006:108) şeklindeki

ifadeleri göstermektedir. Tarihsel arka planda hemen hemen her dönemde belirgin bir

şekilde öne çıkan merkezileşmenin günümüz işletmelerinde de hakim bir anlayış olduğu görülmektedir. Hatta işletmelerimizde üst yönetimin taşra teşkilatlarındaki şubelerde yeniliklerin oturtulmasında merkezileşmeyi bir çıkış yolu olarak kullandıklarına tanık olmaktayız. Örneğin, yine Karaçam’ın Yapı Kredi Bankasında şube yöneticilerinin iş yükleri artmasın diye kendi şube çalışanlarının eğitime katılmaları konusunda isteksiz tavırlarını, belirlemiş olan bir eğitime katılmak için genel müdür iznini gerekli kılarak aşmaları (Karaçam, 2006:78) bu duruma belirgin bir örnektir.

Geçmişe ilişkin makro yönetim uygulamalarından hareketle yapılan tespitlerin günümüzdeki mikro uygulamalar ile örtüşen alanlarının olması tarihsel incelemenin ağırlıklı olarak makro uygulamalardan hareketle yapılmasının anlamsız olmadığını göstermekle birlikte, makro uygulamalar ile mikro uygulamalar arasında benzerlikler olduğunu göstermektedir. Burada gerek tarihsel arka planın incelenmesinde, gerekse sonuç kısmında geçmişteki makro uygulamalar ile günümüzdeki mikro uygulamalar arasındaki ilişkinin gösterilmesinde çoğu zaman sınırlı sayıda kaynağa bağlı kalındığına dair bir kritik yapılabilir. Bu haklı bir değerlendirme olmakla birlikte geçmiş dönemki yönetim uygulamalarına ilişkin kaynakların azlığından ve günümüzdeki işletme yöneticilerinin hatırat yazma geleneğinin olmamasından kaynaklanan bir zorunluluktur.

BÖLÜM 5:TÜRK YÖNETĐM TARZININ GÖRÜNÜMÜNE ĐLĐŞKĐN BĐR