• Sonuç bulunamadı

Coğrafi Keşifler ve Sömürgecilik:

Belgede Küreselleşme ve eleştirileri (sayfa 77-83)

5. Küreselleşme ve kapitalizm ilişkis

5.1 Coğrafi Keşifler ve Sömürgecilik:

“Sömürü (exploitation) ister toprak, Ġster emek, isterse piyasa konumu olsun, iktisadi bir kaynağın kabul edilemez amaçlarla kullanılmasını anlatan bir terim. Bir tekelcinin pazardaki denetim gücünü kullanarak tüketicilere fahiĢ fiyatlar dayatması, ya da bir arazi sahibinin toprağı doğal kaynaklara zarar verecek Ģekilde kullanması sömürü kapsamındaki eylemler olarak görülebilir” (Marshall, 1999: 692). “Sömürgecilik ise, bir devletin ilhak ettiği bölgelerin bağımlı bir statüyle tanımladığı, emperyalizmin özgül bir biçimidir.” (Emiroğlu-Aydın, 742). BaĢka bir deyiĢle daha güçlü milletlerin hakimiyetleri altında yer alan topluluklara uyguladıkları uluslararası iktisadi bir sistemdir. Bu iktisadi sistem ise askeri, ürün ve pazar kontrolü gibi yollarla güvenceye alınır (Tatar, 2014: 7). Bunun en sistemli baĢlangıç noktasını ise Batı Avrupa kaynaklı Coğrafi KeĢifler oluĢturmaktadır. Özellikle “Büyük Coğrafi KeĢifler” olarak adlandırılan bu seferlerin en temelinde Baharat yollarının 13. Yüzyıldan itibaren Arapların eline geçmiĢ olması ve Osmanlı Ġmparatorluğu‟nın Ġstanbul‟un fethinden sonra Bizans‟ın Avrupalı tacirlere sağladığı olanakları kesmesi vardır (Emiroğlu-Aydın, 742). Bunun sonucunda gerçekleĢen sömürgecilik küreselleĢmenin baĢlangıç noktası olarak değerlendirilebilir.

KüreselleĢme ve kapitalizm küreselleĢme sürecinin özeti Ģeklinde olan Amerika‟nın keĢfi, dünya pazarı fenomenin inĢa edilmesine kaynaklık etmiĢtir (Kızılçelik, 2002: 221). KüreselleĢme sözcüğünün günümüzdeki anlamına en yakın geliĢme Amerika‟nın Avrupalılar tarafından keĢfiydi (Kazgan, 2013: 1). KüreselleĢme 1492 yılında Amerika‟nın keĢfiyle baĢlayan eski bir olgudur. Bir dünya pazarının yaratılması noktasında küreselleĢmeye öncülük eden Amerika‟nın “keĢfi”dir. Amerika‟nın keĢfiyle bağlayan süreç tarih sahnesinde kapitalizmin ortaya çıkmasında baĢat rol oynamaktadır (Kızılçelik, 2002: 250-252).Aslında bu keĢif diye yutturulmaya çalıĢılan bir iĢgaldir (Chomsky, 2010:18). Amerika‟da altın ve gümüĢün keĢfi, yerli halkların kökünün kazınması, köleleĢtirilmesi, madenlere gömülmesi, Hindistan‟ın fethi, yağmalanması, Afrika‟nın sömürülmesi kapitalist üretimin Ģafağıdır. Bu süreçte olan biten militarizm, ırkçılık ve emperyalizmdir (Foster, 2006: 126).

Sömürgecilik ve coğrafi keĢiflerin tarihi küreselleĢmeyle çakıĢmaktadır. Çünkü sömürgecilik tecrübesi küreselleĢmenin alt yapısı ve örnek modelidir. Örneğin Amerika

kıtası, hem bir ihtiĢamın uzamı, insanlığın gelmesi gereken yer, medeniyetleĢtirme misyonun laboratuvarı olarak Batı tarafından konumlandırıldı hem de yerli kültürlerin nasıl homojenize edilerek saf dıĢı bırakılacağını gösterdi (Tutal, 2005: 83). KüreselleĢme sürecinde yaĢanılanlar da bu sürecin yerküre üzerinde yeniden yaĢanması anlamına gelmektedir.

Mamul madde üretimi için gerekli olan ham maddenin elde edildiği siyasi bölgeye sömürge, bu kaynaktan elde edilen ham maddenin iĢlenerek mamul bir mal hale getirilip satıldığı yere de pazar adı verilir. Kuzey Batı bu iki olguyu kendi küresel geliĢmesinde bir araya getirdi. Bunu da, uzak bölgelerden temin ettikleri hammaddelerle yapmıĢlardı. Sömürgeci ucuza elde ettiği ham maddeyi pahalıya satarak sömürüsüne iĢlerlik kazandırdı. Sömürgecilik bunun için ya kaba kuvvete baĢvurdu ya da sömürdüğü bölgenin kültürünü yıkarak kendi sömürüsüne açık hale getirdi. Kültürü ortadan kaldırılan bölgenin bütün direnci ortadan kalktığından bölge emperyalizmin ana vatanı haline gelmeye baĢladı (Duralı, 2010: 79-80). ĠĢte sömürgecilik, 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar devam eden yabancı bir toprağın iĢgali, oraya yerleĢilmesinin ve oranın halklarının baskı altına alınmasının adıdır. Emperyalizm ise uygarlaĢtırmak, sömürgeleĢtirmek ve egemen kültür lehine yerli toplumsal yapının parçalanması demektir (Ferro, 2002: 36).

Sömürgecilik tarihi genelde deniz aĢırı büyük keĢiflerle baĢlatılsa da sömürgecilik ve emperyalizmin ilk ifadesi tarihi Haçlı Seferleri‟dir (Ferro, 2002: 24). Haçlı Seferleri iki yüz yıllık bir barbarlık, sömürünün, yağmalama ve talanın tarihidir. Sömürgeciliğin batıya, doğuya, güneye doğru yayılmasını asıl hızlandıran unsur ise deniz aĢırı büyük “keĢif”lerdir (Chomsky, 2010: 18). Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun 1453 yılında Ġstanbul‟u fethi ve Moğol imparatorluğu‟nun dağılması sonrasında Hint Okyanusu‟nun ticareti Osmanlıların eline geçti. Osmanlı imparatorluğu‟nun varlığı, ticari bir engel olarak görüldü. Bunun için Venedik, Ceneviz, Floransa ve Livona‟daki tüccarlar ipek, baharat ve elmas elde etmek için baĢka arayıĢlar içerisinde oldular. Bu sebeple dönemin Ģehir devletleri Vespucci gibi kaptanları hem destekledi hem de coğrafyaya ve haritacılığa ilgi göstermeye baĢladılar (Chanda, 2009: 174). Bu seferleri destekleyenler sadece bu Ģehir devletleleri değildi. Örneğin1497 yılında Ġngilizler adına çalıĢan Giovanni Caboto Kanada sahillerine ulaĢmıĢ, Venerezzo ise 1524 Terre Neuve‟ye ulaĢmıĢtı. Böylece kısa zamanda içinde Atlantik, Avrupalı güçlerin hâkimiyeti altına girmiĢti (Adadağ, 2011: 63). Atlantik‟e keĢif seyahatleri altın ve gümüĢ baĢta olmak üzere çeĢitli zenginliklerin ele geçirilmek istenmesi içindi. 17. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle, Atlantik yoluyla Güney Amerika‟ya geçen Ġspanyollar ve Portekizliler Avrupa‟ya yaklaĢık her yıl iki yüz seksen sekiz ton gümüĢ göndermiĢ daha

sonra bu zenginlik çeĢitli malların alınması için Baltık, Asya‟ya ve Doğu Akdeniz‟e nakledilmiĢti. Bu nakiller sonucunda küresel ticaret muazzam boyutlara ulaĢmıĢtı (Beaud, 2003: 19). Bir asır sonra bu miktar yaklaĢık olarak iki katına çıkarak ithal edilen malların çeĢitliliğinde de (baharat, ipek, porselenin) bir artıĢa neden oldu. Örneğin, Baharat adalarına ulaĢan bu yabancılar yerlilerin gümüĢten ziyade pamuklu kumaĢla ilgilendiklerini fark ettiklerinden Doğu Asya ticaretini pamuklu kumaĢların takası üzerinden yaptılar (Chanda, 2009: 64).

Bir kere küreselleĢen kapitalizm sermayenin kaynağı olan dıĢ ticaret fazlası ve dolaĢımdaki paranın kaynağı olan altın birikimi bu keĢiflerin sonucudur. Batı Avrupa‟da yeĢeren küreselleĢme dalgalarına yataklık eden ticari kapitalizmin öğretisi ve temeli olan merkantalizm coğrafi keĢifler sonucunda elde edilen bu altın ve gümüĢ birikimiyle yakından irtibatlıdır. Bu birikim tacir için para darlığının aĢılması demek olduğu gibi dönemin devletleri içinde desteklenmesi gereken ekonomik bir modeldi. Çünkü bunların zenginleĢmesi demek devletin zenginleĢmesi demekti. Sanayi devrimi öncesinde elde edilen zenginleĢmenin kaynağında bu ticaret politikası söz konusuydu. ( Kazgan, 2013: 1-2). Bu politika içinde her çareye baĢvurarak sömürge edinmek, ihracat için yani pazar aramak ve iç pazarın yabancı mallara karĢı korumak vardı (Güvenç, 1998: 18). Bu dönemler krallığın zenginliği tacirlerin, imalatçıların zenginliğine dayandığı görüĢü hakim iktisadi felsefi görüĢ olmuĢtu (Beaud, 2003: 23; Rodrik, 2011: 7). Denilebilir ki merkantalizm kapitalizmin çekirdeğidir (Beaud, 2003: 27).

16. yüzyıldan itibaren yerküre, üzerinde yaĢayan insanlar tarafından bir bütün olarak küre Ģeklinde düĢünülmesi küreselleĢme algısına yol açtı. Antikçağlarda, Perioiko, Oıkoumene, Antipades ve Antoıko olmak üzere dört ana yaĢam bölgesi olduğu düĢünülmekteydi. Bu düĢünce ekumende yani Asya, Avrupa ve Amerika dıĢında yaĢanacak bir yer olamayacağını göstermekteydi. Antik dönemde ekümen (Asya, Afrika ve Avrupa) eĢit enlem ve boylamlarla parçalanarak gösterilmekteydi. Bu veriler ıĢığında eğer maddi ve teknik imkânlar doğru bir Ģekilde kullanılarak Batıya doğru gitmek istenilirse ekümenin doğusunda bir noktaya varacağı belirtilmiĢse de bu hayati planın gerçek olmasını görmek için 15. yüzyıla kadar beklemek gerekecekti. Çünkü antik dönemden keĢifler çağına kadar yerküre ağırlıklı olarak Kutsal Kitaba dayalıydı. Hristiyan anlayıĢına göre dünyanın haritalandırılması Nuh‟un üç oğluna göre yapılmaktaydı. Sam Asya, Yafet Avrupa, Ham Afrika, merkez ise Kudüs olarak gösterilmekteydi. T-O haritaları olarak ifade edilen bu

haritalarda Âdem‟in çocukları bu ekümenlik içerisinde yaĢamaktaydı. Bunun aksini iddia etmek -baĢka yerlerde insanların olabileceği anlayıĢını savunmak- Kutsal Kitaba aykırı davranmak demekti. Ġnsan tekliği üzerine kurulan bu anlayıĢta baĢka topraklarda yaĢam olabileceği fikri kabul görmemekteydi. Bir diğer düĢüncede insanoğlunun okyanusları aĢıp baĢka topraklar üzerinde çoğalmasının mümkün olamayacağına dair mistik inançlardı. Antik dönemde temellenen ve Hristiyan anlayıĢta devam eden bu algıya göre ekümenlik etrafı aĢılmaz okyanuslarla çevriliydi. Okyanusun baĢladığı ve bilinen dünyanın bittiği yer ise Herkül Sütunları‟ydı. 15. Yüzyılın son çeyreğinde bu algının kırılmaya baĢladığını söylemek mümkündür. Örneğin bu yüzyılın son çeyreğinde Strobon ile Ptolemois‟in coğrafya eserlerinin Latinceye çevrilmesiyle bilinen dünyanın sınırları gizemli havasını kaybetmeye baĢlamıĢtı. Bu veriler ıĢığında harekete geçen Kolomb, Magellan, Bartalomeu Diaz öncülüğünde gerçekleĢen seferler Herkül Sütunları‟nın bilinen dünyanın sınırları olduğu anlayıĢını yerle bir etti. Dönemin yeni sloganı artık “plus ultra” (daha ötelere) olmaktaydı. Dünya artık gerçekliği içinde bir küre olarak algılanmaktaydı (Adadağ, 2011: 38-56). Metafiziğin konusu olan gök kubbe artık coğrafya ve haritacılığın konusu olmaya baĢlamıĢtı. Çünkü bu iki bilim yeni yerlerin zenginliklerine giden yolun öncüsüydü. Aristocu ve Katolik yuvar tasarımda gök kubbenin en uzağında tutulmuĢ ve hakir görülmüĢ olan “yer”in artık her bir noktası teknik olarak sermayenin adresi konumuna getirilmiĢti. Bu aynı zamanda homojen dıĢarıya karĢı yapılan bir mekân devriminin ardındaki itici güçtür. Yeniçağda dünya imgesini yeniden Ģekillendiren coğrafyacılar ve haritacılar için bu “yer” yuvarlığı artık sömürünün konusudur (Sloterdıjk, 2008: 45-54). Coğrafi keĢifler sonucunda yerlilerle kurulan iliĢkinin boyutuda buna göre Ģekillenmekteydi. Burada iliĢkiye konu olan Ģey talan, hırsızlık ve barbarlıktır. Bunun da iktisadî olarak ticaret diye ifade edilmesi doğru değildir. Çünkü ticaret diye yutturulanlar, kaba kuvvete dayalı zorbalıklardır. Sömürgeci güçlerin niyetleri ticaret olmuĢ olsaydı bu kadar ağır askerî teçhizatlara ihtiyaç duymazlardı (Toffler, 1981: 133).

Hali hazırda kendilerine yeterli bir olan bu sömürge toplumlarının Avrupa‟dan gelen mallara da çok ihtiyaçları yoktu. Bunun farkında olan sömürgeci güçler, kendilerine yeterli olan bu toplumları pazar ekonomisinin içine çekmeye çalıĢtılar.Toplumsal örgütlenmeler bu alana çekilince bu toplumların kültürleri küçük görülmeye, kimlikleri ve dilleri yok sayılmaya baĢladı. Üstelik sömürgeciler bu insanlara kendi geliĢmelerine engel olabilecek bir aĢağılık duygusu da verdiler. Bunun sonucunda bu toplumlar bağımlı kılındılar (Toffler, 1981: 133). ĠĢte bu yöntemlerle baĢlayan sömürgecilik, zor ve Ģiddet yoluyla Amerika, Asya ve Afrika kıtalarına doğru hızla yayıldı. Yağmacılık, kölelik ve plantasyonlardaki eziyet bu

sömürünün ifade biçimleridir. Sömürgecinin bu yollarla elde ettiği zenginliklerde metropoldeki iktisadî ve siyasî menfaat peĢinde olan sınıfların çıkarları için kullanıldı (J.Byres, 2007: 145).

Sömürgecilik en çok liberalizme de konu olan taraftan mülkiyet hakları üzerinden meĢrulaĢtırılmaktaydı. Sömürgecilik sürecinde elde edilen toprakların alınması res nullise (kullanılmayan ve sahipsiz toprakların daha verimli hale getirecekler tarafından haklı olarak kullanılması ve mülk haline getirilmesi) benzeri düĢüncelerle haklılaĢtırılmaktaydı. Bu ilke, 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra Emeric de Vattel‟in Doğal Mülkiyetin Haklarının Doğası

Hakkında adlı eserinde Ģöyle ifade edilmektedir: “Peru ve Meksika topraklarının fethi çok

meĢhur bir gasp olsa da Kuzey Amerika kıtasında değiĢik sömürgelerin kurulması adil sınırlar içerisinde yapılmıĢ olması kaydıyla tamamen yasaldır. Bu geniĢ toprakların hakları bu topraklar üzerinde yerleĢmekten çok amaçsızca bırakılmıĢtır.” (Wood- Wood, 2008: 110). Bu ilke John Locke tarafından sistemik ve teorik hale getirilmiĢti. John Locke Doğal Mülkiyet Teorisini emek üzerinde iĢlemekteydi. John Locke bu teorisiyle hem Amerika hem de Ġngiltere‟deki toprak sahiplerinin yaptıkları gaspı meĢru kılmaya çalıĢmıĢtı. Bunun en belirgin delili Locke‟un hamisi olan büyük toprak sahibi Shaftesbury kontunun kiĢiliğinde somutlaĢmıĢtı. J. Locke tarafından sistemleĢtirilen Emek Teorisi‟ne göre toprağa sahip olma, zirai faaliyet gösterenlerin toprak israfını önlemesine bağlanmaktaydı. Ġngiltere‟de köylüler, Amerika‟da yerliler tarafından kullanılmayan toprakların atıl bir halde bırakılması, onu kullanabilecek ve iĢletebilecekler tarafından mülk edinmesine yasal ve meĢru bir zemin hazırlamaktaydı. Locke‟un Adil SavaĢ Teorisi de benzer bir amaca hizmet etmekteydi. SavaĢlar sonucunda esir edilen insanların köle edilebileceğini ifade ederek köleliği yasal bir kurum haline getirmeye çalıĢtı. Her iki teori Ġngiltere‟nin imparatorluk pratiğinde etkin olarak kullanıldı (Wood-Wood, 2008: 113-117). Ġngiltere‟nin yasalarına da yansıyan bu teorilere ek olarak sömürgeciliğe baĢka gerekçelerde bulunmuĢtu. Örneğin,bu topraklarda yaĢayanların avcı ve toplayıcı toplumlar olduğu düĢüncesi bunlardan biridir (Chomsky, 2010: 19). Avcılık ve toplayacılık düĢüncesi uzamın nasıl algılanması gerektiğini göstermekteydi. Kuzey Amerika topraklarının gasbı için uzamın algıda boĢaltılması öncelikliydi. Bunun için sömürge topraklarının boĢ bir alan haline getirilmesi gerekliydi. Ġlkin „sömürge insanı doğanın bir parçasıdır‟ anlayıĢı egemen kılınmaya çalıĢıldı.Yerli Amerikalılar‟ın doğanın bir parçası olarak görülmesi onlarla sürekli bir savaĢ halinin olması demekti. Bu yolla uzamı algıda boĢaltan sömürgeci güçler nasıl toprak yabanıl otlar ve molozlardan temizleniyorsa bu topraklarında yerlilerden temizlenmesi gerektiği düĢüncesini

pratiğe dökmeye baĢladılar. Eğer uzam, yerlilerin mülkiyeti olarak algılanmıĢ olsaydı kıta üzerinde herhangi bir boĢluk kalmayacaktı (Hardt-Negri, 2012: 181). Dolayısıyla yaratılan boĢluk imgesi sömürgecinin iĢgaline hizmet etmekteydi. Yerlilerin topraklarının iĢgali bu argümanların kullanılmasıyla desteklenmekteydi.

Batı Avrupa‟da kapitalizmin boy vermesi, küreselleĢmesinin çakıĢması 16. ve 17. yüzyıllar arasında birbirinden güç alan bir dizi geliĢmenin iç içe geçmesiyle yakından ilgilidir. Deniz ticaretine askeri desteklerin devlet tarafından sağlandığı dönemlerdir. Birçok devlet, tacirlere askeri destek sağlanmamıĢ olsaydı bırakın ticaret yapmayı hayatta kalmaları bile zordu. 1500‟ler boyunca bu seferlere eĢlik eden iki unsur haç ve bayraktı. Ġspanyol ve Portekizlilerin baĢlattığı bu seferlere sırasıyla diğer Avrupa ülkeleri de katıldı. Kazançlı “ticarete” konu alan ürünlerin baĢında baharat, tütün, keten ve giderek önemli bir yer iĢgal eden kölelerdi. Devir sömürme dönemiydi. Zenginliğe giden yolda yer kaplamalar kanlı mücadelelere sahne olmaktaydı (Dowd, 2006: 25-26). KüreselleĢmeye baĢlayan kapitalist pazar içerisine sokulmasıyla binlerce yıldır kendine yeten toplumlar ya ticarete zorlanmıĢlar ya da yok olmaya bırakılmıĢlardır. Dünyanın uzak bölgeleri birden bire sanayileĢmiĢ ekonomilerin standardı içine çekildiler (Toffler, 1981: 132). Günümüzün geliĢmekte olan bölgeleri geçmiĢteki gibi sömürgeleĢtirilmiĢlerdir. Sömürgecilik, “beyaz adamın yükü” ve “medeniyetleĢtirme misyonu” içerisinden devam etmektedir. Yüzyıllardır sürmekte olan bu mantıkla hayatları dağıtılmıĢ insanlar, zorla küresel sisteme dâhil edilmektedir (Dowd, 2006: 288-293).

Sömürgeciliğin ortaya çıkardığı en büyük kurumlardan biri köleliktir. Sömürgecilik sonucunda nüfusunun büyük çoğunluğun köle haline getirildi. Buna ilk öncelik eden Portekizliler ve Ġspanyollar yerlileri köleleĢtirdiler. Bunlar ise zengin maden yataklarının çıkarılmasında kullanıldı. YerleĢimler daha sistemli hale gelince kölelerin kullandığı alanlar değiĢmeye baĢlayacaktı. Mesala izleyen yıllarda kahve, kakao ve tütün ekimi için daha fazla köleye ihtiyaç duyulmuĢtu. Bu ihtiyaç köle ticaretlerinin sürekli artmasına neden olmaktaydı. Kimi yerlerde bu ihtiyaç büyük oranda çocuk iĢgücü üzerinden sağlanmaktaydı (Chanda, 2009: 97-98). Ġlk plantasyonların kurulması köle ihtiyacını artırmıĢtı. 17. yüzyılın ortalarında Avrupalıların silah ve hastalıklarıyla birçok yerli hayatını kaybettiği için bu ihtiyaç, Afrika‟dan getirilen kölelerle giderilmeye çalıĢıldı. Kölelerin emeğiyle yapılan üretim sömürgecilerin zenginleĢmesinde önemliydi. Köle emeğiyle yapılan üretim, Kuzey ve GüneyAmerika arasında yapılan ticaretin 3/1‟ini oluĢturmaktaydı. Kölelik kurumu üzerinden sağlanan sermaye, küreselleĢen kapitalizminin önemli unsurudur. Hiçbir güç bu emeği

sermayeye dönüĢtürmede Ġngiltere kadar etki olamadı. Sadece 1662 ile 1807 yılları arasında taĢınan köle sayıları dört milyon seviyesindeydi. Bu iĢten en kazançlı çıkanlar Ġngiliz Ģirketleriydi. Bu güç Ġngilizleri küresel bir güç haline getirmekteydi (Chanda, 2010: 244).

Ġlk baĢta Amerika‟daki iĢ gücünün yaklaĢık %70 ile %80‟lik oranını Ġngiliz mülksüzleri ile iĢsizleri teĢkil etmekteydi. ĠĢ gücünün pahalılaĢması ve Ġngiltere‟deki sanayi devriminden dolayı Amerika‟da insan gücüne olan ihtiyaç arttı. Bunu karĢılamak isteyen sömürgeciler, Afrika‟dan ve Karayipler‟den köleler getirdi. Britanya‟nın sömürgeler vasıtasıyla yaptığı ekonomik girdinin önemli ayağını bu köleler oluĢturmaktaydı (Wood- Wood, 2008: 121-123). Sömürgecilikten elde edilen kârlar, bazen iki yüz ve üç yüz katına çıkmaktaydı. KüreselleĢen kapitalist sistemin temelinde bu kârlar vardır. Deniz seferlerinin sonucunda kurulan Ģirketlerin faaliyetleri ve onların devamı olan ÇUġ‟lar bu sisteme sürekli hayat verdiler (See, 2001: 56) Birinci dalga sömürgecilik Avrupa toplumlarının ekonomik ve toplumsal değiĢiminde ve dönüĢümünde önemlidir (Landes, 1998: 10-11). Modern toplumların inĢasında sömürgeciliğin rolü hakkında ne söylense azdır (Toffler, 1981:141).

Belgede Küreselleşme ve eleştirileri (sayfa 77-83)