• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: SOĞUK SAVAŞ YANSIMALARIYLA BULGARİSTAN’IN DIŞ

2.1 Türkiye’nin Bulgar Dış Politikasına ve Sovyet Etkisine Bakışı

2.1.4 Bulgar–Yunan İlişkileri ve Türkiye’nin Bu İlişkilere Bakışı…. 38

38

Gelişmeler gösteriyordu ki, 1955 sonrası Bulgaristan’ında parti siyaseti esas alındığında, Sovyet ve Yugoslav partilerinin ve buna bağlı gerilimli ideolojik tavrın ekseninde bir açıklama yapmak zorunlu oluyordu. Tito ve Çervenkof arasındaki gerilim, Çervenkof’un Bulgaristan’daki etkisi sürdüğü sürece silinecek gibi görünmüyordu. Her ne kadar Sovyetlerin Yugoslavya ile ilişkilerini geliştirmesi ve 1957-1960 yılları arasında Balkanlara uyguladığı ‘barış taarruzu’ iki ülke ilişkilerinde kıpırdanmalara neden olduysa da beklentilerin altındaydı. Özellikle 1956 Macaristan ayaklanmaları sırasında bu belirgin bir şekilde hissedildi. Buna ek olarak tarihsel bir sorun olan Makedonya meselesi133 de iki ülkenin ilişkileri önünde ciddi bir problem olarak duruyordu.

39

Yunanistan üzerindeki politikaları “eski kıymetsiz kurnazlıklar” gibi benzetmelerle eleştirilmişti.135

Bulgar-Yunan ilişkilerindeki kopukluk, karşılıklı olarak sorunların çözülmesini de zorlaştırıyordu. 1945 Mayısında, Bulgar Dışişleri Bakanı Staynof, Yunan kıtalarının özellikle, Yenice, Vardar, Florina ve Kastoria bölgelerinde Slav ve Bulgar lisanlarını konuşan azınlığa karşı zulüm yaptığını söylemiş ve Yunanistan ile siyasi ilişkiler olmadığından bu konuların barış içinde halledilemediğine vurgu yapmıştı.136

Yunanistan ile ilişkilerdeki huzursuzluğa işaret eden Vatan Cephesi lideri Dimitrov, 3 Mart 1946 tarihinde verdiği beyanatta şunları ifade etmişti: “Bulgar Milletinin komşuları karşısındaki durumu açıktır. Bu da samimi bir dostluk ve kardeşçe anlaşma içinde yaşamaktır. Bulgar milleti bu siyasetine Romanya ve Türkiye’den karşılık görmektedir. Ancak Yunanistan Bulgar aleyhtarı mücadeleye devam etmektedir.”137 Mart ayı içerisinde, Türk basınında da Bulgaristan ile ilgili şikâyetler görülürken, bir örnek olarak Haydar R. Öktem, “Hayret değil, hiddet…”

adlı yazısında Bulgaristan’ın komşuluk ilişkilerini eleştirmiş, özellikle Yunanistan’ın sınırlar ve tazminat ile ilgili isteklerine ve Bulgaristan’ın olumsuz yaklaşımlarına değinmişti.138

Yunan-Bulgar uzlaşmazlığının temel sebeplerinden biri Batı Trakya meselesiydi. Nitekim Bulgaristan Başbakanı Georgiev, 1946 Mayısında, “samimi bir Yunan-Bulgar dostluğu ve bir Balkan Federasyonu kurulması, Yunanistan’ın Batı Trakya’yı muhafaza ettiği müddetçe imkânsız olacaktır” demişti.139

Batı Trakya’da hatırı sayılır bir Türk nüfusu mevcut olduğundan, bu konu Türkiye için de önemliydi. Hüseyin Cahit Yalçın, 11 Haziran 1946 tarihinde Bulgaristan’ın Batı Trakya üzerindeki isteklerini ve tehditlerini tekzip etmesinden bahisle, “Bulgaristan kendi müdafaasını ve emellerini gerçekleştirme işini büyük devletlere bırakmıştır” yorumunu yapmıştı.140 Bundan kasıt, Bulgaristan’ın emellerinden vazgeçmediğiydi. Büyük devlet olarak bahsedilen de Rusya’dan

135 Hüseyin Cahit Yalçın, “Bulgar ve Yunan Münakaşası” Tanin, 11Mart 1945.

136 Ayın Tarihi, S.138, Mayıs 1945.

137 Ayın Tarihi, S.148, Mart 1946.

138 Haydar R. Öktem, “Hayret değil hiddet…” Anadolu, 1 Mart 1946.

139 Ayın Tarihi, S.150, Mayıs 1946.

140 Hüseyin Cahit Yalçın, Haber, İstanbul, 11 Haziran 1946.

40

başkası değildi. Bulgaristan, Türk kamuoyunda, Sovyetleri Yunanistan’ın üzerine kışkırtmakla suçlanıyordu.

Batı Trakya ile ilgili olarak, Dimitrov, başbakan olmasından bir ay sonra, 1946 Aralığında, yaptığı konuşmada şunları ifade etmişti: “Batı Trakya’nın Bulgaristan’a iadesi bu memleket için hayati öneme haizdir ve bu mesele müspet bir hal çaresine kavuşuncaya kadar siyaset sahnesinden indirilmeyecektir.”141 Bu da gösteriyordu ki yeni başbakan kararlıydı ve Yunanistan’la olan ilişkisinde Batı Trakya konusunu göz ardı etmesi beklenemezdi.

Bulgar-Yunan sınır meseleleri, 1947 yılına gelindiğinde yeni sorunların eklenmesiyle, savaş tazminatı gibi farklı gündemlere kaydı. Bu kapsamda belirtmek gerekirse, 10 Şubat 1947’de, Paris Barış Konferansı sonrasında imzalanan Paris Antlaşması’yla Bulgaristan’ın Yunanistan’a 45 milyon dolarlık bir savaş tazminatı ödemesi kararlaştırılmıştı.142 Bulgaristan ise bu tazminatı ödemeyi reddetmişti.

Başka meseleler ortaya çıkmaya devam etmiş, sınır konuları neredeyse tüm diğer konuların önüne geçmişti. Ordunun sınırda konuşlanması da söz konusu edildiğinden gerilimin istenmeyen sonuçlara yönelmesi tehlikesi belirmişti. Ağustos ayında, Moskova Radyosu’nun verdiği bir habere göre, Bulgaristan Başbakanı Dimitrov, Bulgaristan'daki Müttefik Kontrol Komisyonuna bir protesto notası göndererek, Yunan Hükümeti’nin, Yunan-Bulgar hududuna asker yığdığını ve bun-ları mitralyöz ve havan topu kullanmak suretiyle Bulgar toprakbun-larına tecavüze teşvik ettiğini bildirmişti. Bu notanın bir sureti Yunan Hükümetine de verilmişti.143

Yine 1947 Ağustosunda, ilişkileri daha da zorlayan bir tablo ortaya çıkmıştı.

Bled'de Tito ile Dimitrov arasında imzalanan antlaşma Yunanistan için can sıkıcıydı.

Antlaşmaya göre “Yunan komünist ihtilâlı başarıyla sonuçlandıktan sonra Yunan Makedonya’sı da Yugoslav Makedonya’sına katılacak, Yunanistan Trakya’sı Bulgaristan’ın olacak, Yugoslavya ile Bulgaristan büyük bir Güney-Slav federasyonu şeklinde birleşeceklerdi.”144 Bu durum Yunanistan açısından ciddi bir tehditti ve Yunan iç savaşında Bulgaristan ve Yugoslavya tarafından komünistlere verilen desteğin açık olduğu görülüyordu.

141 Ayın Tarihi, S.158, Aralık 1946.

142 Brown, a.g.e, s. 273.

143 Ayın Tarihi, S.165, Ağustos 1947.

144 Treaties Concluded in 1947, Treaties Entered into Force in 1947, General Agreement on Tariffs and Trade, Instrument of Accession, s. 46.

41

Bulgar-Yunan ilişkilerini çözebilmenin ön şartlarından biri de Soğuk Savaş kutuplarından biri olan Amerikan politikasının yansımalarını saptamaktan geçiyordu.

Örneğin 1947 Kasımında Bulgaristan Yunanistan’ı –Türkiye ile birlikte— ABD yardımlarının esiri olmakla ve ABD yakınlığıyla kendileri adına bir tehdit algısı yaratmakla eleştiriyordu. Bulgar hükümet sözcülerinden gelen ve Yunanistan’ı hedef alan açıklamalar Türkiye’yi de içine almaktaydı. 6 Kasım 1947’de Vatan cephesi Sofya mahalli idare komitesinin daveti üzerine bir toplantı yapılmıştı. Başbakan Yardımcısı Kostov ve Dışişleri Bakanı Georgiev’in katılımı ile yapılan bu toplantıda bir karar sureti kabul edilmişti. Bu karar suretinde şu sözlere yer verilmişti: “Güney sınırlarımızdaki iki tehlikeli harp kaynağı ve Amerika’nın taarruz üslerini teşkil eden Türkiye ile Yunanistan'ın arz etmekte olduğu tehlikeyi bütün dikkatimizle takip etmekteyiz”145 Burada Bulgaristan’ın Yunanistan’ı açık bir tehdit olarak gördüğü aşikârdı ve ABD ile Yunanistan arasındaki yakınlık Bulgaristan tarafından açıkça eleştiriliyordu.

Soğuk Savaş dünyasında Amerikan yaklaşımının yanı sıra, Balkanlar’daki iç dinamikler ve yakınlaşmalar da Bulgar-Yunanistan ilişkilerinde direkt olarak etki yaratmaktaydı. 1951 Martı’nda Yugoslavya’nın da Balkanlarda bir birlik adına Türkiye ve Yunanistan’la yakınlığı Bulgaristan için yeni bir tehdit algılaması yaratmıştı. Aynı ay içerisinde Bulgar hükümeti, Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'nın Bulgaristan'a karşı istilâcı emeller beslediklerini BM Genel Sekreteri’ne bildirmiş, bu konu Yunanistan tarafından sert bir dille yalanlanmıştı.146

Bulgaristan BM nezdinde Yunanistan ile ilgili şikâyetlerinden vazgeçmiyordu. 1952 Haziranında, Bulgar Hükümeti, BM Genel Sekreterliği’ne bir mektup göndererek; Yunan ordu birliklerinin defalarca Bulgar hududunu ihlal edişini protesto etmişti. Mektupta; Yunanistan’ın bu şekilde hareketlerine bir son verilmesi talep edilmiş ve konu edinilen sınır meselelerinin tehlikeli sonuçlar doğurabileceği bildirilmişti.147 Buna bir örnek, 16 Eylül 1956’da Ulus Gazetesinde çıkan haberde gelmişti. Haber şunları yazmaktaydı: “Selanik’ten bildirildiğine göre bu gece Bulgar-Yunan hududunda bir hadise olmuştu. Bulgar nöbetçileri tarafından açılan

145 Ayın Tarihi, S.168, Kasım 1947.

146 Ayın Tarihi, S.208, Mart 1951.

147 Dünya, 12 Haziran 1952.

42

ateş üzerine bir Yunan askeri ölmüştü.”148 Bir başka deyişle Bulgaristan, Yunanistan’ın sınır ihlalleri olduğunu iddia etmiş ve bu konuda uluslararası ortamda Yunanistan’ı tehdit etmekten geri kalmamıştı. Yine aynı yıl içerisinde Yunanistan’ın NATO’ya üyeliği ilişkileri bir kat daha germiş, Bulgaristan bunu bir tehdit olarak gördüğünü beyan etmişti.

Soğuk Savaş cephesinden, Amerika’nın yanı sıra Yunanistan’la da arası gerilen Sovyet Rusya, kışkırtmaya eğilimli bir tavır sergilemekteydi. 1953 Ekimi’nde Sovyet Rusya ile Yunanistan arasında bir gerginlik belirmiş ve 26 Ekim 1953 tarihinde Moskova’dan bildirildiğine göre “Yunan maslahatgüzarına verilen Sovyet notasında, Yunan topraklarının, Balkanlar’daki barış ve güvenlik için bir tehlike teşkil eden Atlantik bloğu kuvvetlerinin üssü haline getirilmesi karşısında, Sovyet hükümetinin kayıtsız kalamayacağı bildirilmiş”ti. Hatta uluslararası gerginliği arttıran bu işin mesuliyetini Yunan hükümetinin yükleneceği belirtilmişti.149

Bunu, 30 Ekim’de Bulgaristan Dışişleri Bakanı’nın BM Genel Sekreteri vasıtasıyla Yunanistan hükümetine, son Yunan-Amerikan anlaşması münasebetiyle bir protesto notası göndermesi takip etmişti. Notasında Bulgar Bakan ayrıca,

“…bundan sonra, hiç kimsenin taarruza niyetli olmadığı Yunanistan'ın, müdafaasını sağlamak için, askeri üsler kurulması siyaseti tatbik etmesine ve Atlantik Paktı bloğu askeri kuvvetlerine hüsnü kabul göstermesine hiç de lüzum bulunmadığı fikrini serdetmiş ve böyle bir siyasetten doğması mümkün her türlü neticeden Yunanistan hükümetinin mesul olacağını” beyan etmişti.150 Hem Sovyetlerin hem de Bulgaristan’ın bu çıkışları Yunanistan’ın NATO’ya katılmasıyla Yunan toprakları üzerindeki emellerine sekte vurulacağı ile ilgiliydi. Ayrıca NATO üyesi ve ABD destekli bir Yunanistan, Bulgaristan ve Sovyetlerin Balkanlar’daki etki alanı açısından bir tehdit olarak algılanmıştı.

Sorunlar böylesine kapsamlı ve çok yönlüyken, 1953 Aralığında yapılacak olan meclis seçimleri için girişilen kampanya dâhilinde Başbakan ve Komünist Partisi Genel Sekreteri Çervenkof söz alarak özellikle dış politikaya temas eden bir konuşma yaptı. Başbakan, ülkesinin Yunanistan ile ilişkilerinin yeniden tesise hazır olduğunu hatırlatmış ve bu münasebetle, Sofya ile Atina arasında diplomatik

148 “Bulgar Nöbetçileri Yunanlılara Ateş Açtı”, Ulus, 16 Eylül 1956.

149 Ayın Tarihi, S.236, Ekim 1953.

150 Ayın Tarihi, S.236, Ekim 1953.

43

ilişkilerin yeniden kurulacağını söylemişti.151 Gerçekten de Bulgaristan 1953 yılı itibariyle Yunanistan ile ikili görüşmeler ve bir anlaşma zemini arayışı içerisinde olmuştu ancak Yunan hükümetleri değişse de bu konuda değişmeyen görüş ilk önce Bulgaristan’ın savaş tazminatını ödemesi yönündeydi. Yunanistan’a göre bu tazminat, savaş sonrası enflasyonuyla artık 65 milyon dolardı.152

1954-1955 sürecine gelindiğinde, Bulgaristan’ın kısmen uzlaşmacı bir dönüşüm yaşayan dış politikası, BM’ye girişinin tasvip olması ve komşularıyla ilişkileri geliştirme yönünde Bulgar hükümetinin açıklamaları sonucunda, Yunanistan ile de ilişkileri gelişme yoluna girdi. Bu noktada 1954 yılında ciddi bir mesele olarak ortaya çıkan Kıbrıs sorununun da etkisi vardı. Kıbrıs Sorunu Yunanistan’ın İngiltere’den ve Türkiye’den uzaklaşmasına neden olmuştu. Sovyetler ve onun dış politikasının sıkı takipçisi Bulgaristan da bundan faydalanmak istemiş ve Yunanistan’a yakınlık göstererek Kıbrıs konusunda destek vermeye gayret etmişti.

Bulgaristan-Yunanistan arasındaki ilişkilerin normalleşmeye doğru yönelimi, 15 Aralık 1955 tarihinde Bulgaristan’ın Yunan hükümetine verdiği bir notada konu edinildi. Notada bu yönelimin, gerek Balkan ve gerek dünya barışı için faydalı olduğu belirtildikten sonra, Bulgaristan’ın “hiç bir kimseyi tehdit etmediği ve hiç bir kimseye zorla rejimini kabul ettirmek arzusunda olmadığı” ifade edilmişti. Bundan sonra, iki memleket arasında siyasi ilişkilerin kurulması gibi ileri adımlar atılmış olduğu hatırlatılmış ve askıda bulunan ihtilaflı konuların çözülmesi gerekliliği üzerinde durulmuştu. Buna karşılık Yunanistan ile normal diplomatik ve ticari ilişkileri yeniden tesis etmek hususunda Bulgaristan’ın yaptığı tekliflere Yunan hükümeti 1955 Aralığında resmi hiç bir tepki göstermemişti. Yunan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, 15 Aralık günü Sofya’daki Yunan maslahatgüzarına verilen Bulgar notasının incelenmesinin henüz tamamlanmadığını söylemekle yetinmişti.153 Bununla birlikte 1956 Nisanında Yunan Dışişleri Bakanı Teotakis, Bulgaristan’la Yunanistan arasında normal ilişkiler kurulmasının, barış antlaşmasının gerektirdiği tazminatın ödenmesine bağlı bulunduğunu bildirmişti.154 Yunanistan konu Kıbrıs

151 Ayın Tarihi, S.238, Kasım 1953.

152 Brown, a.g.e, s. 273.

153 Ayın Tarihi, S.263, Aralık 1955.

154 Ayın Tarihi, S.267, Nisan 1956.

44

bile olsa, Bulgaristan ile ilişkilerinin normalleşmesi ya da iyiye gitmesi için ilk şartı hep tazminat meselesinin halli olarak ortaya koymuştu.

Yine 1956 yılının Nisan ayında Bulgaristan Başbakanı Yugof, Mecliste verdiği nutukta, Bulgaristan’ın Yunanistan’a yaklaşımına referans vermiş ve bu yaklaşımın Bulgar-Yunan münasebetlerinin normalleşmesine ve iki memleket arasında halli gereken meselelerin tasfiyesine yol açması temennisinde bulunmuştu.155 Bulgaristan, bir şekilde Yunanistan ile ilişkileri geliştirmek konusunda kararlı görünüyordu ancak tazminatı ödemek konusunda isteksizdi.

1956 yılının Mayıs ayında, Yunan Dışişleri Bakanlığı’nın Atina radyosu tarafından yayınlanan tebliğinde bildirildiğine göre, Yunanistan’ın Sofya Maslahatgüzarı, 19 Mayıs’ta Bulgar Dışişleri Bakanlığı’na bir nota vermişti. Bu nota, Bulgaristan'ın Yunanistan’a vereceği tazminatın tasfiyesi için Bulgaristan’ın ileri sürdüğü son tekliflere cevap mahiyetindeydi. Buna göre; Bulgaristan’ın bu tazminata karşılık daha sonra tamamlanmak şartıyla bir miktar ödemesi, askıda kalmış bütün ekonomik sorunların çözümü için hemen görüşmelere başlanması hususunda anlaşmaya varılmıştı. Bununla beraber Yunan hükümeti ön ödeme olarak teklif edilen 3 milyon doları yetersiz bulmuş, hiç olmazsa 6 milyon dolar verilmesini talep etmişti.156 Bulgaristan bu talebi geri çevirmişti.

Sonuç olarak tazminat meselesi halledilememiş ve 1950’li yıllarından itibaren her ne kadar ilişkiler geliştirilmeye çalışılsa da, sınır meseleleri ve yaşanan küçük çaplı çatışmalar157 devam etmişti. Yunanistan Bulgaristan’dan gelen tekliflere yanıt olarak, kendisine ödenmesi gereken tazminatı ön koşul olarak gösteriyordu ve bu da Bulgaristan’ın elini kolunu bağlayan bir durum ortaya çıkarıyordu. Her ne kadar Yunanistan ve Bulgaristan arasında 11 Şubat 1958’de sınır olaylarına ilişkin bir protokol imzalandıysa da,158 Bulgaristan’ın Kıbrıs konusu kadar Yunanistan için hayati olan bir meseledeki desteği dahi Bulgar-Yunan ilişkilerindeki sıkıntıları gideremedi. Ancak, 1960 yılında iki ülke arasındaki yakınlık arttı; çünkü Yunanistan,

155 Ayın Tarihi, S.267, Nisan 1956.

156 Ayın Tarihi, S.268, Mayıs 1956.

157 Bunlara bir örnek 16 Eylül 1956’da Ulus Gazetesinde çıkan haberde gelmişti. Haber şunları yazmaktaydı: “Selanik’ten bildirildiğine göre bu gece Bulgar-Yunan hududunda bir hadise olmuştu.

Bulgar nöbetçileri tarafından açılan ateş üzerine bir Yunan askeri ölmüştü.” “Bulgar Nöbetçileri Yunanlılara Ateş Açtı”, Ulus, 16 Eylül 1956.

158 Sibel Turan, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenlerin Işığında Türk-Bulgar İlişkilerinin Yeri ve Önemi Üzerine Bir İnceleme”, Uluslararası Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk-Bulgar İlişkileri Sempozyumu, Eskişehir, 2005. s. 304.

45

Bulgaristan’ın 1960’lı yıllarda Kıbrıs meselesiyle ilgili kendisine verdiği destek adına ikili ilişkilere daha ılımlı bakmaya başladı.

46

BÖLÜM III: BULGARİSTAN – TÜRKİYE SİYASİ İLİŞKİLERİ ve SORUNLAR

Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkiler 1930’larda olumlu gelişmiş ancak 1941 yılında, 2. Dünya Savaşında, Bulgarların mihver devletler yanında yer almasıyla iki ülkenin yolları ayrılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, Bulgaristan Sovyetlere yakınlaştıkça ve ülkede komünizmin etkisi güçlendikçe, iki ülke arasındaki ayrılık bu şekilde belirginleşmişti. 1945 Kasımı’nda yapılan seçimlerle komünist lider Dimitrov’un iktidarı ele geçirmesiyle Türkiye’de, Bulgaristan’a karşı olan olumsuz ve şüpheci bakış iyice artmıştı. Özellikle Bulgaristan’daki muhalefete gösterilen tutum Türk kamuoyunda eleştiri konusu olmuştu. 1946’nın Şubat ayında Türk basınında Bulgaristan ile ilgili çıkan haberlerde, Vatan Cephesi ve Dimitrov, muhalefete ve muhalefet yapan basına karşı alınan tedbirler ve engelleme hareketleri yüzünden eleştirilmişti.159

Nisan 1946’da komünistlerin Bulgaristan’da bir azlık olduğu ancak Rus işgali altında olması dolayısıyla Bulgaristan’da komünistlerin hâkim olduğu bir koalisyonun hükümeti elinde tuttuğu iddiası bile ortaya atılmıştı. Bu görüşle Bulgar içişleri eleştirilmişti.160

Bu haberi desteklercesine bir yazı 1 Kasım 1946 günü Trakya Genel Müfettişi Abidin Özmen’den Türk İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarına ve Genelkurmay Başkanlığı ile 1. Ordu Komutanlığına gönderilmişti. Yazının içeriği şöyleydi:

“Bulgaristan'da muhalif Çiftçi ve Demokrat Partililer, son günlerde Sofya’da yaptıkları bir nümayişte; ‘Kahrolsun komünistler, kahrolsun Vatan cephesi, yaşasın Simeon’ diye bağırdıkları ve komünist partisi lideri, Cumhurbaşkanlığı namzedi Georgi Dimitrov’un fotoğrafının yırtıldığı ve Dimitrov aleyhine yazılan afişlerin asıldığı; bu nümayiş sırasında bir kaç kişinin yaralandığı ve askeri kuvvetlerin müdahalesi üzerine nümayişin dağıtıldığı öğrenilmiştir.”161

159 Ayın Tarihi, S.147, Şubat 1946.

160 1946 Nisanında Türk basınında Bulgar kabinesi ve yönetim biçimi ile ilgili çıkan bir yazı için bkz.

“Bulgaristan’da Kabine Buhranı”, Haber, İstanbul, 2 Nisan 1946.

161 Cumhurbaşkanlığı İsmet İnönü Arşivi, 2/13.2 8456

47

Bulgaristan’da Krallığın ortadan yeni kaldırıldığı süreçteki bu büyük tepki, 1943-1946 yılları arasında çok küçük yaşlarda Bulgaristan Çarı olan 2. Simeon’un 1946’da yapılan referandum sonucuna göre tahtından indirilip ailesiyle birlikte sürgüne gönderilmesinden kaynaklanıyordu. Tepki, Vatan Cephesi’ne, komünistlere ve şüphesiz Sovyetlere yöneltiliyordu.

Türk kamuoyu Bulgaristan’da komünist güçlerin sadece Sovyetler Birliği baskısı ve gücü ile iktidarda kaldığı, oysaki genel olarak halkın kendilerini desteklemediği iddiasında bulunmaktaydı. Yapılan seçim ve referandumlara uygulanan baskıların, komünist yönetim lehine işlediği kanısı hâkimdi.

1947 yılından itibaren Bulgaristan-Türkiye ilişkileri bozulmaya başlamıştı.

Bunda en temel faktörlerden biri, Soğuk Savaş’ta ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’ı bölgede iki temel dayanak noktası olarak oluşturacak bir niyet sergilemesiydi.

Bundan dolayı, Bulgaristan da Türkiye’yi hedef alan açıklamalardan kaçınmamaktaydı. Özellikle dış politikasında Türkiye’yi bir tehdit olarak algıladığı açıktı. 1947 Kasımı’nda Bulgar yöneticilerden gelen açıklamalar bu algıyı gösteriyordu. Nitekim Vatan cephesi Sofya mahalli idare komitesinin daveti üzerine 6 Kasım 1947’de bir toplantı yapıldığında, Başbakan Yardımcısı Kostov ve Dışişleri Bakanı Kimon Georgiev'in huzurunda gerçekleşen bu toplantıda alınan bir karara şu sözlerle yer verilmişti: ‘Güney sınırlarımızdaki iki tehlikeli harp kaynağı ve Amerika’nın taarruz üslerini teşkil eden Türkiye ile Yunanistan'ın arz etmekte olduğu tehlikeyi bütün dikkatimizle takip etmekteyiz.”162

Bu açıklama göstermekteydi ki Türk basınının Bulgaristan’ı Sovyet baskısı ve etkisi altında olmaktan dolayı eleştirdiği gibi, Bulgaristan da Türkiye’yi ABD baskısı ve etkisi altında olmakla suçluyordu. Dahası, suçlamakla da kalmıyor Türkiye’nin kendileri için bir tehdit oluşturduğundan kaygılanıyorlardı.

1948’de iki Türk uçağının Bulgaristan üzerinde düşürülmesiyle ilişkiler iyice gerginleşti. Türkiye Bulgaristan’ın Ankara’daki ataşesinin çekilmesini istedi. Kısa bir süre sonra Bulgar askerleri Lalapaşa yakınında bir Türk sınır karakoluna saldırdı.

Türk hükümeti sert tepki gösterdi. Bu olay sonrası Türk basını Bulgaristan aleyhinde şiddetli bir kampanyaya girişti.163

162 Ayın Tarihi, S.168, Kasım 1947.

163 Tuğlacı, a.g.e, s.133.

48

1949 Eylülünde gerginliği arttıran bir olay daha yaşandı. 9/10 Eylül gecesi saat 23.00’da, Filibe Türk Başkonsolosluğu binasının kapısında bir bomba patladı.164 Olaydan yaklaşık 5 gün sonra 15 Eylül 1949’da Bulgar yetkililerden gelen geç kalmış açıklama şöyleydi:

“Basın Direktörlüğü aşağıdaki hususları tebliğe mezundur: İçişleri Bakanlığı makamları, Filibe'deki Türk Konsolosluğunun kapısı önüne konularak ehemmiyetsiz zarara sebebiyet veren bombayı koyan kötü niyetli şahıslar tarafından yapılan tahrikin suçlularını aramak için en şiddetli tedbirleri almışlardır. Araştırmalar devam etmektedir ve yakın bir gelecekte sona erecektir. Mamafih bir cihet açıktır: o da bu tahrik hareketinin failleri, güney komşusu Türkiye ile normal ve dürüst münasebetler idame etmek hususunda Bulgar hükümeti tarafından sarf edilen gayretleri baltalamak gibi cinai bir gayeden ilham almış bulunmaktadırlar.”165

Olay üzerine Türk basını da seri bir şekilde tepki göstermişti. Tepkinin dayanakları çeşitliydi ama yersiz değildi. Benzer olaylarda da olduğu gibi Hükümetin nota vermek suretiyle gösterdiği tepki genel itibariyle eleştiriliyordu hatta ‘şiddetli’

sözüne de biraz manalı bakılıyordu ama olayın derininde yatan temel konu, soydaşlara davranışıyla kredisini azaltmış olan Bulgar yönetimine gereken cevabın verilmemesiydi. 16 Eylül 1949’da Abidin Daver, ‘Daha Şiddetli’ başlıklı makalesine tüm bu dayanakları yansıttı. Türk-Bulgar ilişkileri arasındaki gerginliğin tırmanarak devam ettiğini belirtti, aynı zamanda Türk yöneticilerin Bulgaristan’a yeterince sert tepkiler göstermediğini, daha sert ve kati bir politika izlenmesi gerektiğini söyledi.

Daver yazısında şunları ifade etti:

“Filibe Başkonsolosluğumuzun kapısını yıkan bomba hâdisesi üzerine hükümetimizin Bulgaristan’a “şiddetli” bir nota verdiği hakkındaki ajans haberini okuduk. Bu notanın metnini değil, bir hulâsasını neşreden Ajansın ona izafe ettiği «şiddetli»

vasfını bu hulâsada göremediğimizi söylemek mecburiyetindeyiz. Türkiye’ye ve Türklere karşı sönmez bir kin ve husumetle daima, hatta Birinci Dünya Harbinde müttefik olduğumuz ve yan yana harp ettiğimiz zaman dahi düşman olan

164 Türkiye’nin Sofya Elçiliği’nden verilen bu haber için bkz. Ayın Tarihi, S.190, Eylül 1949.

165 Ayın Tarihi, S.190, Eylül 1949.

49

Bulgaristan'da hükümetler, rejimler değişse de Türk düşmanlığı asla değişmez. Bu vaziyet karşısında Anadolu Ajansının “şiddetli” dediği notamızın bu vasfa uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bulgaristan’a karşı daha şiddetli davranmak zamanı gelmiştir.” Yazar sözlerini şöyle tamamlamıştı:

“Bulgaristan’daki soydaşlarımızın, nasıl bir tazyik ve tedhiş siyaseti ile imhalarına çalışıldığı da malûmdur. Geçenlerde yazdığımız bir yazıda, hükümetimizin Birleşmiş Milletler Teşkilâtı nezdinde protestoda bulunmasını rica etmiştik. Bomba hâdisesi münasebeti ile her vakada yaptığımız gibi bir protesto notası verdikten sonra, meseleyi kapanmış telâkki etmek gibi faydasızlığı ve neticesizliği tecrübe ile sabit olan bu yumuşak siyasetten vazgeçmek lâzımdır. Hükümetimizden Bulgaristan’a karşı hakikaten şiddetli bir yol tutmasını istiyoruz.”166

Türk cephesinde, hükümetin Bulgaristan’a karşı yeterince sert bir tutum takınmadığı yönünde bir rahatsızlık söz konusuydu. Bu da göstermekteydi ki, diplomasinin kendine özgü kuralları vardı ama bu kurallar her zaman toplumun beklentisini karşılayamayabiliyordu.

1949 yılı sonlarında Türkiye-Bulgaristan sınırında casusluk olayları nedeniyle bir kriz daha yaşandı ve 1950’ye sarkan bir sorun oldu.167 1950’lerde iki ülke arasındaki meseleler, genel olarak Bulgaristan’ın hazırladığı ve zorunlu tuttuğu Türk göçü ve hudut meseleleri ile geçerken son derece de gergin bir hale dönüştü.

1950’li yıllarda gerginliğin odak noktası yine Soğuk Savaştaki Amerikan nüfuzunun Bulgarlar üzerinde yarattığı huzursuzluğa ilişkin olarak kendini gösterdi.

Bulgar Büyükelçisi Çobanof, 1952 Nisanında Dışişleri Bakanlığı Umumi Kâtibi Büyükelçi Cevat Açıkalın’la görüşme talebinde bulundu. Konu, Türkiye’nin Atlantik Paktına girişini protesto mahiyetinde kaleme alınmış Bulgar notasıydı. Türk tarafınca bu notanın çok sert bir lisan taşıdığı duyumu alındı.168

Nisan ayı içerisinde Bulgar notasına planlanan cevap Türkiye tarafından verildi. Bu notada, gerek Türk yetkilileri gerekse Kuzey Atlantik Paktı üyesi diğer devletlerin yetkili temsilcileri tarafından birçok kere ifade edildiği şekliyle,

166 Abidin Daver, “Daha Şiddetli”, Cumhuriyet, 16 Eylül 1949.

167 Turan, a.g.e, s.303.

168 Dünya, 12 Nisan 1952; Ayrıca, Türk-Bulgar sınırının kapanması dolayısıyla son defa verilen Bulgar notasının metni de Ankara’ya geldi ve incelenmeye başlandı. Buna da gerekli cevap verileceği Türk hükümeti tarafından açıklandı.