• Sonuç bulunamadı

BİLİRKİŞİNİN CEZAİ SORUMLULUĞU

3.5. BİLİRKİŞİNİN SORUMLULUĞU

3.5.2. BİLİRKİŞİNİN CEZAİ SORUMLULUĞU

Bilirkişilerin cezai sorumluluğu, ne Türk Ceza Kanununda ne de başka bir özel kanunda düzenlenmiş değildir.662 Yeni HMK ise bu konuda “bilirkişi Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisidir” demekle yetinmiştir. Madde gerekçesine göre bu hükmün anlamı, bilirkişinin kamu görevlilerinin işleyebileceği suçları işleyebileceğine ve bu suçların aktif süjesi konumunda olabileceğine işaret ederek, bilirkişilere yöneltilebilecek sözlü ve fiili tecavüzlerin de önüne geçilmesidir.

HUMK sisteminde bilirkişiler, her ne kadar 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`na tabi olmasalar da, mahkemelerce bilirkişi olarak görevlendirildiklerinde ve bu görevi kabul ettiklerinde, eski TCK anlamında “adli bir amme vazifesi gören kimseler” olarak nitelendirilirken, 5237 sayılı TCK`nın 6/1-c bendine göre de “kamu görevlisi” içerisinde değerlendirilmişlerdir. Bunun yanı sıra bilirkişiler, Anayasanın 129`ncu maddesi anlamında “kamu görevlisi” konumundadırlar.663 Dolayısıyla, 1086

661

TANRIVER, Sorumluluk, s. 133-166, 144; HAKERİ, s. 236. 662

DERYAL, Türk, s.409. 663

156 sayılı HUMK dönemindeki doktrinde ve uygulamada, haklı olarak, bilirkişiler kamu görevlisi olarak sayılmış ve cezai sorumlulukları da bu şekilde ihtiva edilmiştir.

“Memur” terimi yerine “kamu görevlisi” terimini tercih eden Yeni TCK uygulamasında kimlerin kamu görevlisi sayılacağı m.6/l-c`de belirtilmiştir. Buna göre kamu görevlisi, “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” olarak tanımlanmıştır. Bir kimsenin TCK uygulaması bakımından kamu görevlisi sayılması için bu tanımda getirilen ölçü, kişinin “kamusal faaliyetin yürütülmesine katılması” ölçüsüdür. Maddenin gerekçesinde de, bilirkişilik, tercümanlık ve tanıklık faaliyetinin icrasını gerçekleştiren kimselerin, kamu faaliyetlerinin icrası sırasında kamu görevlisi olarak kabul edileceği açık olarak ifade edilmiştir. Bu itibarla, bilirkişi yeni ceza muhakemesi bakımından da faaliyetinin icrası süresince kamu görevlisi olarak değerlendirilecektir.664

HMK`'nın 284`üncü maddesi ile bilirkişilerin, ceza hukuku açısından konumu hususunda uygulamada ortaya çıkabilecek tereddütleri bertaraf etmek amacıyla, bilişinin, Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisi olduğu hususu açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. TCK`nda kamu görevlileri tarafından işlenebilen suçların faili kapsamına bilirkişiler de dahil edilmiş olmaktadır. Bilirkişiler, görevlerini icra sırasında, sadece kamu görevlilerinin işleyebileceği özgü suçların faili olabileceklerdir. Bu kapsamda bilirkişiler, rüşvet (TCK m.252), irtikap (TCK m.250), görevi kötüye kullanma (TCK m.257) suçlarının faili olabileceklerdir. O halde, bilirkişi, Türk Ceza Kanunu anlamında kamu görevlisidir; ancak, bu sıfat, bilirkişinin görevini ifa süreci ile sınırlıdır.665 Bilirkişiler görev süreleri içerisinde, kamu görevlilerinin işleyebileceği mahsus suçların aktif süjesi olabileceklerdir.

Bilirkişi, raporunu tarafsızlık ve doğruluk ilkelerine uygun bir biçimde düzenlemelidir. Bu nedenle, kasten gerçeğe aykırı görüş bildiren bilirkişi, TCK m.276/1 uyarınca “gerçeğe aykırı bilirkişilik” suçunu işlemiş sayılır ve 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.666 Suçun varlığı bakımından bilirkişi görüşünün gerçeğe aykırı olması yeterlidir, ayrıca bu nedenle bir zarar ortaya çıkmış 664 DÖNMEZ, s.1152. 665 PEKCANITEZ/ATALAY/ÖZEKES, Medeni, s.532. 666

157 olması aranmayacaktır. Buradaki gerçeğe aykırılığın, somut ve kesin olması zorunludur. Farklı yorum ve değerlendirmelere açık kanaatler gerçeğe aykırılığa dayanak yapılamaz. Gerçeğe aykırı görüş bildirme suçu, adliyeye karşı işlenebilen suçlardan olup, doğru olmayanı doğru imiş gibi göstermek veya doğru olanı saptırmak olarak anlaşılmalıdır.667 Ceza verilebilmesi için, bilirkişi görüşünün hükme etkili olması da gerekli değildir, sadece gerçek dışı görüş bildirmiş olmak yeterlidir. Gerçek dışı görüş bildirme suçu için, bilirkişinin kasıtla hareket etmiş olması, sonuçlarını bilerek ve isteyerek gerçek dışı rapor vermiş olması şarttır. Dikkatsizlik ve ihmal ile ortaya çıkan gerçek dışılık suç sayılmamalıdır.668

Bilirkişi hakkında gerçeğe aykırı rapor vermekten ceza kovuşturması ya- pılması, bilirkişi raporunun verildiği hukuk davasının görülmesine ve sonuçlan- dırılmasına engel olmaz ise de, hakimin bu tür bir şaibe karşısında verilen raporu daha bir dikkatle değerlendirmesi ve hiçbir şey olmamış gibi hükme esas almaması, mümkünse ceza davasının sonucunu beklemesi yararlı olur. Zira bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor düzenlemiş olduğu hususunun ceza mahkemesince tespit edilmiş olması, yargılamanın iadesi sebebi sayılmaktadır.

Bir hukuk davasında bilirkişilik yapan kişiye karşı açılan ceza davasında, hukuk davasının tarafları da, talepte bulunmaları şartıyla, müdahil olarak katı- labilirler.669

Bilirkişilik yapmak üzere davet edildiği halde, geçerli mazeret ileri sürmeden daveti kabul etmeyen veya kabul ettiği halde, yine haklı bir gerekçesi olmadan kamu görevinden kaçınan bilirkişiler, eski TCK m.282 uyarınca altı aya kadar hapis, ayrıca meslek veya sanatın tatili cezası ile cezalandırılmakta idiler.

Bu hüküm, yeni TCK`na alınmamış, benzer bir suça da yer verilmemiştir. Her ne kadar, “kamu görevinin terki veya yapılmaması” kenar başlıklı yeni TCK m.260/1`de “Hukuka aykırı olarak ve toplu biçimde, görevlerini terk eden, görevlerine gelmeyen, görevlerini geçici de olsa kısmen veya tamamen yapmayan veya yavaşlatan kamu görevlilerinin her biri hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezası” verilmesi öngörülmekte ise de, görevini yaptığı sırada kamu görevlisi sayılan 667 EREM, s.46. 668 ŞENGÜN, s.462. 669 KURU, C.III, s.2796.

158 bilirkişilere bu hükmün uygulanması zor görünmektedir. Zira, fıkranın son cümlesi, “kamu görevlisi sayısının üçten fazla olmaması halinde” ceza verilemeyeceğini emrettiği için, bilirkişi heyetinin üç kişiden fazla olması ve hukuka aykırı biçimde ve topluca görevden kaçınmaları şartıyla cezalandırılmaları mümkün olabilecektir.

Halbuki, HMK m.267 uyarınca ilke olarak tek kişilik bilirkişilik kabul edildi- ğinden ve ancak açık gerekçe göstermek şartıyla tek kişilik heyetler oluşturulabile- ceğinden, TCK m.260/1 hükmünün bilirkişilere uygulanması az rastlanabilecek bir durumdur. Ceza usulü bakımından da aynı sonuca varmak mümkündür.

Geçerli bir özrü olmaksızın mahkemece yapılan davete uyup, tayin edilen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmayan yahut mahkemeye gelip de yemin etmekten veya süresinde oy ve görüş bildirmekten kaçınan bilirkişiler hakkında, tanıklığa ilişkin disiplin hükümlerinin uygulanacağı HMK m.269/2'de öngörülmektedir. Geçerli bir özrü olmaksızın mahkemece yapılan davete uyup tayin edilen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmayan yahut mahkemeye gelip de yemin etmekten veya süresinde oy ve görüş bildirmekten kaçınan bilirkişiler hakkında HMK m.269/2`nin yollaması ile HMK m.245`de yazılı 500 TL`ye kadar disiplin para cezasına ve gelmemesinin sebep olduğu giderlere mahkum edilebilir.670 Hakim, gel- meyen bilirkişinin zorla getirtilmesine de karar verebilir.671

Keza bilirkişi, kendisine sorulan sorulara cevap vermez veya yemin etmemekte direnirse o mahkemece iki haftayı geçmemek üzere disiplin hapsine mahkam edilir. Buradaki hapis cezası bilirkişilik görevini yapmaya zorlama amaçlıdır. Bu ceza, tekerrüre esas olmaz ve adli sicile sabıka olarak geçmez. Ayrıca, bilirkişilik yapacağını beyan eden kişi tahliye edilir.672

Ceza yargılaması bakımından da, benzer bir yaptırım usulü benimsenerek, usu- lüne uygun olarak çağrıldığı halde gelmeyen veya gelip de yemin etmekten, oy ve görüş bildirmekten kaçınan bilirkişiler hakkında, tanıklar ile ilgili CMK m.60/1 hükmüne yollama yapılarak yaptırım uygulanması öngörülmüştür.673 CMK m.60/l`de öngörülen yaptırım, bilirkişinin atanma işlemlerinden doğan giderlere hükmedilmesi ile birlikte yeminin ve bilirkişiliğin gerçekleştirilmesi için dava hakkında hüküm

670

AYDİLEK, s.41; KARAFAKİH, s.118; KURU, C.III, s.2732. 671 HMK m.245. 672 ERDEMİR, s.558. 673 CMK m.71.

159 verilinceye kadar ve her halde üç ayı geçmemek üzere “disiplin hapsi” olup, yükümlülüğünü yerine getiren bilirkişilerin derhal serbest bırakılması kabul edilmiştir.

Ancak bu yaptırımın uygulanabilmesi için, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre bilirkişinin duruşmaya davet edilmesi ve çağrıldığından haberdar edilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, çağrıldığını bilmeyen ya da hukuki ve fiili engeller nedeni ile mahkemeye gelemeyen bilirkişilerin tutuklanması ve disiplin hapsine maruz bırakılması söz konusu olmamalıdır.

160 SONUÇ

Hakimin, önüne gelen her davaya ilişkin maddi vakıalara ve hukuki konulara yeterince vakıf olabilmesi mümkün olmadığı halde, uyuşmazlığı sağlıklı bir hükümle çözmekle yükümlü olduğu açıktır. Fakat hakimin, sadece genel hukuk bilgisi ve deneyimi ile hemen her konuda karar vermesi mümkün olamamaktadır. Nitekim mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.

Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz kuralı, gerçekçi bir düzenleme olmadığından uygulamada pek kabul görmemiş, hakimlerin pek çok hukuki meselede uzman bilirkişi sıfatıyla avukat görüşüne başvurdukları bilinmektedir.

Söz konusu genel ve hukuk bilgisi tabirinin genel hukuk bilgisi olarak yorumlanması, teknik hukuk konularında hukukçu bilirkişilerin görüşlerine başvurulması mümkün görülebilir. Bununla birlikte, emredici hukuk normunun değiştirilerek, hukukun bazı bilim dallarında uzmanlığı belgeli öğretim üyelerine hukukçu bilirkişi sıfatıyla başvurulmasının kabul edilmesi sorunu çözüme kavuşturacaktır.

Modern hukuk sistemlerinde, özellikle de Kara Avrupa`sı hukuk sisteminde, hakimlerin hukuki konularda bilirkişiye başvurmalarının yasaklanmasına karşın, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde hakimlere hukuki konularda bir çeşit “görüş alma yetkisi” tanınmıştır. Öte yandan, hakimin önüne gelen uyuşmazlığın eski hukukun uygulanmasını gerektirebileceği gibi, örf ve adet hukukunun veya yabancı devlet hukukunun uygulanmasını gerektirebilir. Bu durumda hakimden bütün hukuk disiplinlerini bildiğinden bahisle önüne gelen her davayı çözmesinin beklenmesi gereken hukuk bakımından yerinde değildir. Böyle durumlarda hakim, bilirkişi atamak yerine hukuki yardımlaşma yoluyla akademisyenlerden, başka mahkemede görevli bulunan hakimlerden görüş alabilmeli, devlet kurumlarının bünyesinde bulunan hukukçularla görüş alışverişinde bulunabilmelidir.

Hangi hallerde bilirkişiye başvurulması gerektiğine hakim kendisi karar verir. Ancak, Yargıtay, belli bir dönem aksi görüşte olup, çözümü özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde hakimin bilirkişiye başvurmasının zorunlu olduğuna karar

161 verilmiştir. Yargıtay`ın bu tutumu uygulamada hakimlerin hemen hemen her konuda bilirkişiye başvurmalarına neden olmuştur. Nitekim, Yargıtay hakimin, bilirkişinin oy ve görüşüyle bağlı olmadığı hakkındaki kanun hükmünü (HUMK m. 286; HMK m. 282), hakimin, bilirkişi raporunu değerlendirmesi sonucunda raporu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor alması gerektiğini, ek rapora rağmen görüşü tatmin edici ve inandırıcı bulmazsa, yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği şeklinde yorumlamaktadır. Oysa, hakim, ilk önce davanın karara bağlanabilmesi için gerçekten özel veya teknik bilginin gerekli olup olmadığını, gerekli ise kendi özel veya teknik bilgisinin o davada yeterli olup olmadığını değerlendirmeli ve bilirkişiye başvurmanın gerekli olup olmadığını kendisi takdir etmelidir. Kural olarak, çözümü hakim tarafından bilinemeyecek derecede özel ve teknik bilgiyi içeren uyuşmazlıklarda hakim bilirkişiye başvurur ve uyuşmazlığın çözümü için özel ve teknik bilgiye gerekli olup olmadığını ise yine hakim takdir eder.

Hakimin bilirkişi görüşü ile bağlı olmaması ve serbestçe değerlendirebilmesi, bilirkişi raporunu göz ardı ederek hüküm kurması anlamına gelmeyeceği gibi; değerlendirmenin akla, mantığa ve somut olay gerçekliğine uygun tutarlı bir gerekçelendirmeye dayalı yapılması zorunluluğu vardır. Sahip olmadığı özel veya teknik bilgi alanında bilirkişiye başvuran hakim, bilirkişi raporunu değerlendirirken, bilirkişi raporunu değil, bilirkişi görüşünün davanın çözümüne olabilecek katkısını değerlendirmektedir.

Hakimin, raporu diğer delillerle serbestçe değerlendirilmesinin doğal bir sonucu olarak; hakim raporu yeterli görmemekle beraber, raporda yazılı olan özel ve teknik bilgilerden hareketle, bilirkişinin raporunda varmış olduğu sonucun yanlış olduğu kanısına ulaşacak olursa, bunun gerekçelerini açıkça ortaya koymak suretiyle, bilirkişi raporunun aksine de karar verebilecektir. Nitekim, hakimin bilirkişinin görüşüne uygun olarak karar vermesi gibi bir zorunluluğu olmadığı gibi, bilirkişi raporu da hakimi bağlamaz. Bu nedenle hakim, bu raporları serbestçe takdir eder ve bunlardan ayrılmak suretiyle dahi kararını verebilir.

Bilirkişi görüşünün hakimi bağlamamasının anlamı, bilirkişi görüşüne ihtiyaç duyan hakimin, onu göz ardı ederek karar vermesi değildir. Şüphesiz, hakim, dava sırasında önüne gelen bütün delilleri olduğu gibi bilirkişi delilini de, yargılamanın hakimi sıfatıyla serbestçe değerlendirecek, davanın çözümüne olan katkısını takdir

162 edecektir. Ancak, delilleri serbestçe takdir yetkisi sınırsız olmadığı gibi keyfi olarak da kullanılamaz. Bilirkişinin mütalaasını kabul etmeyen hakim, bunun nedenini bilimsel olarak açıklamak zorundadır. Fakat bunun için, her şeyden önce hangi düşünce ve gerekçe ile bilirkişiye başvurma ihtiyacı duyduğunu, hangi hususta özel veya teknik bir bilgiye gerek olduğunu, rapordan ne ölçüde yararlandığını, raporun hangi açılardan yetersiz kaldığını, hangi saikle raporun aksine bir kanaate ulaştığını ikna edici bir üslupla ortaya koymak durumundadır. Zira, Yargıtay da, bilirkişinin özel veya teknik bilgisine ihtiyaç duyulan bir uyuşmazlıkta bilirkişi görüşünün göz ardı edilmesini kabul etmemektedir. Nitekim, Yargıtay bazı kararlarında bilirkişi görüşünün bağlayıcı olmamasının, bilirkişi görüşüne ihtiyaç duyan hakimin, onu göz ardı ederek karar vermesi anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir.

Hakim, bilirkişi raporunda yazılı olan özel ve teknik açıklamalardan, bilirkişi raporunda varılan sonucun yanlış olduğunu takdir edebilecek derecede bilgi sahibi olduğu kanısına varabiliyorsa, yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırmadan, bilirkişi raporunun aksine de karar verebilmelidir. Buna göre, bilirkişi raporlarının değerlendirilmesinde hakimin takdir hakkının bulunması demek, raporu yetersiz bulması halinde mutlaka ek rapor istenmesi veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırması gerektiği değil, bilirkişiye başvurmanın gerekip gerekmediğine karar verme yetkisinin hakime verilmesi ve gerekçesini göstermek kaydıyla rapordan farklı bir karar verebilmesinin kabul edilmesi demektir. Hakimin yargılamaya egemen olmasının ve bilirkişiye başvurulması için konulmuş olan hükümlerin amacına ulaşılması için hakime bilirkişi raporlarıyla bağlı olmama yetkisi verilmiştir. Nitekim, bilirkişi raporunun hakimi bağlaması, her şeyden önce yargı bağımsızlığına aykırıdır.

Bilirkişilik müessesesinden beklenen faydanın sağlanabilmesi için, bilirkişinin tarafsız ve uzman olması gerekir. Maalesef uygulamada bilirkişinin uzmanlığına bakılmadan ilk derece mahkemesince avukatın, polis memurunun, bilirkişi olarak hakim tarafından atandığı görülmektedir. Hatta, hakimin yanında staj eğitimini gören stajyer hakimin, mahkemede görevli bulunan zabıt katibinin de bilirkişi olarak atandığına rastlanmaktadır. Uzmanlık ve tarafsızlık niteliklerinin titizlikle denetlenmesi gerekir. Hatta bu denetim sadece temyiz mahkemesi tarafından değil, bilirkişi incelemesine başvuran ilk derece mahkemesi tarafından da yapılmalıdır.

163 Uzman olmayan kişilerce yaptırılan inceleme teknik ve gerçek anlamda kesinlikle bilirkişi incelemesi olarak değerlendirilmemelidir. Uzman olmayan kişiyi, kasten veya ağır ihmal neticesinde bilirkişi olarak atayan hakimin sorumluluğu kabul edilmeli ve bir takım disiplin cezaları öngörülmelidir. Yargıtay, bilirkişinin uzmanlığını derinlemesine incelemeli ve uzmanlık konusunda en ufak bir şüphenin bulunması halinde hem mahkemece tesis edilen hüküm bozulmalı, hem de hakimin disiplin sorumluluğuna gerek olup olmadığı incelenmelidir.

Bilirkişilerin bölge adliye mahkemesi adalet komisyonu listelerinden atanmasının bu sorunu çözebilecek nitelikte olabilmesi için bilirkişi listesine kayıt olmak isteyen kişilerin uzmanlığının adalet komisyonunca değerlendirilmesi ve sadece uzmanlığını belgeleyen kişilerin bu listeye yazılması gerekmektedir.

Bilirkişiler belirlenirken, görüş istenen konunun hangi uzmanlık alanına girdiği ve o konuda ne tür bir mesleki yeterlilik aranacağı ve ne tür vasıflara sahip kişilerin görüşüne başvurulması gerektiği, hakim tarafından titiz bir inceleme ile kararlaştırılmalıdır. Görüş istenen konuda en yeterli, en yetenekli ve en ehliyetli uzmanın araştırılması ve hangi alanında ne tür bir uzmanlık yeterliliğine sahip bulunduğunun belgelendirilerek tutanağa kaydedilmesi hususu, maalesef uygulamada ihmale uğramaktadır.

Yargıtay birçok kararında bilirkişi raporunun yeterli olmadığı, gereken bilimsel incelemeler ve metotları kullanmadan raporunu hazırladığı, matematiksel işlemlerde formülleri yanlış kullandığından bahisle ilk derece mahkemesinin rapora dayanarak verdiği kararlan bozmaktadır. Yargıtay üyeleri de belirli şartları taşıyan ve hakimlik mesleğine mensup olan kişilerdir. Bir hakimin bilmediğinden bahisle uzmana başvurduğu durumlarda, Yargıtay hakimlerinin hiçbir uzmana başvurmadan raporun bilimsel içeriği hakkında değerlendirmeler yapması ve yaptığı bu değerlendirmelerin sonucunda hüküm kurması uygun olmayabilir. Bu gibi durumlarda, Yargıtay da rapora ilişkin şüphelerini gidermek amacıyla raporuna dayanarak hüküm kurulan bilirkişiden ek rapor alınması veya yeniden bilirkişi incelemesi yoluna giderek raporun bilimsel içeriğini değerlendirmesi ve bunun sonucunda verilen kararı bozması ya da onaması gerekmektedir.

Bilirkişilik yapabilme yeterliliği ve ehliyetine sahip kişilerin belirlenmesi ve mesleki disiplin ve denetimin sağlanabilmesi bakımından, bilirkişilerin oluşturulacak

164 bir meslek örgütüne üye olması yararlı olacaktır. Mahkemeler, uzmanlık alanlarına göre sistematize edilmiş şekilde ve objektif esaslara göre belirlenmiş nitelikleri taşıdığı resmi bir merci tarafından tescil edilmiş ve kendilerine bilirkişilik ruhsatı veya kimliği verilmiş kişilerden bilirkişileri seçmelidir.

Uygulamada, bilirkişi kurulunun görüşüne başvuruldu zaman, dosyanın bir kişi tarafından incelendiği, raporu tek kişinin yazdığı ve diğer üyelerin raporu sonradan imzaladıkları bilinmektedir. Bu nedenle, birden fazla uzmanlık bilgisinin gerekli olduğu ve konunun farklı açılardan tartışılması gereğinin bulunduğu davalar istisna edilmek kaydıyla, birden fazla bilirkişi seçilmesinden mümkün olduğu ölçüde kaçınılması gerektiği, pratik ve daha yararlı olduğu görüşündeyim. En azından, birden fazla uzman bilirkişi gerekli ise de, her bir uzmanlık alanında en fazla bir kişinin seçilmesi yeterli görülmelidir.

Bilirkişi raporunun hazırlaması için uygun bir süre tanınacağı ve bu sürenin en fazla üç ay olabileceği hükme bağlanmıştır. Uygulamada süre belirlenmeden dosyanın bilirkişiye verildiği ya da belirlenen sürenin azami sürenin aşılmasına rağmen dosyanın bilirkişide beklediği, bununla da davanın sürüncemede kaldığı gözlenmektedir. Bu konuda mahkemelerin, dosyanın durumuna göre, bilirkişinin de görüşü alınarak rapor için yeterli sürenin belirlenmesi ve bu süre zarfında raporun teslim edilip edilmediğinin takip edilmesi gerekir.

Mahkemelerce bilirkişiye yemin yaptırılması ihmal edilmemelidir. Yeni HMK düzenlemesi ile hukuk usulünde bilirkişilerin yemin etmesi, hakimin lüzum görmesi halinde başvuracağı bir tedbir olmaktan çıkarılmış, yemin zorunluluğu kabul edilmiştir. Yeminin kanuni ve zorunlu bir tedbir olarak kabul edilmesi bilirkişilik kurumuna ciddiyet kazandıracaktır.

Bilirkişiliğin meslek olarak sayılmaması yönünde genel bir inanç vardır. Bu inancın temelini, bilirkişiliğin meslek olarak kabul edilmesi halinde liyakat prensibinin sekteye uğrayacağı ve bilirkişilikten beklenen faydanın sağlanamayacağı oluşturmaktadır. Bir görevin profesyonel olarak icra edilebilmesi, onun meslek olarak kabul edilmesine bağlıdır. Öte yandan, bilirkişiliğin meslek olarak kabul edilmesi liyakat prensibine de ters düşmez. Zira, hakimlik, akademisyenlik, savcılık ve avukatlık gibi hukuki görevler meslek olarak kabul edilmektedir.

165 Bilirkişiliğin meslek olarak kabul edilmesinden sonra, bilirkişilerin bağlı bulunduğu bürolar veya meslek örgütleri kurulmalıdır. Zira, bilirkişilerin bağlı bulunduğu mesleki örgütleri olmaksızın örgütlenmeleri ve bir uyum neticesinde çalışmaları imkansızdır. Ayrıca bu durum kurul olarak seçilecek bilirkişilerin birlikte ve ortak hareket etmelerini kolaylaştırıcı, bilirkişiler daha kolay araya gelerek özel veya teknik bilgiyi istişare edip konuşabileceklerdir.

166 KAYNAKÇA

ABACI, Nurcan “Osmanlı Dönemi Bilirkişilik Uygulamaları Üzerine Bir Araştırma”, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 2002, Sayı 3.

AKAY, Hüseyin “Bilirkişilik”, Kırıkkale Barosu Dergisi, S. 1990/1-2, s.54-58.

AKCAN, Recep Usul Kurallarına Aykırılığa Dayanan Temyiz Nedenleri, Nobel Yayınları, Ankara 2000. (AKCAN,