• Sonuç bulunamadı

Bir kişi suç işlemekle toplumun kendisine duyduğu güveni kaybeder. Bu nedenle suç iş-leyen kişi özellikle güven ilişkisinin varlığını gerektiren belli hakları kullanmaktan yok-sun bırakılır. Nitekim TCK’nın “Belli hakları kullanmaktan yokyok-sun bırakılma” başlıklı 53.

maddesinde, kişinin işlemiş olduğu suçtan dolayı hangi hâllerde ve hangi haklardan yok-sun bırakılacağı düzenlenmiştir.

Bu maddeye göre kişinin işlediği suçtan dolayı belli hakları kullanmaktan yoksun bı-rakılabilmesi için iki koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekir. Bunlar, işlenen suçun kasıtlı bir suç olması ve bu suçtan dolayı kişinin hapis cezasına mahkûm edilmesidir.

Maddenin birinci fıkrasında bu şartların gerçekleşmesi hâlinde kişinin hangi haklar-dan yoksun bırakılacağı sayma yöntemiyle belirlenmiştir. Buna göre;

“Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;

a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,

b) Bu bent, Anayasa Mahkemesinin 8.10.2015 tarihli ve E. 2014/140, K. 2015/85 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. İptal kararı 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu bent hükmü şöyleydi: “Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî hakları kullanmaktan,”

c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,

d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasî parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,

e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,

yoksun bırakılır.” (m. 53/1).

Burada sayılan hak yoksunlukları için kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyet yeterlidir. Mahkemenin ayrıca suç işleyen kişinin bu haklardan yoksun bı-rakıldığına karar vermesi gerekli değildir. Ancak hak yoksunluğunun doğabilmesi için mahkûmiyet kararının kesinleşmesi şarttır.

Bu fıkrada sayılan haklardan yoksunluk ancak kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyete bağlı olarak doğacağı için, taksirli suçlardan dolayı hapis cezasına hükmedilmiş olsa dahi bu haklardan yoksunluk ortaya çıkmayacaktır. Yine kasten işlenen suçtan dolayı adli para cezasına veya güvenlik tedbirine hükmedilmesi hâlinde de bu hak-lardan yoksunluk kendiliğinden doğmamaktadır.

Keza belirtmek gerekir ki, kısa süreli (bir yıl veya daha az) hapis cezası ertelenmiş olan kişilerle, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında yukarıda sayılan haklardan yoksunluk söz konusu olmayacaktır (m. 53, f. 4). Bu kişiler söz konusu haklarını kullanmaya devam edeceklerdir. Burada hak yoksunluğunun doğmaması için kişinin fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olması yeterli olup, işlediği suçtan

Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakma tedbirinin uygulanabilmesi bakımından kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olmak gerekir.

Ceza Hukuku

160

dolayı hakkında mahkûmiyet hükmünün verildiği sırada kaç yaşında olduğunun bir öne-mi bulunmamaktadır.

TCK’nın sisteminde kasten bir suçun işlenmesi nedeniyle hapis cezasına mahkûmiyete bağlı hak yoksunluğu süresiz şekilde öngörülmemiştir. Bu sistemde hak yoksunluğu kural olarak kişinin işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar devam edecektir (m. 53/2). Dolayısıyla kişi hapis cezasının infazı tamamlandıktan sonra yoksun kaldığı hakları kullanmaya devam edecektir. Bunun tek istisnasını birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlardan dolayı hapis cezasına mahkûmiyet oluşturmaktadır. Bu durumda mah-kemenin ayrıca cezanın infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar kötüye kullanılan hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar vermesi gerekmektedir (m. 53/5).

Ancak hukuk sistemimizde başta Anayasa olmak üzere (m. 76/2) çeşitli kanunlarda kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkûm olan kişilerin, bu mahkûmiyetleri “affa uğramış olsa bile” belirli hak ve yetkileri kullanamayacakları hüküm altına alınmıştır. Nitekim 25.5.2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun Geçici 2. maddesi ile Anayasa ve özel kanunlarda yer alan ve bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetlerin etkisi korunmuştur. Dolayısıyla TCK’nın 53.

maddesinde hak yoksunluğunu hapis cezasının infazı süresiyle sınırlandıran hükümle, süresiz hak yoksunluğu öngören diğer kanunlardaki hükümler arasında bir tutarsızlık or-taya çıkmıştır. Bunun doğurduğu sakıncaları gidermek amacıyla 25.5.2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’na 6.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanunla “Yasak hakların geri verilmesi” başlıklı 13/A maddesi ilave edilmiştir. Böylece kişiler, belli suçların işlenmesine bağlı olarak ortaya çıkan ve Anayasa ve özel kanunlardan kaynaklanan hak yoksunlukla-rını bu yolla ve belli bir sürenin geçmesiyle geri alabileceklerdir.

Kasten işlemiş olduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezası tamamen veya kıs-men toplum içinde infaz edilen kişilerle ilgili olarak belli haklardan yoksunluğun bazen kendiliğinden doğmayacağı, bazen de mahkeme kararıyla belli hakların kullanılmasına izin verilebileceği kabul edilmiştir (m. 53/3). Buna göre mahkûm olduğu hapis cezası er-telenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından hak yoksunluğu söz konusu olmayacaktır. Keza mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen hükümlünün bir kamu kurumunun veya kamu kurumu ni-teliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmesine mahkeme tarafından karar verilebilecektir. Örneğin kasten işlediği suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olan ve bu cezası ertelenen bir avukatın veya doktorun denetim süresi içinde mesleğini kendi büro-sunda veya muayenehanesinde icra etmesine mahkemece karar verilebilir.

TCK’da hak yoksunluğu kasten işlenen suç dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak öngörülmüştür. Ancak 53. maddenin birinci fıkrasında sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlardan dolayı sadece adli para cezasına mahkûmiyet hâlinde de, istisnai olarak hak yoksunluğu söz konusu ola-caktır. Ancak bu durumda hak yoksunluğu kendiliğinden doğmamakta, mahkeme tara-fından karar verilmesi gerekmektedir. Mahkeme adli para cezasına mahkûmiyet hâlinde, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar kötüye kullanılan hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verir. Bu yasak hükmün kesinleşmesiyle etkisini gösterir ve fakat yasaklama ile ilgili süre adli para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar (m. 53/5).

7. Ünite - Yaptırımlar ve Milletlerarası Ceza Hukuku

161 Müsadere

Müsadere, bir eşyanın mülkiyetinin devlete geçmesini sonuçlayan bir ceza hukuku yap-tırımıdır. Müsaderenin ceza hukuku yaptırımları içerisinde ceza değil, güvenlik tedbiri niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. TCK’da da müsadere bir güvenlik tedbiri olarak dü-zenlenmiştir. Bu nedenle müsadereye hükmedilebilmesi için bir suçun işlenmiş olması zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesi gerek-memektedir.

Müsadereye hükmedilebilmesi için bir suçun işlenmiş olması zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir.

TCK’da müsadere, eşya müsaderesi ve kazanç müsaderesi olmak üzere ikiye ayrıl-mıştır.

Eşya müsaderesinin konusunu kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan, suçun iş-lenmesine tahsis edilen, suçun işlenmesinden meydana gelen veya suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanıp da niteliği itibariyle kamu güvenliği, kamu sağlığı veya ge-nel ahlak açısından tehlikeli olan eşya oluşturmaktadır (m. 54/1). Belirtmek gerekir ki, eşya müsaderesinin söz konusu olabilmesi için işlenen suçun kasıtlı bir suç olması gerekir.

Taksirle işlenen suçlarda eşya müsaderesine hükmedilemez. Bir eşyanın müsadere edile-bilmesi için iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmaması da gerekir. Kişinin suçun işlenmesi-ne iştirak etmemesi, suçun işlenmesinden haberdar olmaması durumunda, sahibi olduğu eşya bir suçun işlenmesinde kullanılmış olsa bile, müsadere edilemez.

Müsadere yaptırımı ile işlenen suçun haksızlık içeriği arasında makul bir oran bulun-malıdır. Müsadereye somut olayda hakkaniyete uygunsa hükmedilmelidir. Suçta kullanı-lan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça göre daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşılırsa, eşyanın müsaderesine hükmedilmemelidir (m. 53/3).

Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, suçun icra hareketlerine he-nüz başlanmamış ise sırf bu nedenle müsadere edilmeyecektir. Ancak bu eşyanın niteliği gereği kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması hâlinde kime ait olduğuna bakılmaksızın müsaderesine hükmedilecektir. Bir suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyanın üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturuyorsa, 54. maddenin dördüncü fıkrasına göre de müsadere edi-lecektir. Böyle bir eşya aynı zamanda bir suçun konusunu oluşturduğu için kazanç müsa-deresine de tabi olacaktır.

Bir suçun işlenmesine bağlı olarak eşya müsaderesine konu olabilen bir eşyanın, or-tadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir (m. 54/2). Buna kaim değerin müsaderesi denir.

Birden çok kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur (m. 54/6). Yine bir eşyanın sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sade-ce bu kısmın müsaderesine karar verilir (m. 54/5).

TCK’da kazanç müsaderesi de düzenlenmiştir (m. 55). Bu düzenleme ile güdülen te-mel amaç, suç işlemek yoluyla kazanç elde edilmesinin önüne geçmektir. Kazanç müsa-deresi, özellikle uyuşturucu madde ticareti, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama gibi ekonomik çıkar elde etmek ama-cıyla işlenen suçlara karşı etkin mücadele edilmesinde önemli bir yaptırım niteliğindedir.

Bu yaptırımla suç işlenmesinin bir kazanç kapısı hâline getirilmesi önlenmek istenmekte

Ceza Hukuku

162

ve suçtan elde edilen gelir kişinin yanında bırakılmamaktadır. Hatta öyle ki, kazanç mü-saderesine konu eşya veya maddi menfaatlerin harcama, imha, tüketme gibi hareketlerle müsaderesinin imkânsız kılınması hâlinde, bunların karşılığını oluşturan para tutarının (kaim değerin) müsaderesine hükmedilecektir (m. 55/2).

Bir güvenlik tedbiri olan kazanç müsaderesinin konusunu bir suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfa-atler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançlar oluşturmaktadır (m. 55/1). Kuşkusuz kazanç müsaderesine de ancak kasten iş-lenen bir suçtan dolayı hükmedilebilir.

Suçun işlenmesi suretiyle elde edilen malvarlığı değerlerinin müsadere edilebilmesi için bunların suçun mağduruna iade edilememesi gerekir. Örneğin hırsızlık suçunun ko-nusunu oluşturan eşyanın maliki veya zilyedi belli ise müsadere edilmeyip, bu kişilere verilmesi gerekir.

Suçun işlenmesi suretiyle elde edilen ya da suçun konusunu oluşturan eşya suç ta-mamlandıktan sonra üçüncü bir kişinin mülkiyetine geçirilebilir. Böyle bir durumda üçüncü kişi eşyanın bu niteliğini bilerek mülkiyetine geçirmişse, esasen bu kişinin fiili suç teşkil edeceği için kazanç müsaderesine ilişkin hükümler uygulanacaktır. Buna karşılık eşyayı sonradan iktisap eden kişinin, bu eşyanın bir suçun konusunu oluşturduğunu veya bir suçun işlenmesi suretiyle elde edildiğini bilmediği hâllerde, bu kişinin Türk Medeni Kanunu’nun iyiniyetin korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanması gerekir. Böyle bir durumda iyiniyetle eşyayı iktisap eden üçüncü kişinin sahibi olduğu eşyanın müsade-resine hükmedilmeyecektir (m. 55/3).