• Sonuç bulunamadı

Avrupa Topluluğu Hukukunda Fikri Mülkiyet Hakları ve Esaslı Unsur Doktrin

ESASLI UNSUR DOKTRİNİNİN FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI ALANINDA UYGULANMASI VE HUKUKİ SONUÇLAR

B. Esaslı Unsur Doktrininin Uygulama Alanı Bulması: Tek Taraflı Olarak Lisans Vermeyi Reddetme

5. Avrupa Topluluğu Hukukunda Fikri Mülkiyet Hakları ve Esaslı Unsur Doktrin

Anlaşma yapma yükümlülüğü, esaslı unsur doktrininin fikri mülkiyet hakları alanında uygulanması halinde kendisini lisans verme yükümlülüğü olarak göstermektedir. Doktrinde, fikri mülkiyet haklarının konusu ürünlerin esaslı unsur olarak kabul edilmesi halinde, lisans verme yükümlülüğünün diğer fiziki varlıklara, alt yapılara ve hizmetlere nazaran daha ağır koşullara bağlanması gereği üzerinde durulmaktadır522.

Fiziki varlıklara nazaran fikri ürünlere rekabet kurallarının daha farklı uygulanmasını öngören yaklaşım ile bu yaklaşıma karşı çıkan düşünce sırasıyla şu nedenleri ortaya koymaktadır. İlk olarak, fikri mülkiyet haklarının amacının topluma kazandırılan yeniliklerin karşılığı olarak sahiplerine ödül sağlamak olduğu

521 Marquardt – Leddy, s.857.

522 Opi, s. 451; Inhester, s. 6; Derclaye, Estelle: “Abuses of Dominant Position and

Intellectual Property Rights: A Suggestion to Reconcile the Community Courts Case Law”, World Competition, V. 26/4, 2003, s. 696.

belirtilmektedir. Aynı şekilde, fiziki varlıklar açısından meseleye yaklaştığımızda bunlara ilişkin korumanın kapsamının, süresinin toplumun ihtiyaç duyduğu yatırımların yapılmış olması karşılığında sağlandığını görmekteyiz523. Böylelikle her

iki durumda da topluma fayda sağlanmaktadır.

Doktrinde ileri sürülen gerekçelerden bir diğeri, fikri mülkiyet haklarının sahibine üçüncü kişileri fikri ürünü kullanmaktan men etmek hakkının tanınması olarak görülmektedir. Ancak fiziki varlıklar açısından da mülkiyet hakkının sahibine, üçüncü kişilerin bu varlıklara müdahale etmesini önleme yetkisini tanıdığını söylememiz mümkündür524.

Ayrıca doktrinde, fikri mülkiyet haklarının kullanımının rekabet hukuku gereklerine dayanarak kısıtlanmasının, pazarların açılması amacı üzerinde ters bir etki doğurabileceği belirtilmektedir525. Ancak bu gerekçeye şüpheyle

yaklaşmaktayız. Zira fikri mülkiyet sistemi ikame suretiyle rekabete onay vermektedir; ancak böyle bir rekabet fikri mülkiyet haklarının münhasırlığı neticesinde engellenebilmektedir. Dolayısıyla, böyle bir durumda ATA m. 82 çerçevesinde verilebilecek lisans verme yükümlülüğü suretiyle fikri mülkiyet sisteminin bu tarz engelini aşmak mümkün olabilecektir526.

Bir diğer gerekçe olarak da, fikri mülkiyet haklarının fiziki varlıklara nazaran çok daha riskli ve maliyetli yatırım kararları içermesi gösterilmektedir. Ancak son yıllarda özellikle alt yapı yatırımlarına baktığımızda ( geniş bant internet erişimi527,

üçüncü nesil mobil telefon gibi ) yapılan masrafların yüksek olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla böyle bir gerekçenin de açıklanmaya muhtaç olduğu ileri sürülmektedir528.

Tüm bu gerekçelere baktığımızda hiçbirisi tam anlamıyla fikri ürünler ile fiziki varlıklar açısından getirilecek anlaşma yapma yükümlülüğünün farklı kurallara

523 O’Donoghue – Padilla, s. 422.

524 Gürzumar da çalışmasında, bu gerekçenin açıklamaya muhtaç bir gerekçe olduğunu ileri

sürerek eşya hukuku anlamında mülkiyet hakkının da sahibine istihkak ve al atmanın önlenmesi davalarıyla korunan bir münhasırlık sağladığını belirtmektedir ( Gürzumar, s. 165).

525 Opi, s. 451; Inhester, s. 6.

526 Drexl – Gallego – Enchelmaier – Leistner – Mackenrodt, s. 561; yazarlar bu duruma

örnek olarak Magill davasını göstermektedir. Bu davada, televizyon program listelerine ilişkin telif hakkının lisans verilmesinin reddi sonucunda ürünler, daha yenilikçi ürünlerle olan ( kapsamlı haftalık televizyon dergisi ) rekabetten korunmuştur.

527 “Broadband Internet access”. 528 O’Donoghue – Padilla, s. 423.

bağlanması bakımından yeterli görülmemektedir. Kanımızca sorunun çözümü iki hukuk dalının da amaçlarının göz önünde bulundurulması suretiyle çözülebilecektir. Bu konuyla ilgili olarak değerlendirme ve görüşümüz bölümünde ayrıntılı açıklama yapılacaktır.

a. Yeni Ürün Kavramı

Çalışmamızda, daha önce esaslı unsur doktrininin uygulanması koşullarını belirtmiştik529. Anlaşma yapmayı reddetmenin konusunu fikri mülkiyet hakları

oluşturduğu vakit Topluluk mahkemeleri bu koşullara ilaveten ayrıca ilgili fikri mülkiyet hakkının tüketici talebinin bulunduğu “yeni bir ürün”ün ortaya çıkmasında kullanılmasını aramaktadır. Eğer tüketiciler açısından daha önce mevcut olmayan ve talep konusu olan bir ürün söz konusu olursa tüketici refahı açısından bu durumun önem arz ettiğini belirtmemiz gerekir.

Lisans talebinde bulunan taraf, aynı ürün veya hizmeti arz etmek niyetindeyse bu durumun rekabete katkısı tartışmalı olacaktır. Böyle bir halde, lisans verme yükümlülüğü hiç şüphesiz fiyat rekabetine yol açacaktır. Ancak, kanımızca, her bir somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirme yapılıp fikri mülkiyet haklarının lisans yolu ile kullandırılmasına hükmedilmesinin rekabete yapacağı katkıya bakılmalıdır530. Bu bağlamda lisans verilmesinin reddi, ATA m. 82 ( b )’ye göre,

tüketicilerin zararına olarak teknik gelişmenin, pazarların veya üretimin sınırlanması sonucunu doğuracaksa lisans verme yolunda hükmedilebilmelidir. Böylelikle, ekonomik anlamda tahsis etkinliği söz konusu olacak ve hâkim teşebbüsün tüketicileri sömürmeleri engellenecektir. Fiziki varlıklar, alt yapılar ve hizmetler açısından belirttiğimiz gibi, ATA m. 82 bakımından önemli olan rekabetin korunmasıdır. Dolayısıyla yeni ürün koşulunu da göz önünde bulundurmakla birlikte bir pazardaki hâkimiyet diğer pazardaki rekabet yapısını bozmak amacıyla kullanılıyorsa ve bu bağlamda diğer pazardaki rekabet bertaraf ediliyor veyahut sınırlandırılıyorsa ortada hâkim durumun kötüye kullanılması halinin varlığından söz edilebilecektir.

529 Bkz., Birinci Bölüm, IV.

530 Gürzumar da bu ek şartın getirilmesinin genelleştirilmemesini, bu şartın getireceği

sonuçlara bakılarak değerlendirme yapılması gereği üzerinde durmaktadır ( Gürzumar, s. 165 ).

Yeni ürün kavramında ne anlaşılması gerektiği ile ilgili olarak Topluluk mahkemeleri kararlarında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Dolayısıyla bu görev, Topluluk Rekabet hukuku teorisyenlerine düşmüştür531.

Bu kavramı geniş olarak ele alan görüşe göre, daha ucuza sunulan veya daha iyi şartlarda sunulan aynı ürünün de bu kapsamda görülebileceğini belirtir532.

Doktrinde savunulan ve bizim de katıldığımız diğer bir görüşe göre ise, mevcut ürünler üzerinde yapılan eklemeler veya ufak değişiklikler yeni kavramına dâhil edilmemelidir533. Dolayısıyla, yeni ürün pazarda yeni bir seçenek534 oluşturmalıdır,

daha önce başka bir teşebbüs tarafından karşılaştırılabilir bir ürün sunulmamış olmalıdır. Magill davasında, kapsamlı haftalık dergi hiç şüphesiz yeni bir ürün teşkil etmekteydi535. Yine, Sea Containers – Stena Sealink davasında, Sea Containers

yeni ve hızlı vapur seferleri düzenlemek istiyordu. Pazarda daha önce böyle bir hizmet sunulmamaktaydı. Bu son karar da bize göstermektedir ki yeni ürün sadece fikri mülkiyetle ilgili davalarda değil aynı zamanda fiziki varlıklarla ilgili davalarda da söz konusu olabilmektedir.

Ekonomi bilimi açısından bu hususa ilişkin olarak belirtmemiz gereken ve mahkemelerce de kararlarında ifade edilen son nokta, tüketicilerin potansiyel taleplerini karşılayan ürün yeni kabul edilir. Böylelikle, daha önce ihtiyaçları karşılanmamış tüketicilere yeni ürünün arzı suretiyle piyasanın genişlemesi söz konusu olacaktır. Bu durum ancak yeni tüketicileri pazara çekmek suretiyle gerçekleşebilecektir. Aksi takdirde mevcut ürünlerin pazar paylarını elde etmekten söz edilecektir536.

b. İstisnai Koşullar Yaklaşımı

Topluluk hukukunda anlaşma yapmayı reddetme hallerinin konusunu fikri mülkiyet hakları oluştuğu takdirde hâkim teşebbüsün bu konumunu kötüye kullandığı tespit edilirse Komisyon uygulamaları ve mahkeme kararları, kullandırılmayan unsurun niteliğine uygun olarak bu teşebbüse lisans verme yükümlülüğü ( zorunlu lisans ) getirmektedir. Çalışmamız kapsamında incelenen kararlarda, lisans vermeyi

531 O’Donoghue – Padilla, s. 447; Hatzopoulos, s. 22.

532 Derclaye, Estelle: “The IMS Health Decision: A Triple Victory”, World Competition, V.

27/3, 2004, s. 404.

533 O’Donoghue – Padilla, s. 447. 534 “Market option”.

535 O’Donoghue – Padilla, s. 447; Drexl, s. 803. 536 O’Donoghue – Padilla, s. 448.

reddetme hallerinin esaslı unsur doktrini çerçevesinde incelemesi yapılmakta ve doktrininin her bir dava konusu olay açısından uygulama olasılığı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda fikri mülkiyet haklarının kullanılmasının hangi noktada rekabet kurallarına tabi olduğu tespit edilecektir.

Bu davalarda, Topluluk mahkemeleri fikri mülkiyet hakkı sahibinin rakiplerine hangi koşullar altında ATA m. 82’ye dayanarak lisans verme zorunluluğunda olabileceklerini incelemiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, fikri mülkiyet hakkına sahip olmak, sahibine doğrudan hâkim durum bahşetmek anlamına gelmediği gibi bu hakkı kullanmak ( konumuz açısından kullanım lisans vermeyi reddetme şeklinde gerçekleşmektedir ) hâkim durumun kötüye kullanılması anlamına da gelmemektedir. Hâkim durumun kötüye kullanımı mahkeme kararlarında kullanılan ifadeyle fikri mülkiyet haklarının “istisnai koşullar”da kullanılması halinde söz konusu olur. Bu koşullara da biraz sonra sırasıyla inceleyeceğimiz davalarda Topluluk mahkemelerince değinilmiştir537. İstisnai koşullar yaklaşımı, Topluluk uygulamasında

fikri mülkiyet haklarının kendine özgü koşulları göz önünde bulundurularak ortaya çıkmıştır.

aa. Volvo ve Renault Kararları

Lisans vermeyi reddetmeye ilişkin ilk dava Volvo AB v. Erik Veng ( UK ) Ltd.538 davasıdır. Volvo, Büyük Britanya’da modeli Volvo 200 serisi olan arabaların

ön panellerinin endüstriyel tasarım hakkına sahiptir. Veng, diğer üye ülkelerden Volvo’nun izni dışında üretilmiş yedek parçaları Büyük Britanya’ya ithal etmiştir. Bunun üzerine Volvo, bu parçaların Büyük Britanya’ya ithaline ve pazarlanmasına engel olmuştur. Volvo, Veng’in lisans ücreti ödeme talebine rağmen lisans vermeyi reddetmiştir. İngiliz mahkemesi, böyle bir reddin ATA m. 82’yi ihlal edip etmediğine ilişkin olarak ATAD’a ön karar talebiyle başvurmuştur. ATAD, tescilli endüstriyel tasarım hakkı sahibinin, ürünlerinin kendi izni olmaksızın üretilmesi, satılması veya ithal edilmesini engellemesinin hakkın spesifik konusuna girdiğini belirtmiştir. Aynı zamanda mahkeme, hak sahibine makul bir bedel karşılığı bile olsa üçüncü kişilere lisans verme yükümlülüğü getirmenin bu kişiyi münhasır hakkından yoksun bırakmak demek olduğunu ifade etmiştir. Bu yüzden bu tür bir lisans vermeyi

537 Derclaye, Abuses of Dominant Position, s. 688.

reddetme durumunun hâkim durumun kötüye kullanılması sayılamayacağına hükmetmiştir.

Kararda, az sonra belirtilecek ve örnek kabilinden sayılmış olan kötüye kullanım davranışlarından birinin söz konusu olması halinde rekabet hukukunun ihlal edilebileceği belirtilmiştir. Bu tür kötüye kullanım oluşturan davranışlar mahkemece şu şekilde ifade edilmiştir:

- bağımsız servis sağlayıcılarına yedek parçaların keyfi olarak tedariğinin reddi,

- yedek parçalar için fiyatın çok yüksek düzeyde belirlenmesi veya,

- belirli bir modele göre üretilmiş otomobiller halen piyasadayken bunlara ilişkin yedek parçaların üretiminin kesilmesi.

Bu karar, hakkın spesifik konusuna girmeyen kullanımların rekabet hukuku kurallarına tabi olacağını göstermesi açısından önem arz etmektedir. Bu karara göre, tescil edilmiş bir tasarım sahibinin hakkını kullanması yukarıdaki örnekleyici davranışlardan biri ile birlikte gerçekleştiği takdirde ATA m. 82’ye göre yasaklanabilecektir.

Bir görüşe göre, mahkemenin kararında belirtmiş olduğu ilk iki örnekte dava konusu olan davranışın haklı sebebi fikri mülkiyet haklarının korunması kaygısı olamaz539. İlk örnek, ATA m. 82 (b) kapsamında malların verilmesinin reddi durumu

iken; ikinci örnek ATA m. 82 ( a ) kapsamında yüksek fiyat belirlemedir. Bu da, fikri mülkiyet hakkının spesifik konusuna dokunmaksızın fiyat indirilmesi, düzenlenmesi yoluyla çözümlenebilecek bir husustur540. Ancak, üçüncü örnek açısından eğer hak

sahibi fikri mülkiyet hakkı ile korunan parçaların üretimini sona erdirmişse, bu tür bir davranış ATA m. 82 kapsamında değerlendirilip zorunlu lisans yaptırımına tâbi olabilecektir.

539 Anderman, s 198; Opi, s. 450; buna gerekçe olarak da bağımsız servis sağlayıcılarının

Volvo’nun tasarım hakkını kullanma isteklerinin olmamasını ve fakat parçaların gerekli olduğu onarım hizmetini vermek amacında oldukları gösterilmektedir.

540 Anderman, s. 198; Inhester, s. 27; Doktrinde ikinci örneğe ilişkin olarak zorunlu lisansa

hükmedilebilmesinin nedeni olarak böyle bir yaptırımın anlaşma yapmayı reddetmeye ilişkin davranış dışında başka bir davranış açısından da uygun bir yaptırım olabileceği düşüncesi üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda, fiyat düzenlemesine ilişkin karar etkin olmazsa zorunlu lisansa hükmedilebilmesi gerekir ( bkz., O’Donoghue – Padilla, s. 432 ) .

Kanımızca Volvo davası, davadaki olguları dikkate aldığımızda, esaslı unsur doktrininin fikri mülkiyet hakları alanındaki uygulamasını göstermekten uzaktır. Söz konusu davada, mahkemenin üzerinde durduğu mesele, hakkın spesifik konusuna giren davranışın tespit edilmesidir. Bu doğrultuda mahkeme, korunan tasarım sahibinin izni olmaksızın ürünlerin üretilmesi, satılması veya ithal edilmesinin hakkın spesifik konusuna dahil olduğunu belirtmiştir. Hangi andan itibaren fikri mülkiyet hakkının kullanılmasının ATA m. 82 ile çatıştığını ve bu kapsamda esaslı unsur doktrininin dava açısından uygulama alanını tespit edebilmek konumuz açısından önem arz etmektedir. Öncelikle ifade etmeliyiz ki doktrininin uygulanabilmesi için daha önce belirttiğimiz koşulların dava konusu olay açısından gerçekleşmesi gerekmektedir541. Fakat olayda bu koşullara ilişkin herhangi bir açıklamaya

rastlanmamaktadır. Doktrinin uygulanması için gerekli temel koşul olan iki pazarın varlığından bahsedilmemektedir. Yine taraflar arasında mevcut olması gerekli olan rakiplik ilişkisinden, ikame edilebilirlikten söz edilmemiştir. Dolayısıyla dava açısından sağlıklı bir şekilde inceleme yapabilmemiz mümkün görünmemektedir. Eğer fikri mülkiyet hakkının konusu olan varlık diğer pazarda mal veya hizmetin üretilmesinde esaslı bir nitelik arz ediyorsa ve bu varlığın ikamesi mümkün değilse esaslı unsur doktrininin uygulanması mümkün olabilecektir. Bu olayda ise Volvo’nun, Veng’i yurtdışındaki lisanssız üretimden yedek parçaları temin etmek suretiyle İngiltere’ye ithal etmesini men etmesi dolayısıyla ithal lisansı talebinin reddi söz konusudur.

Aynı tarihte ATAD tarafından karara bağlanmış, benzer vakıalara dayanan bir başka dava da Renault davasıdır542. Dava, İtalyan mahkemesi tarafından ön

karar usulü ile ATAD’ın önüne gelmiştir. Bu davada, otomobil üreticisi teşebbüsün yedek parçalar üzerindeki tasarım hakkına dayanmak suretiyle izni dışında bu ürünlerin üretilmesi, satılması ve ithal edilmesini engelleyebileceği ifade edilmiştir. Mahkeme, hakkın bu şekilde kullanılmasının kötüye kullanıma imkân vermediğini belirtmiştir. Hakkın kullanımının ATA m. 82 kapsamında yasaklanabilmesi için Volvo kararında örnek kabilinden sayılmış olan koşullarla birlikte gerçekleşmesi aranmıştır. Bu dava açısından da esaslı unsur doktrininin uygulanabilmesi için Volvo davasında söylediklerimiz geçerlidir.

541 Bkz., Birinci Bölüm, IV.

542 Case 53/87, Consorzio italiano della componentistica di ricambio per autoveicoli and

bb. Magill Kararı

Topluluk mahkemelerinin fikri mülkiyet hakları ile ilgili olarak zorunlu lisansa hükmettiği ilk dava Magill davasıdır. Magill davası sırasıyla Komisyon, İlk Derece Mahkemesi ve ATAD önüne gelmiştir. Biz de ayrı ayrı bu aşamaları çalışmamızda inceleme konusu yapacağız.

Dava konusu olayda543, İrlanda ve Kuzey İrlanda’da faaliyette bulunan üç

televizyon yayıncısı RTE, BBC ve ITP program listelerinde mevcut olan bilgilerin yeni bir haftalık televizyon dergisinde kullanılabilmesi için Magill adlı teşebbüsün telif hakkı lisans talebiyle karşılaşmıştır. Her bir televizyon istasyonunun bu bilgiler üzerinde fiili tekeli bulunmaktaydı; zira bu bilgilerin tek kaynağını oluşturmaktaydılar544. Magill, haftalık kapsamlı televizyon dergisi ( bu üç televizyon

yayıncısının programlarını içeren ) çıkarmaya başladığında bu üç yayın teşebbüsü İrlanda Yüksek Mahkemesi’ne başvurarak telif haklarının ihlal edildiği ( eserlerinin lisans söz konusu olmaksızın çoğaltıldığı ) gerekçesiyle ihtiyati tedbir talep etmişlerdir. Mahkeme de İrlanda yasaları gereği televizyon yayıncılarının program listeleri üzerinde telif hakkına sahip olduğunu ve dolayısıyla telif hakkı korunmasına sahip olduklarına karar vermiştir.

aaa. Komisyonun Yaklaşımı

1986 yılında Magill Komisyon’a başvurarak televizyon yayıncılarının lisans talebini reddetmeleri suretiyle hâkim durumlarını kötüye kulandıklarını iddia etmiştir. Televizyon yayıncıları ise, program listeleri üzerindeki telif hakkına dayanmak suretiyle kendi kanallarına ilişkin haftalık televizyon dergilerinde bu listeleri yayınlama hakkına sahip olduklarını iddia etmişlerdir. Bununla birilikte bu teşebbüsler, gazetelere hafta içi yirmi dört saat sonrasının listesini; hafta sonu kırk sekiz saat sonrasının listesini ve hafta sonu yayınlanan gazeteler açısından da haftanın en ilgi çekici programlarını yayınlama iznini vermişlerdi. Böylelikle, izleyiciler kanallarla ilgili haftalık programlar hakkındaki kapsamlı bilgiyi yalnızca bu kanalların çıkardıkları kendi haftalık televizyon dergilerini satın almak suretiyle elde edebiliyordu545.

543 Case T – 69/89, RTE v. Commission, ECR 1991, II - 485, 494. 544 Anderman, s. 204; Opi, s. 454.

Komisyon, televizyon istasyonlarının davranışını ATA m. 82’ye aykırı bulmuştur. Zira teşebbüsler lisans vermeyi reddetmek suretiyle önemli derecede tüketici talebinin olduğu yeni bir ürünün pazara sunulmasını engellemekteydi. Bu suretle de alt pazarı ( haftalık dergi pazarı ) kendilerine ayırmaktaydılar ve sonuç olarak da ATA m. 82 ( b ) çerçevesinde tüketicilerin zararına olarak üretimin ya da pazarların kısıtlanması söz konusuydu. Teşebbüslerin, lisans red sebebi olarak telif hakkını korumayı göstermeleri Komisyon tarafından uygun görülmemiştir. Bunun nedeni olarak da, bu tür bir davranışın, fikri mülkiyet hakkının kullanımı yoluyla hakim durumun kötüye kullanılması ve dolayısıyla hakkın spesifik konusuna girmemesi gösterilmiştir. Sonuç olarak üç teşebbüsün de Magill’e telif hakkının lisans vermesine hükmedilmiştir.

Komisyon kararında, televizyon listelerinin telif hakkıyla korunması meselesine de değinmiştir ve bu listelerin telif hakkıyla korunmasının geçerli olup olamayacağını tartışmıştır. Çünkü bu listeler, herhangi bir yaratıcı faaliyet söz konusu olmaksızın kendi asıl yayıncılık faaliyetlerinin yan ürünü olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu ürünlerin hazırlanmasında ne bir yatırım bahis konusudur ne de bu ürünler edebi veya sanatsal bir değeri haiz bulunmaktadır. Ancak, Komisyonun bu tartışması Topluluk Rekabet Hukukunun, hakkın varlığının ulusal hukuklara tabi olması temel ilkesini zedelemektedir.

bbb. İlk Derece Mahkemesi ve ATAD’ın Yaklaşımı

Bu kararın ardından televizyon yayıncıları İlk Derece Mahkemesi’ne başvurmuşlardır. Mahkeme, Komisyonun kararını onaylamıştır. Karara göre; BBC, ITV ve RTE kanalları televizyon liste pazarı ile televizyon dergi pazarında hâkim durumdaydılar. Zira programlarına ilişkin bilgiye sadece bu teşebbüsler sahipti. Yayıncılar, Magill’e lisans vermeyi reddetmek suretiyle hâkim durumlarını kötüye kullanmıştır ve sonuç olarak da bu teşebbüslerin makul bir ücret karşılığında listelerini Magill’e lisans vermelerine hükmedilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararında hakkın varlığı/kullanımı ayrımından ziyade hakkın meşru/meşru olmayan kullanımı ayrımına önem vermiştir. Mahkeme, konuyla ilgili olarak kararında, Topluluk hukukunun ulusal hukuka göre malların/hizmetlerin serbest dolaşımı ile rekabet serbestîsi ilkelerine aykırılık halinde önceliği olduğunu

belirtmiştir546. Şöyle ki, eserin telif hakkı sahibi tarafından çoğaltılması hakkın

spesifik konusuna girmektedir ve bu hakkın kullanımı kendiliğinden kötüye kullanım teşkil etmez. Daha önce belirttiğimiz gibi hakkın spesifik konusuna giren kullanım, Topluluk Rekabet kurallarının müdahalesiyle karşılaşmaz547. Önemli olan

meşru/meşru olmayan kullanımı somut olaya göre tespit edebilmektir. Mahkemeye göre, hakkın kullanımının açıkça ATA m. 82’ye aykırı bir amaç izlemesi halinde hakkın meşru kullanımından bahsedilemez548. Bu bağlamda dava açısından,

televizyon listeleri üzerinde sahip olunan telif hakkı yeni bir ürünün ( kapsamlı haftalık televizyon dergisi ) ortaya çıkışını engellemek ve alt pazardaki rakibi dışlamak amacıyla kullanılmıştır549. Burada mahkemenin Magill’in iddialarının

yerindeliğine karar verdiğini görmekteyiz. Şöyle ki Magill, yayıncıların münhasır haklarından olan fikri mülkiyet haklarını ekonomik olan değerlendirme yönündeki iddialarının yerinde olmadığını belirtmiştir. Zira bu teşebbüsler kendi program listelerini hâlihazırda İrlanda ve Kuzey İrlanda gazetelerine bedava olarak sağlamaktaydılar. Yine BBC, kendi haftalık listelerinin İrlanda ve Kuzey İrlanda dışındaki diğer Topluluk üyesi ülkelere sağlanmasına herhangi bir itirazda bulunmamaktaydı.

İlk Derece Mahkemesi, kararına hükmederken daha önce ATAD tarafından verilmiş olan Volvo kararına dayanmıştır. Doktrinde kanımızca da haklı şekilde, Volvo kararında belirtilen üç halin, kötüye kullanma örnekleri olarak kabul edilmesi gerektiği ifade edilmektedir550. Dolayısıyla, bu örneklerden ilki olan “ alt pazarda

faaliyette bulunabilmek için gerekli olan ancak üreticilerce keyfi olarak yedek parça tedarik etmeyi reddetme” hali yayıncıların dava konusu olaydaki davranışına benzer

546 Case T – 69/89, RTE v. Commission, ECR 1991, II – 485, para. 71. 547 Bkz., İkinci Bölüm, IV, A, 2.

548 Case T – 69/89, RTE v. Commission, ECR 1991, II – 485, para. 71. Bu noktada

mahkeme “hakkın esaslı işlevi” kavramından bahsetmektedir. Buna göre, fikri mülkiyet hakkı açıkça ATA m. 82’nin amacına aykırı olarak kullanılmaktaysa hakkın esaslı işlevinle uyumlu surette kullanılmıyor demektir. Bu işlev, hakkın kullanımının hakkın spesifik konusuna dahil