• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. AKADEMİ

3.3 Akademilerde Uygulanan Yöntemler

Antik dönemden beri geleneksel olarak kopya çalışmaları, sanat eğitiminin temel uygulamalarından biridir ve hocanın öğrencisine teslim ettiği ilk iştir. Binlerce yıldan beri bunun böyle gittiği, 5. yüzyılın sonundan itibaren, kült heykellerinin sadeleştirilmiş kopyalarının üretildiği düşünülmektedir ayrıca bu döneme ait üzerinde oynanmış resimlerinde görülmesi çırağın ustasının eserlerini kopya ettiğinin bir delili olabilir. Bunun yanı sıra Yunanlı bir çömlekçinin de atölyesinde bunlardan farklı davranmadığı varsayılabilir147

16. yüzyılda Avrupa, akademik sanat eğitiminde yaratıcılığı engelleyen öğrenme ve kopya yöntemlerini uygulanmaya devam edilmiştir. Akademilerde verilen sanat eğitimi metodunun çekirdeğini, torso

.

148 ve canlı modelden yapılan çizimler, akademisyenlerin ve ünlü sanatçıların gravürlerinin ve çizimlerinin çıraklar tarafından kopya edilmesi oluşturmaktaydı149

17. ve 18. yüzyılda da akademilerde canlı modelden çalışma yapılmasına izin verilmeden önce desenlerden kopya yaptırılmaya devam edilmiştir. Sanat eğitiminde Yunanlı çömlekçiden yüzlerce yıl sonra, Paris Ulusal Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Müdürü, Yves Michaud kopya ile ilgili olarak şunları söylemiştir; “Öğrencilerin ve profesörlerin talebi, içinde modelden ve ustalardan kopya çalışmalarının doğal olarak yer aldığı belli bir temel çıraklığa dönüşü ve öğrenimin güçlendirilmesini sağladı. Tabii ki kopya uygulaması bir anma veya geçmiş formların tekrarı olmamalıdır; ancak eserlerin daha iyi anlaşılmasına olanak tanıyan bir egzersiz olmalıdır”

.

150

147 John BOARDMAN, Yunan Heykeli Klasik Dönem, İstanbul, 2005, s. 15.

. Benzer bir şekilde 1768’de Krallık Akademisi kurulduğunda ilk başkanı Reynolds, başkalarının yaratılarına dayanarak, buluşlarını araştırıp

148Torso, Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesi heykeli, Sözen, Tanyeli, a.g.e., s. 239. 149

Efland, a.g.e., s. 147. 150

Jérome COIGNARD, “Ustaların Ardından Yaratmak”, (çev. Gül ÖZTURANLI), Türkiye’de Sanat, S. 17, İstanbul, Ocak/Şubat 1999, s. 30.

inceleyerek, yaratmanın daha iyi öğrenebileceğini ileri sürmüştür151

Rouen Bölgesel Güzel Sanatlar Okul Müdürü, François Lasgi’de sanat eğitiminde antik dönemlerden kalan bu yöntemle ilgili olarak, öğrencilere daha önceden var olan bir eserin geçirdiği süreçleri yeniden ele alan egzersizlerin önerilmesi gerektiği düşüncesini savunmuştur

. Burada öğrencilere yönelik olarak, ünlü sanatçıların eserlerinin taklidinin övülmesi, doğanın geçmiş çağların ustalarının yorumlarına dayanarak araştırılmasını öğütlenmektedir.

152

Sanat okulu işlevi gören akademilerde kopya yöntemi, genç öğrencilere geçmişin önemli eserlerini inceleyip, onların teknik üstünlüğünü özümlemeleri amacıyla önerlirdi. Her türlü programdan bağımsız olan öteki sanat tutumlarından ayırt etmek için bu tutuma genel olarak klasizm veya daha özel olarak ‘akademizm” adı verilmiştir

. Bu örnekler akademik sanat eğitiminin temellerinden biri olan ustaların eserlerinden kopya çalışmalarının antik dönemden günümüze kadar çeşitli dönemlerde uygulandığını göstermektedir.

153

. Kopyalama yöntemi, sanat eğitimi veren kurumlarda fotografik benzetmenin geçerli estetik kural olduğunu düşünüldüğü için bu yetiyi elde etmenin yollarından biri olarak görülüyordu. Bu yöntem aynı zamanda 19. yüzyıl’da sanat eğitiminde değerlendirmenin bir ölçütü olmuştur. Resim-çizim derslerinde teknik beceri ile ilgili kesin kuralların öğretildiği yıllarda değerlendirme kolaydı. O derslerde çoğu kez fotoğrafik benzetme tek ölçü idi154. Öğrenci yaptığı çalışmada ne kadar ustaları taklit ederse o kadar başarılı sayılıyordu. Büyük ustaların yapıtlarından, fotoğraflarından, resimli kartlardan yararlanmanın öğreticiliğine inanılırdı. 19. yüzyılda endüstrinin gerek duyduğu biçimler kopya yolu ile çoğaltılır ve yayılırdı155

. Kopya yöntemi, akademilerden önce Roma döneminde kullanılmaya başlanılan bir tekniktir. Romalı heykeltıraşların Eski Yunan dönemi heykellerini kopya ederek sanat yaptıklarını bilmekteyiz156

Akademilerde kopya dışında uygulanan diğer bir yöntemde, önceleri Rönesans atölyelerinde başlayan daha sonra da sürdürüle gelen çıplak model çalışmalarıydı. Pratik yapmaya dayanan bir önem taşımaktaydı. Heykeltıraş ya da ressam olmanın ilk koşulu desen ve boya aracılığıyla çıplak insan vücudunu tanımaktan ve tanımlamaktan geçiyordu. Bu

.

151

Semra GERMANER, 18. Yüzyıl Avrupasında Heykel ve Resim Sanatı, İstanbul, 1997, s. 45. 152Coıgnard, a.g.m., s. 30.

153

Selçuk MÜLAYİM, Sanata Giriş, İstanbul, 1994, s. 128. 154Kırışoğlu, a.g.e., s. 203.

155Kırışoğlu, a.g.e., s. 192.

bağlamda yapılan çıplak çalışmaları ya sanatçı olma sürecinin hazırlık aşamalarını ya da üretilecek bir yapıtın hazırlığı niteliğindeki işleri temsil etmekteydiler157

Desen ya da boya olarak olsun, çıplak modelden yapılan çalışmalar 19. yüzyılda Akademiler’de güncel atölye etkinliğinin en özgün verimlerinden biri ve de sanatsal arayışı birinci dereceden ilgilendiren bir biçimi haline gelmiştir.

.

Ayrıca desen çalışmalarını tarihsel süreç içerisinde incelediğimiz zaman, Antik Roma Devrinden sonra özellikle İtalya’da ressamların desen çalışmalarında sıkça başvurdukları araçlar, metal uçlardı. Bu ilgi Rönesans’a kadar aynı yoğunlukta devam etmiştir158. Fransız ustalar da sanat akademilerinde desen çalışmalarında metal uç kullanmaya devam etmişlerdir. Bunun yanı sıra; kurşun uç, tüy, fırça, taş, kömür, çini mürekkebi, lavi, suluboya, pastel, guaj gibi çok çeşitli araçları tek tek ya da birlikte kullandıklarını görüyoruz159

Antik kültürün yeniden canlanması, perspektifin bir bilim haline gelmesi ve doğanın gözlemlenerek ele alınmasına rağmen, Rönesans dönemi ressamı, renk şemasını kendi kendine bulmuş, doğanın renkli deneyimlerine çok daha uzak kalmıştır. Bu durum 16. yüzyıl akademilerinde uygulanan çalışmalarda, Rönesans boyunca (antik sanattan esinlenilen renk kuramında sadece dört temel rengin yer alması nedeniyle), renk uygulamalarının yeterince yapılamaması olarak yansımıştır. Bu dönemde kullanılan renkler, beyaz, sarı, kırmızı ve maviye çalan siyah’tır. Ancak, bu sıralamayı aşıp, kuram ile uygulamada ortaya çıkan sonuçlar arasında bir denge sağlama çabası, 17. yüzyıldan itibaren gündemdeki yerini almaya başlayacaktır. Nitekim renklerin karıştırılmasıyla elde edilen imkânların sistematik bir biçimde araştırılıp, tartışmaya açılması, Barok Sanatı bilimsel kimliğe bürünecektir. Rengin nihayet, yalnızca ait olduğu nesneden değil, diğer resimsel öğelerden de bütünüyle soyutlanarak mutlak bir bağımsızlığa kavuşması ise 20. yy’da Romatizm akımının katkılarıyla olacaktır.

. Günümüz sanat eğitiminde bu uygulamalara devam edilmesine rağmen bireyin özellikleri göz önüne alınarak yaratıcılıklarının geliştirilebilmesi için tasarımın ön plana çıkartıldığı uygulamalar geçerlilik kazanmıştır.

157Kemal İSKENDER, “Çıplaklık”, Türkiye’de Sanat, S. 10, İstanbul, Eylül-Ekim 1993, s. 80.

158Ümran BULUT, “Fransız Ustaların Desen Dili ve Yöntem Zenginliği”, Türkiye’de Sanat, S. 59, İstanbul, Mayıs/Ağustos 2003, s. 42.

159