• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. AKADEMİ

3.1. Akademik Sanat Eğitiminin Oluşumunu Etkileyen Faktörler

3.1. Akademik Sanat Eğitiminin Oluşumunu Etkileyen Faktörler

Bir insan etkinliği olarak sanatın insanlık tarihi kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. Sanat eğitimi tarihi de sanatın tarihi ile birlikte ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Zaman içerisinde toplumların, sosyal yaşantının ve bireyin algılanışının değiştiğini kabul ettiğimiz gibi, ilkel çağlardan günümüze kadar gelen sanatın da bir çok farklı biçimde okunması gerekmektedir.

Sanat Tarihi ve ona bağlı olarak Sanat Eğitimi, içinde varolduğu tarihsel ve toplumsal koşullardan bağımsız olarak ele alınamaz. Bu nedenle insanoğlunun geçirdiği uygarlık evriminde idealizm, hümanizm, demokrasi, etik, estetik, bireysellik gibi kavramları ortaya çıkaran ve akademik sanat eğitiminin temel prensiplerini oluşturan Antik Yunan düşüncesinin önemli bir yeri vardır71

Dönemin düşünce ve sanat ürünlerine olan ilgi günümüze dek öyle yoğun olmuştur ki, bugün felsefe tarihinde Platon ya da Aristoteles’ten etkilenmemiş bir düşünürün ya da Phidias veya Polykleitos’tan ilham almamış bir heykeltıraşın varlığından söz edilemez. Üstelik sanatın yalnız heykeltraşlık alanında değil, her kolunda Antik Yunan Dönemine ait izleri bulmak mümkündür. Özellikle Batı Avrupa geleneği içindeki Yunan geleneği izleri günümüze dek uzanmıştır

.

72

70

Metin SÖZEN-Uğur TANYELİ, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1992, s. 14. .

71 Erdağ AKSEL, “Talep ve Gereksinim:Güzel Sanatlar Fakülteleri”, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sempozyumu, Eskişehir, 1995, s. 17

13. yüzyıl ile birlikte sanat tanımı yeni bir anlam kazanır. Ortaçağ üniversitelerindeki müfredat programında sanat; Müzik, Astronomi, Geometri, Tarih, Şiir, Komedi ve Tragedya olarak tanımlanırken, üniversite dışında savaş, tıp, tamircilik vb. çok daha esnek bir tanıma sahiptir. Ortaçağda sanat anlayışı, usta çırak ilişkisi içinde gelişen, dinin hizmetindeki, yaratıcılığın tanrıya ait olduğu, sanatçının yalnızca usta bir zanaatkar olduğu şeklindedir73

Ortaçağ kültürünün çözülmeye başlamasıyla, bir süreliğine bastırılmış olan Antikçağ kültürü, zaten zengin bir antik mirasa sahip olan Rönesans hareketinin doğduğu yer olan İtalya’da yeniden gün ışığına çıkar. Antikçağ düşüncesini temel alan Rönesans düşüncesi, aradığı insanın tanımını bu çağın bu konuyu işleyen yapıtlarında bulur. Ortaçağ boyunca dini sistemin bir parçası olan insan, Rönesans ile birlikte kendini sorgulama yoluna gider ve bu bağlamda Rönesans felsefesi de, aradığı insanı Antikçağ’da bulur. Ortaçağın kalıplarının kırılmasıyla birlikte bireyselliğin doğması, Rönesansta insan iradesinin realiteye yönelmesiyle başlamaktadır. Dünya yeniden keşfedilecek bir gerçek olmuş ve Ortaçağın adsız yapı ve taş ustasının aksine, sanatkar, Leonardo gibi evrensel bilgi peşine düşmek zorundakalmıştır

.

74

Rönesans ile birlikte sanatın Ortaçağ’daki tanımlamaları değişir ve sözcüğün anlamı daralarak bugün artık “Güzel Sanatlar” olarak nitelendirdiğimiz Resim, Heykel, Çizim, Mimari, sanat kategorileri içinde yer almaya başlamıştır. Astronomi ve geometri gibi dallar ise sanattan ayrılarak bilim olarak incelenmeye başlanmıştır. Sanatçı da artık daha düşünsel bir ülküye hizmet etmektedir. Sanatçının toplumsal statüsü değişmiş bilim ve felsefe ile ilişkisi artmıştır ayrıca sanat eğitimi için akademiler kurulmuştur.

.

Yeni Çağ Avrupa’sının düşünür ve sanatçıları, Klasik Çağ kültürünü tanımaktadır. Rönesans döneminde, Batı; yazılı kaynakları yorumlayarak Klasik Çağ’ı, yani eski Yunan-Latin kültürlerini yeniden anlamaya ve uygarlığını bu temeller üzerine kurmaya çalışmıştır75

73

S. Elvan EKREN, Türkiye’de Bir Eğitim Modeli “Bauhaus”, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Anasanat Dalı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2006, s. 22.

. Pompeii ve Herculanium’daki kazılar da, Batı’nın Eski Yunan-Roma kültürüne olan ilgisinin artmasına yardımcı olmuştur. İtalya topraklarında bol miktarda bulunan antik kültür kalıntılarının, Rönesans döneminde bu kültüre karşı uyanan entelektüel ilginin etkisiyle girişilen kazılar sonucunda daha da artması, İtalyan sanatçılar için geniş olanaklar sunmuş, özellikle Belvedere Apollonu ve Laokoon heykel grubunun bulunması bu açıdan önemli olmuştur. Sanatçılar, dönemin entelektüel ilgisinin odaklandığı antik kültür mirasını büyük

74Mazhar Şevket İPŞİROĞLU-Sabahattin EYÜPOĞLU, Avrupa Resminde Gerçek Duygusu, İstanbul, 1972, s. 30 75

bir istekle incelemeye girişmişler, birçok sanatçı, özellikle Roma’ya giderek antik yapı kalıntılarını görmüş, bunlardan ölçümler ve çizimler yapmıştır 76

Rönesans sanatçısı da tıpkı dönemin hümanistleri gibi, bu arkeolojik araştırma ve keşif sürecinde etkin bir rol oynamıştır. Kuşkusuz Rönesans sanatçısının çabası, aydınlanma döneminde bilimsel arkeolojinin gelişimi sonrasında sanatçıların antikiteden yararlanmasından farklıdır. Rönesans sanatçısının çabası, antik sanat eserlerini kopyalayarak klasik geçmişi canlandırmak olmuştur

.

77

Rönesans sanatçısı, antik eserlerden çalışmalar yaparken arkeoloji ya da sanat tarihi disiplinine bağlı değildir. Onun antikiteden esinlenmesi, çevresinde gördüğü maddi kalıntılardan etkilenmesi ve Rönesans düşüncesinin antik geçmişe önem vermesi, antikiteyi yeniden canlandırmak istemesi ile ilişkilidir. Bu etkilenme, Avrupa sanatının özellikle 1400’ler itibariyle antikiteyle olan ilişkisi konusunu anlaşılır kılan bir faktör olmuştu.

.

Rönesans düşüncesine egemen olan, antik düşünce kaynaklı Hümanizm78

, Yeni-Platonculuk79ve Doğa Felsefesi, Rönesans sanat felsefesinin ve dolayısıyla 16. yüzyılda sanat akademilerinin oluşmasında da etkili olan faktörler arasındadır. 14. yüzyılda Nominalizm80

ile deneyin önem kazanmaya ve buna bağlı olarak öte dünya anlayışının yerine görünür dünyanın araştırılmasına başlanmış; insan da, bu dönemde “birey” olarak öne çıkmıştır. İnsan, kendini tanımaya ve çevresini incelemeye başlamıştır. Doğadaki sonsuzluğu arama çabaları, insandaki sonsuzluğu arama çabalarına uygun düşmüş ve bu doğrultuda felsefe gibi sanat da özellikle insanı ve doğayı işlemiştir. 15. yüzyıl Floransa’sında birbirleri içinde gelişen Hümanizm ve Yeni- Platonculuk’un sanat alanına yansıması, kendini insan figüründe göstermiştir. Doğa felsefesiyle bu dünyaya olan ilginin artmasının sanattaki karşılığı natüralizm olmuş81

76 Engin AKYÜREK , Ortaçağ’dan Yeniçağ’a Felsefe ve Sanat, İstanbul, 1994, s. 132.

, sanattaki natüralizm de, dış dünyanın bilimsel analiziyle, perspektif ve anatomi bilgilerinin gelişimiyle gerçekleşmiştir.

77Francis Ames LEWIS, The Intellectuel Life of the Early Renaissance Artist, London, 2002, s. 109. 78

Hümanizm: İnsanın düşünsel, duygusal ve fiziksel yapısını temel ölçü olarak alan bir düşünce sistemi ya da ideoloji olarak tanımlanabilir. Doğrudan doğruya sanata ilişkin bir kavram olmadığı halde, özellikle, Rönesans’ta tüm sanatsal yaratmayı yönlendiren ana etmen Hümanizm olmuştur. Örneğin, Rönesans sanatçılarının ana uğraşlarından biri olan ideal insan ölçütlerinin aranışı çabası, Hümanizm düşüncesinden kaynaklanır. Aynı dönemde mimarlıkta bile, ideal insan oranlarının yapı plani-metrisine uygulamaya uğraşıldığı görülür. Metin SÖZEN, Uğur TANYELİ, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1992, s. 107.

79Yeni-Platoncular, M.S. 3. yüzyılın ortalarından 6. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiş olan sürenin düşünsel gelişimine egemen olmuşlardır.

80Nominalizm, bir felsefi görüş olup, buna göre genel kavramlar sırf isimlerden ibarettir ve hiçbir anlamı yoktur. Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi, İstanbul, 1995, s. 346.

Gerek Hümanizm ve Yeni-Platonculuk ve gerekse doğa felsefesinin sanata yansıması, Rönesans sanatında antik sanatın ideal formlarının ön plana geçmesine neden olarak, sanat eğitiminde temel prensipler olarak kullanılmasına yol açmıştır.

Rönesans döneminde bilgiye ve insana verilen değer, aklı da ön plana çıkardığından, düşünce yapısına paralel olarak biçimlenen sanatsal formlarda zihinsel geometrik kurgu, oran, ölçü, simetri gibi akla özgü nitelikler önem kazanır. Bu dönemde sanat yapıtı, tıpkı kozmosun form birlikteliğini oluşturan düzeni içermesi gibi, belirli bir düzen içinde oluşturulan formlardan meydana gelir82. Rönesans sanatçısı bu anlamda, kendine antik dönem düşünürlerinden Platon’un, olgunluk döneminde Pythagorasçılık’ın da etkisinde kalarak yaptığı “güzel” tanımını rehber alır. Platon güzeli, sayı ve sayıların orantısından başka bir şey olmadığını ve düzeni ifade ettiğini savunmuştur. Bu düzen, uyumdur (armoni). O halde bütün güzelliklerin biricik belirleyicisi sayı ve sayılar arasındaki uyumdur83

Rönesans sanatı da evrenin kendini oranlı ve görsel uyum içinde ifade etmesi gibi, uyumu ortaya koyarak güzele ulaşır. Leon Battista Alberti (1404-1472)’nin güzelliğin, tüm parçalarının uyum içinde olduğunu, parçaların birbirine ne bir şey eklemeye ne de çıkarmaya gerek kalacak şekilde uygun bir oranla bağlanmasının gerektiği yönündeki ifadeleri, bize Rönesans dönemi sanatçısının konu ile ilgili düşünceleri hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir

. Platon’dan önce Yunan filozofu Pythagoras (M.Ö. 570-480) ve onu izleyenler, estetiğe başlangıç olarak, sayıların armonisi üstünde durmuşlardır ve ancak sayıların dilinde gerçek anlamını bulabildiğine inandıkları armoniyi, güzelliğin temel yasası olarak benimsemişlerdir.

84

İdealist anlayış çerçevesinde, oran ve dengenin sağladığı uyumun formları oluşturduğu Antik Yunan’dan sonra ve onun etkisiyle Rönesans sanatı; geometrik kurgu, oran, denge, simetri ve anıtsallık ilkeleriyle idealist anlayışın en iyi yorumcusu olmuştur

.

85

82Nilüfer ÖNDİN, Biçim Sorunu Varlıkta, Bilgide ve Sanatta, İstanbul, 2003, s. 107.

. Yeni-Platonculuk akımının önde gelen düşünürlerinden Marsilio Ficino da, düzenin sağladığı form güzelliğinin, zihinle kavranan ruhsal eylemin, gözle algılanan renk ve çizginin, kulakla algılanan tonun uyumu olduğunu ileri sürmüştür.

83İsmail TUNALI, Estetik, İstanbul, 1996, s. 217. 84

Monroe C. BEARDSLEY, Aesthetics from Classical Greece to the Present Short History, New York. 1966, s. 124. 85

Ficino, içsel deneyim sonucunda bilinç tarafından kavranan bir sanat yapıtı ortaya konur ve bu içsel deneyim, Rönesans sanatçısını ideal güzellik anlayışına götüreceğini ifade etmiştir86

Başlıca amacı ideal güzelliği vermek olan Rönesans sanatçısı, bu amacına ulaşabilmek için, görünür şeylerin gözlemlenmesine yönelmiştir. Ressamın görünmeyen şeylerle yapacağı hiçbir şey yoktur, ressam sadece görünen dünyayı resmine yansıtır, sanatçı görünen şeylerle ilgilenmeli, nesneleri gözlemlemelidir

.

87. Bu anlayış doğrultusunda gelişen Rönesans resmi de Ortaçağ’daki çizgiler ve renklerle kaplı iki boyutlu bir yüzey olarak ele alınan ve üç boyutlu nesnelerin sembolleri olarak yorumlanan resimden farklı olarak görünen dünyaya dair bilgi sunmaktadır. Rönesans sanatının görünen dünyaya ilişkin bilgi sunması ve görünen dünyanın üç boyutlu olması, Rönesans’ın form anlayışında hacim, derinlik, oranlar ve perspektifin önemli bir yer tutmasına neden olur. İki boyutlu Ortaçağ resminin karşısına, insanı hacimli olarak ifade etme anlayışı ortaya çıkar. Formu oluşturmak için başvurulan perspektif ve oran kullanımı, Rönesans sanatçısının matematik ve geometri ile ilgilenmesine neden olduğundan, Rönesans formlarına geometrik düzen ve simetri hakim olmuştur. Bunun sonucunda kompozisyonlar zihinsel kurguyu gerektirmiş; zihinsel kurgu ve görünüşler dünyasındaki biçimler aracılığıyla ideal sanat anlayışına ulaşılmıştır88

Rönesans döneminde antik düşüncenin yeniden ele alınması ve sanat alanında ideal anlayışın geçerliliğini kazanmasıyla, yalnız sanatı değil, aynı zamanda antik kültürü belirleyen “mimetik sanat”

.

89 kuramına geri dönülmüştür. Antik dönem düşünürlerinden Platon’da olumsuz, Aristoteles’te ise olumlu bir etkinlik olarak görülen mimesis, Rönesans döneminde kaçınılmaz olarak etkili olmuştur. Aristo’da, sanatı doğanın taklidi olarak algılayarak, doğaya gönderme yapılması zorunluluğunu kesin bir biçimde dile getiren tam bir sanatlar doktrini vardır. Aslında mimesis estetiğine büyük bir kuramsal destek sağlayan kişi Aristo’dur 90

Taklit ya da öykünme anlamına gelen mimesis sözcüğü, önceleri “mimos” haliyle kullanılmakta ve dansçı, aktör anlamına gelmektedir. Hintçe “maia” sözcüğüyle ilişkili olduğu sanılan mimesis sözcüğü, Hintçe kökeninde var olan aldatma, yanıltma anlamını Platon’un Devlet’i ile kazanmıştır.

.

86

Beardsley, a.g.e., s. 118-119. 87

Beardsley, a.g.e., s. 124. Öndin, a.g.e., s. 107. 88

Öndin, a.g.e., s. 108. 89

Taklit ya da öykünme anlamına gelen mimesis sözcüğü, önceleri “mimos” haliyle kullanılmakta ve dansçı, aktör anlamına gelmektedir. Hintçe “maia” sözcüğüyle ilişkili olduğu sanılan mimesis sözcüğü, Hintçe kökeninde var olan aldatma, yanıltma anlamını Platon’un Devlet’i ile kazanmıştır. Azra ERHAT, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, 2007, s.5.

90

15. yüzyılda Floransa’da kurulan Platon Akademisi, bu bağlamda Platon’dan ziyade Aristoteles’e kulak verir ve Platon ile Aristoteles’i uzlaştırma yoluna gider. Bundan ötürü, Floransa Okulu sanatçılarında da sanat ve gerçeklik arasındaki benzeşimi sağlayabilmek başlıca hedef olur 91. Bunu Alberti ve Leonardo gibi bazı sanatçıların yazılarında da görmek mümkündür. Örneğin Alberti, figüratif sanatlar üzerine görüşlerini dile getirirken, gözlemcinin doğadaki her anı algılaması ve onu rasyonel bir biçimde taklit etmesi gerektiğini ileri sürer 92

Giorgio Vasari de, bu dönem sanatçılarının dış dünyanın keşfine ve taklidine yöneldiklerini belirtir. Vasari, sanatın yenilenmesi, restorasyonu ve yeniden doğumu, sanatçıların kendilerine model olarak daima doğayı almaları ve onu taklit etmeleriyle yakından ilişkili olduğunu ifade eder

. Aynı şekilde Filippo Villani (1325-1409) de, 1381-82 yıllarında yazmış olduğu kitabında, doğanın taklidi üzerinde durur.

93

Özgürlük bağlamında, Rönesans dönemi sanatçılarından, Leon Battista Alberti, sanatı özgür zihnin bir ürünü olarak görüyordu. Sanatı özgür zihnin bir ürünü olarak görmek, bireyciliği ön plana taşıyan Rönesans düşüncesinin uzantısıdır. Fiziksel dünyanın gerçeklerinden uzaklaşmaya, kaçmaya neden olan Orta Çağ’ın öteki-dünya anlayışı, bilincin bu dünyaya yönelmesini engeller. Bu engeli ortadan kaldıran ve dünyayı objektif gözle gören Rönesans düşüncesi, bireyciliği kıskıvrak tutan bağları kopararak atar ve insan, düşünen ve anlayan bir birey haline gelir

.

94

Rönesans döneminde felsefe gibi, sanat da insana yönelmeye başlamış, insan merkezli bir kültürün en önemli alanlarından biri olarak her yönüyle insanı incelemiştir

. İnsanın zihninin bir birey haline gelmesiyle, onun deneyimleri, yetenekleri önem kazanır. Yetenekleri nedeniyle diğer yaratıklardan daha üstün olduğu kabul edilen insanı evrenin merkezine koyan ve onu mikrokozmos olarak makrokozmosun modeli şeklinde ele alan Rönesans’ta, insan ve dış dünya ile ilgili bilgi, dolayısıyla bilim önem kazanır. Bu bağlamda, bilimsel sanat anlayışı, Leon Battista Alberti ile başlayıp, Leonardo da Vinci ile devam eder. Sanatın bilim düzeyine çıkması ve ayrıca doğuştan gelen yetenekle ilişkilendirilmesi ise sanatçının toplumsal statüsünü kuvvetlendirir.

95

91

John R. HALE, The Civilization of Europe in the Renaissance, London, 1993, s. 215.

. Antik kültüre olan ilginin artmasına koşut olarak, insanın evrenin merkezine yerleştirilmesiyle, insanın fiziksel yanı da Rönesans sanatında inceleme alanı haline gelmiştir. Bu nedenle, 15.

92 Leon Battista ALBERTI, On Painting, (çev. Cecil GRAYSON), London, 1991, s. 9. 93

Hale, a.g.e., s. 215-216. 94

Jacop BURCKHARDT, İtalya’da Rönesans Kültürü, (çev. Sıtkı BAYKAL), Ankara, 1974, s. 208. 95

ve 16. yüzyılların resim sanatına, ampirik ve detaycı bir anatomi çalışmasına dayanan çıplak insan vücutları96ve bireyin gelişmesinin kanıtı olan portreler 97

Rönesans’ın hümanist zihniyeti, insana yönelmesiyle birlikte resimde dinsel konuların geri itilmesiyle birlikte ortaya portre resimler çıkmıştır. Portre resminde de, Rönesans ressamları antik eserlerden (Roma sikkeleri) esinlenmiş ve yan profilden portreler yapmışlardır. 16. yüzyılda ise akademilerde, modelin daha açık karakterize edilmesini sağlayan ”dörtte üç profil” tercih edilir olmuştur

damgasını vurmuştur.

98

Hümanizmin sanat alanına yansıması, portreler dışında anatomi çalışmalarında da kendini göstermiştir. Bu dönemde sanatçılar, kadavralar üzerinde çalışmışlar, insanın yapısını incelemişlerdir. Bu konuda Leonardo da Vinci’nin (1452-1519) önemli çalışmaları bulunmaktadır. Leonardo, otuza yakın kadavra üzerinde çalışarak insan anatomisine ilişkin bilgileri toplamış ve bunları ünlü defterine aktarmıştır. Bunlar çoğu kez sanatsal olmaktan ziyade, Rönesans’ın l’uomo universale (evrensel insan) tipiyle de örtüşen bilimsel bir merakın ürünü olarak değerlendirilebilir

.

99

Akademik sanat eğitimine etki eden bir diğer faktör, doğa felsefesinin sanata yansımasıdır. Rönesans’ta doğa sevgisi ve doğaya duyulan ilgi, toplum içinde de oldukça saygınlık kazanmıştır. Bunun en iyi örneklerinden biri, İtalya’da giderek yaygınlaşan bitki ve hayvan koleksiyonculuğudur. Rönesans döneminde giderek toplumsal bir pratik haline gelen doğa sevgisi, sanat alanında da etkili olmuş ve Rönesans döneminde estetik açıdan güzelin ancak doğada bulunduğu görüşü geçerlilik kazanmıştır. Bu görüş, doğa bilimlerinin gelişimini sağlayarak modern bilimlerin temelini attığı gibi sanat alanında da doğaya yönelişe yol açmıştır

.

100

Dünyevi değerlerin önemli olmadığı Ortaçağ‘da resim üzerine yazılar, öncelikle dini bir yaklaşım sunmaktadır. Rönesans döneminden farklı olarak Ortaçağ’da sanat, Kilise’nin yönlendirmesine bağlı olarak gelişmiştir. Ortaçağ’da sanatın didaktik işlevi nedeniyle, genel bir değerler skalası kabul edilmiş, sanatçı da bu şablondan yararlandığı için maddi olanla ilgilenmemiş, sanatçının dış dünyaya yönelmesi, onu taklit etmesi için bir neden ve talep de

.

96

1470 tarihinde Antonio Palliuolo’nun insan cesedi üzerinde anatomi çalışması yapan ilk ressam olrak ortaya çıktığını görüyoruz. Bu ressam anatomi incelemeleri sonucu, on çıplak adamın dövüşmelerini canlandıran bir tablo yapmıştır. Bu eserdeki adale gözlemi, Antik dönemden bu yana ilk kez görülmekteydi. Turani, a.g.e., s. 349.

97 Portre sözcüğü, Ortaçağ’da kopyasını yapmak anlamına gelen Latince protraho sözcüğünden gelmektedir. 98 Krausse, a. g. e., s. 25.

99Leonardo’nun defterlerinin otuz bir adedi günümüze ulaşmıştır. Bunlar Floransa Uffizi Galerisi, Torino Ulusal Kütüphane, Madrid Ulusal Kütüphane, Washington National Gallery of Art, Leningrad Hermitage Müzesi, Roma Vatikan Müzesi, Paris Louvre Müzesi ve Fransız Enstitüsü, Londra National Gallery, British Museum ve Victoria and Albert Museum olmak üzere dünyanın çeşitli kentlerine dağılmış durumdadır. Bu defterlerin bir kısmı Türkçe’ye de çevrilmiştir. Akyürek, a.g.e., s. 145-146.

100

oluşmamıştır 101. Rönesans ressamları, Orta Çağ estetiğinin, dinsel yorumlarının yaptırımından sıyrılıp, resmin yeni bir bilinçle yapılmasına yönelmiştir. Bilimsel gözleme dayalı bu yeni tavrı benimseyen resim sanatı, geometrik ve bilimsel kanunlarla bağını, giderek sıkılaştırılacaktır. Böylece doğal ortamda resmedilen figürler, bir yandan da ressamları doğanın gözlemlenmesi gibi çarpıcı bir sürece iteceklerdi 102

Ortaçağ’da hemen hemen ortadan kalkan estetik düşünce ile ilgili araştırmalarda, Rönesans ile birlikte düşünsel özgürlüğe giden yolda süratle ilerlemiş ve erişilen aşamalar, uygarlık tarihinde Yeniden Doğuş diye nitelendirilmiştir.

.

Alman filozof Alexander Gautleib Baumgarten’in (1714-1762) “Aesthetica” adlı eserinde, bir bilim olarak temellendirdiği ve günümüzde güzel sanatların felsefesini nitelendiren “estetik” kelimesinin kökeninde de, yukarıda değinilen “aisthesis” sözcüğü yer alır. Kelime, tek başına; duyularla özellikle duygu yoluyla fakat aynı zamanda görme, işitme vb. yoluyla algılama, hissi anlamına gelir 103

15. yüzyıl başlarında İtalyan sanatçılar sanata, Ortaçağ ressamlarının tamamen öteki dünyaya yönelmiş olan görüşleriyle, sembollere dayanan bir estetik bütünlük içinde ürettikleri sanattan farklı bir ruhla yaklaşmışlardır. Onlar için resim, öncelikle dış dünyanın görünümüne sadık kalarak yansıtılmasıdır. Bu, Leonardo’nun deyişiyle, taklit edilen nesneye en çok benzeyen resmin en güzel resim olduğu

.

104

Bu durum sanat kuramcıları tarafından da dile getirilmektedir. Örneğin Alberti, resmi yapılmak istenilen konunun daima doğadan alınmasını ve bu konuların doğadaki en güzel şeyler arasından seçilmesi gerektiği düşüncesini savunmuştur

yolundaki inanışa dayanan yeni bir anlayıştır. Bu dönemde artık, resimde gerçeğe benzetmenin genel ve temel bir önerme kabul edilmesi ve mekanın üç boyutlu bir süreklilik olarak yorumlanması ilkesi esastır.

105

Leonardo’da sanatçının, sadece perspektifin ve doğru çizimin kurallarını bilmekle yetinmesinin yanlış olduğunu, aynı zamanda doğanın yasalarını da çok iyi bilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bunun için de temel koşulun, doğanın incelenmesi olduğunu vurgulamıştır

.

106

. Aynı şekilde Vasari de, Mantegna ve döneminden söz ederken: insan dehası yoğun bir biçimde doğanın gerçeklerini araştırmak ve onu taklit etmekle meşguldü demektedir107