• Sonuç bulunamadı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Türkiye

Hamit COŞKUN

11

Abant İzzet Baysal Üniversitesi -Türkiye

Ölüm, en genel anlamıyla bir canlı varlığın hayati faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesidir. Günümüzde ölüm hakkında bazı bilimsel bulgular ortaya konulsa da, bu konunun bilimin sınırları dışında ele alınması gereken bir konu olduğu düşüncesi yaygındır. Bu düşünceyi savunanlardan biri de varoluşçu Alman filozof Karl Jaspers’tır.

Jaspers (1995, s. 162)’a göre, bilimler ölümü sadece biyolojik olgu olarak ele almaktadırlar. Başka bir deyişle bilimler için ölüm, bedenin çürümesi ve zamanla yok olmasıdır. Buna dayanarak “doğan her şey ölmeye mahkûmdur” deriz, ancak biyolojik bilgi ölüm hakkında yetersiz kalmaktadır. Ölüm kavramına ilişkin tanımlar da Jaspers’ın bu iddiasını doğrulamaktadır.

Jaspers (1995, s. 162; 169; 194), felsefenin bilimlerden farklı olarak ölü oluş durumuyla değil, ölüm karşısındaki insanla ilgilendiğiniifade eder. Ölümden korkarız. Bu nedenle ölüm perdelenir, gizlenir başka bir deyişle unutulmaya çalışılır. Felsefe, insana kendini aldatmamayı öğretir. O, felaketin yüzüne bakmayı öğretir (Jaspers, 1995, s. 184). Ölüm, insanların çoğu için felakettir. Bu bağlamda düşünüldüğünde felsefe ölüm karşısındaki insanla ilgilenir. Ölü oluş durumuyla, başka bir deyişle bedenin çürümesi ve yok olması gibi durumlarla ilgilenmek ise bilimin işidir.

Jaspers (1995, s. 162- 163)’a göre, ölümden duyulan korku ikiye ayrılmaktadır. İlki ölüm anından duyulan korku, ikincisi ise ölüm olgusundan duyulan korkudur. Ölüm anından duyulan korku, aslında bedensel acıdan duyulan korkudur. Bu acı, tıbbi müdahalelerle hafifletilebilir. İkincisi ise tüm olanakların yok oluşundan duyulan korkudur. Ölüm olgusundan duyulan korku, hiçlik karşısında duyulan korkudur. Felsefeyi ilgilendiren esas konu budur. İnsanlar bir daha dünyaya gelme imkânı olmadığından ölümden korkarlar.

Bununla birlikte az da olsa Sokrates gibi ölümden korku duymayan insanlar da vardır. İdam edileceği hapishaneye gitmek üzere mahkeme salonunu terk etmeden önce, herkese veda eden Sokrates veda konuşmasında ölümün hayrına olacağını belirtir. Böylelikle o, ölüme giderken bile ne kadar rahat ve kendinden emin olabileceğini göstermiştir (Platon, 2008, s. 109).

1Doç. Dr, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, adurakoglu06@gmail.com.

50

Ölüm temasını en yoğun işleyen filozoflardan biri de varoluşçu Alman filozof Martin Heidegger’dir. Heidegger (2011, s.268; 273- 274)’e göre, ölüm hakkında çoğunlukla bir şey söylenmez ya da bu kavramla ilgili “kaçarca” sözler sarf edilir. “Herkes ölecek” ifadesi dahi, ölümün adeta bizim dışımızdaki herkesi etkileyecekmiş zannını yaymaktadır. Daha açık bir ifadeyle “herkes ölecek” ifadesi, sonunda herkes ölecek ancak “şimdilik sıra bende değildir” anlamına gelecek şekilde kullanılmaktadır. Böylelikle ölüm “bir başka bahara” ötelenir. Ölüm kesindir ancak kesin olduğu bilinmekte de olsa, zamanı belirsiz olduğundan ölümün kesinliği inkâr edilmiş olur.

Ölümden, onu örterek kaçınılmaya çalışıldığını söyleyen Heidegger (2011, s. 255; 269), her insanın sadece kendi ölümünü deneyimleyebileceğini ifade eder. Birilerinin başkaları için kendini feda etmesi mümkündür. Örneğin, bir dava uğruna kişi kendi canını verebilir. Fakat bu şekilde dahi olsa hiç kimse herhangi birisinin ölümünü devralamaz. Her insan, sadece can verişini, tek başına omuzlamak zorundadır.

İnsan, bu nedenle başkalarının ölümüyle pek ilgilenmez. Cenaze törenlerinde gözlem yaparak kamunun gözünden bir insanın ölümüne ilişkin tespitte bulunulabilir. Kamunun gözünde, başkalarının can vermesi toplumsal bir zahmet olarak görülmekte ve hatta bir münasebetsizlik sayılmaktadır. Bu nedenle cenaze günlerinde kamunun, ölüm olayı nedeniyle rahatsız edilmemesine dikkat edilmekte ve huzursuzluğa kapılmaması sağlanmaya çalışılmaktadır (Heidegger, 2011, s. 269).

Bir diğer varoluşçu düşünür Jean Paul Sartre ise ölüme ilişkin düşüncesini daha çok edebi eserleriyle ortaya koymuştur. Onun ölüm temasını işlediği edebi eserlerin başında ‘Duvar’ öyküsü gelir.

Öyküde İspanya İç Savaşı’nda Diktatör Franco’ya karşı mücadele ederken yakalanan ve infaz edileceğini düşünen Pablo adlı bir devrimcinin ölümü beklerken duyduğu hisler ele alınmıştır. Öyküde olaylar beklendiği gibi gerçekleşmediğinden Pablo Ibbieta infaz edilmez. Devrimci arkadaşı Gris’in bulunduğu yeri söylemekle tehdit edilmeye çalışılan Pablo, uzun süre yerini bilmediğini söyleyerek kendisine yöneltilen soruları geçiştirir. Pablo, aslında arkadaşının yerini bildiğini sanıyordu, ancak bir başkası ile kendisinin ölümü arasında bir fark görmediğinden söylemek istemedi. Gardiyan bir süre sonra Pablo’ya aynı soruyu tekrar sor. Pablo, ısrarla bilmediğini söyler. Sonunda Pablo, Gris’in mezarlıkta, mezarcıların kulübesinde gizlendiğini söyler. Pablo, Gris’in hala aslında kentin dört kilometre uzağında amcaoğullarının evinde gizlendiğini sanıyordu. Ancak amcaoğullarının evinden ayrılan Gris, mezarlıkta saklanıyordu. Pablo, Gris’in mezarlıkta öldürüldüğü haberini alır. Bunun karşılığında Pablo, infaz edilmekten kurtulacak ve serbest bırakılacaktı fakat o, bu duruma sevinemez. Çünkü sonsuz olma duygusunu çoktan yitirmiştir (Sartre, 1993, s.5- 29). Öyküde Pablo’nun iç dünyası şöyle ifade edilmektedir:

“İçinde bulunduğum şu durumda biri gelip de bana, rahat rahat eve dönebileceğimi, beni öldürmekten vazgeçtiklerini haber verseydi, kılımı bile kıpırdatmazdım; birkaç saatlik veya birkaç yıllık bekleyiş ne fark eder ki, insan sonsuz olma izlenimini yitirdikten sonra?” (Sartre, 1993, s. 21).

Sartre’a göre, insan olmak Tanrı olmaya yönelmektir. Başka bir deyişle her insan, temelde Tanrı olmak ister (Gürsoy, 1987, s.33). Tanrı gibi sonsuz ve sınırsız olmak ister. Sartre’ın düşüncesine göre, insanlar, ölüm tarihi belirsiz olduğundan sonsuz olma duygusuyla yaşarlar. Ölüm tarihimizi önceden bilseydik öyküde ölümü adeta ensesinde hisseden Pablo gibi hiçbir faaliyette bulunmayacak, hatta kılımızı bile kıpırdatmayacaktık.

Bir diğer varoluşçu filozof Albert Camus da ölümü absürt olarak nitelendirir. O da ölüme ilişkin düşüncelerini en iyi edebi eserleriyle ortaya koymuştur. Onun ölüm temasını işlediği eserlerinden biri de ‘Veba’ adlı romanıdır.

51

Camus (2014, s.31-33)’a göre, bu dünyaya gelmek gibi ölümle birlikte her şeyin sona ermesi de absürttür. İnsan, geleceğe dayanarak yaşadığından ‘yarın’, ‘ileride’, iyi bir işim olunca’ gibi sözcükleri sıkça kullanır. Ancak sonunda ölmek vardır. İnsanın yarınlardan kaçınması gerekirken bir yandan yarınları istemesiyle birlikte ölümün bilincine varması uyumsuzluğa neden olur.

‘Veba’ romanında başlangıçta Cezayir’in liman şehri Oran’ın halkı, hızlı ve modern bir kent hayatı yaşadığından ölüm gerçeğine uzak kalmaktaydılar. Romanda, ölüm gerçeğinin bilincine varılmasına neden olan salgının ilk emaresi, Doktor Rieux’un ölü bir fareyle karşılaşmasıdır. Sahanlığın ortasında ölü bir fareyi gören Rieux, bunu, o anda fazla önemsemeden ayağıyla iter. Ancak sokağa geldiğinde farenin olması gereken yerde olmadığı aklına gelir ve bunu kapıcıya haber vermek üzere apartmana geri döner. Ancak Kapıcı Michel, ısrarla apartmanda fare bulunmadığını söyler. Çünkü apartmanda farelerin bulunması, bir kapıcı için rezaletti. Kapıcı bunu söylerken kendinden emindi ve bunun bir şaka olabileceğini düşündü. Aynı günün akşamı, Doktor Rieux, büyük bir farenin ağzından kan fışkırarak öldüğünü görür. Fareden fışkıran kan, Riux’un kafasını kurcalamaya başlar. Ertesi gün sabah Kapıcı Michel geçerken doktoru durdurur ve ona birilerinin koridorun ortasına ölü fareleri koyarak şaka yaptıklarını söyler. Michel’e göre, hayvanlar kan içinde öldüklerinden kapanlarla ele geçirilmiş olmalıydı. Daha sonra kentin birçok yerinde ölü fareler görülmeye başlar. Daha sonra vebadan insanlar ölmeye başlar. Böylelikle insanlar, ölümün bilincine varmaya başlarlar (Camus, 2012, s.13- 32). Romanın başında ölüme ilgisiz kalan Oran halkı, artık ölümün bilincinde yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Bu durum, aynı zamanda insanın ‘saçma’ duygusunun bilincine varılmasına neden olur. Camus, bunu, dekorların yıkıldığı an olarak nitelendirir.

Neredeyse her gün yataktan kalkıp, tramvaya binme, çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde günlerin birbirini izlemesiyle birlikte aniden ‘Neden?’ sorusu sorulmaya başlanır. Bu sorunun sorulmasıyla birlikte alışkanlıklarla kurgulanmış dekorlar yıkılır. Böylelikle günlük devinimler zinciri kopmuş ve bir uyanış, başka bir deyişle bilinç dönüşümü gerçekleşmiştir (Camus, 2014, s.31- 32).

Camus (2014, s.33; 71)’a göre, ölüm tek gerçek olarak önümüzde dursa da yine de “hiç bilmiyormuşuz” gibi yaşarız. Bu konuda her şey söylense de, ölüm deneyimimiz olmadığından ona uzakmış gibi davranırız.

Veba romanında da başkalarının ölüm deneyimiyle birlikte bir bilinç dönüşümü gerçekleşmiş ve insanlarda kaygı verici uyumsuzluklar görülmeye başlanmıştır. Romandaki Doktor Rieux, dünyanın saçmalığını bildiği halde vebayla sonuna kadar savaşmakta ve saçma olduğunu bile bile yaşama anlam katmaya çalışmaktadır.

Romanındaki Doktor Rieux gibi Camus (2014, s. 23- 24) da ölüm gerçeğine karşı verilen cevabın kesinlikle boyun eğme ya da intihar olmaması gerektiğini iddia eder. Ona göre, intihar etmek yaşamın çabalanmaya değmez olduğunu söylemek demektir. Başka bir deyişle intihar etmek, yaşamın bizi aştığını söylemektir. Bunu söylemek insan onuruna yakışmaz. Uyumsuzluğu bilerek yaşamalıyız.

Varoluş gibi ölümün de saçma olduğunu, bu saçmalığın insani arzu ve ideallerinin dünyanın akıl dışı sessizlik ve ilgisizliğiyle çarpışması sonucu meydana geldiğini savunan Camus, çözüm olarak intiharı önermez. O, intihar yerine uyumsuzluğu ve saçmalığı bilerek açık yüreklilik ve dürüstlükle yaşamayı önermiş ve “başkaldırıyorum öyleyse varız” aforizmasını yaşam felsefesinin temeline yerleştirmiştir (Cevizci, 1997, s.86)

Sonuç

Varoluş filozofları, ölümü projelerimizin son bulacağı sahip olduğumuz değer ve varlıkları yitireceğimiz bir olgu olarak ifade ederler. Onlara göre, ölümden korku, aslında bazı şeylerin son bulması ve yitirilmesi korkusudur. Bu bağlamda varoluş filozofları, ölüm korkusunun kaçınılmaz bir korku olduğunu iddia ederler.Varoluş filozofları ayrıca, ölü oluş durumunun bilinmesinin mümkün olmadığını düşünürler. Böyle bir düşünceye ulaşılmasının da temel gerekçesi şöyle ifade edilebilir: Bu

52

zamana kadar ölüp dünyaya tekrar dönen hiç kimse olmamıştır. Bu bağlamda düşünüldüğünde ölüm, paylaşılamayan bir olgudur.

Felsefenin “ölüm” kavramıyla ilgisi ancak şöyle olabilir: İnsan, ölüm karşısında nasıl tavır takınabilir? ve ne yapabilir? Varoluş filozofları da bu konuya odaklanmış ve ölümü psikolojik bir tema olarak ele almışlardır. Varoluş filozoflarının ölü oluş durumuna ilişkin hiçbir düşünce ortaya koyamaması, Konfüçyüs’ün düşüncesiyle de tutarlıdır.

Konfüçyüs öğrencilerinden birinin ölümle ilgili sorusuna şöyle bir cevap vermiştir. “Hayat hakkında bildiğimiz nedir ki, ölümü anlayalım” (Aydın, 2000, s.87)

Varoluşçu felsefeye göre, ölüm mutlak bir gerçek olmakla birlikte belirsizdir. Bu belirsizlik ise iki türlüdür. İlki, Konfüçyüs’ün de düşündüğü gibi ölü oluş durumunun bilinememesiyle, diğeri ise ölümün ne zaman gerçekleşeceğinin bilinememesiyle ilgilidir.

KAYNAKÇA

Aydın, A. (1987). Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası. İstanbul: Alfa Yayınları.Camus, A. (2012). Veba. (Çev: Nedret T. Öztokat). İstanbul: Can Yayınları. Camus, A. (2014). Sisifos Söyleni. (Çev: Tahsin Yücel). İstanbul: Can Yayınları.

Cevizci, A. (1997). Felsefe Sözlüğü. Ankara: Ekin Yayınları.

Gürsoy, K. (1987). J. P. Sartre Ateizminin Doğurduğu Problemler.Ankara: Akçağ Yayınları. Heidegger, Martin. (2011). Varlık ve Zaman. (Çev: Kaan. H. Ökten). İstanbul: Agora Kitaplığı. Jaspers, Karl. (1995). Felsefi Düşünüşün Küçük Okulu. (Çev: S. Umran). İstanbul: Birleşik

Yayıncılık.

Platon (2008). Sokrates’in Savunması. (Çev: A. Cevizci). Bursa: Sentez Yayıncılık. Sartre, J.P. (1993). Duvar. (Çev: N. Önol). İstanbul: Varlık Yayınları.

53

Bolu İli Ağızlarında Kullanılan