• Sonuç bulunamadı

VİYANA ÇEVRESİ VE NEO-POZİTİVİZM: ANALİTİK FELSEFEDEN MANTIKSAL POZİTİVİZM/MANTIKSAL GÖRGÜLCÜLÜĞE GEÇİŞ

45 b) Beyhude olan yerine yararlı olan;

VİYANA ÇEVRESİ VE NEO-POZİTİVİZM: ANALİTİK FELSEFEDEN MANTIKSAL POZİTİVİZM/MANTIKSAL GÖRGÜLCÜLÜĞE GEÇİŞ

Viyana Çevresi Öncesinde Felsefe ve Bilim: Eleştirel Gerçekçilik ve Analitik Felsefe

1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların başı sadece doğal bilimler ve sosyolojide değil, psikoloji, felsefe, mantık ve bilim felsefesi alanında büyük yapıtların verildiği ve Alman-Avusturya, Fransız ve İngiliz ve hatta özellikle Yeni Gerçekçilik bağlamında Amerikan geleneğinin belki daha önceki devirlerde olmadığı kadar birbirini etkilediği bir dönemdir. Bir yandan İngiltere’den G. E. Moore özellikle “Mind” dergisinde (1903) yazdığı “İdealizmin Çürütülmesi” makalesi ile “Yeni Realizm”12 denecek akımı başlatıyor ardından bu akıma çok sayıda düşünür katılıyordu. Bunlar arasında yine İngiltere’den Russell ve Whitehead özellikle öne çıkıyordu. Bu grubun “felsefe ile dil ilişkisi” üzerine yaptıkları tartışmalar ise “Analitik/Çözümlemeci Felsefe” akımını doğuruyordu. Bu akımın başlıca tartışma alanlarını G.E. Moore’un “gündelik dil” Russell’in “ideal dil” ve Wittgenstein’in “resmi dil” ve “dil oyunları” oluşturuyordu. Bu dönemde hem matematikte yeni bir dönem başlıyor ve aynı zamanda Aristo’dan beri süregelen klasik mantık geleneğinden

12 Yeni Realizm ve Eleştirel Realizme ilişkin ayrıntılar için bakınız Sahakian (1990:286-96).

PO ZİTİV İZM Comte Durkheim Weber Amerikan Araçsalcılığı NEO -POZİTİV

İZM Öncü olarak Analitik Felsefe

Mantıksal Pozitivism/Viyana Çevresi Mantıksal Görgülcülük Popper PO ST PO ZİTİV İZM Quine Kuhn Lakatosh Feyerabend H. Putnam A N PO ZİTİV İZM Frankfurt Okulu/Eleştirel Kuram Focault Fenomenoloji Sembolik Etkileşimcilik Hermonütik Etnografi Etnometodoloji

51

sembolik mantığa geçiliyordu. Bu sayede analitik felsefenin yolu açılıyor, dil, felsefe, bilim ilişkisine yeni boyutlar kazandırılıyordu (Sahakian, 1990).

Analitik Felsefenin başlangıcında özel olarak vurgu yapılan bilgibilimsel veya metafizik problemler olmadığı gibi hangi felsefi problemlerin anlamlı olduğu da ortaya konmaz. Bu okulu diğerlerinden ayıran yanı felsefenin işe “bilimsel soruların formüle edildiği dilin kesin bir mantıksal analiz” ile başlaması gerektiği düşüncesidir. Bu okulun öncülerinin ve takipçilerinin görüşleri pozitivist düşünce tarihi içinde yer almaz. Pozitivizmle ilişkileri daha çok geleneksel İngiliz görgülcülüğünün izlerini taşımaları nedeniyledir. Ne Moore, ne de sembolik mantık sayesinde dilden kaynaklanan anlam kayıplarını gidermeyi amaçlayan Bernard Russell tam anlamıyla pozitivist sayılırlar. Russell’i pozitivizme yakınlaştıran bir özelliği nominalizme olan mesafeli duruşudur. Russell’in “Principia Mathematica” (1911) kitabını birlikte yazdığı Whitehead ise kendi metafiziğini ve dini kozmolojisini oluşturmayı amaçlayan bir kişiliktir ve pozitivizmle ilişkisi yoktur.

Aynı dönemde Neo-Kant’çı okullar yeni tartışmaları gündeme getiriyor; Viyana Çevresi ve Frankfurt Okulu13 gibi daha sonra birbirine zıt görüşlerle günümüze kadar felsefe ve bilim tartışmalarına egemen olacak kurumlar ortaya çıkıyordu. İki dünya savaşı öncesi, arası ve sonrasında doğal bilimler insan hayatını kolaylaştırma ve yok etme yarışında büyük mesafeler alıyor, insanlığın bu çılgın yarışından yalnız, mahzun ve karamsar bir birey portresi özellikle görüngübilim ve varoluşçuluk çalışmalarıyla belirginleşiyordu.

Yeni/Mantıksal Pozitivizmin Temsilcisi Olarak Viyana Çevresi

Görülüyor ki “analitik felsefe” bütüncül bir yaklaşıma sahip değildir. Lakin Viyana Çevresinin pozitivizmi taşıdığı yeni düzeye katkıda bulunmuştur. Bu katkıyı öncelikle matematiksel yöntemleri tıpkı doğal bilimler gibi felsefi analizlere uygulamakla yaptılar. Bu geleneksel felsefe sorunlarının çözümünde çok önemli bir gelişmedir. Aynı zamanda rasyonalizm-görgülcülük ikiliğine de son vermeyi hedefleyen bir girişimdir. Bunlara ek olarak takındığı metafizik karşıtı tavır ve bilimlerin birliği için verdiği mücadele mantıksal pozitivizm içerisindeki pozitivist imalar arasında sayılabilir.

Böylesi bir ortamda az sayıda düşünürün önceleri 1900’ların başlarında Viyana’da bir kahvehanede toplanmaya başlarlar. Bunlar Birinci Viyana Çevresi olarak bilinir.

13 Eleştirel Kuramın filizlendiği bu okul önemli derecede Marksist izler taşımasına karşın Marksizm’in ideolojik dogmacılığını reddeder. Aslında Marksizm ile Frankfurt Okulu ve onun “kültürel” eleştirileri konu edinen yönü itibariyle “Eleştirel Kuram” arasındaki ilişkiyi “Marksizm’in çok da zekice olmayan bir yorumu”, “Neo-Marksizm”,”Hegelci”, Kiekergard’cı olarak da görmek mümkün. Kesin olan bir şey varsa Frankfurt Okulu’nun kuruluşunda söyledikleri ile 2. Dünya Savaşı sonrası yeniden Almanya’da faaliyete geçmesinden sonra söyledikleri oldukça farklıdır. Ayrıntılar için bakınız Freyenhagen (2017).

52

Katılanlardan P. Frank, Hahn, Neurath, R. v. Mises gibi düşünürler akademik konuları tartışırlar. Görgülcülük ile sembolik mantığın bir sentezini oluşturmaya çalışırlar. 1920’lerin başında bir bildirge ile Viyana çevresi biçimselleşir. Buna İkinci Viyana Çevresi de denir. Çevrenin resmen kuruluşuna felsefeci Moritz Schlick öncülük eder. 1929’a kadarküçük bir topluluk olarak görülürler. Ancak bu yıl “Dünyanın Bilimsel Tasarımı: Viyana Çevresi” başlıklı kitapçığı basarlar. Amaçları felsefi görüşlerin iki bin yıldır süren başıbozukluğuna çekidüzen vermek ve her yerde geçerli olacak tek bir felsefe yapma biçimi geliştirmektir. Buna Feigl“bütün diğer felsefelere son verecek bir felsefe” adını verir (Feigl 1969’dan akt. Bryant, 1985:110).

Aynı kitapçıkta Çevrenin beş felsefi kaynaktan ve bunların temsilcilerinden söz ettiği görülür.

 Birincisi, pozitivizm ve görgülcülük temsilcileri olarak Hume, Aydınlanma, Comte, J. S. Mill, Avenarius ve Mach. Bu sonuncusu 1895 ile 1902 arasında Viyana’da profesördür ve felsefeye Kant’tan mülhem “kendinden şey” kavramını yeniden katarak görgülcülüğe yeni bir tanım getirmiştir.

 İkincisi, görgül bilimin temelleri, amaçları ve yöntemleri konusunu ele alanlar ki bunlardan bazıları Mach, Poincare ve Einstein’dır.

 Üçüncüsü, “mantık ve mantığın gerçekliğe uygulanması” konusunu ele alan ve başını Leibnez, Schroder, Russell, Whitehead ve Wittgenstein çektiği gruptur.

 Dördüncüsü belitler (aksiyomatikler)14, ve

 Beşinci olarak ta “hazcılık ve pozitivist sosyoloji” yer alır. Burada esinlenilen düşünürlerin başında Epicurus, Hume, Bentham, J. S. Mill, Comte, Feuerbach, Marx, Spencer gibileri yer almaktadır (Stadler, 2003). Tıpkıanalitik felsefeciler gibi bu çevrede yer alan kişiler uzmanlık alanları, dünya ve siyasi görüşleri, odaklandıkları konular, etkilendikleri akımlar ve hatta benimsedikleri kavram ve yöntemler bakımından çeşitlilik gösterir. Buna karşın Stadler’in (2003:xi) dediği üzere Viyana Çevresinin şu ilkeler etrafında şekillenmiştir:

 Metafiziğin15 ve felsefenin karşısında bir “bilimsel dünya anlayışı”

14 Belitlerin (aksiyom) felsefi tartışmalarda merkezi bir yeri vardır. Önceleri bunların gösteriminin mümkün olup olmadığı, ne oldukları, felsefe için ne anlama geldikleri etrafında Eflatun ve Aristo arasındaki baş gösteren görüş farklılıkları daha sonraları Descartes, Leibnez, Hume, Kant ve daha geç dönemlerde de B. Russell gibi düşünürler tarafından yeniden ele alınmıştır. Viyana Çevresi de bu tartışmaları gündemine taşımıştır. Ayrıntılar için bakınız örneğin (Iannone, 2001:65-6).

15 Viyana Çevresinin metafizik karşıtlığı sıradan bir reddiye değildir. Çevrenin önemli figürlerinden Carnab’ın formüle ettiği karşıtlık şöyledir: “Metafiziği reddetmiyoruz, metafiziği bilmiyoruz… Söylediklerin doğru olabilir, ancak seni anlamıyorum!”

53

 Bilimlerin birleştirilmesine doğru bir eğilim

 Fenomenoloji yerine fiziksellik

 Sözdizimi (sentaks) yerine anlamsallık (semantik)

 İdeal dil arayışı yerine normal dilin bilim dili olarak kabul edilmesi

 Doğrulama yerine yanlışlama

Popper ve Yanlışlamacılık16

Bu noktada “yanlışlamacılık” ilkesiyle Neo-Pozitivizmin öncülerinden gösterilen Popper’den henüz bahsedilmediği göze çarpacaktır. Her ne kadar bazı eserlerde (örneğin Demir, 2000:32) Popper’in Viyana Çevresi üyesi olduğu söylense de bu doğru değildir. Popper Viyana Çevresinin toplantılarına katılmış, ele aldıkları temel bilgibilimsel konulara ilişkin genç bir araştırmacı olarak güçlü açıklamalar getirmiştir ancak hiçbir zaman kendisini pozitivist olarak görmediği gibi Viyana Çevresinin resmi bir üyesi de olmamıştır. Gerçekte Viyana Çevresi dönemin değişik düşünürlerinden katkı alıyor, kitaplarını birlikte tartışıyordu. Popper de tıpkı Russell, Wittgenstein, Einstein, Hilbert gibi Çevreye üye olmayıp ta yakın etkileşim içerisinde olan düşünürler arasında yer almaktaydı (Richardson ve Uebel, 2008:4). Popper’in bilgi kuramsal duruşunu “eleştirel akılcılık” olarak adlandırmak daha doğru olsa da (Bryant, 1985:4) kendisini eleştirenlerin gözünde bir “pozitivist” olmaktan kurtulamamıştır.

Popper görüşlerini orijinalini 1934’te yayınladığı, ardından hem orijinal metni koruyup, arada bir kendi görüşlerini eleştirerek, hatta kimi zaman değiştirerek “Bilimsel Araştırmanın Mantığı” adlı eserinde dile getirir17. Popper bu çalışmasında sosyal bilimlerin işleyişine ilişkin birçok konuyu ele almaktadır. Popper’in tartışmalarında öncelediği sorunlardan bazıları şunlardır:

Tümevarım Sorunu: Deneyler, gözlemler gibi araçlarla yapılan

tümevarımsal çıkarımlardan kastedilen şey özel önermelerden evrensel önermelere ulaşmaktır. Ancak gözlem sayısı ne denli çok olursa olsun, bu özel önermelerden evrensel önermelere ulaşmak mantıksal olarak olanaklı değildir. Gözlemlenen her kuğu kara olsa da bu durum ileride beyaz bir

16 Yanlışlamacılık Popper ile anılan bir yöntembilimsel kavram olsa da kökenlerini daha eskilere dayandığı açıktır. Popper’in bu düşüncesi Kant’a kadar uzanır (Popper, 2005:48). Dahası, Comte sonrası pozitivistlerden Claude Bernard’ın ortaya koyduğu yöntembilimsel ilkelerden bir tanesi de “karşı-delildir (counter-proof). Buna göre hiçbir bilimsel önerme araştırmacı sadece o önermeyi doğrulayacak gerçeklere sahip olup ta yanlışlayacaklara sahip olmadıkça temellenmiş olmaz. Kolakowski (1968:75-6) bu görüşün Popper ile yaygınlık kazandığını ama esasen C. Bernar’a ait olduğunu söyler.

17Popper’in bu eserinin İngilizce çevirisi ile Türkçe çevirisi arasında kavramsallaştırma ve anlam farkı olduğu gözlenmektedir. Bu nedenle kimileyin her iki kitaptan da yararlandım.

54

kuğunun var olmayacağı anlamına gelmez. Bu durumda her tümevarımsal genelleme içerisinde olasılık barındıran bir duruma, yani “doğru yada yanlış” durumuna dönüşür ki bu da bilimin aradığı şey değildir (Popper, 2005:54-5).

Ruhbilimciliğin (Psikolojiciliğin) Dışlanması: Akla yeni bir düşüncenin

nasıl geldiği bilgi mantığının değil, görgül ruhbiliminin konusudur. Zira bilgi mantığı olguların sorgulanması ve neliği ile değil, geçerliliğin sorgulanması yani hakkın neliğiyle ilgilenir. Bilgi kuramının veya bilgi mantığının görevi, ruhbiliminden farklı olarak, düşüncenin ortaya çıkışıyla değil, dikkate değer her bir düşünceye uygulanabilecek dizgesel sınama yöntemlerini incelemekle ilgilidir (Popper 2005:55).

Kuramların Tümdengelimsel Sınanması: Burada eleştirel sınamanın

işleyişi şöyledir. Doğruluğu henüz savunulmamış ilk imge, varsayım veya kuramsal dizgeden mantıksal olarak tümdengelimle çıkarımlar yapılır. Bu çıkarımlar hem kendi içlerinde hem de diğer önermelerle karşılaştırılır. Bu karşılaştırmanın amacı: (a) dizge içerisinde çelişkilerin var olup olmadığını ortaya konulması; (b) kuramın görgül-bilimsel nitelikte olup olmadığını görmek için kuramın mantıksal biçiminin incelenmesi; (c) sınanacak kuramın (eğer kuram başka sınamalarla doğrulanmışsa) bilimsel ilerleme için önemini belirlemek amacıyla diğer kuramlarla karşılaştırılması; (d) türetilmiş çıkarımların görgül sınamalara konu edilmesi (Popper, 2005:56-7) olarak ifade edilebilir.

Sınırlandırma Sorunu:18 Tümevarımsal önermelere karşı çıkış gerekçesi

olarak bu tür önermelerin görgüllüğünün yani metafiziksel olmayışlarının sınırlarının belirlenmemesi olduğu söylenmişti. Görgül bilimi matematik, mantık ve metafizik dizgelerden ayırmaya yarayan ölçütlerin bulunması sorununa “sınırlandırma sorunu” denmektedir. Bu sorunlardan tümevarım sorununa “Hume sorunu”, sınırlandırma sorununa ise “Kant sorunu” denilebilir. Tümevarım sorunu aslında gerçekle ilgili evrensel önermelerin mantıksal olarak nasıl savunulması gerektiğini araştırmaktadır. Oysa bunlar savunulamaz, çünkü gerçek değildirler. Bilgi mantığının görevi, çelişkili dilden kaynaklı sorunların üstesinden gelerek görgül bilime bir anlam kazandırmak, böylece tarihsel açıdan kalıtımsal olarak sürece dâhil olan fizikötesi öğelerin ayrıt edilmesine olanak sağlamaktır (Popper, 2005:

18 Popper’in ele aldığı sorunlar arasında sanırım en mütereddit dille tartıştığı ve biraz da demagojiye kaçtığı alan sınırlandırma sorunudur. “Getireceğimiz sınırlandırma bir saptama ya da uzlaşım için öneri niteliğinde olacaktır”, “…bakış açısında göre değişebilir”, “aynı amacı güdenler arasında yapıcı ve kanıtsal görüş ayrılığı olabilir”, … “bilimin varlığını bilimin onurunda arayanlara… böyle bir onuru vermekte güçlük çekecektir…” (s.61) gibi ifadeler bu duruma işaret ediyor.

55

57-62). Popper burada sınırlandırma ayıracı olarak aşağıda tartışılacağı üzere “yanlışlanabilirliği” önerecektir.

Yöntem Olarak Deneyim: Görgül bilimin tanımını yapmak zordur. Zira

kuramsal olarak çok sayıda tümdengelimsel dizge olabilir. Bu durumda mantıksal olarak “çok sayıda hatta sonsuz sayıda olası dünya vardır” da denilebilir. Oysa “görgül bilim” olarak tanımlanan dizge yalnızca tek bir “gerçek dünyayı”, yani “deneyimlerimizin dünyasını” ortaya koymalıdır. Bu nedenle görgül kuramlar dizgesinde şu üç koşul aranmalıdır: (a) dizge bireşimsel (sentetik) olmalı ki böylece çelişkisi olmayan olası bir dünyayı temsil edebilmeli; (b) sınırlandırma ayracını yerine getirebilmeli, yani metafizik olmamalı, olası deneyim dünyasını betimlemeli; (c) dizge diğerlerinden bir şekilde farklı olabilmeli, zira “bizim” deneyim dünyamızı temsil etmektedir (Popper, 2005:62-3).

Sınırlandırma Ayracı Olarak Yanlışlanabilirlik: Sınırlandırma Ayracı

tüm görgül bilimsel (anlamlı) önermelerin “sonuçta karar verilebilir olma” koşuluyla eşdeğerdir. Önermelerin mantıksal olarak hem doğrulanabilir, hem de yanlışlanabilir olmalarıdır. Tümevarım diye bir şey olmadığına göre ve de yalnızca deneyimle sınanabilecek bir dizge “görgül” olarak kabul edildiğine göre sınırlandırma ayracı olarak dizgenin doğrulanabilirliğini değil, yanlışlanabilirliğini kabul edecektir. “Görgül-bilimsel bir dizge deneyimlerle yenilgiye uğratılabilmelidir”. Örneğin “yarın burada yağmur yağacak, belki de yağmayacak” dizgesi çürütülemeyeceğinden görgül değildir, buna karşılık “yarın burada yağmur yağacak” görgüldür (Popper, 2005: 63-6).

Görgül Temel Sorunu: Sınırlandırma ayracı olarak yanlışlanabilirlik

benimsendikten sonra artık “kuramların görgüllüğü” sorunundan “tekil ifadelerin görgüllüğü” sorununa geçilebilir. Ancak bir kuramsal dizgenin görgüllüğünün teminine göre tekil ifadelerin görgüllüğünü sağlamak konusunda bilim insanının yanılma olasılığı çok daha düşüktür. Bu nedenle tekil ifadeler nadiren görgül olmayan veya metafizik biçimde dile getirilirler. Tekil ifadelerin sınırlandırılması yani görgüllüklerinin sağlanması ve nasıl sınanacaklarının belirlenmesi sorunu anlamına gelen “görgül temel sorunu” bu nedenle burada tartışılan diğer konular kadar dikkate değer değildir. Bu daha çok araştırma pratiği ile ilgili iken diğer konular bilgi kuramıyla ilgilidir. Yine de tekil ifadeler birçok bilinmezliğe neden olduklarından ele alınmaları gerekir. Özellikle de algısal deneyimler ile temel ifadeler arasındaki ilişkilerde durum böyledir (temel ifade veya basit önermeler olarak adlandırılan şey görgül yanlışlamada öncül görevi

56

üstlenen, yani tekil bir gerçeğe denk gelen kısa ifadedir). Algısal deneyimler sık sık basit ifadelerin makuliyeti için gerekçe olarak görülmektedir. Bu da basit ifadeler ile algısal deneyimlerimiz arasında yakın bir bağlantı olduğu eğilimini güçlendirmektedir. Aynı şekilde ifadelerin mantıksallığının temini yine diğer ifadelerle mümkündür. Bu durumda algı ile ifade arasındaki bilinmezliği gidermek için yeni bilinmezlikler üretmek zorunluluğu devam etmektedir. Ortada aydınlatılan değil hatta karartılan bir durum süregelmektedir. Buradan kurtulmanın yolu sorunun ruhbilimsel (sezgisel) yönü ile mantıksal-yöntembilimsel yönünü kesin olarak ayırmaktır (Popper, 2002:21-2).

Bilimsel Nesnellik ve Öznel Kanı: Nesnel ve öznel kavramları genellikle

çelişkili ve belirsiz anlamlar yüklenilerek kullanılırlar. Kant’a göre “nesnel”, bilimsel bilginin bireysel heveslerden bağımsız olarak savunulmasıdır. Bir savunu eğer herhangi bir kimse tarafından sınanabilir ve anlaşılabilir ise nesneldir. Oysa bilimsel kuramlar asla tam olarak savunulabilir veya doğrulanabilir değildir fakat sınanabilirdirler. Buradan hareketle bilimsel ifadelerin nesnelliği onların özneler-arası (inter-subjective) olarak sınanabilme koşuluna bağlıdır. Kant’ın “öznel” dediği şey kişilerin kanısal yaşantısıdır. Bu kanıların nasıl ortaya çıktığının araştırılması ruhbilimin görevidir. Bilimsel ifadelerin nesnelliği ile hipotezler ve evrensel ifadeler kullanmak yoluyla kuram oluşturmanın yakın bağlantısını ilk fark eden muhtemelen Kant’tır. Sadece belirli olayların belli kurallar ve düzenli işlemler sonucunda tekrar tekrar ortaya çıkması durumunda prensip olarak gözlemlerimiz herhangi bir kişi tarafından sınanabilirler. Kişiler kendi gözlemlerini bile belli şartlarda düzenli olarak ortaya çıkmadıkları sürece ciddiye almaz veya onlara bilimsellik atfetmez. Gözlemler tekrarlanmadığı sürece rastlantı olarak kalırlar. Ne zaman ki yinelenirler, olayın rastlantı olmadığına, tersine düzenli olarak ortaya çıktığına ikna olunur, o zaman ilke olarak onun nesneler-arası sınanabilir olduğu söylenebilir. Aynı şeyi fiziksel olaylar için de söylemek olanaklıdır. Ciddi bir fizikçi belli düzenlemeler çerçevesinde düzenli olarak tekrarlayamayacağı bir buluşunu bilim dünyasına sunamaz zira böyle bir durumda yapılan sınamaların kısa sürede olumsuz sonuçlanacağını bilir.

Popper, çok daha ayrıntılı tartışmalara konu ettiği bu ilkeleri çalışmalarında esas kabul ederek bilimsel faaliyetin tümdengelimsel ve yanlışlamacı bir mantıkla gerçekleştirilmesi gerektiği iddialarını ortaya koyar.

Aşağıda Redman (1991:58) tarafından yapılmış bir ayrım çizelgesi yer almaktadır. Yalnız burada Viyana Çevresinin görüşleri özetlenirken çevre içindeki bilim

57

insanlarının uzmanlık ve dünya görüşü çeşitliliğini dikkate alarak ancak kaba çizgilerle kalın genellemeler yapıldığının not edilmesi gerekmektedir.

Tablo 1: Viyana Çevresi ve Popper’ci Görgülcülüğün Karşılaştırması

Viyana Çevresi Karl Popper

1. Bilim gözlemlerle başlar

2. Hume’un tümevarımların geçersizliği görüşüne katılır ancak tümevarımı yinede yararlı bulur.

3. Doğrulamacıdırlar.

4.İfadeler arasında anlamlı ve anlamsız ayrımını savunur.

5. Üyelerinin çoğu felsefeyi reddederler

1. Bilim problemle başlar

2. Tümevarımı tamamen reddeder. 3. Doğrulamacılık karşıtıdır

4. Sözdebilim ile bilim arasındaki ayrımı savunur.

5. Çalışmalarını felsefe olarak adlandırır, ancak geleneksel felsefeyi eleştirir.

Sonuç olarak Viyana Çevresi ile Popper arasında “eleştirel” bir ilişki olduğunu söylemek olanaklıdır. Bu eleştiriler asla uzlaşmazlık anlamına gelmemektedir. Tartışmalar boyunca birbirleriyle uzlaştıkları, ayrıştıkları konular oldu. Ancak ilke olarak söylenecek olursa başlangıçta Wittgenstein’in Çevre üzerinde yarattığı etkinin benzerini daha sonra Popper yaratmıştır ve bu yönüyle bakıldığında Çevre’nin önemli bir değişime uğradığı söylenebilir. Son dönemlerde bu etki giderek güçlendi ve aradaki farklılıklar önemli ölçüde Popper lehine azaldı. Süreç boyunca görgülcülük iki tarafın da ortak dayanağı olarak kaldı (Redman, 1993:59).

Mantıksal Görgülcülüğe Eleştiriler

Aslında Post-pozitivizm olarak adlandırılan dönem mantıksal görgülcülüğe yöneltilen eleştiriler anlamındadır. Aşağıda bu durum daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır.1950’lerden itibaren mantıksal görgülcülüğe eleştiriler artarak uzun bir dönem sürdü. Bu eleştiriler pozitivist sonrası tartışmaların yeni odaklar kazanmasına da neden oldu. Eleştirilerin bir özetini Caldwell (1994:62-3) yapmaktadır:

 Yukarıda Popper tarafından da dile getirilen “Hume sorunu”, olarak adlandırılan tümevarım konusu hala bir karara bağlanabilmiş değildir. Popper’in bilimsel ifadelerin değerini onların görgül olarak sınanabilmelerine bağlaması karşısında bu tür ifadelerin düşük tümevarım olasılıkları sorununu da getirmektedir.

 Yaklaşımın kuramsal ve görgül ifadeler ayrımı da sorunludur. Birincisi, bir yandan kuramsal kavramlar ile gözlenemeyenler diğer yandan kuramsal olmayanlar ile gözlenebilenler arasında belirgin bir ayrım yoktur. İkincisi bir olgunun gözlenebilir (görgül) olup olmadığı her zaman açık değildir, farklı düzeylerde gözlenebilirlik oluşabilir. Üçüncüsü, gözlem yansız

58

değildir, her gözlem hem araştırmacının gözlemlenecek verilerin seçimi hem de verileri yorumlamasını gerektirir. Gözlemin ve elbette her kavramın anlamı kökeninin dayandığı kuramsal çerçeveden etkilenir. Aşağıda ayrıntılı tartışılacağı üzere 1950’lerden itibaren dünya 2. Dünya Savaşı yıkıntılarını onaracak yeni bir evreye girdikten itibaren felsefe ve bilim felsefesi de “tekilcilikten çoğulculuğa”, “dikmelikten yataylığa”, “keşfetmeden oluşturmaya”, “açıklamadan anlamaya” doğru bir yöne girdi. Ancak bu sürecin ne denli başarılı olduğu elbette tartışmalıdır. Sonucu şimdiden dile getirmek gerekirse pozitivizm varlığını sorgulatsa da yine de bilimsel faaliyetin omurgasını oluşturmaya devam etmektedir.

POST-POZİTİVİZM: TARİHÇİLİK, ANARŞİZM VE OLUŞTURMACILIK19

Post-pozitivizmin Psikanalitik Bağlamı20

1950’lerden itibaren Mantıksal Görgülcülüğe karşı çok sayıda kişi bayrak açtı. Bu