• Sonuç bulunamadı

Çevre Hukukuna İlişkin Temel Kavramlar

B. KÖMÜR OCAĞINDA MEYDANA GELEN İŞ KAZALARINDA VE

1. Çevre Hukukuna İlişkin Temel Kavramlar

Çevre kavramının tanımı, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 2. maddesinde yapılmıştır. Buna göre; çevre, “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini

sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı” ifade etmektedir. Bu tanım, Çevre Kanunu’na

2006 yılı kanun değişikliği ile dahil olmuştur.

Bundan önceki dönemde ise, çevre kavramının kanunda açık bir tanımına yer verilmemiştir. Bununla birlikte, 1993 tarihli Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 4. maddesi çevre kavramını, aynı şekilde tanımlamıştır. Görüldüğü

166 gibi, ulusal mevzuatımızda, çevre kavramı oldukça geniş şekilde yorumlanmakta ve aynı zamanda ekolojik bakış506 açısını yansıtmaktadır507.

Bu tanım ve her yerde yapılabilme imkanı birlikte değerlendirildiğinde; madencilik faaliyetinin çevreye zarar verme konusunda potansiyel bir tehlike teşkil ettiğini söylemek zor değildir. Kanun koyucu, bu sebeple, madencilik faaliyeti süresince birçok farklı idari makamdan izin alınması şartını öngörmüştür508. Bu durum, aynı zamanda çevre hukukunun idare hukuku ile arasındaki yakın ilişkiyi de ortaya koymaktadır. Bu yakın ilişki, yatırımcıların çevreyi bozma ve kirletmelerinin önlenmesi için idarenin koymuş olduğu yasaklar, vermiş olduğu izinler ve yatırım faaliyetleri sürecinde idarenin yapmakta olduğu denetim ve kontrollerde belirgin hale gelmektedir509.

b. Çevre Hakkı

Çevre hakkı ilkesinin anayasal bazda ve insan hakları metinlerinde tanınmaya başlaması, insanların sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede yaşama hakkını görmezden gelemeyeceğini anlamaya başladığı 1970’li yıllara denk gelmektedir510. İnsan haklarının bütün dünya insanlarını ilgilendiren yönü ve anayasaların ulusal mevzuat açısından normlar hiyerarşisinde en üst sırada yer alması, çevre hakkının bu metinlerde tanınması çabalarının temelini teşkil etmektedir511.

506

Çevre sorunsalına çözüm arayışı içinde öne sürülen yaklaşım türlerinden bir tanesi olan ekolojik bakış; insanları ve yeryüzündeki diğer yaşam topluluklarını eşit sayan yaklaşımdır; TURGUT, Nükhet, Çevre Hukuku, 2. Baskı, Ankara 2001, s. 41.

507

TURGUT, Çevre Hukuku , s. 77.

508

Bkz. I. Bölüm/Özel Hukuk Kişisinin İdareden İzin Alması Gereken Durumlar.

509

TURGUT, Çevre Hukuku, s. 123.

510

MEMİŞ, Emin, Çevre ve Çevre İdare Hukuku ( Teori ve Pratik), 1. Baskı, İstanbul 2006, s. 309; LAZARUS, Richard, J., “Pursuing “ Environmental Justice”: The Distributional

Effects of Environmental Protection”, Nortwestern University Law Review, C. 87, S. 3, 1993,

s. 788; ERİŞGİN, Nuri, “Çevre Kirletenin Hukuksal Sorumluluğu, Hukuki Araştırmalar Dergisi, C. 14, S. 4, 2008, s. 207; ALTUN, Muhsin, Yeni Kamu İhale Düzeni Uygulama Esaslarının Açıklanması, Ankara 2004, s. 147.

511

TURGUT, Nükhet, “Çevre Hakkı-Kuramsal ve Ampirik Çerçeve, İlgili Temel Kavram ve

167 Anayasamızın 56. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğu belirtilmiştir. 56. maddenin 2. fıkrasında ise, hem devlet hem de vatandaşlar, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek sorumlulukları ile yükümlendirilmişlerdir.

Anayasamız, çevre hakkını yaşam hakkı ile ilişkilendirerek dolaylı olarak çevre hakkını tanımıştır512. Anayasal düzeyde tanınmış olan çevre hakkı ile ilgili olarak, hem vatandaşların hem de devletin yükümlü tutulmasının içeriği incelendiğinde, çevre hakkının diğer haklardan farklı olan yönü de ortaya çıkmaktadır. Buna göre, vatandaşların sadece çevreyi kirletmeme şeklinde pasif bir yükümlülüğü bulunmamakta, aynı zamanda çevreyi bozma potansiyeli olan faaliyetlerin devlet tarafından ya da özel hukuk kişileri tarafından yapılıyor olmasına bakılmaksızın, söz konusu faaliyetlere karşı çıkma, bu tür faaliyetleri önleme yükümlülükleri de bulunmaktadır. Devlet de, tüm idari kurumları ile, çevreyi bozucu politikalar üretmek ve uygulamaktan kaçınma, başkalarının da bu tür faaliyetlerini önleme yükümlülüğü altındadır. Devletin bu noktadaki bir başka yükümlülüğü ise, vatandaşların çevreyi koruma yönündeki yükümlülüklerini kullanabilecekleri ortamı yaratmak yükümlülüğüdür. Vatandaşlar, idareyi söz konusu ortamın sağlanmasına zorlamak için kendilerine tanınmış olan çevre hakkına dayanabileceklerdir513.

Anayasamızda bu şekilde dolaylı bir şekilde tanınmış olan çevre hakkı, Çevre Kanununun 3. maddesinin “e” fıkrasında ise, açıkça düzenlenmiştir. Söz konusu maddede; çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkının temel ilke olduğu belirtilmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile yerel yönetimler ise; meslek odalarının, birliklerin, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşların çevre hakkını kullanabilecekleri ortamın sağlanması ile yükümlendirilmiştir.

512

TURGUT, Çevre Hukuku, s. 139.

513

168

c. İnsan Hakkı Olarak “Çevre Hakkı” ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Bakışı

Geleneksel hak anlayışından hareketle, insan hakkının temelinde insan onurunun yattığı ve bunun moral nitelikli bir kavram olduğu düşünüldüğünde; çevre hakkının böyle soyut bir anlamı olmadığı şeklinde yanlış bir algı oluşabilmektedir. Ancak, en temel insan hakkı olan yaşam hakkının sadece insan onurunu değil, aynı zamanda fiziksel bütünlüğü de kapsadığı göz önüne alındığında, çevre hakkının esas niteliği ortaya çıkmakta; çevre hakkının sadece soyut bir nitelik taşımadığı anlaşılmaktadır514. Zira; insanın fiziksel bütünlüğünün devamının sağlanabilmesi, insanın her türlü tehlikeye karşı korunmasının sağlanmasını gerektirmektedir. Böylece, ekolojik tehlikeler de bu kapsamda olup, bu açıdan koruma olmadığında, esasen diğer insan hakları da anlamını yitirecektir. Dolayısıyla, çevre hakkının da bir insan hakkı olduğu, diğer insan haklarından ayrı bir hak olarak düşünülemeyeceği ortadadır515. Çevre hakkı, küreselleşme sürecinde yaşanan eşitsizliklere ve çatışmalara tepki olarak doğmuş olan üçüncü kuşak haklar arasında yer almaktadır516.

Avrupa’da klasik haklarla ilgili sözleşme metinlerinde henüz çevre hakkı bir hak olarak yer almasa da; Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nda çevreyle ilgili yüksek düzey bir korumanın sağlanması yönündeki politikaların birlik çalışmalarına dahil edilmesi gerektiği özellikle belirtilmiştir. Bununla birlikte, çevreyle ilgili sözleşme metinlerinde çevre hakkının bir insan hakkı olduğuna ilişkin belirlemeler mevcuttur. Bunlardan ilki 1972 tarihli Stockholm Bildirgesi’nin birinci ilkesi517 olup, Türkiye’nin de aralarında olduğu bildirgeyi imza altına alan çok sayıda dünya devleti insan hakkı ile çevre hakkı arasındaki sıkı bağlantıyı kabul etmiştir. Bu açıdan

514

MEMİŞ, s. 309-310.

515

TURGUT, Çevre Hukuku, s. 154-155.

516

ATAR, Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, 8. Baskı, Konya 2013, s. 113; BİLİR, Faruk/HAMDEMİR, Berkan, “Çevre Hakkı ve Uygulaması”, International Conference on Eurasian Economies 2011, s. 143.

517

Bu bildirgede; "İnsanlar onurlu ve iyi bir yaşama olanak verecek kalitedeki bir çevrede,

elverişli yaşam koşulları, eşitlik ve özgürlük temel hakkına sahiptirler..." ifadesi açıkça yer

169 önemli olan ve katılımcılık ilkesini öngören diğer bir sözleşme ise 1998 tarihli Aarhus Sözleşmesi’dir518. Aarhus Sözleşmesi, halkın yargıya erişimine ilişkin hükümlere yer veren ilk uluslararası metin olması sebebiyle özellikle önem taşımakta olup, henüz Türkiye tarafından imzalanmamıştır519.

Bu alanda, 1981 tarihli Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi’nin 24. maddesi hükmü ile çevre hakkının doğrudan tanınmış olması ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Amerikan Sözleşmesi’ne 1988 tarihli ek protokolde çevre hakkının dolaylı olarak tanınmış olması, bölgesel anlamda çevre hakkının insan hakkı olarak algılandığını göstermektedir520.

Çevre hakkı genel olarak yaşam hakkı ile ilişkilendirilmekte ve yaşam hakkının garanti altına alınmaması durumunda, diğer insan haklarının anlamını yitireceği kabul edilmektedir. İnsan haklarının kullanımının çevrenin korunmasına bağlı olduğu kabul edilirse, çevrenin korunması da, sırasıyla, bilgi edinme hakkı, karar almaya halkın katılımı ve yargıya başvuru gibi bazı insan haklarının kullanılmasına bağlı olarak sağlanabilecektir521. Bu tespit, çevrenin korunmasının insan haklarının kullanılmasına, insan haklarının kullanılmasının ise çevrenin korunmasına bağlı olduğunu, dolayısıyla çevre ve insan haklarının birbirine sıkı sıkıya bağlı olan yönünü ortaya koymuş olması açısından çok önemlidir.

Çevre hakkının metinlerdeki tanımlanış şeklinin yorumlanmasında gerek ulusal, gerek evrensel yargı kararlarının rolü çok büyük olsa da; bu alanda en büyük katkıyı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapmıştır522. AİHM, çevre zararları

518

TURGUT, “Çevre Hakkı-Kuramsal ve Ampirik Çerçeve, İlgili Temel Kavram ve İlkeler:

Yargının Rolü”, s. 19, 20; 519

GÜNEŞ, Ahmet M., “Aarhus Sözleşmesi Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XIV, S. 1, 2010, s. 302, 329; Avrupa Komisyonu Türkiye 2014 yılı ilerleme raporunda da; yargıya erişim ile ilgili olarak Avrupa Birliği müktesebatı ile uyum sağlanması gerekliliği noktasında Aarhus Sözleşmesi örnek olarak gösterilmiştir; Avrupa Komisyonu, Türkiye 2014 Yılı İlerleme Raporu, Brüksel 2014, s. 68.

520

TURGUT, “Çevre Hakkı-Kuramsal ve Ampirik Çerçeve, İlgili Temel Kavram ve İlkeler:

Yargının Rolü”, s. 19. 521

United Nations Human Rights Office Of The High Commissioner, Rio+20: Joint Report OHCHR and UNEP, Human Rights and the Environment, 2012, s. 23-25.

522

TURGUT, “Çevre Hakkı-Kuramsal ve Ampirik Çerçeve, İlgili Temel Kavram ve İlkeler:

170 oluşması durumunda, dayanışma hakları arasında gösterilip yeni kuşak insan hakları arasında yer aldığı kabul edilen çevre hakkının ihlal edilmiş sayılacağını kabul etmektedir523. AİHM’nin, önüne gelen çevrenin bozulmasına sebep olan uyuşmazlıklar arasında madencilik faaliyetlerinden doğan bozulmalar da bulunmaktadır524. Romanya’daki maden ocağında meydana gelen patlamanın sebep olduğu çevre felaketinin ardından maden ocağının işletme faaliyetlerine devam etmesi sebebiyle açılan davada AİHM, maden ocağının faaliyetlerine devam etmesinin ihtiyat ilkesine aykırılık teşkil ettiğine ve 8. maddede hüküm altına alınmış olan özel hayat ve aile hayatının korunması hakkının ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir525. Kömür ocağı işletilmesinden doğan kirlilik sebebiyle sağlık sorunları oluşan, evleri ve çevreleri zarar görenler tarafından Ukrayna aleyhine açılmış olan davada AİHM, dava açanların uğramış oldukları zararda kömür ocağı işletmesinin payı bulunduğuna, idarenin kirliliğin farkında olduğu halde gerekli önlemleri almayarak ya da zarar görenleri başka bir yerde iskan etmeyerek 8. maddeyi ihlal etmiş olduğuna ve Ukrayna hükümetinin başvuranların durumunu düzeltecek tedbirleri almakla yükümlü olduğuna hükmetmiştir526.

d. Çevresel Etkileşim Değerlendirmesi (ÇED)

Çevre sorunsalının ortaya çıkması ve çevresel bozulmaların giderilemez sonuçlar ortaya çıkardığının algılanmasıyla birlikte çözüm arayışları başlamıştır. Fakat çok sayıdaki çevre sorunlarının birbirlerine ve diğer toplumsal sorunlara bağlı olmaları nedeniyle; ülkelerin ekolojik, ekonomik, politik sorunları ve yaklaşımlarını maksimum derecede homojen bir noktada birleştirmek ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu sebeple denilebilir ki; bütün dünyada kabul gören ve ülkelerin ulusal metinlerinde yer alan, çevre koruma politikasının uygulanmasında önemli bir role sahip olan ÇED, ekonomi ile ekoloji arasında uzlaşma sağlamaya çalışan çok önemli teknik bir

523

MEMİŞ, s. 438.

524

TURGUT, “Çevre Hakkı-Kuramsal ve Ampirik Çerçeve, İlgili Temel Kavram ve İlkeler:

Yargının Rolü”, s. 33. 525

Case of Tatar v. Romania, Application. no. 67021/01, 27.01.2009; http://hudoc.echr.coe.int/; e.t. 20.09.2014.

526

Case of Dubetska and Others v. Ukraine, Application no. 30499/03, 10.02.2011; http://hudoc.echr.coe.int/; e.t. 20.09.2014.

171 araçtır527’528. Teknik bir araç olmasından anlaşılması gereken, ÇED’nin yapılmasında teknik bilimlerin verilerine ihtiyaç duyulmasıdır. ÇED’nin ikinci yönü ise, çevresel açıdan elverişsiz yatırımların önlenmesini hedef alan bir süreç olmasıdır ve bu suretle gelecekte ortaya çıkabilecek çevresel sorunların önceden belirlenmesi yoluyla, çevre hukukunun en önde gelen ilkesi olan önleyicilik ilkesine529 hizmet etmesidir530. Önleyicilik ilkesinin yanında ihtiyat ilkesi de, ÇED açısından önemlidir531.

İdare hukuku açısından ÇED sürecine bakıldığında; idarenin bu alandaki faaliyetinin hem kamu hizmetine532 hem kolluk faaliyetine benzer yönleri bulunduğu görülmektedir. Doktrinde bir görüşe göre; ÇED’nin, hem çevrenin korunmasını amaçlayan bir faaliyet olması, hem de çevreye zarar vermeyi önlemek için izin usulünün uygulanması sebepleriyle, idarenin bu alanda yürüttüğü faaliyet, bir kolluk kamu hizmeti olarak nitelendirilmektedir533.

Kömür ocaklarının işletilmesinde, eğer projenin uygulanacağı alan kazı ve döküm alanı toplamı olarak 150 hektarı aşıyor ve açık işletme yöntemi

527

TURGUT, Çevre Hukuku, s. 465; MEMİŞ, s. 256-257; SAYGILI, Abdurrahman, Çevre Hukuku Açısından Çevresel Etki Değerlendirmesi, Ankara 2007, s. 6.

528

ÇED’in ilk örneği, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1969 tarihli Ulusal Çevre Politikası Yasası’nda yer almaktadır. Bu yasanın Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkmasının nedeni, sanayi devrimini çok yoğun bir şekilde yaşayan bir ülke olarak, sanayinin çevrede yarattığı olumsuz etkilerle diğer ülkelere göre daha erken karşılaşmış olmasıdır. Çevreye ilişkin sorunların giderilebilmesi noktasındaki zorluklar ve idarenin bu sorunlara duyarsız kalarak, halkın bu noktada idareye güvensizliği; Amerika Birleşik Devletleri’nde ÇED’nin doğumunu hazırlayan etkenlerdir; TURGUT, Çevre Hukuku ,s. 468-469; SAYGILI, s. 35; Avrupa Birliği politikalarında da kamu ihalelerine konu yatırımlarla ilgili olarak ÇED sürecinin uygulanması gerekliliği özellikle vurgulanmaktadır. Bu amaçla, 85/337 sayılı Direktif yayımlanmıştır; ALTUN, s. 146; SAYGILI, s. 57.

529

Çevrenin bozulmasının ardından çevrenin eski hale getirilmesi ya da zararların tazmini, çevre korumasına dolaylı bir etkide bulunurlar; çevrenin korunması açısından doğrudan etkili olan yöntem ise, çevreyi bozucu her türlü faaliyetin başlamadan önlenmesidir. Çevre Kanunun 8. Maddesi de, çevre kirliliğin ve bozulmasının önlenmesine özellikle vurgu yapmıştır; ERİŞGİN, s. 209.

530

TURGUT, Çevre Hukuku, s. 476, 477.

531

ŞİMŞEK, Tacettin, “Çevresel Etki Değerlendirilmesi: Mevzuat, Uygulama ve Sorunlar”, Danıştay ve İdari Yargı Günü 142. Yıl Sempozyumu, 2010, s. 65.

532

Anayasamızın 56. maddesinin, çevre korumanın bir kamu hizmeti olarak kabul edilmesi açısından dayanak teşkil ettiği ileri sürülmektedir; ULUSOY, Ali, “Çevre Kirlenmesinin

Oluşmasından Sonraki Aşamada Medeni Hukuk, Ceza Hukuku ve İdare Hukuku Çözümlerine Genel Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 43, S. 1-4, 1993 s. 136. 533

172 uygulanıyorsa, ÇED sürecine başvurulması zorunludur534. Bu süreç sonunda idare tarafından verilen “ÇED Olumlu”, “ÇED olumsuz”, “ÇED gereklidir”, “ÇED gerekli değildir” kararlarının hepsi birer idari işlemdir535.

İdarenin ÇED sürecine başvurmaksızın yaptığı işlemler ise, hukuka aykırıdır. Danıştay 2008 tarihli kararında536; 08/12/2007 tarih ve 26724 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olan ve ithal kömüre dayalı olarak termik santral kurulmasını ve 49 yıl elektrik üretim lisansı verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararının iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde ise; böyle bir üretim kararının verilebilmesi için mutlaka “ÇED olumlu” ya da “ÇED gerekli değildir” şeklinde bir karar verilmesi gerektiği, ÇED sürecinin üretim lisansı verilmesi işleminin önkoşulu niteliğinde olduğu belirtilmiş ve bu bağlamda Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararının, Anayasanın 56. maddesi, Çevre Kanunu ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 1. maddesinde öngörülmüş olan elektriğin çevreye uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması kuralına aykırılık teşkil ettiği hüküm altına alınmıştır.

Maden mevzuatımızda ÇED süreci ile ilgili olarak çok sayıda hüküm yer almakta olsa da; ÇED sürecinin maden ocakları açısından aksayan yönleri bulunmaktadır. Bunlardan en çok üzerinde durulması gereken sorun; bir maden sahası için bir işletme ruhsatı verilebilmesine rağmen, birden fazla işletme izni verilebiliyor olması imkanından kaynaklanan sorundur. Bu imkan, bazı durumlarda işletme izni için verilmiş ÇED kararının bütün maden ruhsatı sahasını kapsıyormuş gibi algılanmasına ve diğer parçalar için ÇED sürecine gidilmemiş olduğunun gözden kaçmasına sebep olabilmektedir. Bu hususla ilgili olarak idari yargıda çok sayıda dava açılmıştır. Örneğin; Şanlıurfa İdare Mahkemesi’nde açılmış olan bir davada işletme ruhsatı 64.34 hektar için verilmiş olmasına rağmen “ÇED gerekli değildir” kararı işletme iznini kapsayan 7.92 hektar için verilmiştir. Buna benzer çok sayıda davada, işletme izninin 25 hektarın altında kalacak şekilde düzenlenerek,

534

Bkz. I. Bölüm/Çevresel Etki Değerlendirme Süreci.

535

SAYGILI, s. 30, 304, 305.

536

D13D, E.08/1419, K.10/380, KT.19.01.2010; www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm, e.t. 15.09.2014.

173 ÇED sürecinin başlatıldığı ve bu suretle madencilik faaliyetinin toplam çevresel etkisinin gözden kaçırıldığı tespit edilmiştir537.

Bu sebeple, madencilik faaliyetleri açısından sadece işletme izni bulunan saha için değil, ruhsat sahasının tamamının ÇED sürecine dahil edilmesi, ÇED’nden beklenen sonucun daha etkili şekilde sağlanmasına imkan verecektir538.

Anlatılan sakınca, aynı zamanda kömür madenciliğinde rödovans yöntemi uygulamasının aksayan bir başka yönünü daha ortaya koymaktadır. ÇED sürecinin başlatılması için hektar sınırlaması bulunduğu dikkate alındığında, işletme ruhsatı sahasının bir kısmını kapsayan rödovanslı sahalarının ÇED sürecine tabi tutulaması ihtimali gündeme gelebilecek ve ÇED sürecinden beklenen olumlu etkinin hayat bulması zorlaşacaktır.

Kömür ocağı işletmelerinde ÇED sürecine başvuru zorunluluğunun, sadece açık işletme yöntemiyle işletilecek işletmeler açısından söz konusu olması da bir başka sorundur. Aşağıda da açıklanacağı üzere; her ne kadar açık işletme yöntemi, yeraltı işletme yöntemine göre çevreye daha fazla zarar vermekte olan bir yöntem olsa da, yeraltı işletme yöntemiyle işletilen kömür ocaklarının da çevreye verdiği önemli zararlar mevcuttur. Bu sebeple, hektar sınırlaması yapılmadan ve her iki yöntem açısından da geçerli olacak şekilde ÇED sürecinin zorunlu hale getirilmesi olumlu bir düzenleme olacaktır.

e. Sürdürülebilir Kalkınma

Günümüzde ulusal ve uluslararası platformda, çevre koruma politikalarının temel kavramı olarak kabul gören sürdürülebilir kalkınma kavramının tatmin edici bir tanımı yapılmamış olsa da; bu kavramın ilk izlerinin 1972 tarihli Stockholm

537

Şanlıurfa İdare Mahkemesi, E.09/94, K.09/1927; D6D, E.10/3895, K.10/7376, KT.07.07.2010; İstanbul 4. İdare Mahkemesi, E.07/1864, K.09/1481 sayılı dava dosyası; D8D, E.09/4377, K.10/16, KT.13.01.2010; ŞİMŞEK, s. 86-87.

538

174 Konferansı’nda yer aldığı ve 1992 tarihli Rio Zirvesi’nde ise, sürdürülebilir kalkınma kavramının dünya gündeminde belirgin şekilde ele alınmış olduğu görülmektedir539.

Rio Zirvesi’nin Ortak Geleceğimiz adlı raporunda; sürdürülebilir kalkınma, “bugünün gereksinimlerini gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini karşılama

olanaklarını tehlikeye atmaksızın karşılayan kalkınma” olarak ifade edilmiştir540. Bu tanımın somutlaşmış şekli, çevre ve kalkınma arasında bir denge ve uzlaşma sağlamayı amaçlayan politikalar üretilmesidir541. Sürdürülebilir kalkınma kavramının çevre ve ekonomik kalkınmayı ifade eden ikili tanımı, 2002 yılı Birleşmiş Milletler Johannesburg Konferansı ile birlikte; çevre, sosyal ve ekonomik kalkınmayı ifade eder şekilde kullanılmaya başlanılmıştır. Sonuç itibariyle bu kavram, çevre kaynaklarının sosyal ve ekonomik kalkınma için kullanılırken, aynı zamanda idari birimlerin faaliyetlerine de entegre edilmek suretiyle korunmasını ifade etmektedir. Esas itibariyle kuşaklar arası hakkaniyet düşüncesi temelinden doğmuş olan bu kavramda belirtilen dengenin sağlanabilmesi ise; çevre hukukunun önleme, ihtiyat, kirleten öder ilkelerinin ve ÇED sürecinin uygulama alanı bulabilmesine bağlıdır542.

Sürdürülebilir kalkınmanın, çalışmamız açısından bir başka önemi ise; yakın zamandaki maden hukuku reform çalışmalarında, çoğunlukla bu kavrama başvurulmuş olmasıdır. Ancak, yenilemeyen kaynaklarla ilgili olarak faaliyet gösteren madencilik sektöründe sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin uygulama alanı bulabilmesi kısıtlı alanlarda söz konusu olabilmektedir. Madencilik faaliyetleri sırasında ancak sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel kaynakların korunması gözetildiği sürece, madencilik sektöründe sürdürülebilirlik uygulanabilecektir543.

539

BASSE, Ellen Margrethe, “Environmental Liability-Modern Developments”, http: // www . scandinavianlaw.se/pdf/41-2.pdf , e.t. 20.09.2014, s. 32.; TURGUT, Çevre Hukuku, s. 171- 172; MEMİŞ, s. 322-323; TOPALOĞLU, “Türk ve Kazak Maden Kanunlarının

Sürdürülebilir Kalkınma İlkeleri Açısından Değerlendirilmesi”, s. 212-213; SAYGILI, s. 96-

101. 540 BASSE, s. 33. 541 MEMİŞ, s. 325; SAYGILI, s. 103. 542

TURGUT, “Çevre Hakkı-Kuramsal ve Ampirik Çerçeve, İlgili Temel Kavram ve İlkeler:

Yargının Rolü”, s. 24; SAYGILI, s. 101. 543

TOPALOĞLU, “Türk ve Kazak Maden Kanunlarının Sürdürülebilir Kalkınma İlkeleri

175 5995 sayılı Kanun değişikliği ile yenilen maden kanunumuz, çevre mevzuatını ön planda tutmak üzere sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda ilerlemiştir544. Bu değişiklikler olumlu olmakla birlikte, ekonomik kalkınma ve çevre hukuku arasındaki dengeyi545 en iyi şekilde gözeterek karar verme noktasında kuşkusuz en büyük sorumluluk, kanunun uygulayıcısı olan idarenindir.

2. Çevre Zararı Kavramı ve Kömür Ocağı İşletmelerinin Çevreye Verdiği