• Sonuç bulunamadı

ISBN: Kitabın Adı Beden Dili Sanatı. Yazarı Prof. Dr. Ali İLSEVEN. Yayın Yönetmeni Vefa YAVUZ.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ISBN: Kitabın Adı Beden Dili Sanatı. Yazarı Prof. Dr. Ali İLSEVEN. Yayın Yönetmeni Vefa YAVUZ."

Copied!
235
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

ISBN: 978-605-66809-0-8

Kitabın Adı Beden Dili Sanatı

Yazarı Prof. Dr. Ali İLSEVEN

Yayın Yönetmeni Vefa YAVUZ

Editör Büşra KÖSE

Baskı-Cilt Karemat Matbaacılık Gümüşpala Mah. Şükrübey Cad.

No:18/3 Avcılar / İstanbul Sertifika No: 29722

1. Basım Ağustos 2016

İletişim 0 850 302 90 90 www.aliilseven.com.tr

(4)
(5)

Prof. Dr. Ali İLSEVEN

İstanbul 2016

(6)
(7)
(8)
(9)

Ailesi Aslen Kafkasya Göçmeni olan Mevlevi kökenli bir aileden gelmektedir. Rusya Devlet Üniversitesinde Organik Kimya üzerine Doçentlik Görevinden 2013 yılında ayrılıp Türkiye de Sivil Toplum Kuruluşlarına Eğitimler vermektedir.

Yan dal olarak Seçtiği psikoloji üzerine de Doktora yapan İLSEVEN, Tasavvuf ile ilgili eğitimlerine çocukluğunda Mevlevi Üstatlarından Dedesi Ümmethan Efendi vasıtası ile başlamış olup üniversite öğrencilik yıllarında Moskova başta olmak üzere orta Asya kültürleri ve Şaman enerjileri üzerine uluslararası araştırmalarda bulunup bu araştırmaları ile ilgili dünyanın birçok ülkesinde alternatif tıp konferanslarında şeref konuğu olarak konferanslar vermiştir.

1995 yılında başladığı NLP, Quantum Felsefesi, EFT, Hipnoz Teknikleri, Yaşam koçluğu ile ilgili Eğitimlerini de Amerika, Rusya ve Türkiye de Almış Olup Alanında En üst Master Seviyesine ulaşmıştır. Bu Güne Kadar Yurt dışında Bilimsel ve Kişisel gelişim alanında 53 Kitabı yayınlanmış olup 9 tanesi Türkiye de yayınlanmıştır.

Türkiye başta olmak üzere; Almanya, Rusya, Amerika, Hollanda, Belçika, Norveç, İsveç, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Avusturalya olmak üzere 28 Ülkede Çeşitli Eğitim ve konferanslar düzenlemiştir. Almanya Freud Üniversitesi rektörü olan İLSEVEN, toplum yararına birçok projeyi hayat geçirmiş ve hali hazırda Eğitim Konfederasyonu başkanlığı, birçok ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarında yönetim kurulu üyeliği görevlerini yürütmektedir.

(10)
(11)
(12)

1 ÖNSÖZ

Beden dilinin tarihi gelişimine baktığımızda, akademik alanda ve halk arasındaki belirgin yayılma 20.

yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. Beden diliyle ilgili ciddi anlamdaki ilk çalışma, 1605 yılında yayımlanmıştır.

Bu çalışma İngiliz bilim adamı Francis Bacon tarafından hazırlanmıştır. Francis Bacon, jestlerin ve mimiklerin insanların iç dünyalarını dışa yansıttığını belirtmiştir.

Konuşurken kullandığı sözcüklerin niteliği, kişinin iç dünyasını yansıtır. Ancak insan, sadece diliyle konuşmaz. Tüm bedenimiz de, dilimiz gibi konuşur, anlatır. Konuşmalarımızın bizi anlattığı gibi, hal ve hareketlerimiz, jest ve mimiklerimiz, bakışlarımız da bizi anlatır; hem de çok daha fazla. Öyle ki, beden dilinin inceliklerini bilen kişiler, bizi tıpkı bir kitap gibi okuyabilirler.

İlk çağlarda insanlar, konuşmayı öğrenmeden önce işaretleşerek yani beden dillerini kullanarak anlaşıyorlardı. Bu nedenle, aslında ilk dilimiz beden dilimizdir. Daha sonra sözcüklerle anlaşmaya başlayınca, beden dili daha az kullanılır hale gelmişse de önemini her zaman korumaya devam etmiştir.

Karşı karşıya gelen iki kişi arasındaki ilk etkileşim, iletişimin devamı için önemli bir belirleyicidir. Bu etkiyi ortaya çıkaran etmenler, karşılaşılan kişinin beden dilinden, giyim kuşamından kullandığı kelime yapısına, taşıdığı tüm aksesuarlardan içinde bulunduğu fiziksel ortamdaki nesnelere kadar geniş bir alanı kapsar. Bütün

(13)

bu etmenlerin toplamı, “algılayan kişinin“ değerlerinde bir yer bulur ve o çerçeve içinde yorumlanır. Algılayanın kişisel özellikleri ve toplumsal normlarıyla kalıplaşmış olan yargılar, etkileşim unsurlarına bağlı olarak, iletişimin ilk anında bir karar verdirir ve insan, karşısındaki kişiye bir etiketleme yapar. Bu karar, olumlu veya olumsuz olabilir.

Günümüzde, kelimelerin çoğunlukla gerçek duygu ve düşüncelerimizi gizlemek için kullanıldığı söylenmektedir ancak bedenin, kelimelerin kontrol edildiği kadar kolay kontrol edilemediği kabul ediliyor.

Çünkü beden, olaylara veya durumlara karşı ağırlıklı olarak kendiliğinden tepki verir.

İnsanı tanımak, doğruyu söyleyip söylemediğini ve duygusal durumunu anlamak, karışık bir süreç gibi görünür. Sadece sözcüklere değil aynı zamanda davranışlara, bedenin genel duruşu gibi öğelere bakmak ve tüm bunlardan bir sonuç elde edebilmek için, hem empati kurmayı bilmek hem de duygusal zekaya sahip olmak önemlidir. Bu nedenle, duyguları yansıtan beden dilini anlamak empati kurabilmek için gerekli olduğu gibi, olumsuz duyguları denetleyebilmek de kişinin beden dilini denetleyebilmesini gerektirmektedir.

Empati kurma ve olumsuz duyguların denetlenmesi, duygusal zekânın en önemli belirtilerinden sayıldığı için, beden dili ve duygusal zeka birbirini tamamlayan iki kavram olarak kabul edilmektedir.

Dolayısıyla beden dili ile birlikte, empati yeteneği ve

(14)

3

duygusal zeka konusundaki bilimsel yaklaşımlara da bakmak gerekir.

Beden dilini anlamak, hem karşımızdakinin duygu durumunu ve sözlerinin içeriğini yorumlamamızda bize yardımcı olacak hem de dikkatimizi kendi beden dilimize vererek, sözlerimizin etkisini arttırmamız mümkün olacaktır. Sözlerimizden çok beden dilimizle değerlendirildiğimizi öğrenmenin getirdiği bilinçle davranışlarımızı daha çok gözlemlediğimizde, duygularımızı da daha yakından tanıma fırsatına sahip olacağız.

Beden dilinin verdiği sinyallerin kültürden kültüre hatta aynı kültür içinde farklı sosyal gruplar arasında değişebileceği gibi, kişiden kişiye göre de değişebileceğini, kadın ve erkek arasında farklılıklar gösterebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir.

Bunun yanında, beden dilinin evrensel bir yönü de bulunmaktadır. Kültürden kültüre değişiklik göstermeyen ortak yüz anlatımlarının (mimiklerin) olduğu tespit edilmiştir. Bunlar mutluluk, korku, öfke, hayret, üzüntü ve tiksinti olarak sıralanmaktadır.

Bununla birlikte, kültürden kültüre farklılık göstermeyen birçok beden hareketi (jestler) de vardır. Beden dili, cep telefonundan mesaj yazmaya benzer. Kısa bir bilgidir, hızlıdır ve doğrudan hedefe ulaşır. Bu kitap sayesinde beden dilinin tüm özelliklerini öğrendiğinizde, insanların cümleleri ile anlattıklarını değil, beden dillerini okuma becerisine sahip olacaksınız.

(15)

BEYİN YAPISI

Beden dilini yöneten temel olgunun beyin olmasından dolayı, öncelikle beynimizin nasıl oluştuğu ve fonksiyonlarını nasıl gerçekleştirdiğine bakmamız gerekmektedir. Beynin fiziki olarak büyüklüğüne bakacak olursak, yetişkin bir insan beyni yaklaşık iki yumruk büyüklüğünde ve 1,4 kg ağırlığındadır. Hacim olarak ise vücutta 1 / 50 yer kaplar. Beyin, vücudun toplam ağırlığının %2'sini oluşturmasına karşın, alınan tüm oksijenin % 25'ini, kalorinin %20'sini ve vücutta dolaşan kanın % 15'ini kullanır. Beynimizdeki nöronların sayısı, yaklaşık olarak 100 milyar kadardır. Bunların yaklaşık 10 - 15 milyarı sinir hücresi, geri kalanı yapı taşı işlevi gören

“glia”lardır. Her bir beyin hücresi, 15.000 beyin hücresi ile bağlantı kurabilir.

Her bir nöron, diğer nörona 10 milisaniyeden daha kısa bir zamanda ulaşabilir. Bu süre, göz kırpma süremizin onda birinden daha azdır. Beynimizdeki nöronların olası bağlantı sayısı, tüm evrendeki atom sayısından daha fazladır. Beynin bir gramında bulunan nöronların bağlantı kapasitesi, tüm dünyadaki telefon ağından daha fazladır. Beş yaşına kadar, bir insanın nöronları arasındaki bağlantıların % 50'sinden fazlası kurulmuş olur. Beyin hücreleri, diğer hücrelere kıyasla daha az ve daha yavaş ölür, yerine yeni hücre üretilmez.

Ortalama bir insan, beyin kapasitesinin ancak 1 / 2'sini kullanabilmektedir.

(16)

5

Bilim İnsanları, son 10 yıl içinde beyin hakkında bildiklerini ikiye katladı. Ancak bugün, beynimizin en fazla %5'ini anlayabiliyoruz. Ortalama ömre sahip bir kişinin beynine her 10 saniyede yeni bir bilgi yüklense bile, beynin ancak yarısı kullanılmış olur.

ZİHİNSEL KAPASİTE

İnsanın zihin kapasitesi, beynindeki nöron (sinir hücresi) sayısına değil, nöronlar arasında kurduğu bağlantılara göre yapılandırılır. Bütün insanlar, yaklaşık 15 milyar civarında sinir hücresi ile dünyaya gelir.

Önemli olan bu sayı değil, nöronlar arasında kurulan bağlantılardır.

Nöronların görünüşü bir ahtapota benzer. Ortada, kumanda merkezi görevini gören hücre gövdesi bulunur.

Nörona ait tüm genetik bilgiler burada saklanır.

Doğduğumuzda milyarlarca nöronun gövdeleri hazırdır ve yeni öğrenmelerimizle birlikte, nöronlar arasında yeni bağlantılar oluşur. Uyaranların hücreden hücreye geçişini ise sinapslar sağlar. Beynimizdeki her bir nöron 15 bin nöronla bağlantı kurarak dev bir ahtapot görünümü alabilir. Bunu, her birinin 15 bin kolu olan 15 milyar ahtapota benzetebiliriz.

Gördüğümüz, okuduğumuz, duyduğumuz;

kısacası algıladığımız her şey, beynimizde yeni bir bağlantı oluşturur. Önce zayıf olarak kurulan bağlantı aynı uyaran beyne gönderildikçe güçlenir. Adeta

(17)

patikalar, otobanlar oluşur. Bağlantılar güçlendikçe, tercihlerimiz şekillenmeye başlar. Oluşan bu bağlantılar, yeni verilerin işlenme şeklini de belirler. Sonrasında, beynin bir bölgesine düşen verilerin akacağı yön belirlenmiş olur. Beyne ulaşan yeni veriler, su damlacıkları gibi, daha önceden oluşan yollar doğrultusunda akmaya başlar.

Beynin, egzersize ihtiyacı vardır. Nasıl mı?

Örneğin; Edison'un 3 milyon sayfa çalışma notu ürettiği bilinir. Birçok dâhinin ciltler dolusu günlüğü vardır.

Onların, dahi oldukları için geride milyonlarca sayfa çalışma notu bıraktıkları ne kadar doğruysa, milyonlarca sayfa çalışma notu (beyin egzersizi) ürettikleri için dahi olduklarının da o kadar doğru olduğunu söyleyebiliriz.

Beyin egzersizi ile ilgili iki boyut vardır. Birincisi, beyin ne kadar kullanılırsa o kadar güçlenir. Yeni oluşturulan bağlantılarla, beynin her bölgesi örümcek ağı ile donatılır. Kullanıldıkça, daha sonraki yolculukları kolaylaştıran geniş yollar açılır. Beyin, işler hale gelir.

İkincisi; tıpkı kas egzersizi gibi, beynin de hangi kısmı daha çok kullanılırsa, o kısım daha çok gelişir.

Karın bölgesi üzerinde çalışan birinin karın kaslarının, baldırları üzerinde çalışan birinin bacaklarının, göğüs bölgesi üzerinde çalışan birinin de göğüs kaslarının gelişeceği gibi, analitik düşünen birinin analitik yetenekleri, sözel düşünen birinin de sözel yetenekleri gelişecektir.

(18)

7

Sadece karın veya göğüs bölgesinde çalışmanın yeterli olmadığı gibi beynin sadece belli bölgelerini kullanan egzersizler de yeterli olmayacaktır. En çok ihtiyacı olan bölgeden başlayacak ve diğerlerini de güçlendirecek bir egzersiz planı ile işe başlamak gerekir.

BEYNİMİZİN ÜÇ ANA KISMI

Beynimiz bir bütün olarak çalıştığı gibi, farklı kısımları da farklı işlevler üstlenmektedir.

Beyin Sapı:

Beyin sapı, beynin alt kısmıdır. Beyin sapı incelenecek olursa, yapısal olarak adeta omuriliğin beyin içerisine girmiş bir uzantısı gibi gözükmektedir. Baş ve boyun bölgesine ait, beyin ile doğrudan ilgisi olmayan sinirlere sahiptir. Üstelik bunların omurilikteki motor ve duyusal nöronlar ile benzerlik gösterir. Dolayısıyla beyin sapı, genel olarak bakıldığında, bir beyin yapısından çok omurilik yapısına benzemektedir. Ancak yine de işlevsel olarak beyin içerisinde kabul edilmektedir.

Beynin bu kısmı, temel yaşamsal fonksiyonlarını kontrol eder. Nefes almak, kalp atışları, tehlike durumlarındaki refleksler, kalıplaşmış tepkiler, beyin sapı tarafından kontrol edilir. Beyin sapında düşünme ve yeni öğrenme gerçekleşmez. Beynimizin bu kısmı, özellikleri itibariyle, yaşamamız için gerekli olan tepkileri idare eden, önceden programlanmış bir düzenleyicidir.

İçgüdüsel davranışlarımızın merkezidir.

(19)

Limbik Sistem

Limbik sistem, beyin sapını çevreleyen kısımdır.

Amigdala ve hipotalamus, bu kısmın iki önemli parçasıdır. Diğer memelilerin beyinlerinde de Limbik sistem vardır. Limbik sistem, bir memeli hayvana, yaşamını sürdürebilmesi için otomatik tepkiler vermek yerine daha akıllı seçimler yapma şansı verir. Örnek olarak, beslenmeleri sırasında zehirli veya zarar görecekleri bitkileri ayıklayan hayvanları gösterebiliriz

Hayvanlar, neyin yenilip neyin yenilmeyeceğini daha çok koku yoluyla belirler. Koku bölgesi ile Limbik sistem arasındaki bağlantılar sayesinde kokular tanınıp seçilebiliyor, geçmişteki kokularla karşılaştırılarak zehirli ve sağlıklı otlar birbirinden ayırt ediliyor.

Limbik sistem, duygularımızı kontrol eder.

Midemiz kazındığında, öfkelendiğimizde, sırılsıklam âşık olduğumuzda ya da kederlendiğimizde, Limbik sistem devrededir. Limbik sistem açlığı, susuzluğu, cinsel arzuları ve diğer zevkleri düzenler.

Ayrıca, uzun süreli belleğin ve duyguların önemli bir kısmı, Limbik sistem tarafından düzenlenir. Bundan dolayı, duygusal bağ kurduğumuz olayları daha kolay hatırlarız. Çünkü aynı bölgedeki duygusal merkez, bellek kısmını ateşleyecek bağlantılara sahiptir. Bundan dolayı, olumlu duygularımızla bağ kurduğumuz olayları hiç unutmayız. Çok sevinçli olduğumuz bir an, kolay kolay

(20)

9

zihnimizden silinmez. Ortaokuldaki tüm anılarınızı unutabilirsiniz ama öğretmenin sizi bütün okulun önünde başarınızla övdüğü, kendinizi müthiş hissettiğiniz o anı hiç unutamazsınız. Buradan çıkaracağımız ders, olumlu duygusal izler bırakan öğrenmelerin daha kalıcı olacağıdır. Eğer okuduklarımızdan zevk alıyorsak, yaptıklarımızı eğlenceli buluyorsak, öğrenmelerimiz daha kalıcı olacaktır.

Olumlu Duygular: Kendimizi iyi hissettiğimiz zamanlarda, beynimiz "zevk kimyasalı" olarak adlandırılan “endorfin”i salgılar. Endorfinin önemi ise nöronlar arasındaki bağlantıları kolaylaştıran yağlayıcı özelliğe sahip nörotransmitterleri ateşlemesidir. Yani, kendimizi iyi hissettiğimizde nöronlar arasında daha çok bağ kurulur.

Olumsuz Duygular: Kendimizi kötü hissettiğimiz ve stres altında olduğumuz zamanlarda ise tam tersi bir durum söz konusudur. Limbik sistem içerisinde yer alan talamus, düşünmeyi sağlayan korteks ile duyularımız arasında devre anahtarı rolü üstlenir. Eğer kişi stres altındaysa veya korku duyuyorsa, talamus, verileri düşünmenin ve öğrenmenin gerçekleşeceği korteks alana göndermek yerine, beyin sapı gibi beynin daha ilkel alanlarına gönderebilir. Böylece kişi, rasyonel bir düşünce üretmek yerine içgüdüsel davranabilir. Kısacası öğrenme,

(21)

eğlenceli olduğunda daha kalıcıdır. Aşırı stres ve korku, öğrenmeye engel olur. Beynin kimyası bunu doğrulamaktadır.

Neokorteks:

Beynin düşünce merkezidir. Görme, işitme, konuşma, yaratma, düşünme gibi üst düzey zihinsel fonksiyonları yönetir. Duyular aracılığı ile algıladıklarımızı bir araya getirip "anlam" ürettiğimiz merkezdir. İnsanda limbik sistem ile neokorteks arasındaki bağlantı daha çoktur. Bundan dolayı insan, düşünerek kararlar alabilmektedir. Örneğin yangın gördüğünde sadece kaçmakla kalmaz, aynı zamanda itfaiyeyi de arar.

Neokorteks, kararların alındığı, deneyimlerin saklandığı, konuşmanın üretildiği, anlamanın oluştuğu,

(22)

11

sanat eserlerinin görüldüğü, hazzın meydana geldiği, müziğin dinlenildiği ve eğlenme hissinin oluştuğu merkezdir. Neokorteks bölgede, duyuların saklandığı ayrı bölümler (loblar) vardır. Konuşma, işitme, görme, dokunma, ayrı bölümlere kaydedilir. Eğer öğrendiklerimizin kalıcı olmasını istiyorsak onları neokorteksteki her bölüme ayrı ayrı kaydetmeliyiz. Yani onlarla ilgili beynimize hem görüntü, hem ses, hem de deneyim yüklemeliyiz. Çünkü işittiklerimizin % 20'sini, gördüklerimizin % 30'unu, hem işitip hem de gördüklerimizin %50'sini hatırlarız. Hem işitip, hem görüp, hem yaptıklarımızın da % 90'ını hatırlarız.

“GEREK YOK HER SÖZÜ LAF İLE BEYANA

BİR BAKIŞ BİN LAF EDER ANLAYANA”

(23)

Düşünün ki beyninizin, hayatınızda olmadığı kadar zorlanacağı bir ortama girmek üzeresiniz. Beyniniz, karmaşık görevleri yerine getirmek zorunda ve bunların hepsini düşünmeden yapabilirsiniz. Örneğin bir partiye gittiğinizde efor sarf etmediğinizi sanırsınız ama diğer insanların arasına karıştığınızda, beyniniz müthiş bir hızla, çok karmaşık görevleri yerine getirir. Diyebiliriz ki kalabalık bir ortama girdiğinizde, dünyanın en güçlü bilgisayarını açık bırakmış olursunuz. Salona girdiğiniz anda bir insanın yüzünü diğerlerinin yüzlerinden ayırt edebilirsiniz. Herkesin detaylı bir listesini çıkarmaya başlarsınız. Onlar hakkında ne düşündüğünüze karar verirsiniz hatta ne düşündüklerini bile anlamaya başlarsınız. İlk kez karşılaştığımız kişilerin yanında kendi fikrimizi kabul ettirmek için beynimize güveniriz.

İnsanlarla anlaşmak, beynimiz için neden bu kadar karmaşıktır? Öncelikle her insanı ayrı bir yere koymamız gerekiyor. Eğer bunu yapmasaydık, hayatımız gerçekten çok zor olurdu. Bir an için tüm yüzlerin bize aynı göründüğünü düşünün. Bu, bir kabus gibi olurdu değil mi? Ama her insanı birbirinden ayırabiliriz ve bu, ilk fırsatta geliştirdiğimiz bir yetenektir. Bir bebek, doğduğunda flu görür ve ilk gördüğü yüzle arasındaki bağ, çok güçlüdür. Hayatında ilk olarak gördüğü bu yüz, beynini uyararak fiziksel olarak değiştirir.

Beynimizde, “nöron” adı verilen beyin hücrelerinden oluşan karmaşık bir iletişim ağı vardır. Bu nöronlar, birbirine sinaps denilen çok küçük bağlarla

(24)

13

bağlanır. Bir şeyi ilk kez gördüğünüzde, elektriksel bir sinyal yaratılır. Bu sinyal, belirli bir patika boyunca sinapslardan geçerek annesinin yüzünü bebek için özel kılar. Başka bir yüz gördüğünüzde, beyninizde başka bir patika oluşur. Başka yüzler görmeye devam ettikçe, beyniniz birçok patika yaratmaya devam eder.

Beyni bir uzay boşluğu olarak düşünebilirsiniz.

Beynimiz her bilgiyi, her yüzü, her davranışı bu şekilde patikalar yaratarak saklar. Aslında hiçbir şeyi unutmuş olmuyorsunuz. Tanıdık bir yüz gördüğünüzde, beynin sinyalleri hemen reaksiyona geçerek uyarılar verir ve hatırlamanızı sağlar. Beyniniz bu şekilde çalışır ve bunu beden diline ya da cümlelere döker. Sürekli olarak iletişim halindeyiz ve bakışımızla, yüz ifademizle, giyim tarzımızla, el kol hareketlerimizle, oturuşumuz ve kalkışımızla karşımızdakilere ve çevremizdekilere sürekli mesajlar veririz. Çünkü kelimelerin ardında sözsüz, büyüleyici bir iletişim yatmaktadır.

Biriyle karşılaştığımızda, onun hakkındaki fikrimizi ilk 10 saniyede oluşturduğumuz söylenir. Bu nedenle ilk izlenimleri önemsiyoruz, görünüşümüze önem veriyoruz. Peki ya vücut dilimiz? Onun ne söylediğini biliyor muyuz? Ya da bir insanın söylediklerini değerlendirirken, davranışlarına ne kadar değer yüklüyoruz? Sözleri ile davranışları arasında çelişki yakaladığımızda hangisini doğru kabul ediyoruz? Burada önemli olan ne gördüğünüz değil, ne görmediğinizdir.

(25)

“CÜMLELER DOĞRUDUR SEN DOĞRU İSEN

DOĞRULUK BULUNMAZ SEN EĞRİ İSEN”

(YUNUS EMRE)

(26)

15

BEDEN DİLİ KULLANIMINI ENGELLEYEN FAKTÖRLER

Beden dili kullanımını engelleyen en önemli faktörlerden biri, ailedir. Çocuklarda, büyüklere göre beden dili kullanımı çok daha fazladır. Fakat ebeveynler, çocuklarını çok fazla el kol hareketi yapmasını istemezler.

Gerek kültürel ve toplumsal baskı, gerekse ailenin kendi içindeki bazı kural ve kaidelerinden kaynaklı olarak çocuklarına vermiş olduğu bazı telkinler, çocukların zaman içinde beden dilini kullanmalarını engellemektedir.

Erkeklerin beden dilini kullanması, toplumumuzda pek de hoş karşılanmamaktadır.

Toplumumuzda, erkek adamın sağı solu fazla oynamaz, erkek adam elini kolunu oynatmaz, erkek adam serttir, sert görünür, sert bir ses tonuyla konuşur düşüncesi yaygın olduğundan dolayı, beden dilini kullanan erkeklerde feminen bir görüntü oluştuğu düşüncesi geçerlidir. Böyle yanlış düşüncelerle büyüyen erkek çocuklarının, beden dilini ilgi çekici bularak kullanmak istemesi pek de mümkün olmamaktadır.

El - kol hareketleri, Türk toplumunda olumlu nitelendirilen hareketler değildir. Genellikle çok hareketli insanlara, toplumumuzda hiperaktif etiketi yapıştırma eğilimi vardır. Çocuklardaki yaramazlık ile zekâ, toplum tarafından bir şekilde özdeşleştirilmiştir. Eğer çocuk çok hareketliyse, bunun fazla zekâdan kaynaklandığı düşünülmektedir. Halbuki hiperaktivite bir rahatsızlıktır

(27)

ve tedavi edilmesi gereklidir. Beden dili ile hiperaktiflik arasında bir bağlantı yoktur. Bundan dolayı, beden dili ile hiperaktivite birbirleriyle karıştırılmamalı ve ikisi arasında mukayeseye girilmemelidir.

Çevremizdeki insanlar beden dillerini kullanmadığında, biz de kullanma ihtiyacı hissetmeyiz.

Çünkü bir şey ancak “kullanılıyor” ise karşımızdaki tarafından gerekli görülüp öğrenilebilir. Çocuklar da büyürken, kullanılmayan bir şeyi hayatlarında gerekli olarak algılamadıklarından dolayı öğrenmez ve yetişkinliğinde de kullanmazlar.

BEDEN DİLİNİN DEĞİŞİKLİK GÖSTERDİĞİ DURUMLAR

Beden dili kültürden kültüre, toplumdan topluma, zamandan zamana, mekândan mekâna, kadından erkeğe değişiklik göstermektedir. Hatta aynı ülkede yaşayan insanlar arasında bile bu değişiklikleri gözlemleyebiliriz.

Örneğin bir toplumda başı sağa sola sallamak hayır anlamına gelirken, başka bir toplumda evet anlamına gelebilmektedir. Beden dilinin, nerede kullanıldığına bağlı olarak da anlamı değişebilmektedir. Örneğin başparmağın gösterilmesi bazı yerlerde tamam, evet anlamlarına gelirken, bazı yerlerde de bir partinin sempatizasyonu olduğunuz anlamına gelebilmektedir.

Eğer dalgıçsanız, bu işaret yani başparmağın gösterilmesi yukarı çık anlamına gelmektedir.

(28)

17

Kadın ve erkeklerin de beden dillerinde farklılıklar vardır. Örneğin bir erkek, erkek oranının çok olduğu bir yere sevgilisi ya da eşiyle birlikte gittiğinde, erkeğin eli kadının beline doğru sarılır ve onu kendisine doğru çeker. Erkeğin bu davranışının anlamı, yanındaki bayanı sahiplenmesinden kaynaklanır.

Kadınların sahiplenme durumundaki beden dilleri daha farklıdır. Bulundukları ortamda çok fazla hemcinsleri olduğunda kadınlar, eşlerinin veya sevgililerinin kravatını düzeltir ya da erkeğin omzundaki olmayan tozları çırparlar. Kadınların bu davranışlarının anlamı ise diğer kadınlara, “yanımdaki erkek benim eşim veya sevgilimdir, onu kimseye vermem ve bu konuda mücadeleye hazırım” mesajı vermektir.

Sahiplenmede dokunsal (kinestetik ) davranışlarla çok karşılaşırız. Kolları birbirlerine bağlamak, bazen kapalılık anlamında bazen de üşüme hareketi olarak tanımlanmaktadır. Bu yüzden, beden dilini incelerken toplumsal yetişme tarzı, gelenek görenekler, ortam, aile gibi her alanda incelemeler yapmak gerekmektedir. Bu değişiklikleri göz önünde bulundurmazsak, birçok hataya düşüp yanlış sonuçlara varabiliriz.

(29)

DUYGULAR VE MİKRO YÜZ İFADELERİ Duygularımız, yaşamımızın motive edici temel taşlarıdır. Negatif duyguların deneyimlerini en aza indirmek ve pozitif duyguların deneyimlerini en üste çıkarmak için, yaşamımızı düzenleriz. Bu konuda her zaman başarılı olamasak bile, yapmaya çalıştığımız şey budur. Duygularımız, bütün önemli ya da önemsiz kararlarımızı motive eder ve onları biçimlendirir.

Yaşamımızda başka motivasyon unsurları da olabilir ancak duygularımız, hepsinin hem temelinde hem de üstündedir.

Bazı psikologlar basit bir saflıkla, yaşamın en güçlü motivasyon unsurlarının açlık, seks ve yaşama arzusu olduğunu düşünmektedirler. Bazı insanlar, iğrenç buldukları hiçbir şeyi yiyemez. Başkaları bu yiyecekleri lezzetli bulsa bile, bu tür insanlar onu yememek için ölebilirler. Böylece duygu, açlık dürtüsü üzerinde zafer kazanır! Cinsel dürtü, duygu karşısında savunmasızdır.

Bir kişi, tiksinti veya korku baskılanması esnasında ya da yetersizlik duygusundan olduğunda cinsel ilişkiye asla giremeyebilir. Böylece duygu, seks dürtüsü üzerinde zafer kazanır! Umutsuzluk, güçlü bir intihar motivasyonu sağlar. Böylece duygu, yaşamda kalma isteğine karşı zafer kazanır!

Basit olarak ele alalım. İnsanlar, mutlu olmak istiyor. Kimse korku, öfke, tiksinti, üzüntü veya ızdırap deneyimini tiyatro ve romanlardan başka bir yerde

(30)

19

yaşamak istemez. Ancak şöyle bir hakikat vardır ki gerçek hayatta bu duygular olmadan asla yaşayamayız.

Yüz İfadeleri Evrensel Midir, Her Dil Gibi Özel ve Kültürel Midir?

Duygular, yaşamımızın kalitesini belirler.

Yaşamımızın her alanında; iş hayatımızda, aile ilişkilerimizde, arkadaşlıklarımızda, dostluklarımızda, düşmanlıklarımızda, iletişim kurduğumuz her anda ve durumda duygularımız ortaya çıkar. Duygularımız, hayatımızı bayram sevincine de çevirebilir, hasarlara ve travmalara da neden olabilir. Bizim gerçekçi ve uygun düşünmemize neden olabilecekleri gibi, sonunda büyük pişmanlıklar yaşatan eylemlerimize de neden olabilirler.

Siz patronunuzdan projenizle ilgili övgü ve takdir beklerken patronunuz sizi eleştirdiğinde, yaptığınız işin arkasında durup onu savunmak yerine korku ile tepki verir ve itaatkâr mı olursunuz? Patronunuzun sizi daha fazla korkuttuğunu mu yoksa nerede yanlış yaptığınızı mı düşünürsünüz? O an ne hissettiğinizi saklayıp bir

“profesyonel gibi” davranabilir misiniz? Konuşmaya başladığınızda patronunuz neden gülümsemeye başladı?

Bu sizi çiğ çiğ yiyip tüküreceğinden mi yoksa utancını gizlediğinden kaynaklanan bir gülümseme mi?

Gülümsemesi size güven vermek için olabilir mi? Bütün gülümsemeler aynı anlama gelir mi?

(31)

Eşinizin, sizin büyük bir keşfinizle aynı fikirde olmadığını fark ettiğinizde, onun yüzündeki anlamın korku ya da hor görme olmadığını ya da sizin aşırı duygusal olan davranışlarınıza verdiği tepkiden dolayı yüzünün düşmüş olduğunu bilseydiniz? Onun ya da başka insanların hissettiği gibi mi hissedersiniz?

Başkalarını rahatsız etmeyen konular hakkında kızar, korkar ya da üzülür müydünüz? Peki, bununla ilgili yapabileceğiniz bir şey var mı?

Eşiniz, 16 yaşındaki kızınızın eve her zamanki saatinde gelmediğini ve iki saat geciktiği halde ortalarda görünmediğini söylediğinde öfkelenir miydiniz? Öfkeyi tetikleyen ne olabilir? Saati her kontrol edişinizde kızınızın henüz evi arayıp size haber vermediğini düşünürken hissettiğiniz şey, korku olabilir mi? Yoksa onun eve dönüşünü beklerken uykunuzdan olduğunuz düşüncesi mi sizi kızdırır? Ertesi gün bunu kızınızla konuşurken, söylediklerinizi dinlemiyor olmasına ve savunucu tepkiler ortaya koymasına karşın gerçekten kızgınlığınızı gizleyebilir veya kontrol edebilir miydiniz?

Verdiği tepkinin utanıyor olmasından, kendini suçlu hissetmesinden ya da size meydan okumasından mı kaynaklandığını tahmin edebilir misiniz?

Duygular, çok hızlı bir şekilde ve bir anda ortaya çıkarlar. Duygunun ortaya çıkmasında ne bilinçli aklımız ne de zayıflıklarımız rol almazlar, duygular herhangi bir anda tetiklenebilirler. Bu hız, acil bir durumda hayatımızı kurtarabilir ama aşırı tepki verdiğimiz durumlarda da

(32)

21

hayatımızı berbat edebilir. Ne hakkında duygusal olacağımız üzerinde fazla kontrolümüz yoktur ama yine de imkân dâhilindedir. Kolay olmayacağını düşünsek bile, ne zaman ve nasıl duygusal olduğumuzu ve duygularımızı neyin tetiklediği konularında bazı değişiklikler yapabiliriz.

Duygularımızı ne tetikler? Bu tetikleyicileri kaldırabilir miyiz? Duygusal olmadan neden herhangi bir bilgiyi kabul etmeyiz? Hangi durumlarda duygularımızı kontrol edebiliriz?

Yaşamda her an bir durum gelişir ve bizi de içine alır. İçimizde, gelişen duruma uygun düşünce, duygu ve davranışlar oluşur. İçinde olduğumuz her duygu ve düşünce, yüzümüze bir ifade olarak yansır. Bu işleyişi bildiğimizde, diğer insanların hangi duygu durumunda olduğunu öngörebiliriz.

İletişim anında diğer insanların yüz ifadeleri, bize çok değerli bilgiler verir. Bizimkiler de karşı tarafa…

Teklifimiz veya önerimizle ilgili neler hissettiğini doğru okuyabilir ve iletişimimizi buna göre düzenleyebiliriz. Bu kitapta, dünyada aynı anlama gelen ifadelerin yanı sıra kişisel geri bildirimleri anlamlandırmayı da öğreneceksiniz. Her türlü görüşme, toplantı ve müzakerede, kişilerin neler hissettiklerini kestirebilmenin size sağlayacağı olanakları düşünün…

Mikro ifadeler ya da yüz ifadelerini okumak denildiğinde akla ilk gelen şey, nedense “birinin yalan söylemesi” oluyor. Mikro yüz ifadesi, duygularımızı

(33)

bastırmaya ve saklamaya çalıştığımız zaman oluşan kısa süreli bir yüz ifadesi olarak sınırlanmamalıdır. Bir duygu ile bağlantı kurduğumuzda da çok belirgin olarak bu durumu yüz ifadesi olarak yansıtırız. Ve bunu bilinçaltı tepkisi olarak istemeden, farkında olmadan yaparız.

Her duygu durumu, kendi trans hali veya düzeyi olarak algılanmalı. Duygularımızı bir şekilde yansıtırız.

Bunlardan en önemlilerinden birisi de Mikro yüz ifadeleridir. Mikro ifadeler veya diğer tüm davranışsal ifadeler, bilinçaltı tepkilerimizdir. Bilinçaltı tepkiler ve özellikle mikro yüz ifadeleri bastırılamaz çünkü trans halinde bu işlemi yapabilecek kapasite, teknik olarak yoktur ancak bu durum yönetilebilir. Bu ise çok farklı bir eğitim konusudur.

İnsanın (nasıl çalıştığına dair) sisteminde duygu, düşünce ve davranış sistemleri vardır. Bir sistem devreye girdiğinde, diğer sistemler ona uyum sağlar. Mikro ifadeler ve göz hareketleri ile tüm bedensel ifadeler, ses tonu ve sesin yapısı, kişinin bir şeyle ilgili duygu durumuna olan bağı yansıtırlar. Yüz ifadeleri, insan okumanın en kolay ve en uygun sonucunu veren işaretler dizisidir.

İnsanda yüz ifadeleri, bilinenin tam aksine kişinin onu saklama gayretinden dolayı açığa çıkmaz. Kişinin ilgisi, bağ kuran ve konunun anlamıyla bu belirlenir.

Alakasız birini katil zanlısı olarak suçladığınızda kişi kaygılanır, endişe duyar ve korku ifadesi yansıtır. Kişinin yüzüne yansıyan bu ifade onun suçlu olduğuna mı işaret

(34)

23

eder? Tam tersine, birini işlemediği bir suçla muhatap ederseniz o kişi panikleyip korku duygusuna girebilir.

Yüz ifadelerini bilmek, sadece o ifadeleri tanımanızı sağlar, daha fazlasını değil. Kalibrasyon yeteneği olmayan, soru sormasını bilmeyen biri, mikro ifadeleri zaten göremez ve okuyamaz.

Düşünürsünüz Fakat Saklayamazsınız

İletişimin en temel girdisi olan mikro ifadeler, mesajların daha gerçekçi ve doğru yorumlanmasına imkân tanır. İnsan, dış dünyadan aldığı mesajları zihinsel süreçlerinde işledikten sonra, buna reaksiyon verir.

Reaksiyonun en önemli kısmı ise bilinçaltı tepkilerle oluşur ve iletilir. Kelimelerinizi yönetmekte veya kontrol etmekte ustalaşabilirsiniz veya bir nedenle içinizdeki tepkiyi kelimelere dökerken bunu bastırmaya çalışabilirsiniz ancak asla gizleyemezsiniz. Bedeniniz, yüzünüz, sesiniz, içinde bulunduğunuz duygu durumunu anlatır.

Bu kitabın amacı, insanlarla kurulan iletişimlerde kaliteli ve doğru bilgiler almaya yöneliktir. Kelimeler ile mikro ifadelerin, beden ile yüz ifadesinin uyumlu olup olmadığı, iletişim kurulan kişinin samimiyeti hakkında bizi uyarır. Evrensel yüz ifadelerini tanıyan ve bunları uygulayabilen biri olarak, kendinize ve işinize neler katabilirsiniz? İnsanları okumak, değişimleri yakalamak, gerçek ve tasarım arasındaki farkı bulmak, yalan ve

(35)

doğruyu kalibre edebilmek, elde edeceğiniz kaliteli bilgilerle kararlar oluşturmak, zamanı ve süreci yönetmek, objektif kararlar verebilmek…

Yedi duygunun evrensel ifadelerini yaşamınızın her alanında fark yaratarak tanıyabilmeyi ve kullanabilmeyi yetenek düzeyine getireceğiniz bu eğitimle, diğer duygularınıza dair ayrıntıları da farkındalık düzeyine getirebileceksiniz. İstediğiniz an istediğiniz duygu durumunu yüzünüze ve beden dilinize yansıtabileceksiniz.

Gerçek bir gülümsemeyi taklit etmek çok zordur.

Dudaklarınızın köşesini yukarı kaldırarak yüzünüze

“sırıtkan” bir ifade yerleştirebilirsiniz ve ayrıca bu ifadeyi güçlendirmek için göz kapaklarınızı da kısabilirsiniz.

Ancak gerçekten eğlenmiyorsanız, heyecanlı, rahatlamış veya mutlu değilseniz, büyük bir olasılıkla gerçeğe benzer bir gülüşü oluşturmak için yanaklarınızı yukarı doğru, kaşlarınız aşağı doğru çekemezsiniz.

(36)

25

KONUŞMA ESNASINDAKİ MESAFELER Bölge, kişinin kendi vücudunun uzantısıymış gibi benimsediği bir alan veya boşluktur. Her birimizin çitlerle çevrili evi, arabasının içi, yatak odası veya sandalyesi vardır. Bedeninin etrafındaki bu boşluğa müdahale edildiğinde, insanların tepkilerinin nasıl olduğu ise aşağıdaki resimli anlatımlarımızla vurgulanacaktır.

Mesafeler aslında çok önemlidir. Uzaktan gördüğünüz bir erkek ve kadın arasındaki mesafe, bize onların aralarında olan ilişkiyi doğrudan yansıtmaktadır. Çok yakın mesafede sevgili, biraz uzak olduğunda arkadaş, daha uzak olduğunda ise resmi bir ilişki olduğunu anlayabiliriz. Mesafeleri yaklaşık ölçütler açısından inceleyecek olursak:

(37)

Hayvanlar aleminde yetişme koşulları, bu mesafelerin belirlenmesinde önemlidir. Çoğu hayvanın vücudunun etrafında, kendi kişisel alanları olarak sahip çıktıkları belli bir boşluk vardır. Bu boşluğun büyüklüğü, temelde, hayvanın yetiştiği alanın ne kadar sıkışık olduğuyla alakalıdır. Uzak bölgelerde yetişen bir yılanın bölgesindeki boşluk, o bölgedeki yılan popülasyonunun yoğunluğuna bağlı olarak, elli kilometre veya üzerinde bir çapa sahip olabilir. Öte yandan esaret altında yetiştirilen bir yılanın kişisel alanı sıkışık koşulların doğal bir sonucu olarak sadece birkaç metrelik bir büyüklüğe sahip olabilir.

Diğer hayvanlar gibi insanın da kendisiyle birlikte taşıdığı portatif bir kişisel alanı vardır ve bu alanın büyüklüğü, yetiştiği bölgedeki nüfusun yoğunluğuyla ilişkilidir. O halde, kişisel bölge mesafesi kültürel olarak belirlenir diyebiliriz. Japonya gibi bazı kültürler kalabalığa alışıkken, bazı kültürler ise 'geniş açık alanlara' alışıktırlar ve mesafeyi korumayı severler. Görüldüğü gibi toplumdan topluma bile mesafe aralıklarının değişikliği söz konusu olabilmektedir.

(38)

27

Kişisel Alan:

Kişilerin temas ettikleri ve benim bölgem diye benimsedikleri yer olarak tanımlanabilmekle birlikte, kişilerin kendi mülkleri veya özel odaları gibi gördükleri ve sadece duygusal olarak kendilerine yakın hissettiği kişilerin girmesine izin verdikleri bölgedir. Bu kişiler; eş, sevgili, ebeveyn, çocuklar, diğer yakın akrabalar ve çok yakın arkadaşlar olabilmektedir. Kişiler, bu bölgeyi kendi sahip oldukları bir nesne gibi benimsedikleri için, tüm bölgeler arasında en önemli olanı "mahrem bölge" dir.

Sadece, kişiye duygusal olarak yakın olanların bu bölgeye girmesine izin verilir. Mahrem bölge içerisinde bulunan, sadece fiziksel temas sırasında girilebilen mahrem alan ya

(39)

da başka bir deyişle özel bölge, sadece aile bireyleri ve çok yakın arkadaş çevresinin girebildiği bir mesafedir.

Mahrem alanımıza samimi olmadığımız kişilerin girmesi, gerginlik ve huzursuzluk yaratır. Kaçma isteği ya da saldırganlık hissi oluşturur. Toplu taşıma araçlarında insanların suratlarının asık ve gergin durmalarının nedeni, mahrem alana girilmiş olmasındandır. Aynı duygular asansörlerde de yaşanır. İnsanlar hiç konuşmadan, az hareket ederek ve gözlerini kat numaralarına veya asansör düğmelerine dikerek, bir an önce ineceği kata gelmeyi beklerler. Onları, sıkılmış ya da utanmış olarak gözlemleyebilirsiniz.

Sinemada yanımıza tanımadığımız birinin oturmasından rahatsızlık duyabiliriz. Hemen kendimize çeki düzen vererek yan bakışlarla gözlemleriz.

Doğum günü, bayramlar, yeni yıl gibi bazı özel günlerde insanlar, kendine yakın hissetmediği kişilerle öpüşerek mahrem alanına girmelerine izin verirler.

Bu durumun genellikle yapay bir yakınlaşma olduğunu, öpüşen kişilerin bedenlerini birbirinden uzak tutmaya gayret etmelerinden anlarız.

(40)

29

Polis sorgularında, bazen mahrem alanın taciz edilerek sonuçlar elde edildiği görülebilir. Polisiye filmlerde görürüz; geniş bir odanın ortasında sandalyeye oturtulan sanık, parlak ışık altında tutularak sorgulayıcılar tara-fından, mahrem ala-nına girip rahatsız edilerek baskı altında itirafa zorlanır. Ya da hesap sormaya giden bir kişi, hesap soracağı kişinin masasına dokunup kendisine karşı eğilip mahrem alanına girer.

İnsanlarla daima yakın; ama onları rahatsız etmeyecek mesafede durmaya gayret etmeliyiz.

Toplumumuzun kuralları açısından, özellikle kız / erkek olarak bu mesafelerde konumumuzu doğru belirlememiz gerekmektedir.

Arkadaş Alanı

Sadece ortak kullanım alanlarında, tanıdığımız fakat yakınlık duygusu hissetmediğimiz kişilerin girebileceği bir alandır. Okuldaki öğrenciler, mahalledeki bakkal, manav, kapıcımız, karşı binadaki insanlar, buna örnek olarak gösterilebilir. Bu mesafede insanlar, birbirleriyle ancak selamlaşma gereği duyarlar. Sıkı bir konuşma içerisinde bulunmazlar. Bu mesafeyi koruyarak karşı tarafın bilinçaltına, “seninle çok samimi değiliz”

sinyalleri vermekteyiz. Bunu, hiç farkında olmadan gerçekleştiririz. Karşıdan sizi izleyen kişiler, sizin sadece arkadaş olduğunuzun farkına vararak sizi bu şekilde değerlendireceklerdir.

(41)

Bir sahiplenme duygusu olmadığından dolayı, arkadaş alanı mesafesinde, konuşmalarınızı ya da selamlaşmalarınızı gerçekleştirirsiniz. Ancak şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki toplumdan topluma bu mesafeler değişmektedir.

Sosyal Alan:

Sosyal alan; sokaklar, meydanlar, alışveriş merkezleri, otobüs durağı gibi herkese açık yerlerde insanların kullandıkları alandır. Aynı fiziksel ortamı paylaşmaktan başka bir ilişki olmadığının göstergesidir.

Kişilerin hiç tanımadığı insanların, kendilerinden en az 3 metre uzağında olmaları, rahat olmalarını sağlar.

Mekanların kullanılış şekli de büyük önem taşır ve dostluğun ve statünün göstergesi olarak değerlendirilir.

(42)

31

Önde olmak, yüksekte olmak genelde yüksek statü anlamına gelirken, statüsü yüksek olan kişinin yanında veya özellikle sağında bulunmak, onun en önemli yardımcısı veya yakını olduğu anlamına gelir.

Bu sebeple iş yerlerinde bu nitelendirmelerin ortaya çıkmaması için, eşitlik anlamına gelen “oval masa”

kullanılmaktadır. Krallar, yüksek rütbeli yöneticiler, din adamları, bilginler önde yürürler; öğretim üyeleri, yargıçlar yüksek kürsülerde otururlar ve otururken insanın ayakuçlarının ve göğsünün yönü, bulunmak istediği yerle ilgili gerçek niyetini ortaya koyar. Ayakta durarak herhangi bir konuda konuştuğunuz bir kişinin, bu konuşmayı bitirmek isteyip istemediğini anlamanızın en iyi yolu, onun ayakuçlarına ve göğüs yönüne bakmaktır. Size bakarak sizinle konuşan birinin göğüs ve ayakları kapıya dönükse, sizinle sürdürdüğü konuşmadan fazla hoşnut olmadığını ve bu görüşmeyi bitirmek istediğini anlayabilirsiniz.

Yönelme ve duruş açısı, ne söylerlerse söylesinler insanların birbirleri hakkındaki gerçek düşüncelerini ele verir. Birbirilerini dinlemeye istekli olan kişiler, çoğunlukla 90 derecelik açıyla dururlar. İki kişi, göğüs ve ayak duruşlarıyla hayali bir üçüncü noktayı işaret ederek bir üçgen oluşturmuşlarsa, bu duruş biçimi, hem karşılıklı fikir alışverişine imkan verir, hem de başka kişilere onların arasına katılma cesareti verir. Bu yüzden mesafelerimiz ve yönümüz önemli bir fonksiyondur.

(43)

Oturmak İçin Seçilen Yer

Bir odaya girdiğimiz zaman seçtiğimiz yer, kendimize olan güvenimiz ve o mekan içinde bulunanlar arasında kendimizi nerede gördüğümüz konusunda fikir verir. Yapılan araştırmalar, odaya girdiklerinde kapıya yakın yere oturanların, özgüvenleri düşük kişiler olduğunu ortaya koymuştur. Kapıya yakın bir koltuğa oturmak aynı zamanda, kişinin kendisini diğerlerinden daha az değerli veya önemli gördüğünün işaretidir. Bu kişilerin oturma biçimleri incelendiğinde, sandalye veya koltuğun ucuna oturmak, kalkmaya hazır olmak gibi mevcut durumdan rahatsızlığın ve düşük özgüvenin diğer belirtileri de bulunmuştur.

Buna karşın, girdikleri odada ev sahibine veya merkeze yakın bir yer seçenlerin, özgüvenleri yüksek ve kendilerinden hoşnut kişiler oldukları ve bu kişilerin aynı zamanda koltuklarını ve sandalyelerini dolduracak biçimde oturdukları görülmüştür.

İnsanların oturmak için seçtikleri yerler, amaçları açısından daima en elverişli yerler olmayabilir. Örneğin;

yıllardır büyük ilgi gören Ana-Baba Okulu’nda sıralar daima arkadan öne doğru dolar. Oysa kişilerin böylesine gönüllü olarak katıldıkları bir toplulukta, dinleyicilerin konuşmacıyı en iyi duyup onunla en iyi iletişim kurabileceği ön sıraları tercih etmesi beklenir. Ön sıralarda, özellikle en ön sırada oturduklarında insanlar, kendilerini savunmasız ve çıplak hissetmektedirler.

İnsanın önündeki koltuk ve diğer dinleyiciler, doğal bir

(44)

33

korunma yaratır ve güven duygusu verir. Bu sebeple dinleyiciler, boş bir salonda, orta sıralardan başlayarak salonu doldururlar.

Benzer şekilde bar, kafe ve benzeri eğlence yerlerine insanlar, arkadaş olabilecekleri, ilişkiler kurup konuşabilecekleri birilerini bulmak için gelirler. Buralara gelenler büyük çoğunlukla ya sırtlarını bir köşeye dayayarak veya diğer insanları gözleyebilecekleri bir kenara otururlar. Oysa bu yerler, kişinin görülmek istediği diğer insanlar tarafından kolayca fark edilebileceği yerler değildir. Bunun için uygun olan;

merkeze yakın bir yerde oturmak, sırtını topluluğa dönmemek ve insanların çokça bulunduğu bölgeyi yan tarafına alarak oturmaktır. Böylece, hem insanları ve çevrede olup bitenleri görmek, hem de diğer insanlarla doğrudan yüz yüze ve göz göze gelmenin yol açacağı rahatsızlıktan kaçınmak mümkün olur.

Otururken Kaplanan Alan

Otururken kapladığımız alan da aynı şekilde beden dili sinyalleri vermektedir. Tabi bu alanlar, kişiden kişiye göre değişebilmektedir. Bazı insanlar arkalarına yaslanır, oturdukları alanın bütününü kaplarlar. Bunu yaparak, mevcut durumdan memnun oldukları ve bulundukları yerden uzun süre kalkmayacaklarının izlenimini verirler.

(45)

Buna karşılık bazı kimseler, bulundukları sandalye veya koltuğun ucuna ilişirler, bütün ağırlıklarını bacaklarına verirler ve adeta diken üzerinde otururlar.

Koltuğun ucuna oturma; kalkıp gitmeye hazır olmak ya da misafire veya önem verilen birine hizmete hazır olmak gibi, insanın yerinde durmaya istekli olmadığını gösterir.

Böyle bir hareket, iç gerginliğin bir yansımasıdır.

Kadınların, koltuğun biraz ucuna oturmalarındaki inceliğe dikkat etmek gerekir. Çünkü bazı kadınlar biraz uca oturup ayaklarını paralel bir şekilde yana uzatarak veya bacak bacak üstüne atarak, bacaklarının daha uzun görünmesini sağlarlar. Bu erotik bir sinyal olduğu gibi, kadına estetik bir görünüm de kazandırır. Bu oturuş biçiminde, ağırlık ayaklar üzerinde toplanmadığı için, bunu "kalkmaya hazır olmak" biçimindeki oturuştan kolayca ayırmak mümkündür. Ayrıca kadının bu oturuşu, ayaklar beden dengesine destek sağlamadığı için, vücudun üst kısmının dik tutulmasını zorunlu kılar.

Bu da bedenini ve boynunu dik tutan çekici bir kadın görüntüsünün ortaya çıkmasına yardım eder.

Reklamcıların, kadın modellerini bu oturuş biçiminde görüntülemelerinin asıl sebebi budur.

Sandalyelerin bir ucuna adeta bir başkasına yer bırakıyormuş gibi oturanlar, haklarından vazgeçmeye ve geri çekilmeye hazır insanlardır. Bu insanların havayı bile daha az soluduklarını, böylece başkalarına daha çok oksijen bıraktıklarını düşünmek mümkündür. Bu kişiler, varlık sebeplerini başkalarına hizmet etmeye

(46)

35

yöneltmişlerdir ve kendilerine dönük eleştirileri çok fazladır. Çeşitli sebeplerle suçluluk duygusu yaşarlar.

Bulundukları koltuğa kendilerini bütünüyle bırakan kişilerin ise o an çok yorgun olduklarını düşünmek mümkündür. Ancak bu kişiler, çoğunlukla iç dünyalarında rotalarını bulamamış, bu sebeple hareket etmekten kaçınan ve hareket etmeyi yük gibi gören kişilerdir.

Oturulacak boş yer olduğu halde bir koltuğun koluna oturanlar, kendilerine fazlasıyla güven duyan kimselerdir. Bu kişiler, çevrelerindekilere kendi görüşlerini kabul ettirme eğilimindedirler, böylelikle etrafındakilere üstünlük sağlamak isterler.

90°’lik Açıyla Oturmak

İş birliğini sağlamak amacıyla kurulan bir ilişki içinde uygun olan, oturan kişiler arasında 90°’lik açı oluşturacak bir biçimde, yanlamasına oturmaktır. Böylece kişinin karşısındakini, çıkarları kendisiyle çelişen biri olarak değil, bir problemi birlikte çözecek kişi olarak algılaması mümkün olur.

Unutmamak gerekir ki çevresine oturulan masa, insanların kendilerini güvende hissettikleri bir korunma duvarıdır. Bu sebeple karşımızdaki kişiyi duvarımızın neresine aldığımız önem taşır. Yanlamasına oturma düzeni, arkadaşça ve dostça ilişki kurmaya imkan verir.

Bu şekilde oturanlar arasında hem göz teması kurma

(47)

imkanı olur hem de kişiler, masanın koruyucu özelliğinden yararlanarak kendilerini rahat hissederler.

Buna ek olarak, 90°’lik açıyla yanlamasına oturan kişiler fikir alışverişinde bulunabildikleri gibi, kendi çizgilerini de koruyabilirler. Bu oturma biçimi, bazı kişiler tarafından “demokratik oturma düzeni” olarak adlandırılır. İş görüşmeleri için de en uygun oturma düzeni budur. Bu sebeple, uyum içinde olmak istediğiniz kişiyle göğüs açıklığınızın hayali olarak kesiştiği bir üçgen oluşturacak biçimde oturmanız, yerinde olur.

Böylece o kişinin, üzerinde büyük bir baskı hissetmeden kendi görüşlerini ortaya koymasına imkan sağlamış olursunuz. Böyle bir oturma biçimi, konuşan kişiler arasında dostça ve rahat bir atmosferin doğmasına yardım eder. Çünkü bu oturuş biçiminde duygular ve davranışlar açısından geniş bir hareket alanı vardır.

Konuşulan kişi üzerinde baskı uygulanmak istendiği zaman, sandalye doğrudan o kişiye döndürülüp göğüs bölgelerinin karşı karşıya gelmesi sağlanarak soru sorulmasının, kontrol etmek isteyene yarar sağladığı bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Bu manevra, özellikle astları sorgularken veya karşınızdaki kişinin sizden bir şeyler sakladığını düşündüğünüz durumlarda yararlı olabilir.

(48)

37

Çapraz Oturmak

Bir restoranda veya kütüphanede hiç boş masa yoksa tek kişinin oturduğu dikdörtgen bir masanın neresine oturursunuz? İnsanlar, ilgi duymadıkları ve iletişim

kurmak istemedikleri kişilerle çapraz ve mümkün olduğu kadar uzak oturur. Böylece aynı zamanda göz teması ihtimalini de azaltmış olurlar.

(49)

İlişki kurmak istemediği kişiyle göz göze gelmemek, insana yalnızlık duygusu verir. Bu durumda kişi, kendi iç konuşmalarını sürdürebilir ve topluluk içinde olmasına rağmen oldukça bağımsız hareket etmesi ve kendisini yalnız hissetmesi mümkün olabilir.

Karşı Karşıya Oturmak

Karşı karşıya oturmak, genellikle rekabeti ifade eder. İster bir fikir çerçevesinde, ister bir iş ilişkisinde olsun karşı karşıya oturmak, tıpkı bir satranç maçında ya da iskambil oyununda olduğu gibi, masadan bir galip bir de mağlup çıkacağını düşündürür.

(50)

39

İletişim, insanlara karşı yapılan bir eylem değil, insanlarla birlikte yürütülen bir eylemdir. Esas olan, bizim söylemek istediklerimiz ve niyetimiz değil, bunun karşımızdakiler tarafından nasıl algılandığıdır. Bu sebeple karşılıklı oturmanın insanlarla uzlaşmayı zorlaştıran özelliğini her zaman akılda tutmak gerekir. Özellikle ziyaretlerini satış amacıyla yapanların, görüştükleri kişinin karşısına oturmalarının hatalı olduğu, artık bilinen bir gerçektir. Muhatabını masasının karşısına oturtmak, amirce bir tavırdır. Eğer verilecek bir emir, yapılacak bir uyarı varsa, bu oturma biçimi uyarı veya emrin şiddetini artırır. Çağdaş bir yöneticinin, iletişim için geçerli olan ilkenin yönetim için de geçerli olduğunu unutmamasında yarar vardır. Zira yönetim insanlara rağmen olmaz, insanlarla birlikte olur.

(51)

Yan Yana Oturmak

Bir arkadaşınıza işiyle ilgili veya çocuğunuza dersiyle ilgili yardım edeceğinizi düşünün. Nereye oturursunuz? Seçeceğiniz yer, büyük ihtimalle onun yanındaki sandalye olacaktır. Yan yana oturan ve hafifçe birbirine dönük olan iki kişi, büyük bir ihtimalle bir probleme karşı ortak bir yaklaşım içindedirler. Benzer bir şekilde üç veya dört kişinin yan yana oturması, birbirlerine güven ve dış dünyaya karşı ortak bir cephe oluşturmak anlamına gelir.

Yan yana oturmak, işbirliğini ve olumlu duyguları en üst düzeye çıkarttığı için, muhatabını ikna etmek isteyen bir kişinin, masanın etrafından dolanarak muhatabının yanına geçmek istemesinin, kendisine bir avantaj sağlayacağı düşünülebilir. Bunu yapmak için uygun bir sebep varsa, böyle bir yaklaşım gerçekten yararlı olabilir. Örneğin; masada oturan kişiye, incelediği belgeyle ilgili olarak bilgi vermek istendiği için onun yanına gidilmesi, böyle bir davranışın uygunsuz kaçmasını önler. Ancak masasının etrafından dolanarak, oturan kişinin mahrem alanına girilmesinin yine de riskli bir davranış olduğu unutulmamalıdır.

Yan yana oturarak işbirliği ve olumlu duygular yaratacak bir oturma düzeni, anne-baba ve çocukları, öğretmen ile öğrencisi, amir ile astı arasında kolaylıkla gerçekleştirilebilir ve olumlu sonuçlar verir. Ancak unutmamak gerekir ki yaş veya statü olarak daha geride

(52)

41

olan bir kişinin, bu oturma biçimine doğrudan teşebbüs etmesi her zaman risk taşır.

Pamuk ya da İplik Toplama

Pamuk ya da iplik toplama hareketini, parmak uçlarıyla oyalanma, sıkılma, utanma ve endişelenme hareketi olarak tanımlayabiliriz. Bir kişinin, karşısındakinin görüş veya davranışlarını onaylamadığı ama kendi görüşünü bildirmekten çekindiği zamanlarda yaptığı sözel olmayan hareketlerdir. Aynı zamanda, açığa vurulmayan bir fikirden kaynaklanan hareketler olup, bunlara “yerine koyma hareketleri” de denilmektedir.

Kıyafetlerinin üzerinden hayali iplikler toplamak da bu hareketlerden biridir.

Pamuk ya da iplik toplama hareketini yapmaya başlayan kişi, karşı tarafa, anlattığı şeylere karşı ilgisiz olduğunu, söyledikleriyle pek alakalı olmadığını sözsüz bir şekilde ifade eder. Bu, onaylamamayı gösteren en önemli işaretlerden birisidir. Dinleyici sürekli olarak kıyafetlerinden hayali pamukları topluyorsa, sözel olarak fikir birliğinde olduğunu belirtse bile söylenenlerden hoşlanmadığı rahatlıkla anlaşılabilir.

Bu hareket aynı zamanda sıkılma işareti olarak da adlandırılmaktadır. İnsanlar sıkıldıklarında veya olumsuz düşünceler içerisine girdiklerinde, bir şeylerle uğraşma gereksinimi duyarlar. Buradaki uğraşma hareketi de pamuk ya da iplik toplamadır. Böyle bir durumla karşı

(53)

karşıya kaldığınızda, avuçlarınızı açarak “Peki sen ne düşünüyorsun?” veya “Bu konuda bazı düşüncelerin olduğunu görüyorum. Bunları anlatabilir misin?” deyin.

Kollarınız ayrı, avuçlarınız görünür şekilde arkanıza yaslanın ve cevabı bekleyin. Avucunuzu açmanız, güven sinyali olarak karşıdakinin beynine mesajı iletecektir.

Bunun sonucunda, karşınızdaki kişi kendisini rahat hissederek tüm düşüncelerini size dökecektir. Ancak karşınızdaki sizinle fikir birliğinde olduğunu söyler ama iplik toplamaya devam ederse, gizli itirazını keşfetmek için daha doğrudan bir yaklaşım sergileyebilirsiniz. Ona,

“Benimle aynı fikirde olmadığını hissediyorum. Lütfen bana bunun sebebini açıklar mısın?” diyerek kişinin size karşı daha açık ve rahat bir şekilde konuşmasını sağlayabilirsiniz.

Her İki El Başın Arkasında

(54)

43

Bu hareket, şirket müdürleri, üstün politikacılar ya da dominant kişiler gibi, bir konuda kendilerini baskın ya da üstün hisseden kişilere özgü bir harekettir. Aynı zamanda rahatlama hareketi olarak da adlandırabiliriz. Bu kişilerin düşünceleri, “ben bu konuda uzmanım, konuya tamamen hakimim ve şu anda buradaki en yetkili kişiyim”

şeklindedir. Bu hareketi aynı zamanda “her şeyi bilenler”

kullanır ve çoğu kişi bu hareketi kaba ya da kendini

beğenmiş diye

nitelendirmektedir. Özellikle avukatlar, aynı grupta çalışan arkadaşlarına karşı bu hareketi ne kadar bilgili olduklarının bir göstergesi olarak kullanırlar. Ayrıca kişinin, o alanın tek sahibi olduğuna dair bir işaret olarak da kullanılmaktadır.

Bu hareketle başa çıkmanın birkaç yolu vardır.

Birinci yolu, taklit etmektir. Buna, aynı zamanda

“aynalama tekniği” denmektedir. Çapraz aynalama, tıpa tıp aynalama ve ters aynalama olmak üzere üç çeşit aynalama tekniği vardır.

Karşınızdakiyle aynı fikirde olduğunuz göstermek istiyorsanız yapabileceğiniz en iyi şey, kişinin hareketlerini taklit etmektir. Karşınızdakinin hareketine

(55)

yakın bir hareket sergileyip konuşmaya devam etmelisiniz. Konuşma devam ettiği sırada hareketinizi yavaşça değiştirebilirsiniz. Karşınızdaki kişi, sizin hareketlerinizi gözlemleyerek aynı hareketi yapmaya başlayacaktır. Bu da “üstünlüğü çökertme” olarak gerçekleşecektir. Aynalama tekniğiyle karşınızdakini kendi hakimiyetiniz altına alabilirsiniz.

Memnuniyetsiz Oturuş

Memnuniyetsiz oturuş, sol bacağın üzerine sağ bacak düzgün bir şekilde atılarak yapılır. Bu, Avrupalı, İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda kültürlerinde kullanılan normal bacak atma hareketi olup sinirli, çekingen veya savunma tavrına geçildiğini gösterir.

Bununla birlikte bu hareket, ancak başka olumsuz

(56)

45

hareketlerle bir arada kullanıldığında destekleyici bir hareket olup, tek başına veya bağlam dışında yorumlanmamalıdır.

Örneğin, konferanslarda veya rahatsız bir sandalyede uzun süre oturan kişiler de bu hareketi yaparlar. Ayrıca bu hareketi soğuk havalarda görmek daha yaygındır.

Bacak bacak üstüne atma hareketinin kavuşturulmuş kollarla bir araya geldiği durumda ise kişi konuşmadan çekilmiş demektir. Bu pozdaki birisinin kararını sormak için, örneğin bir pazarlamacının çıldırmış olması gerekir ve bu durumda yapılabilecek en iyi şey, kişinin neye itirazı olduğunu öğrenmeye çalışarak sorular sormaktır. Bu poza pek çok ülkede, özellikle kocaları veya erkek arkadaşlarından memnuniyetsizliklerini ifade eden kadınlarda rastlanır.

Gitmeye Hazırlanma Ortamdan ya da kişiden rahatsız olan kişi, oturduğu yerde ellerini dizlerinin üstüne koyar, ayaklardan herhangi birini ileri atar ve üst

(57)

vücut öne doğru eğilir. Otururken hazır olma hareketi aynı zamanda sizi dışarıya atmaya hazır olan kızgın bir kişi tarafından da kullanılır. İki kişi eğer karşı karşıya oturuyorsa, biri diğerine kırıldığında kişiye doğru eğilir ve yüzünü yakından görmek istercesine karşısındakini sıkıştırır. O sırada sorduğu soruya karşılık hangi hareketlerle cevap vereceğini ya da söylediği şeylere karşı yorum yaparken nasıl mimikler kullanacağını daha yakından görmek istercesine bu hareketi gerçekleştirir. Bu hareket, artık bir konuşma veya görüşmeyi sona erdirmektir.

Bir konuşma sırasında bu hareketlerden biriyle karşılaşmanız durumunda öncülüğü ele alıp konuşmayı sizin bitirmeniz daha akıllıca olacaktır. Çünkü her zaman öncülük eden kişi, kazanmış durumunda olacaktır.

Karşınızdaki kişi bu hareketleri sergilediğinde, son cümlelerinizi söyleyip ortamdan gitmesi için izin verin.

Gitmesine izin verme hareketi olarak kibar bir şekilde elinizle kapıyı gösterebilirsiniz. Bu hareketi sergilediğinizde karşınızdaki kişi, oranın hakimiyetinin sizde olduğunu ve yetkili kişinin siz olduğunun farkına varır.

(58)

47

BAŞ HAREKETLERİ

Onay için baş sallama hareketi, genellikle toplumlarda “evet” veya onay anlamına gelen olumlu bir beden dili hareketidir. Genellikle sağır, dilsiz olan kişilerle yapılan incelemelerde, bu kişilerin de onay amacıyla bu hareketi kullandıkları görülmüştür. Bununla birlikte, “hayır” anlamına gelen kafayı sağa ve sola sallama hareketinin de doğuştan geldiğini iddia edenler olduğu gibi, bunun, insanların ilk öğrendikleri hareket olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır.

Bunlara göre, yeni doğan bir bebek yeterince süt içtiğinde, annesinin memesini reddetmek için kafasını sağa ve sola sallamaktadır. Aynı şekilde karnı doyan küçük bir çocuk da ebeveynlerinin kendisini kaşıkla yedirme girişimlerini reddetmek için aynı yönlere kafa sallama hareketini kullanır.

Başkalarıyla ilişkilerinizde, gizlenen bir itirazı keşfetmenin en kolay yolu karşınızdaki sözleriyle sizinle aynı fikirde olduğunu söylerken kafasını sağa ve sola sallayıp sallamadığına bakmaktır. Kişinin, burada yalan söyleyip söylemediğini anlamak da çok kolaydır. Kişiye sorular yönelttiğinizde, kafa hareketlerine dikkat ederek yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirsiniz. Bunu anlayabilmek için, kişiye evet ya da hayır cevabından sonra açıklama yapılması gereken bir soru yönlendirin.

(59)

Kişi evet derken ya da dedikten sonra açıklamasını yaparken kafasını sağa sola ya da yukarı kaldırıyorsa, kişinin yalan söyleyip sizi kandırmaya çalıştığını anlayabilirsiniz. Kişi, “hayır, istemiyorum çünkü…” gibi cümleler kurarken başını aşağı doğru eğik bir biçimde tutuyorsa, aslında “evet, lakin sana söylemekten çekiniyorum” demenin sinyalini veriyor olacaktır.

Siz ne kadar konuşursanız konuşun ya da ne kadar usta bir yalancı olursanız olun, hiçbir zaman beden diliniz yalan söylemeyi başaramayacaktır. Çünkü beyninizin içindeki hücreleri kontrol etmeniz, imkansız denecek kadar zordur çünkü bunu istemsiz olarak yani

bir refleks olarak gerçekleştirirsiniz. Beyniniz, işte bu kadar muazzam bir mekanizmadır.

Baş ile Yapılan Kabul Etmeme Hareketi

Baş yukarıda olup, duyduklarınız karşısında negatif bir tavra sahip olduğunuz bir pozisyondur. Baş

(60)

49

genellikle hareketsiz olur ve ara sıra başınızla ufak hareketler yaparsınız. Karşınızdaki sizi başı yukarıda olarak dinliyorsa, dediklerinizi onaylamıyor anlamına gelir.

Olumsuz bir durumla karşılaştığımızda, hemen geri çekilme hareketi sergileriz. Çünkü orada bize karşı bir tehlike vardır. Aynı şekilde düşünecek olursanız, olumsuz söz söylendiğinde de kafanızı ve vücudun üst kısmını geri çekerek bu hareketi sergilersiniz. Çünkü beyniniz sizi uyarır; bu sözler size uymamaktadır.

Beyniniz, size “Bu söylenenlerde senin çıkarına olan hiçbir şey yok!” der ve “geri çekil” emri verir. Siz de bunu, beden dilinizdeki başı yukarı kaldırma hareketiyle ya da vücudunuzu geri çekerek gösterirsiniz.

Olumlu Baş Pozisyonu

Karşınızdaki kişi sizi dinlerken başını hafifçe sağa ya da sola doğru eğiyorsa bu, kişinin sizinle ilgilenmeye başladığı anlamına gelir. Hayvanlar kadar insanların da bir şeyle ilgilenmeye başladıklarında başlarını sağa ya da sola doğru eğdiklerini ilk fark edenlerden biri Charles Darwin´di. Yaptığı araştırmalar sonucunda hayvanlar, karşılarındaki şeye ilgi duyduklarında, başlarını yana doğru eğme hareketinde bulunmuşlardır.

Örneğin; bir kedinin ciğere bakma hareketi… Bir konuşma yaptığınız sırada dinleyicilerinizin bu hareketi yapıp yapmadıklarını incelerseniz, sizi dinleyip

(61)

dinlemediklerini fark edebilirsiniz. Başlarını yana eğip eli

çeneye götürme

(değerlendirme)

hareketlerini yaparak öne eğildiklerini görürseniz, onların size karşı ilgi duyduğunu anlayabilirsiniz.

Kadınlar, başı yana doğru

eğme hareketini

karşısındaki erkekle ilgilendiklerini göstermek için kullanırlar. Birileri sizinle konuşurken, onların size karşı olumlu duygular beslemelerini sağlamanız için, kafa yana eğik pozisyonu kullanarak ara sıra başınızı öne eğmeniz yeterlidir.

İlişkilerinizde affedilmek istediğiniz bir konuda konuşurken, farkında olmadan başınızı yana doğru eğersiniz. Genellikle bu baş eğme hareketi sola doğru olmaktadır çünkü kalp, fonksiyonlarını sol tarafta gerçekleştirmektedir. Sizin de o sırada kalbinizden geçen

“affet beni” duygusundan dolayı, sol taraf yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Küçük yaştaki çocuklara bakacak olursanız, annelerinden ya da babalarından bir şey isterlerken başlarını yana doğru eğme hareketi sergilerler.

Olumsuz Baş Pozisyonu

Referanslar

Benzer Belgeler

Her hasta için SBYS üzerinden hastanın müşahade odasında kalış süreleri ölçülmeli ve toplam ölçülen müşahade odasında kalış sürelerinin toplam müşahadede kalan

A Kütahya-Eskişehir Savaşları’nda Türk ordusunun ağır bir yenilgi aldığına B Sakarya Meydan Muharebesi’nin Yunan taarruzu ile başladığına C

Muharrem Ergin’in “Dil, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli an- laşmalar sistemidir.” tanımlamasından hareketle ortaya çıkan, insanlar ara- sında iletişimi sağlayan

Kitapta, insan nitelikleri ve okulda öğrenmeyle ilgili o güne kadar yapılmış araştırmaların nasıl analiz edildiği, görgül bulgulara dayalı olarak modelin

5846 sayılı ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunları ve Türk Ticaret Kanunu gere ince; kısmen veya tamamen fotokopi, tarama, yazma ve di er herhangi bir yöntemle

Onların dine ve dini hayata olan yaklaşımları zaman zaman indirgemeci, determinist veya umursamaz şeklinde iken, özellikle 1960’lardan sonra dinin bireyin potansiyellerinin

İnsanlar yalan söylerken ipuçları veriyor ve bazıları bu ayrıntıları yakalamakta diğerlerine göre daha yetenekli davranabiliyorsa bu durumda, insanları yalan yakalama

• Doğru şekilde işe almanın bir alt başlığı da işe başlarken çalışandan alınması gereken onay ve izinleri işe giriş sürecinde tamamlamaktır.. • Bu onay ve