• Sonuç bulunamadı

Kuruluş Dönemi Osmanlı Seferlerinin Gaza ve Ganimet Bağlamında İncelenmesi KURULUŞ DÖNEMİ OSMANLI SEFERLERİNİN GAZA VE GANİMET BAĞLAMINDA İNCELENMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kuruluş Dönemi Osmanlı Seferlerinin Gaza ve Ganimet Bağlamında İncelenmesi KURULUŞ DÖNEMİ OSMANLI SEFERLERİNİN GAZA VE GANİMET BAĞLAMINDA İNCELENMESİ"

Copied!
72
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Lisans Bitirme Tezi

İstanbul, 2014

KURULUŞ DÖNEMİ OSMANLI SEFERLERİNİN GAZA VE GANİMET BAĞLAMINDA

İNCELENMESİ

ŞİNASİ İNCİ

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ

Kuruluş Dönemi Osmanlı Seferlerinin Gaza ve Ganimet Bağlamında İncelenmesi

20 14

(2)

Lisans Tezi

KURULUŞ DÖNEMİ OSMANLI SEFERLERİNİN GAZA VE GANİMET BAĞLAMINDA İNCELENMESİ

ŞİNASİ İNCİ

TARİH BÖLÜMÜ

29 Mayıs Üniversitesi, İstanbul Mayıs 2014

(3)

Kuruluş Dönemi Osmanlı Seferlerinin Gaza ve Ganimet Bağlamında İncelenmesi

Şinasi İnci

Danışman: Yar. Doç. ERTUĞRUL ÖKTEN

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Lisans Bitirme Tezi Yönetmeliği Uyarınca Bölüm

LİSANS BİTİRME TEZİ Olarak Hazırlanmıştır

(4)

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Şinasi İnci 23 Mayıs 2014

(5)

iv

ÖZET

Osmanlı Devletinin kuruluş dönemi ve daha sonraki gelişiminde İslam’ın gaza felsefesine büyük bir ağırlık verildiği ve bu devletin kısa sürede büyüyerek büyük bir imparatorluk haline gelmesi bu kavram ile izah edilmeye çalışılmaktadır. Tüm sosyal olaylar gibi devletlerarasında meydana gelen savaşların da bir çok etkeni vardır. Gaza felsefesine olan manevi inancın Osmanlı Fetihlerinin açıklanmasında önemli bir unsur olduğu gerçekçi bir yaklaşım olsa da bu tür manevi kavramların gerçekte ekonomik bir temele dayanmak zorunda olması gerekmektedir. Nitekim Osmanlı kuruluş ve yükseliş döneminde yapılmış olan seferlere bakıldığında savaşa iştirak eden askerlerin ganimet unsuru ile motive edildiğini görmek mümkündür. Osmanlıların hem batıya doğru yaptığı seferlerde gayrimüslim devletler ile yaptığı savaşlar hem de doğu yönünde Müslüman devletler veya beylikler ile yaptığı savaşlarda ganimetin meşru bir hak olarak alındığı ve bu konuda Müslüman, gayrimüslim ayrımı yapılmadığı bu dönem kaynaklarından kolaylıkla anlaşılabilir. Osmanlılar olsun diğer Müslüman devletler olsun (Safevi, Timurlu…) başka Müslüman devletler ile yapmış oldukları savaşlarda temelde ganimet kazanımını esas almışlardır. Bu noktadan bakıldığında Osmanlıların yükselişindeki temel etken seferlere katılan askerlerin elde edeceği gazilik ve şehitlik mertebesinin yanı sıra savaşlarda elde edilen ganimettir.

Anahtar Kelimeler: Gaza, ganimet, yağma, çapul

(6)

v KISALTMALAR

a.g.e. : adı geçen eser a.g.m. : adı geçen makale bkz. : bakınız

c. : cilt

çev. : çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi haz. : hazırlayan

s. : sayfa

yay.y. : yayınevi yok

(7)

vi

İçindekiler

ÖZET ... iv

1. KONU SEÇİMİ ÜZERİNE ... 1

2. İSLAMİ ANLAM OLARAK GAZA VE GANİMET KAVRAMLARI ... 5

2.1 GAZA NEDİR ... 5

2.2 GANİMET NEDİR ... 7

3. TÜRK- MOĞOL GELENEĞİNDE YAĞMA VE ÇAPUL ... 12

3.1 SELÇUKLULARDA YAĞMA VE ÇAPUL ANLAYIŞI ... 14

3.2 MOĞOLLARDA YAĞMA VE ÇAPUL ... 18

4. BİRİNCİL KAYNAKLARDA YÜKSELME DEVRİNE KADAR OLAN SAVAŞLARIN GANİMET AÇISINDAN İRDELENMESİ ... 23

4.1 AŞIK PAŞAZADE : TEVARİH-İ ALİ OSMAN ... 23

4.2 CİHANNÜMA VE MEHMED NEŞRİ ... 30

4.3 TURSUN BEY – TARİH-İ EBU’L FETH ... 35

4.4 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ’SİNDE GAZA ... 41

5. MÜSLÜMAN HANEDANLAR ARASINDAKİ SAVAŞLARIN YAĞMA VE GANİMET AÇISINDAN İNCELENMESİ ... 45

5.1 OSMANLI-KARAMANLI SAVAŞLARI ... 45

5.2 OSMANLI AKKOYUNLU SAVAŞLARI... 49

5.3 OSMANLI- SAFEVİ SAVAŞLARI ... 52

5.4 OSMANLI -MEMLUK SAVAŞLARI ... 55

5.5 TİMURLU SAVAŞLARI ... 56

SONUÇ ... 60

BİBLİYOGRAFYA ... 64

(8)

1

1. KONU SEÇİMİ ÜZERİNE

Osmanlı Devletinin kuruluş aşaması esnasında birçok Türk Beyliği arasından nasıl olup da ön plana çıktığı ve büyük bir imparatorluk haline dönüştüğü konusunda pek çok tarihçi değişik değerlendirmeler yapmıştır. Bu değerlendirmelere bakıldığında hemen yanı başında bulunan ve artık son demlerini yaşamakta olan Bizans ile çatışmaya girmesi ve gittikçe güçlenmesine, Selçuklu Devleti temelleri üstüne oturmasına, Bizans’ın egemenliği altında yaşayan Rum ahali ile uyumlu bir ittifak kurmasına, Rumeli’ye çıkarak bu bölgede genişleme siyasetini sürdürmesine, ağırlıklı olarak ise gaza felsefesine sıkı sıkıya sarılarak sürekli cihat halinde olmasına vurgu yapanlar olmuştur.

Gaza konusuna yerli ve yabancı tarihçiler tarafından oldukça fazla önem atfedilmiş olup belli başlı görüşler aşağıdaki gibidir. Yabancı tarihçilerden özellikle Paul Wittek’in gaza konusuna çok önem verdiği bilinir. Paul Wittek Osmanlı Devletinin varlığını bu felsefe üzerine bina ettiği düşüncesi içindedir. Ancak M. Fuat Köprülü gibi tarihçiler gaza ile birlikte başka faktörleri de işin içine dâhil ederek demografik ve sosyal faktörlere de vurgu yaparlar.

Caroline Finkel Osmanlı Beyliğinin kuruluş döneminde savaşçı kesimin hem Müslüman hem de gayrimüslim unsurlardan oluştuğunu belirterek, Osmanlı savaşlarının amacının “ beylerinin kullandığı retorik ne olursa olsun , ganimet, yağma ve köle olan bir çapulcu konfederasyon” olduğunu ileri süren Lowry’e atıf yapar.1

1Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı (İstanbul: 2007, Timaş Yayınları), s. 9

(9)

2

Halil İnalcık 13. Yüzyılda bir taraftan Haçlılar diğer taraftan ise Moğollar arasında sıkışan ve yok olmama mücadelesi içinde olan Memluk Sultanlığı ve Anadolu Türkmenleri arasında gaza ruhunun toplumları motive etmekte önemli bir unsur olduğunu söylemektedir.2 Nitekim 13. Ve 14. Yüzyılda Anadolu’da İslam dinini öğretmek, sufilik, fütüvvet ve gaza kurallarını halka öğretmek için yazılan önemli bir literatür olduğunu belirterek bu kaynakların kuşkusuz Anadolu’da ki Türkmen kesimlere belli mesajlar vermek amacında olduğunu yazmaktadır. Türkçenin henüz yazı dili haline yeni yeni geldiği bu devirde yazılan ilk eserlerin gaza fikrine vurgu yapmış olması o dönem Anadolu Türkmen ahalisinin en başta gelen yaşamsal sorununun gaza yolu ile ayakta kalabilmek olduğunu akla getirmektedir.

Halil İnalcık gaza ruhunun Anadolu Türkmenlerini ayakta tutan bir güç olduğuna vurgu yaparken gazadan elde edilen ganimetin bir gazi için helal bir kazanç olduğunu, hatta diğer kazanç yolları içinde en meşru olanlarından biri olduğunu belirtir.

Ancak Osmanlı devleti kendisinin sıkça başvurduğu bu kazanç yolunu başka Türk beylikleri için mubah görmeyen bir davranış içinde olmuştur. Mesela Osman Gazi kendi sınırları içinde yaşayan gayrimüslim ahaliyi Kütahya bölgesinde yaşayan Germiyanlı Türkmenlerinin yağma ve talan hareketlerinden korumayı kendisine bir görev olarak addetmiştir3. Bu konuda üstünde durulması gereken konu şu olmalıdır; Eğer kâfirler üzerine yapılan gaza ve onlardan alınan ganimet İslami anlamda meşru bir yöntem ise Osman Gazi bunu hangi İslami gerekçeye dayandırarak Germiyan Oğulları için yasaklamaktadır? İslami kaynaklar gaza gibi insan üzerine farz-ı kifaye olan bir ibadeti ve bunun sonucu olarak onlardan alınması meşru bulunan ganimeti bir Müslüman idarecinin bir başka kimseye karşı yasaklayamayacağını belirtir. Bu yasaklama aslında Osmanlı idareci sınıfının kuruluş aşamasında gaza ve ganimet kavramlarını sadece

2Halil İnalcık, Devleti Aliyye (İstanbul: 2012, İş Bankası Yayınları), s. 24

3Halil İnalcık Devleti Aliyye, s.25

(10)

3

kendi ekonomik menfaatleri için gerekli gördüğünü bunu bir başka Müslüman gruba yasaklamasından aslen İslami bir emir gibi algılamadığını düşündürmektedir.

Çağdaş tarihçilerin çoğu Osmanlı Devletinin küçük bir beylik iken şaşılacak kadar kısa bir süreç içinde devasa bir imparatorluğa dönüşmüş olmasında gaza ve cihat kavramlarının önemli olduğuna vurgu yapmaktadırlar. Bunun yanında gaza kavramı ile yan yana olması gereken ganimet kavramına çok fazla vurgu yapılmamaktadır. Oysa dönemin kaynaklarına bakıldığında tüm seferlerde elde edilen ganimetler ile ilgili bilgiler alelade bir olay gibi anlatılmaktadır. Özellikle gayrimüslimler üzerine yapılan seferlerde alınan mal, para, mücevher ve esirlerden bahsedilirken gaza lafzı daha arka planda durmaktadır. Aslında İslami anlayışa göre bir gazinin temel amacı Allah rızası olmalı ve sadece ganimet amacı ile savaşmamalıdır. Osmanlı askerleri içinde devletten maaş alanlar olsa da akıncı adı verilen düzensiz grupların maaş almadığı ve bu grupların seferlerden topladıkları ganimet malları ile gelirlerini temin ettikleri bilinmektedir.

Ayrıca maaşlı da olsalar askerlerin büyük bir çoğunluğu seferlerde yapılan yağma ve alınan ganimetlerden nemalanmakta ve bazı durumlarda alınan ganimetlerle zengin bile olma imkânına sahip olmaktadırlar. Osmanlı Devleti askerleri, komutanları, bürokratları ve diğer sosyal katmanlarıyla ilerleme dönemi boyunca yapılan bu seferlerden elde edilen ganimet ve esirlerin paylaşımı üzerine bir ekonomik düzen oluşturmuş ve ilerleme süreci bitinceye kadar bu durumda bir sıkıntı yaşanmamıştır.

Gaza kavramının itici gücü ganimettir. Gaza eylemine getirisi ganimet olan bir araç olarak bakmalı ve bütün askerlerin sadece sevap kazanmak amacı ile savaşmadıklarını büyük kısmının ekonomik amaçlı olarak bu gazadan elde edeceği mallar yüzünden bu seferlerde bulunduğunu düşünmek gerekmektedir. Savaşlar hem insan kaynaklarını hem de maddi kaynakları kısa sürede tüketen oldukça masraflı mücadelelerdir. Tarih boyunca sürdürmek zorunda kaldığı uzun süreli savaşları maddi

(11)

4

olarak finanse edemeyen pek çok siyasal yapının zamanla zayıflayarak sahneden çekildiklerini gösteren pek çok örnek bulunmaktadır. Bu hem kaybeden hem de kazanan açısından böyledir. Dolayısı ile ekonomik bir temele oturmayan bir savaş mantığının çok uzun yıllar sürdürülebilir olmasına imkân yoktur. Osmanlıların Kanuni döneminde, Safeviler üzerine yapmış olduğu seferlerde bu bölgenin tahrirlerinin yaptırıldığı ve bu ülkeyi kontrol altında tutmak için gerekli kalıcı askeri birlikleri doyurabilecek bir vergi geliri elde edilemeyeceğini görünce seferlerin sadece askeri operasyonlarla sınırlı bırakıldığı görülmektedir. Osmanlılar temel olarak bir bölgenin elde tutulabilmesi için o bölgeyi savunacak olan askeri birliklerin o bölge vergileriyle finanse edilmesi üzerine bir sistem uygulamaktaydı. Bu durum Bizans’ın uygulamaları ile paralellik göstermektedir. Bu sebeple askeri hadiseleri getirisi ve götürüsü ile değerlendirmek gerekmektedir. Bu noktadan hareketle ganimet olmaksızın gaza olabileceğini, hatta daha ileri gidilerek ganimet olmaksızın savaşların olmuş olabileceğini düşünmek zordur.

Birincil kaynaklarda seferlerde yapılan yağma ve alınan ganimetlerden çok detaylı olmasa da bahsedilmektedir. Özellikle Âşık Paşazade ve onun bazı bölümlerini alıntılayan Neşri’nin anlatımlarında bu tür konular çokça geçmektedir.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Osmanlı askerlerinin seferler esnasında yağma ve çete durumuna sıkça başvurduklarını, çoğu askerlerin uzun ve yorucu olan savaşlara elde edecekleri ganimet uğruna katlandıklarını, hatta bu uğurda aralarında zaman zaman anlaşmazlıklar çıktığını yazmaktadır.

Osmanlı Beyliği özellikle Rumeli’ye çıkışından sonra Balkanlar’da bulunan küçük hanedanlıklar ve despotluklara karşı yapmış olduğu seferlerde bol miktarda yağma ve ganimet elde etmiştir. Bazen savaşlarda elde edilen ganimetler ile önemli

(12)

5

eserler meydana getirilmiş, hazine doldurulmuştur. Örneğin Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu zaferi sonrası elde edilen ganimet ile Bursa’daki Ulu Caminin inşa ettirildiği, Yavuz Sultan Selim’in ise yaptığı Doğu seferleri sonucu devlet hazinesini doldurduğu bilinmektedir.

Osmanlı döneminde gaza ve ganimet kavramlarını daha iyi anlayabilmek için dini bağlamda gaza ve ganimet kavramlarının ne olduğunu anlamak ve Osmanlının geleneklerini devraldığı Orta Asya Türk-Moğol geleneğinde yağma ve çapul konusunun ne olduğu iyi bilinmelidir. Çünkü İslamiyet’in vaz ettiği gaza ve ganimet kavramları ile Orta Asya kaynaklı yağma ve çapul geleneğinin oldukça benzer noktaları görülmektedir. Araştırmamıza dönemin temel birincil kaynakları olan Tursun Bey, Âşık Paşazade ve Neşri’nin eserleri temel oluşturacaktır.

Gaza kavramının ganimet olmaksızın düşünülmesinin sağlıklı olmayacağını ortaya koyan en önemli delil ise Müslüman hanedanlar arasında yapılan büyük savaşlardır. Bu tür mücadelelerde de gayrimüslimlerle yapılan savaşlarda olduğu gibi yağma ve talan olaylarının vaki olduğu hem dönemin kaynaklarında hem de çağdaş tarihçilerin eserlerinde sıklıkla belirtilmektedir.

2. İSLAMİ ANLAM OLARAK GAZA VE GANİMET KAVRAMLARI

2.1 GAZA NEDİR

Gaza Arapçada gazv kökünden türemiş bir isim olup lügat anlamı “düşmanla savaşmak üzere sefere çıkmak” tır. Ancak İslam literatüründe “amacı kâfirlerle

(13)

6

savaşmak olan sefere çıkmak” anlamına gelmektedir. Sefere çıkma eylemine “gaza”

sefere çıkan Müslüman savaşçılara ise “gazi” adı verilmektedir.

Gazve ise daha özel anlamı olan bir kavram olup birçok İslam tarihi kaynaklarında ittifak ile kabul edildiği üzere bizzat Hazreti Muhammed’in komutan sıfatı ile çıkmış olduğu seferlere denilmektedir. Dolayısı ile pek çok İslam tarihi kaynağına göre Hz Muhammed’in vefatı sonrası gazve’den söz edilemez. Bu tarihten sonra yapılan bu tip askeri seferlere “seriyye” adı verilmektedir. Seriyye lügat anlamı olarak “akın” demektir. Ancak İbn-i Hişam Hz Muhammed’in vefatından sonra yapılan Mute Seferini “Mute Gazvesi” olarak adlandırmaktadır. İbn-i Hişam kelimenin lügat anlamı üzerinde durmakta olup, kâfirler üzerine yapılan seferlerin Hz. Muhammed’in vefatından sonra da olabileceği gerçeğini ön plana aldığını ve dolayısı ile ondan sonrada gazvelerin olabileceği düşüncesi içindedir. Dolayısı ile İbn-i Hişam’ın gazve konusunda yapmış olduğu yorumun daha sonra gelen İslam devletlerinde hakim bir düşünce haline geldiğini görmekteyiz.

Fıkhi açıdan gazve olayının gerçekleşmesi için her hangi bir çatışma olması gerekmez. Bir ordu savaş amacıyla sefere çıkmış ise çatışma olsun veya olmasın yapılan bu sefer gazve adını alır. Gazve’ye katılan askerler bunun sonucunda elde edilen ganimetin ortaklarındandırlar. Bu noktada askerin rütbesinin ne olduğu fark etmez.

Gelir eşit olarak herkes arasında paylaştırılır.

Osmanlı tarihinin ilk kaynakları olarak bilinen Aşık Paşazade Tarihi, Cihannüma ve Tarih-i Ebu’l Feth adlı eserlerde gaza kelimesi sık sık geçmektedir. Ancak kuruluş dönemine ait o dönem yazılmış bir eser olmadığı için gaza ve gazilik kelimelerinin nasıl kullanıldığı ve o dönem için ne ifade ettiği biraz muğlaktır. Gazilik kavramı konusunun, tüm Anadolu beylikleri arasında olduğu gibi Osmanoğulları arasında da çok önem

(14)

7

verilen ve itibar edilen bir kavram olduğunu Anadolu’da ki beylerin ve Osmanlı sultanlarının sıklıkla kullandığı gazi unvanlarından anlamak mümkündür. Nitekim ilk padişah olan Osman’ın “gazi” unvanını taşımış olması bir tesadüf olamaz. Daha ileri dönemlerde Osmanlı padişahlarının seferlerini anlatan “gazavatname” türü eserler bu kavramın aslında hem Osmanlı hanedanı hem de o dönem Osmanlı toplumu açısından ne derece önemli olduğunu göstermektedir.

13. yüzyıl sonlarına doğru İlhanlıların vasalı haline gelen Selçuklu Devleti Anadolu’da otoritesini kaybetmiş ve İlhanlıların uzanamadığı Kızılırmak’ın batısında ve Memluk sınırında birçok beylik ortaya çıkmıştı. Moğol baskısından kurtulmak isteyen Anadolu Türkmenleri içinde Batı yönünde ilerlemek fikri daha ağır basmaya başlamıştı.

Bu bölgede eski gücünü yitirmiş olan ve şeklen sahip olduğu şehirleri korumakta aciz olan Bizans ile mücadele etmek daha kolay bir yol olarak görünmekteydi. Bu yüzden Osmanlı devleti kuruluş yıllarında bu bölgede bulunan Bizans tabiiyetindeki tekfurlarla sıklıkla mücadele içinde olmuştur.

Tarihi kaynaklar XIII. Yüzyıl sonlarında Anadolu’nun batısı ve kuzeybatısında gaza kavramının sıklıkla kullanıldığını göstermektedir. Bunlar içinde de Osmanlı Beyliği ön plandadır. Kaynaklar bu dönem beyliklerinin gayrimüslimlerle yapmış oldukları savaşları gaza olarak nitelendirmişlerse de Müslüman hanedanların kendi aralarında yapmış oldukları mücadeleleri bu isimle adlandırmadıkları görülmektedir.

Ancak gayrimüslim olsun ya da olmasın her iki tarafla yapılmış olan askeri mücadelelerin sonucunda ortak olan sonuç ganimet ve talanın var olmasıdır.

2.2 GANİMET NEDİR

Ganimet Arapça kökenli bir kelime olup İslami anlamda manası “gayrimüslim kimselerden savaş yoluyla elde edilen her türlü mal ve esirleri” ifade eder. Teknik

(15)

8

olarak tanımlamak gerekirse ganimet; savaş esnasında elde edilen tüm malların rütbesine bakılmaksızın tüm savaşa katılan askerler arasında eşit olarak paylaştırılmasıdır.

Başka bir topluluk ile savaşarak ve bu topluluğu yenilgiye uğratarak onların malları üzerinde hak iddia etme psikolojisinin ve bu psikolojiyi oluşturan sosyal temellerin biraz olsun irdelenmesi yerinde olacaktır.

Ekonomik anlamda kendisine yeterli olacak üretimi yapamayan ve genelde göçebe olarak yaşayan toplulukların var olabilmek için bu tür mal edinme yöntemini yerleşik olanlara göre çok daha fazla kullandığını görebiliriz. Özellikle tarımsal imkânların yetersiz olduğu, hatta iklimsel özellikler dolayısı ile yapılmasının nerede ise imkânsız olduğu bölgelerde bu yöntemin çok geçerli bir yol olduğu söylenebilir. Bu tür mücadelelerin olduğu yerlere Arabistan Yarımadası ve Orta Asya Bozkırları konumuz açısından en belirgin örnekler olarak gösterilebilir. Arap kabileleri arasında hem İslamiyet öncesi hem İslamiyet sonrası yapılan savaşlarda ganimet paylaşımının yapıldığı ve bunun belirli oranlara bağlandığı görülmektedir. Orta Asya bozkırlarında ise göçebe olarak yaşayan tüm topluluklar ganimet, yağma ve talan ile yaşamayı İslamiyet öncesinde olsun sonrasında olsun geçerli bir yaşam tarzı olarak benimsemişlerdir. Avrupa’da da durum farklı olmayıp Hristiyan Savaşçılarının 11.

Yüzyılda Kudüs’ü Müslümanların işgalinden kurtarmak için düzenlemiş oldukları Haçlı Seferlerinin önemli hedef sonuçlarından bir tanesinin Doğu’nun göz kamaştıran zenginliklerinin yağmalanması olduğu tüm tarihçilerin ittifak ettikleri bir husustur.

Çin kaynaklarından edinilen bilgilere göre Orta Asya’da yaşayan Türk topluluklarının demircilik mesleğinin erbabı oldukları ve bu yolla at koşum takımları ve silahlar ürettikleri bilinmektedir. Nitekim Ergenekon Destanı da bu gerçeği bizlere

(16)

9

yansıtır. Bozkırda yetiştirilen at ile üretilen silahlar göçebe Türk topluluklarına savaşma konusunda yerleşiklere göre üstün bir güç katmıştır. Bu güçten hareketle zengin yerleşiklerden hak talep etmeyi bir yaşam tarzı olarak benimsedikleri görülmektedir.

Arap Yarımadasındaki üretim yapısı incelenirse bu bölgenin de kuraklık dolayısı ile tarımsal faaliyetlere izin vermediği görülür. Ekonomik olarak üretim faaliyetinin dışında kalan kesimlerin Orta Asya örneğinde olduğu gibi komşu zenginliklerini yağmalamaya yöneldikleri çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Nitekim İslamiyet’in Arap Yarımadasına gelmesinden önce de Arap kabileleri arasında yağma ve talan amaçlı savaşların yapıldığını ve teamül olarak elde edilen ganimetlerin dörtte birinin komutanlara verilerek kalan kısmının savaşa katılanlar arasında eşit olarak paylaştırıldığı belirtilmektedir.4 Ayrıca umumi yağma başlamadan önce elde edilen mallar ile paylaştırılması mümkün olmayan mallarında komutan kesimine bırakılması adetten idi. Bölge toplumları içinde uzak ülkelerden yapılan ticaretin önemli bir yer tuttuğu ancak bunun tüm toplumun ekonomik ihtiyacını karşılamaya yetmediği öngörülebilir.

Ganimet kelimesi ile türevleri Kur’an’ı Kerimde altı yerde geçmektedir. Bu ayetler şunlardır: En Nisa Süresi (4-94)5, El Enfal Süresi (8-41)6, (8-69)7, El Fetih Süresi (48-15)8 ,(48-19)9 ve (48-20)10… Hz. Muhammed Medine’ye hicretinden sonra

4 Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları (İstanbul: 2000, Beyan Yayınları), s. 264

5 Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selam veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mümin değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (Müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.(en nisa 4-94)

6 “Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e , onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer Allah’a hak ile batılın ayrılacağı gün,(yani) iki ordunun (Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir. (el enfal 8-41)

7 Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Allah’a karşı gelmekten sakının.

Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (el enfal 8-69)

8Savaştan geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, “Bırakın biz de sizinle birlikte gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki; Siz bizimle asla

(17)

10

cahiliye devri adetlerini ortadan kaldırırken ganimet konusunda da El Enfal Süresinin 8- 69 ayetine göre ganimetin kendisine ve ümmetine helal kılındığını bildirmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed; rivayet edilen bazı hadislere göre ganimetin mahiyeti, elde ediliş şekli, taşınması ve taksimi konusunda kurallar koymuştur.

Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in hayatını anlatan siyer kitapları incelendiğinde miladi 624 yılında Mekkeliler ile Medineliler arasında meydana gelen Bedir Savaşına kadar ganimet ile ilgili herhangi bir kural bulunmamaktadır. Bu durum o vakte kadar Hz. Muhammed ve çevresinde bulunan Müslümanların herhangi bir şekilde ganimet elde etmediklerinin de işaretidir. Bedir Savaşının kazanılması ile ciddi miktarda mal ve esir ele geçirildiği görülür. Bu mal ve esirlerin paylaşımı esnasında Müslümanlar arasında ihtilafların meydana gelmesi üzerine Hz. Muhammed’in Medine’ye yakın bir yerde elde edilen malların savaşa katılan tüm Müslümanlara eşit olarak dağıtılması talimatını vermiştir.

Hz. Ömer zamanında ise fethedilen toprakların ganimet hukukuna göre beşte birinin devlet eline alınarak orada bulunan yerel halka işletme hakkının verilmesi uygulamasına gidilmesi sahabeler arasında bir müddet tartışma konusu olmuş sonuçta bu uygulamaya gidilmesine karar verilmiştir. İslam mezhepleri arasında ganimet mallarının ve topraklarının ne şekilde taksim olunacağı konusunda tek geçerli bir anlayıştan söz etmek mümkün değildir. Bu konuda mezhepler arasında farklı uygulamalar olduğu görülmektedir.

gelmeyeceksiniz. Allah önceden böyle buyurmuştur.” Onlar, “Bizi kıskanıyorsunuz”

diyeceklerdir. Hayır, onlar pek az anlarlar.(el fetih 48-15)

9Şüphesiz Allah ağaç altında sana biat ederken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetleri nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (el fetih 48-19)

10Allah, size elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. (Allah böyle yaptı) ki ,bunlar mü’minler için bir delil olsun , sizi de doğru bir yola iletsin. (el fetih 48-20)

(18)

11

İslam fıkhına göre mezhepler arasında bazı farklılıklar olsa da, savaşlarda elde edilen malların mülkiyeti konusunda, malın ele geçirilmesi itibarı ile mal üzerinde kişinin mülkiyet hakkı sabitleşir. Ancak bu mal İslam topraklarına nakledilmeden önce ganimet sahibi savaşçı vefat ederse bu mal varislerine değil devlete kalır. Ancak Dar’ül Harp beldesinden Dar’ül İslam topraklarına getirilebilmiş olan mal savaşçının varislerine kalabilir.

Ganimetin elde edilmesinden sonra kısa bir süre içinde dağıtılması uygun bir davranış olarak kabul edilmekle birlikte Hanefi fıkhına göre elde edilen malın düşman topraklarından daha güvenli sayılabilecek olan İslam toprağına getirildikten sonra dağıtılması daha uygundur. Çünkü düşman toprağında düşmanın toparlanarak bu malı tekrar ele geçirebilmesi gibi bir risk bulunmaktadır. Eğer ganimet malları dağıtımı yapılamayacak durumda ise bu durumda bunların paraya çevrilip dağıtılması daha uygun olur.

İslam Devletleri zamanında fethedilen İran ve Irak topraklarında bölge halkının İslamiyet’i kabulünden sonra da tatbik edilen mevali uygulaması “aslında harp yolu ile elde edilen toprakların dinsel gözlükle değil, ekonomik çıkarlar gözlüğü ile değerlendirildiğinin en tipik örneğidir. Bilindiği gibi Hz Ömer döneminde fethedilen İran ve yakını bölgelerdeki halk Müslüman olsalar da devletin asli unsuru kabul edilen Araplar ile eşit vatandaşlık hakları alamadılar. Zamanla asker olmalarına izin verilseler de at kullanmalarına izin verilmedi. Kullandıkları topraklardan eskiden olduğu gibi cizye alınmaya devam edildi. Özellikle Emeviler döneminde aşırıya kaçan bu uygulama bölge halkının Emevilere düşman kesilerek Şiilik ve Haricilik gibi onlara karşıt

(19)

12

mezhepleri benimsemesine yol açtı. Hatta Emevilik yine bu bölgeden kaynaklanan isyanlar ile tarihten silindi.11

3. TÜRK- MOĞOL GELENEĞİNDE YAĞMA VE ÇAPUL

Osmanlı devletinde gaza ve ganimet kavramının incelenebilmesi için bu devletin köklerinin uzandığı Orta Asya Türk Devletleri ve yine Orta Asya’da Türk unsurlara dayanarak yüz yıllar boyunca etkili olan Moğolların savaşlarda ganimet konusunda ne gibi geleneklere sahip olduğunun irdelenmesi yerinde olacaktır.

Orta Asya’nın ve Ortadoğu’nun siyasi tarihinde belirleyici olmuş olan en önemli iki ulus Türkler ve Moğollardır. İki ulusun tarihi nerede ise iç içe geçmiş olup dilleri ve gelenekleri büyük benzerlikler göstermektedir. Geçmiş kaynaklar Türklerle Moğolları ayırt edecek belli bir ırksal farkın olmadığını hatta birçok tarihçinin Moğolları Türklerin bir kolu olarak gördüğünü belirtir. Moğollar ve Türklerin göçebe yaşam tarzı içinde oldukları ve erkek nüfuslarının eli silah tutabilen tamamının iyi birer binici ve asker olarak yetiştirildikleri tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere Orta Asya göçebe halklarının üretim olarak hayvancılık dışında bir faaliyetlerinin olmadığını ve kendilerinden daha zengin durumda olan yerleşik grupları zaman zaman yağmalayarak geçindiklerini birçok kaynak doğrulamaktadır. 12 Ancak yeni sayılabilecek bazı bulgularla bunun aksini iddia edenler bulunmaktadır.

Hindistan ve Çin gibi yerleşik olan iki büyük medeniyet Orta Asyalı göçebelerin saldırıları ile yüz yıllar boyunca karşı karşıya kalmışlardır. Proto Türkler olarak adlandırabileceğimiz Syung-Nu’lar ve daha sonra onların devamı olarak

11İsmail Yiğit, “Mevali”, DİA, c. 29, s. 424-426.

12 Denis Sinor’un Erken İç Asya Tarihi adlı kitabı bu konuda pek çok makaleyi içermektedir.

(20)

13

addedebileceğimiz Göktürk Hakanlığı Çinliler ile oldukça uzun sayılabilecek bir zaman diliminde mücadele içinde olmuşlardır. Çin Kaynakları; göçebe saldırılarından kendisini korumak isteyen Çin İmparatorlarının birçok tavizler vermek zorunda kaldıklarını yazmaktadır. Ani baskınlarla Çin şehirlerini yakıp yıkan bu güçlerle uzlaşmanın bedeli bazen tonlarca pirinç, bazen ipekli kumaşlar bazen büyük ve küçükbaş hayvanlar olmuştur. Hatta bu saldırgan grupların verdiği zararlardan kurtulmak için Çin Prenseslerinin göçebe liderlerine gelin olarak verildiği de olmuştur. Bu hediyeleri her ne kadar savaşlarda elde edilen ganimetler ile aynı kefeye koymak mümkün olmasa da gönül rızası olmadan verilen bir haraç nev’inde olduğunu belirtmek gerekir.

Çin İmparatorluğunun göçebe saldırılarından ne derece etkilendiğini gösteren en iyi delil günümüzde de halen ayakta olan Çin Seddidir ve dünyada bu derece büyük bir savunma yapısı başka hiçbir yerde yoktur. Çin Seddi çeşitli Çin İmparatorları döneminde yapılan ilavelerle Çin’i kuzeyli saldırganlardan korumak amacı ile inşa edilmiştir. Ancak Çin’in kuzeyini 10.000 km ile kat eden bu set bile Orta Asyalı Savaşçı grupların Çin’i istila etmelerini engelleyememiştir.

Orta Asyalı göçebe ulusların Çin, Hindistan, Mısır ve İran gibi dünyada ilk kurulan belli başlı yerleşik medeniyetlerin sınırlarını tehdit etmesi, hatta zaman zaman buralarda kendi devletlerini kurarak bu bölgeleri yüzlerce yıl yönetmeyi nasıl başardığı üzerinde durulması gereken bir konudur. Büyük medeniyetler kurmalarından hareketle bu gün Hint Medeniyeti, Çin Medeniyeti, Mısır Medeniyeti gibi isimlerle adlandırmış olduğumuz bu bölgelerin, göçebe tanımlaması ile bir yerde kültürel olarak aşağı bir kategoriye sokulmaya çalışılan, at sırtında yaşayan, sabit bir yurdu olmayan bu gruplarca nasıl olup da boyunduruk altına alındığını anlamak zordur. Yerleşik medeniyetlerin onlarda var olduğunu düşündüğümüz bilgi ve kültürel birikimleri ile göçebelere karşı savunmalarını yeterli bir şekilde oluşturamadıkları görülmektedir.

(21)

14

Yerleşikler her ne kadar büyük şehirler ve eserler meydana getirmişlerse de sürekli olarak göçebeler tarafından yönetilmiş olmaktan kurtulamamış ve ürettiklerini göçebelerle paylaşmak zorunda kalmışlardır. Göçebelerin bu başarısında iki faktör çok önemli görülmektedir. Birincisi düşmanı alt etmeye yarayan etkin silahların üretimini yapabilmeleridir.13 İkincisi ise çok kolay sağlayabildikleri hareketlilikleridir.14

Orta Asya Devletlerinin sahip olduğu toprakların çok net sınırlarının olmaması ve o dönem için bu sınırların sadece nehirler ve sıradağlar gibi fiziki engeller olması bu devletlerin aslında işgal ettikleri bu toprakları hiçbir zaman bir vatan haline getirmeye çalışmadıklarını göstermektedir. Bir anlamda bu bölgelerde yaşayan insanlar sadece vergi toplamaya yarayan bir grup olarak addedilmekte ve burada vasal olarak kendilerine bağlanan emirler onların vergi toplama memuru olarak görev yapmaktadırlar.

3.1 SELÇUKLULARDA YAĞMA VE ÇAPUL ANLAYIŞI

Orta Asya’da Çin İmparatorluğunun siyasal ve askeri baskıları yüzünden doğu ve güney yönüne doğru akınlar yapma imkânı kalmayan Türk kabilelerinin artık tek istikameti batı yönü idi.15 Bu yüzden Selçukluların Anadolu coğrafyasına doğru yaptıkları ilerlemenin başlangıcını aslında 744 yılında Göktürk Hakanlığının yıkılışı ile ilişkilendirmek daha doğru bir yaklaşım olur. Nitekim Çin Kaynağı Tang-Şu’ya göre

13Türklerin demirci olması ve silah üretmelerini, Cengiz Han’ın ilk ismi olan Timuçin’in anlamının demirci olmasını ve onun bir müddet bu mesleği yapmış olduklarını yine her iki ulusunda çok güçlü ok ve yay takımları yaptıklarını ve bunları at üstünde çok etkili olarak kullanabildiklerini hatırlayınız.

14 Cengiz Han ordularının çok kısa bir sürede Karakurum gibi 10.000 km uzak bir bölgeden gelip Macar Ovasında Macarlarla savaşarak geri dönmesi, Türklerin Selçuklular döneminde Horasan’dan Anadolu’ya Çağrı Bey önderliğinde yaptıkları yağma seferleri buna örnek olarak verilebilir.

15Çin göçebe saldırıları ile baş edebilmek için bu tür saldırılarda bulunan küçük göçebe topluluklarının liderlerine kendi ordusu içinde ordu komutanı rütbesi vererek bir çözüm bulmaya çalışmıştır. Göktürk Hakanlığının da Uygurlar kullanılarak Çin tarafından baskı altına alınması yine bu politika ile açıklanabilir.

(22)

15

Uygurlar ve üç Karluk kabilesi 776-779 yılları arasında batıya göç ederek kendilerine yeni yurtlar edinmişlerdir. 16 Çünkü artık Doğu yönünde mücadele etme imkânının kalmadığı güçlü bir Çin İmparatorluğu vardı. Çin kendisine karşı yapılan yağma amaçlı saldırıları bitirmiş ve bu yönde kendisine bir fırsat kalmadığını gören göçebe Türkleri Batı’ya göç etme tercihi ile karşı karşıya bırakmıştı. Böylece bu kabileler önce Maveraünnehir bölgesine daha sonra ise Horasan ve Azerbaycan yönüne, oradan da Anadolu’ya doğru harekete geçtiler. Horasan’da güçlü bir şekilde hâkimiyet kurmuş olan Karahanlılar ve Gazneliler ise ciddi birer rakip idiler. Zaman içinde bunları ortadan kaldırdılarsa da onların güçlü olduğu dönemlerde kendilerine yurt aramak gayesi ile Anadolu’ya kadar uzandılar. İlk Anadolu Seferi Çağrı Bey önderliğinde 1018 yılında yapılmış ve bu seferden pek çok ganimetler ile dönülmüştür. Bu esnada Abbasi Halifeliğine tabi olan pek çok bölgeden geçmişler halkı Müslüman olan bu beldelerde de yağma ve talan eylemleri gerçekleştirmişlerdir.

“Selçuklu Devleti’nin kuruluş yıllarında Oğuz Kabileleri, feodal Türk siyasi anlayışına (töreye) göre kendi beyleri idaresinde müstakil hareket ediyor, kendi geçimlerini sağlamak ve oturacak bir yurt bulmak ihtiyacı ile Müslüman beldelerini istila ve yağma ediyorlardı.”17

Osman Turan Müslümanlığı benimseyen Selçukluların İslamiyet’e çok büyük katkılar yaptığını özellikle vurgulayan bir ilim adamı olmasına rağmen Selçukluların feodal yapıdan gelen İslamiyet’e zıt bir töresini “geçimlerini sağlamak” gibi bir gerekçe ile normal addeder bir tutum içindedir. Ayrıca bunun yanında “oturacak yurt bulmak ihtiyacı” havada kalmakta ve konargöçer yaşayan bir topluluğun o dönem için ne

16 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye (İstanbul: 2010, Ötüken Yayınları), s. 47.

17 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.47

(23)

16

amaçla birden yerleşik hayat ihtiyacı içinde olması gereği cevaplanamamaktadır. Bu yağma ve istila hareketinin Müslüman beldelerine karşı yapılmış olması dikkat çekicidir. İslami anlayışta bir Müslüman beldeden ganimet almak yasaklanmıştır.

Çünkü bir Müslümanın diğerine malı ve canı haram kılınmıştır. Oysa feodal Türk geleneği bunun tam zıddıdır. Müslüman olsun olmasın ganimet toplamak ve yağma yapmak âdeti Selçuklularda da etkili durumda olup, İslamlaşmış olmak henüz bu geleneği değiştirmiş görünmemektedir.

Osman Turan bu durumu eleştiren bazı İslam müelliflerinin Türk feodalizmini başlangıçta iyi anlamadıklarını ifade etmektedir18

Tuğrul Bey bir elçi vasıtası ile yağma ve istila hareketlerinden şikâyet eden Abbasi Halifesine; ”Doğru hareket etmek için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Eğer milletimden (Türkmenlerden) aç kalanlar kötülük yapıyorsa, buna karşı ben ne yapabilirim.” cevabını vermiştir.19

Tuğrul Bey’in Oğuz akınları karşısında Diyarbekir Mervani Emiri Nasruddevle’ye bir şikâyet üzerine verdiği cevap da kayda şayandır. “Kullarımın senin memleketine geldiğini haber aldım. Sen bir Sugur (uç, hudut) Emirisin, onlara mal verip kâfirlere (Bizans’lılar) karşı kendilerinden faydalanmalısın. Zira onların maksatları Ermeni beldeleridir.”20 Tuğrul Bey bu cevabında Mervani emirinden haraç alan Türkmenleri eleştirmemekte, bilakis Mervani Emiri’nin onlara haraç vererek Bizanslılara karşı yararlanması gerektiğini belirtmektedir. Tuğrul Bey meşruiyet alması gerektiğini düşündüğü Abbasi Emiri’ne yağma ve talanları yapanların başıboş Türkmen grupları olduğunu ifade ederken kendisine tabi olması gerektiğini düşündüğü Mervani

18 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.47

19 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.47-48

20 Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.48

(24)

17

Emirine daha açık bir dille cevap vererek “onlara mal vererek kâfirlere karşı yararlanmasını” tavsiye etmektedir.

İbrahim Yınal’ın 1048 yılında Anadolu’ya gelerek, Erzurum’da Bizanslılar ile savaştığı (Hasankale Savaşı) ve onları yenerek 100.000 esir ve 10.000 araba yükü mal alarak Rey’e döndüğü bilinmektedir.21 Bu durum Selçukluların başlangıçta Anadolu’ya yalnız ganimet amaçlı seferlere çıktığının ve ganimet alırken Müslüman ve gayrimüslimler arasında bir fark gözetmediğini göstermektedir. Öyle ki 1071 yılında Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun istilasının önü Türklere açılmış olsa da Alparslan’ın başında olduğu Büyük Selçuklu Devleti yıkıldığı tarihe kadar Anadolu topraklarını vatan haline getirmeye hiçbir çaba göstermemiştir. Hatta kendilerine rakip olarak gördükleri Arslan Yabgu ahfadının Anadolu’da ayrı bir devlet oluşturma hareketlerine göz yumarak hanedanlıkta hak iddia eden grupların hevesinin Anadolu topraklarında kalmasını sağlayacak bir siyaset izlediler.

Selçuklular döneminde yapılan yağma ve çapul hareketlerinin sadece gayrimüslimlerle sınırlı olmadığını ispat eden en iyi örneklerden bir tanesi de Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin Nişabur’u fethetmeleri esnasında yaşananlardır. Şehri kuşattıktan sonra Nişabur’a giren Tuğrul hâkimiyet sembolü olarak kuşağında üç ok ile kolunda bir yay olduğu halde Türkmenlerle beraber şehre girerken Nişabur’un Alevi ve Şafii liderleri kendisini ziyarete gelirler ve dostluklarını belirtirler. Tuğrul onlarla iyi ilişkiler kurmaya gayret etse de Çağrı töre gereği şehrin yağmalanmasını istemektedir.22 Tuğrul buna mani olmak için yaklaşan Ramazan ayını da gerekçe göstererek şehrin yağmalanmasının caiz olmayacağını söylese de Türkmen savaşçılar Tuğrul Bey’in

“şehrin yağmalanmasının haram ve helali” konusundaki fikirlerine gülerler. Tuğrul ise

21 Turan , Selçuklular Zamanında Türkiye, s.48

22 Nihat Çetinkaya. Kızılbaş Türkler(İstanbul: 2010, Kripto Kitabevi), s.202

(25)

18

“Ramazan sonuna kadar bekleyin. Bayramdan sonra ise ne istiyorsanız yapın” diyerek onları yatıştırmaya çalışır. Hatta daha sonra Abbasi Halifesinin elçisi Tus’lu Ebu Bekir de Nişabur’a gelerek Halife’nin halka iyi davranılması ve yağma yapılmaması konusundaki tavsiyelerini içeren mektubunu iletir. Ancak Çağrı Bey ve emrindeki savaşçılar bunu kabul etmezler. Çağrı eline bıçağını alarak ağabeyi Tuğrul’a “eğer yağma yapmaya izin vermezsen bu bıçakla önce kendimi öldürürüm “ tehdidinde bulunur. Bunun üzerine halktan 40.000 dinar toplanarak işgalcilere getirilir. Çağrı bu parayı Türkmenler arasında bölüştürürek para karşılığında yağma yapmaktan vaz geçirtilmiştir23

Yukarıda anlatılmış olan örneklerden de görüldüğü üzere Selçukluların kuruluş döneminde hem gayrimüslim gruplar üzerine yapılan hem de Müslüman yerleşim bölgelerine karşı yapılan seferlerde yağmalama anlamında bir ayrım gözetilmemektedir.

Üstelik bu yağma seferlerini sadece başıboş ve denetimsiz konargöçer Selçuklu grupları değil devletin en üst düzeyde kurucusu olarak sayılabilecek Tuğrul ve Çağrı Kardeşler düzenlemektedirler. Bu durum Selçuklularda kuruluş döneminde Türk töresinin oldukça etkin olarak uygulamada olduğunu İslami düzenlemelerin ise hiç de göz önüne alınmadığını göstermektedir.

3.2 MOĞOLLARDA YAĞMA VE ÇAPUL

13.Yüzyıl başlarında Cengiz Han önderliğinde birliğini sağlayan Moğol kabileleri elli yıl gibi çok kısa bir sürede Pasifik Okyanusundan Orta Avrupa’ya kadar olan toprakları (dünya yüzölçümünün yaklaşık 1/3 ü) ellerine geçirmeyi başarmışlardır.

Moğol fetihleri Kore ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinden, Ortadoğu’ya, Hazar’ın kuzeyinden Avrupa topraklarına kadar nerede ise Afrika hariç tüm dünyayı etkilemiştir.

23 Nihat Çetinkaya, Kızılbaş Türkler, s.203

(26)

19

1258 yılında Ayn Calud Savaşında Baybars komutasındaki Memluk ordusuna karşı yenilgi alan Moğol ordusu Afrika topraklarına uzanmayı başaramadı.

Moğolistan gibi ıssız bir coğrafyada hayvancılık yapan atlı Moğol kabilelerinin nasıl olup da bu kadar kısa bir sürede böylesine olağanüstü bir başarıyı göstermiş oldukları tarihçiler arasında bu gün bile tartışılmaktadır. Bu durumu biraz olsun anlamak için Moğolların yaşam tarzına bir göz atmak faydalı olacaktır.

Çok aşırı ısı farklarının olduğu Moğolistan Ovalarında (-40 C ile +40 C arası) koyun, keçi ve büyükbaş hayvan yetiştiren Moğollar göçebe bir yaşam tarzı sürmekte idiler. Hayvancılıkta kullandıkları en büyük yardımcıları ise şüphesiz atları idi. Göçebe Moğollara en basit olarak lazım gelen ihtiyaç, hayvanlarını otlatabileceği otlaklar idi.

Otlak meselesi Moğol kabileleri arasındaki en büyük düşmanlık sebebi idi. Çünkü Moğolistan’da en önemli amaç, elde bulunan otlakları muhafaza etmek veya büyüyen kabilenin yeni otlaklara sahip olabilmesi idi. Bunun için ise komşu kabileler ile bitmek tükenmek bilmeyen çatışmaların olması kaçınılmazdı.

Bozkırlarda yeni otlaklar elde edebilmenin ve hareketliliğin en önemli vasıtası atlara sahip olmaktan geçiyordu. Moğol kabileleri için atlar; hem hayvan sürülerini yönlendirmekte en başta gelen yardımcıları hem de kabileler arasında yapılan savaşlarda ve baskınlarda başarının en başta gelen unsuruydu. Bu yüzden tüm Moğol halkı atlarla iç içe bir yaşam sürüyorlardı ve genç, yaşlı, kadın erkek hepsi çok iyi birer binicilerdi.24 Moğollar muhtemelen Çinlilerden öğrenmiş oldukları üzengi yapımı ile atları dizgin olmaksızın kullanabiliyorlar ve at üstünde geriye dönerek ok atabiliyorlardı. Bu durum savaş esnasında düşman ordularına karşı büyük avantaj sağlıyordu.

24 Robert Marshall, Doğudan Yükselen Güç (İstanbul, 1995, Sabah Kitabevi), s.25

(27)

20

Kabileler arasındaki mücadelelerde atların dışında en önemli bir diğer faktörde savaşçı toplum yapısıdır. Her ne kadar tüm tarih yazımlarında “dağlı” insanların çok sert mizaçlı ve savaşçı yapıda insanlar olduğunun, “ovalı” insanların ise barışsever ve yumuşak karakterli insanlar olduğunun altı çizilse de bunun tam tersini de rahatlıkla iddia etmek mümkündür. Çünkü dağ gibi fiziki korumanın kolaylıkla sağlandığı bir ortam saldırılardan korunmak için savaşçı özelliklerin fazlaca geliştirilmesine gerek bırakmaz. Çünkü dağ zaten bir engel olarak saldırganın karşısındadır. Aslında dağlı bir yaşam tarzını benimseyen gruplar bu zor şartlardaki yaşamı güvenlik amacı ile tercih etmişlerdir. Oysa ovada saldırıya uğrayan topluluğun savaşmaktan başka çaresi yoktur.

Saldırganların hakkından gelebilmek için iyi savaşmaları da gereklidir. Bu durum aslında ovalı insanların daha savaşçı ve saldırgan olmalarının altında yatan en önemli etken olmalıdır. Dünya tarihine bakıldığında hep bozkırlıların istilaları vardır. Türklerin, Moğolların ve İslamiyet’in ilk yüz yılındaki Arapların çok uzun bozkırları ve düzlükleri kat ederek geniş toprakları istila edebilmelerinin sebebini ovalardaki göçebe toplumların savaşma kabiliyeti ile izah edebilmek mümkündür. Dağlıların ise bulundukları dağdan ayrılmak ve yeni fetihler peşinde olmak gibi dertleri fazla olmamıştır. Dünya tarihinde büyük sonuçlara yol açan savaşlar dağ savaşları değil meydan savaşlarıdır. Bu da bozkırlıların saldırgan kişiliklerinin neden olduğu bir sonuç olabilir.

Tüm Moğol toplumu diğer bozkırlılar gibi eli silah tutan tüm erkekleri ile bir ordu millet gibidir. Tarihçiler Cengiz Han dönemindeki Moğolistan’ın 200.000 olan nüfusunun yaklaşık 70.000 adedinin asker ve savaşçı olduğunu yazar. Bu rakam ordu- millet kavramının ne boyutlarda olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Toplumun göçer yapıda olması askeri disiplinin temelini oluşturur. Çünkü göç olayı oldukça koordine bir hareket olup her hareketin kontrol altında tutulması çok önemlidir. Göçer topluluk içinde koordinasyon olmadan bu kadar uzun yolların kat edilmesi imkânsızdır.

(28)

21

Çin imparatorluğunun kuzey bozkırlarından yapılan saldırılara karşılık verememesi ve bu saldırıları yine bozkırlarda yaşayan ve çeşitli şekillerde imparatorluğun yanına çekilmiş olan gruplara ihale ederek önlemeye muvaffak olduğu söylenebilir.

Göçebelerin bir yerden başka bir yere göç etmeleri ve kısa sürede orada düzenlerini kurabilmeleri çok dikkat çekicidir. Fas’lı Seyyah İbn-i Batuta Türk göçebelerin birkaç saat içinde koca bir şehir kurmasını müşahede etmiş ve bunu çok ilginç bulmuştur.25 Bazı tarihçiler Moğolların bu kadar geniş bir coğrafyada başarılı fetihler yapmış olmasını göçebe yaşam tarzı ile ilintilendirirler. Moğol Savaşçılar göçebe dönemi tecrübeleri ile yanlarında kurutulmuş et, peynir v.s bulunduruyor, gidecekleri yönü çok iyi tayin edebiliyor, nehir ve akarsular üzerinden don tuttuğu zaman geçilebileceğini geçmiş tecrübelerden iyi hesap ediyorlardı. Bu durum askerlere çok büyük avantajlar sağlamaktaydı.26

Tarihsel verilere göre Moğolistan çevresinde bulunan yerleşik toplumlar ilk Moğol saldırıları ile M.Ö. 800 yılından itibaren karşılaşmaya başladılar. Çinli yetkililer bu saldırıları başlangıçta kuraklığa bağlı açlık ile açıklamaya çalışıyorlar ve bunlara bir miktar rüşvet vermek yolu ile bu işi çözme yoluna gidiyorlardı. Göçebeler ise Çin’i talan edilmesi gereken bir yer olarak görüyorlardı.

Göçebeler bazen yerleşikler ile ticari ilişkiler içinde oluyorlardı. Onlara hayvansal ürünler vererek karşılığında altın, gümüş, ipek, işlenmiş madenler, kılıç, zırh gibi malzemeleri takas ediyorlardı. Ancak içlerinden pek çoğu bunları hırsızlık ya da talan yolu ile elde etmeye çalışıyordu.27Üstelik bu durum toplum içinde yadırganan bir davranış değildi.

25 İbn-i Batuta, Büyük DünyaSeyahatnamesi (Yeni Şafak Kültür Yayınları) s.159

26Nazile Abbaslı, Cengiz Han (İstanbul: 2008, Bilge Karınca Yayınları), s.137.

27 Robert Marshall, Doğudan Yükselen Güç, s. 5.

(29)

22

Cengiz Han dönemi ve sonrasında dünyanın yerleşik topraklarının büyük bir kısmını kısa sürede fetheden Moğollar belli başlı tüm büyük merkezleri yakıp yıkmış ve talan etmişlerdir. 1211-1213 arasında Çin’e yapılan seferde çok büyük ganimetler elde edilmiş dönüşte binlerce insan kılıçtan geçirilmiştir. Cengiz’in Çin Seferinden dönüşte burada elde ettiği zafere karşı Çin topraklarında hiçbir asker bırakmaması onun sadece yağma amaçlı olarak bu sefere çıktığının önemli bir göstergesidir. Dönüşte yapılan katliam ise buraları korkuya boğarak otoritesini tanıtmak olarak açıklanabilir.28

Moğollar tarafından 1220 yılında Buhara’nın işgal edilmesi, 1221 yılında Merv’in işgal edilmesi, daha sonra Herat, Nişabur ve 1258 yılında Hülagu’nun Bağdat’ı fethi esnasında çok büyük katliamlar yapılmış ve tarihçilerin ifadelerine göre kafataslarından kuleler yapılmıştır.29

Cengiz Han ordusundaki göçebe Moğol askerleri deriden yapılma elbiseler giyiyorlardı ve Cengiz Yasasına göre bunların paralanıncaya kadar çıkartılması yasaklanmıştı. Bu derece fakirlik içinde olan Moğol askerlerine ganimetler için savaşılmasını tavsiye etmek zor olmasa gerekir.30 Cengiz Han ordusunda bulunan yüksek rütbeli subaylarda ganimeti çok önde tutan bir mücadele içinde idiler. Bir savaş esnasında savaş bitmeden ganimet peşine düşen amcası, yeğeni ve Prens Altan, Cengiz Han tarafından engellenmeye çalışılınca, ondan ayrılarak Ong Han tarafına geçmişlerdir. Bu durum savaşçıların aslında en önemli motivasyonunun Cengiz’e sadakat değil, ganimet unsuru olduğunu gösterir.31

28 Nazile Abbaslı, Cengiz Han, s. 121.

29 Robert Marshall, Doğudan Yükselen Güç, s.29, 30, 31.

30Nazile Abbaslı, Cengiz Han, s. 98.

31Nazile Abbaslı, Cengiz Han, s. 78.

(30)

23

4. BİRİNCİL KAYNAKLARDA YÜKSELME DEVRİNE KADAR OLAN SAVAŞLARIN GANİMET AÇISINDAN İRDELENMESİ

4.1 AŞIK PAŞAZADE : TEVARİH-İ ALİ OSMAN

Âşık Paşazade bilinen ilk Osmanlı tarihçilerindendir. Asıl adı Derviş Ahmed olup mahlası Aşıki’dir. Büyük dedesinin Âşık Paşa olmasından dolayı kendisi Âşık Paşazade olarak anılmaktadır. Derviş Ahmed’in kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte anlattıklarından yola çıkmak suretiyle 1393 ila 1400 yılları arasında bir tarihte doğmuş olması gerektiği tahmin edilir. Franz Babinger onun 1400 yılında doğmuş olması gerektiğini yazsa da telif etmiş olduğu eserde anlattıklarına bakıldığında kendisi 1413 yılında Geyve’de henüz 13 yaşında olan II. Murat ile Musa Çelebi’nin mücadelesine aktif olarak katıldığını yazmaktadır. Bu yüzden onun bu tarihte yaklaşık yirmi yaşlarında bir genç olması gerektiğini dolayısı ile 1393 yılında doğmuş olmasının muhtemel olduğunu yazan tarihçiler bulunmaktadır.32

Çelebi Mehmet’in o zamanlar 13-14 yaşlarında olan oğlu Şehzade Murat’ın amcası Musa Çelebi ile olan mücadelesine aktif olarak katılmış olan Derviş Ahmet Geyve civarlarında iken hastalanmış ve bir müddet Orhan Gazi’nin imamının oğlu olan Yahşı Fakıh’ın evinde kalmıştır. Bu esnada evinde misafir olduğu kimseden Osmanlıların Yıldırım Beyazıt dönemi sonuna kadar olan tarihi olayları dinleyip hafızasına nakşettiğini aşağıdaki satırlardan anlamaktayız;

Ol vakt du’acı fakir köyde kaldum. Orhan’un imamı oğlı Yahşı Fakıh evinde hasta oldum.Geyve’de anda kaldum. Menakıb-ı Al-i Osman’ı ta Yıldurum Han’a gelince ol imam oglından nakl itdüm kim habar virürin (metin v. 93a-b)

32Aşık Paşazade, Osmanoğulları’nın Tarihi Haz. Kemal Yavuz, M.A.Yekta Saraç (İstanbul:

2007, Gökkubbe Yayınları), s.31

(31)

24

Aşık Paşazade’nin anlatımından tarihe gençlik yıllarından itibaren meraklı olduğu anlaşılmaktadır. Bunu hasta yatarken bile yapmış olduğu tarih sohbetlerinden anlamak mümkündür. Ayrıca yazmış olduğu tarih okumalara, dinlemiş olduğu şeylere ve en önemlisi bizzat yaşayarak görmüş olduklarına dayanmaktadır ki bu yüzden Osmanlı tarihi konusunda kendisinden öncekilere nazaran yazılmış en kapsamlı eser olarak dikkat çekmektedir.

Aşık Paşazade ömrü boyunca üç tane padişah ile (I. Mehmet, II. Murat ve II.Mehmet) birlikte seferlere katılmış ve onlarla bizzat tanışmış ayrıca onların iltifatlarına nail olmuştur. Fatih’in İstanbul’u fethine de katılmış hatta seferden sonra ganimet malından kendisine ev verilerek İstanbul’da kalması sağlanmıştır.33 Ömrünün ilerleyen yıllarında bile aktif olarak seferlere katılmış ve bu seferler esnasında kendisine düşen ganimetlerle ödüllendirilmiştir. Ölüm tarihi olarak Boğdan Seferi sonrasında öldüğü dolayısı ile 2. Beyazıt’ın Boğdan Seferi sonrasında (1484) ölmüş olabileceği iddia edilse de bu sefer büyük olasılıkla Fatih Sultan Mehmet’in yapmış olduğu Boğdan Seferi olup ölüm tarihinin 1481 yılında Fatih Sultan Mehmet’in vefatından bir müddet öncedir.

Osmanlı Devletinin kısa bir süre zarfında Anadolu ve Balkanlarda hızlı bir genişleme göstermesinde dönemin savaş ekonomisinin getirilerini toplumsal gruplara dengeli ve tatmin edici bir şekilde dağıtmış olması gösterilebilir. Osmanlıların kuruluş döneminde seferlerden elde edilen ganimetlerin sadece gazilere dağıtıldığı, İslami kurallara göre bu mallardan ve esirlerden padişaha ayrılması gerekli olan (“pençik” adı verilen sistem) miktarın alınmasına II. Murat devrinde başlandığı bilinmektedir. Anadolu ve Rumeli’nin dağınık ve pek çok milliyeti bir arada barındıran yapısının Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve büyüme dönemlerinde bu faaliyetleri yürütebilmek için uygun

33 İstanbul’un fethi esnasında 55-60 yaşları arasında olmalıdır.

(32)

25

bir zemin oluşturduğu söylenebilir. Bu bölgede yüzyılların hâkimi olan Bizans imparatorluğu artık İstanbul ve çevresinden ibaret bir şehir devleti görünümüne bürünmüştü. Moğolların ağır bir darbe vurarak zayıf düşürdüğü ve kendine bağlı kukla padişahlar ile Anadolu’yu yönettirdiği Selçuklular da bu coğrafyada eskisi gibi varlıklarını hissettiremiyorlardı. Bu siyasal boşluk yerel beyliklerin güç kazanmasına zemin hazırlıyordu.

Tevarih’i Al-i Osman’da yazılanlar incelendiğinde Osmanlıların gaza felsefesinden ziyade ekonomik getirisi oldukça fazla olan ve o dönem için başıboş bir coğrafyada sürekli savaşarak yeni topraklar ve ganimetler elde etmeye dayanan bir yaşam tarzını benimsediğini görürüz. Âşık Paşazade’nin bizzat kendisinin de bu tür mücadelelerde en ön safta yer almış olması ve yapmış olduğu seferlerde alınan ganimetlerden sık sık bahsetmesi bunu doğrular.

Osmanlı kuruluş yıllarında henüz küçük bir beylik iken çevredeki tekfurlarla olsun veya meşruiyet almak durumunda olduğu Selçuklu Sultanlığı ile olsun ekonomik anlamda iyi ilişkiler içinde olmuştur. Eserin 8. Bab’ında Osman Gazi’nin uzun mücadeleler sonrasında bir hisarı zapt ettiği ve alınması çok güç görülen bu hisarı ele geçirdikten sonra kardeşinin oğlu Aktimur’u pek çok hediye ve armağanlarla birlikte o dönemin Selçuklu Sultanı Alaaddin’e gönderdiği, Alaattin’in de bu jeste karşılık Osman Gazi tarafına sancak, sancak ile ilgili eşyalar, iyi atlar ve gaza için çeşitli silahları gönderdiği yazmaktadır. Ancak kaynaklarda bunların ne olduğu konusunda detaylı bilgiler maalesef bulunmamaktadır.

Osman Gazi yapılan savaşlarda gayrimüslim savaşçılarla birlikte olmakta ve kazanılan ganimetlerden onlara paylar vermektedir. Zaten 10 numaralı Bab

(33)

26

“Harmankaya kâfirlerinin Osman Gazi ile ne yönlerden tanışık olduklarını ve neler yaptıklarını bildirir” başlığı ile başlamaktadır.34

Harmankaya kâfirlerinin başı olarak bahsi geçen kimse Köse Mihal olup Osman Gazi ile birlikte seferlere çıkmaktadır. Üstelik bu ikiliye hizmet edenlerin çoğunluğu da Harmankaya (Bilecik’te bir yer) kâfirleridir. Osman Gazi ve Köse Mihal’in başını çektiği bu grup pek çok gayrimüslim yerleşim bölgelerini basıp, yağmalamakta ve ganimetler arada ortak olarak bölüşülmektedir. Köse Mihal ve beraberindeki gayrimüslim savaşçılar bölgeyi çok iyi tanıdıkları için Osman Gazi’ye kılavuzluk yapmaktadırlar. Osman Gazi Harmankaya kâfirleri ile niçin birlikte olduğunu soranlara

“Komşularımızdır, biz bu yere geldiğimiz zaman acınacak durumda idik, bunlar bizi hoş tuttular. Şimdi bize yakışan bunlara saygı duyup iyilik etmektir.” cevabını verdi.35

Bu hikâye Osmanlıların henüz küçük bir beylik iken kendi askeri ve ekonomik çıkarları ile uyumlu olan gayrimüslim kesim ile iyi ilişkiler içinde olduğunu ve onları, üzerlerine gaza yapılması gerekli bir grup olarak görmediğini gösterir. Nitekim 10.

Bab’da anlatılanlara bakılırsa Köse Mihal ile Tarakçı beldesine yapılan seferde esir alınmasa da halka boyun eğdirmek için pek çok mal ve ganimet toplanmıştır. Âşık Paşazade bu durumu nasıl karşıladığını bölüm sonunda yazmış olduğu şiir ile çok güzel anlatmaktadır.

Komşuyla dost geçinmek gerekir.

Komşunu düşün de sana yılan gibi düşman olmasın.

Kime dostluk ediyorsan ondan sakın.

Düşünüp, sakınmayan başını yollarda kaybetmiştir.

Gönlünde dini bozuk, sözü yalan olanı, Özellikle kâfir bile olsa dost edinmez.

34 Tevarih-i Al-i Osman, s. 65

35 Tevarih-i Al-i Osman, s. 66

(34)

27

20. bab Köse Mihal’in nasıl Müslüman yapıldığını anlatmaktadır ve satır aralarından Osman’ın Müslüman olmazsa önce onun vilayetini vuralım dediği Köse Mihal’in oldukça kurnaz bir davranışla kendisine henüz teklif yapılmadan Osman Gazi’ye Müslüman olmak istediğini söylemesini hikâye eder. Böylece Osman ile Mihal arasında siyasi ve ekonomik birlikteliğe ilave olarak dini bir birliktelik de oluşmuştur.

Tevarih-i Al-i Osman’ın pek çok yerinde yapılan seferlerde nasıl ganimetler alındığı teferruatlı olarak yazmaktadır. Örneğin Bursa’nın fethini anlatan 23. Bab’da savaşın nasıl ekonomik bir getiriye tahvil edildiğinin güzel bir örneğini görmek mümkündür. Uzun seneler boyunca muhasara altına alınan Bursa Kalesinde direnenler artık kurtuluş çarelerinin kalmadığını görünce kuşatmayı sürdüren Köse Mihal’e “şehri ancak Sultan’a teslim ederiz” mesajını yollarlar. Ancak kaleyi sağ salim terk etmek için Sultan’ın kendilerini koruyacak bir askeri birlik göndermesini isterler. Köse Mihal ise kendilerini koruyacak olan bu askerlere ne vereceğini sorması üzerine otuz bin flori karşılığında anlaşırlar. Sultan’ın (Orhan Gazi) askerleri bu para karşılığında onları Gemlik’e kadar bırakırlar. Bursa Tekfurundan alınan otuz bin florinin tamamı Sultan Orhan tarafından gazilere paylaştırılır. Bu rakam oldukça büyük bir para olup gaziler bu para ile zengin olurlar.36

Osmanlıların İznik’i fethinde yaşananlar kadının o dönemdeki konumu bakımından ilginçtir. İznik’te aynı Bursa gibi çok uzun yıllar muhasara edilerek teslim olmaya zorlanmış ve en sonunda çare kalmadığını gören İznikliler teslim olmak zorunda kalmışlardır. Tekfur kendisini izleyen halkı ile birlikte şehri terk edince Orhan Gazi İznik’in İkülos adı verilen en güzel bahçesine gelir. Burada kendisini şehir halkı ile birlikte pek çok kadın karşılamıştır. Orhan “Bunların erkekleri hani” diye sorunca

36 Tevarih-i Al-i Osman, 23. Bab

(35)

28

erkeklerin savaş ve açlıktan dolayı kırıldıklarını ve bu kadınların çoğunun dul olduğu söylenir. Aşık Paşazade 32. Bab’da Orhan Gazi’nin verdiği bir emirle bu kadınları gaziler ile evlendirdiğini, şehrin mamur evlerini gazilere verdiğini yazar. Ayrıca “Hazır kadın ve evler ola kim kabul etmeye” diyerek şaka yollu bu duruma gönderme yapmaktadır.

45. Bab Edirne’nin fethi için yapılan büyük çatışmaları anlatır. Osmanlı askerleri tarafından bir bir ele geçirilerek fethedilen hisarlardan kaçan gayrimüslim savaşçılar Edirne’de bir araya gelerek şehri savunmaya çalışmaktadırlar. 1. Murat bunların üzerine Hacı İlbeği ve Evrenos Gazi’yi gönderir. Şehri kısa bir direnmeden sonra fetheden Osmanlı ordusu töre gereği burayı yağmalattırır. Çünkü şeriat hükümlerine göre aman’la teslim olmayan bir belde yağmalanmalıdır. Ancak Âşık Paşazade bu bölümde yağma lafzını kullanmamakta olup “Şehrin kapısını açtılar. Feth olundu. Adet olduğu üzere o gün şehri tasarruf ettiler.” demektedir. Tasarruf kelimesinden kast edilenin yağmalanmaya izin verilmiş olmasıdır. Ancak ganimet hikâyelerinde hiçbir yazar

“yağma” kelimesini kullanmamaktadır. Bu kavram ikincil kaynaklarda kullanılır.

Âşık Paşazade’nin yazmış olduğu bu eserin birçok bölümünde yağma ve ganimet paylaşımını konu edinen hikâyeler bulmak mümkündür. Âşık Paşazadenin de bizzat kendisi bu seferlerde bulunmuş ve bu seferlerden çeşitli ganimetler ve esirlerle dönmüştür. Örneğin II. Murat’ın Düzme Mustafa ile olan mücadelesinde Ulubat Köprüsü üzerindeki çatışmalara katıldığını, Balkanlarda çeşitli seferlere katılarak bir defasında beş tane esir alıp bunları Üsküp’te dokuz yüz akçeye sattığını yazmaktadır.

1438-39 yıllarında II: Murat’ın Belgrat Seferine de katılıp buradan dokuz baş esir ve dört atla Edirne’ye geldiğini, sefer esnasında II. Murat ile karşılaştığını ve Murat’ın ona

(36)

29

esir ve beş bin akçe ile iki at verdiğini yazmaktadır. Edirne’de bu esirleri satarak paraya çevirmiştir.37

Âşık Paşazade’nin anlatmış olduğu canlı tarih anlatımı içinde dikkat çeken başka bir bölüm ise yeniçeriliğin anlatıldığı 45. Bölümdür.

Karamanlı Kara Rüstem adlı bir bilgin kimse Osmanlılarda o döneme kadar savaşlarda esir alınan kimselere yapılan uygulamanın İslami esaslardan uzak olduğunu iddia ederek bunu değiştirmeyi başarmıştır.

Kara Rüstem o zamanlar kadı asker olan Çandarlı Halil’e esir alınan kimselerin beşte birinin padişahın hakkı olduğunu ve bunun İslam’a göre bir hak olduğunu ifade eder. Çandarlı Halil bu meseleyi padişaha aksettirince onun da onayı ile alınan esirlerin beşte biri padişaha verilmeye başlanır. Eğer bir kimse beş taneden daha az esir elde etmişse her bir esir karşılığı padişaha yirmi beş akçe verilmeye başlanır. Çandarlı Halil toplanan bu esirleri görünce “Bunları Türk’e verelim, Türkçe öğrensinler, Türkçeyi bilince getirip yeniçeri yapalım “ dedi. Bu uygulama ile yapılan seferlerden padişahların elde ettiği gelir artmaya başladı. Türk’e verilerek Türkçe öğretilen gayrimüslim gençler zamanla yeniçeri ordusunun temeli oldular. Ayrıca bu gençler yeniçeri oluncaya dek kaldıkları Türklerin yanında ekonomik anlamda yararlı işler yaptılar. Ağırlıklı olarak asker bir yapısı olan Osmanlı erkeklerinin yapamadığı zirai hizmetlerde çalıştırıldılar.

Beyit;

Yeniçeri’ye kapıda ihtiyaç vardır.

Her bir hizmette padişahın isteğini yerine getirirler.

Hükümdarları için ganimetten alınmışlardır.

37 Tevarih-i Al-i Osman, s. 66

(37)

30 Bulunmaz burada başka bir asker.

4.2 CİHANNÜMA VE MEHMED NEŞRİ

Cihannüma’nın yazarı olan Mehmed Neşri hakkında elimizde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Neşri onun mahlasıdır. Halil İnalcık Bursa şeriyye sicillerine dayanarak tam isminin Hüseyin bin Eyne Bey olabileceğini belirtmiştir. Neşri yazmış olduğu eserlerinde kendisi hakkında bilgi vermekten kaçınmıştır. Hoca Sadeddin, Neşri’nin yazmış olduğu eserinden bir bölümü kendi kitabına aynen koymuş ve bu kitabında onun adını Mevlana Mehmed Neşri olarak zikretmiştir. Şair biyografyaları yazan tezkireciler içinde de Neşri adı kullanılmıştır. Bu Neşri’nin tarih yanında şiir ile de uğraştığını ve döneminin bilinen şairleri arasında olduğunu akla getirmektedir.

Nitekim eserinin bazı bölümlerinde kendisi tarafından yazıldığı anlaşılan beyitler bulunmaktadır.

Neşri, Bursa’da müderrislik yapmış ve ömrünün önemli bir kısmını burada geçirmiş yine bu şehirde vefat etmiştir. Ölüm tarihi konusunda da net bilgiler söz konusu değildir. 1.Selim zamanında yaşamış olduğu ve Kanuni dönemini görmemiş olduğundan hareket ile en geç 1520 yılında ölmüş olabileceği kabul edilmektedir.

Neşri’nin yazmış olduğu Cihannüma adlı eser altı kısım halinde yazılmış olup dönemin padişahı II. Beyazıt’a ithaf edilmiştir. Eserin tamamı bu gün elimizde değildir.

Sadece altıncı kısımda Türklerin ve Osmanlı Devleti’nin tarihi, efsanevi Oğuz Han’dan itibaren Sultan II: Bayezıt dönemine kadar olan dönemi kapsamaktadır. 6. Kısım’da Türklerin menşeini, Oğuz Han’ı ve seleflerini, Karahanlı Devletini, ikincisi Rum (Anadolu) Selçuklularını, Karamanoğullarını en tafsilatlı olanı ise Osmanlı Devleti tarihini ele almaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

hava korkunç sıcaktı. Kamp sımsıkı kapatılmıştı. Hiçbir tutsak, hiçbir bit kampın kapısından çıkmaya cesaret bile edemez. Komandolar iş bırakmıştı. Binlerce çıplak

ÜNİTE: Osmanlı Devleti Kuruluş Beylikten Devlete Geçiş

 Osmanlı Devlet’inde savaşta yararlılık göstermiş askerlere ve bir kısım memurlara devletin kasasından doğrudan maaş vermek yerine geliri daha önceden belirlenmiş

“Osmanlı hükümdarlarının görev ve sorumlulukları nedir?” sorusuna temel oluşturduğu kuvvetle muhtemeldir. Yükselme dönemi Osmanlı aydınlarının padişahın

3 J. Hammer, bu savaşın 1307 yılında olduğu kaydeder. “Koyunhisar/Bapheus bozgunundan sonra Ad- ranos, Madenos, Kite, Kestel tekfurları, Bursa hâkiminden aldıkları emir

şekilde irtibatlandırılır. e) Yatay duman kanalının uzunluğu doğal çekişte baca yüksekl iğinin % 25'inden fazla olmamalı ve yalıtım yapılmalıdır. f) Bacalar

Bunun sonucunda Aynalı Kavak sözleşmesi imzalandı.(1779) Buna göre Rusya Kırım’ın iç işlerine karışmayacak Osmanlı Devleti Şahin Giray’ı Kırım Hanı olarak

Rusya’nın Kırım’a saldırması, Osmanlı – İran Savaşları’nda Kırım hanının göndereceği yardımın Ruslar tarafından engellenmesi, Avusturya ile