• Sonuç bulunamadı

İmam Şatıbı ve Kuran ilimlerindeki yeri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İmam Şatıbı ve Kuran ilimlerindeki yeri"

Copied!
141
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLÂMÎ BİLİMLER ANABİLİM DALI

TEFSİR BİLİM DALI

İMAM ŞÂTIBÎ VE

KUR’AN İLİMLERİNDEKİ YERİ

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK

Hazırlayan

İrfan ÇAKICI

(2)

ÖNSÖZ

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam O’nun rasûlüne ve ona tâbi olanlara olsun.

Kur'an’ı doğru bir şekilde anlamak ve yorumlamak, onun, muhatapları üzerine yüklediği ilahi bir görevdir. İslam ümmeti, bu kutlu görevi yerine getirecek hayırlı bir topluluğu her dönemde kendi içinden çıkarmıştır. Bu hayırlı topluluk, insanların dinlerini daha iyi anlamalarında kendilerine yardımcı olacak çok değerli eserler ortaya koymuşlardır. Bu sebepledir ki, İslam dünyası kültürel açıdan çok zengin tarihî bir geçmişe sahip olmuştur. Her dönemde olduğu gibi bu gün de yüzlerce araştırmacı aynı heyecan ve gayretle bu hizmete katkıda bulunmaya devam etmektedir.

Vahyin inmeye başladığı ilk zamanlarda insanların Kur'an’a yoğunlaşmaları ve onunla diğer sözleri birbirine karıştırmamaları düşüncesiyle Hz. Peygamber, Kur'an dışındaki yazımı yasaklamıştı. Bu sebeple bir müddet, hem Hz. Peygamber’in sözleri ve hem de Kur'an’a yönelik yapılan açıklama ve yorumlar şifâhî yolla paylaşılır olmuştu.

Hz. Ebu Bekir’in hilâfeti döneminde Kur'an’ın Mushaf haline getirilmesi, Hz. Osman döneminde Kur'an’ın çoğaltılması, Kur'an’la ilgili çalışmaların hız kazanmasına zemin hazırlamıştır. Hicrî birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarına gelindiğinde, Kur'an’la ilgili bilgiler daha sistemli bir şekilde ele alınmaya başlanmış, ikinci asrın sonu ile üçüncü asrın başlarında ise, Kur'an’la ilgili daha sistematik eserler ortaya konmuştur.

Kur'an’ı daha derin ve daha etraflıca anlama gayretlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ulûmu'l-Kur'an’ı; “Kur'an’la ilgili bilgileri inceleyen bir ilim dalı” olarak tarif edebiliriz. Başlangıçta hadis çalışmaları içinde yer alan bu ilim, zamanla müstakil bir disiplin haline gelmiştir. Bu disiplin içinde kimi araştırmacılar bütün konuları ihtiva edecek tarzda eserler ortaya koymuş, kimileri ise sadece bazı bölümlerle ilgili çalışmalarda bulunmuşlardır.

Milâdî XIV. Asırda Gırnata’da yaşamış olan Mâlikî mezhebinin önde gelen isimlerinden biri olan Şatıbî, daha çok usûl-i fıkıh alanındaki çalışmalarıyla İslam dünyasında tanınmış bir âlimdir. Kuşkusuz bunda en büyük pay, müellifin İslâmî İlimler Metodolojisi olarak bilinen el-Muvâfakât adlı eserine aittir. Eserde ağırlıklı olarak fıkıh usûlüne ilişkin konular işlenmiştir. Ancak bununla birlikte hadis, tefsir usûlü ve Kur'an ilimleri konularına da yer verilmiştir. Ki, Kur'an İlimlerinin temel konuları arasında kabul edilen muhkem-müteşâbih, nesh, nüzul sebepleri… gibi konular çok geniş bir

(3)

şekilde ele alınmıştır. Bu yönüyle eserin, klasik fıkıh usûlü kaynaklarından farklı bir üslup ve içerikle kaleme alındığını söyleyebiliriz.

“Şâtıbî ve Kur'an İlimlerindeki Yeri” adlı çalışmamız sırasında, metot olarak şöyle bir yol takip edildi. Hangi konu ele alındıysa öncelikle o konuyla ilgili diğer temel kaynaklara baş vuruldu. Daha sonra, müellifin bu konuyu nasıl işlediği üzerinde duruldu. Son olarak ta, “Değerlendirme” bölümüne yer verildi.

Çalışma bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, müellifin yaşadığı bölge ve o yörenin sosyal ve kültürel yapısı; müellifin hayatı ve ilmî şahsiyeti; müellifin kendisinden istifade ettiği hocaları; ders verdiği öğrencileri ve son olarak ta eserleri hakkında bilgiler verildi. Giriş kısmında başta, Ahmed Bâbâ et-Tinbuktî’nin

Neylü’l-İbtihâc ve Hâlid Mesud’un İslam Hukuk Teorisi olmak üzere müellifle ilgili yapılan diğer çalışmalardan istifade edildi.

Birinci bölümde, ele alınan konuya ön hazırlık olması bakımından genel hatlarıyla Kur'an İlimlerinin doğuşu, gelişmesi, ulûmu'l-Kur'an teriminin tarifi, sayısı, bu ilmi bilmenin faydaları ve bu alanda telif edilmiş eserler üzerinde duruldu.

İkinci bölümde ise, temel kaynaklardan hareketle her konu kendi bütünlüğü içinde ele alınıp, zaman zaman farklı görüşlere de yer verildi. Sonra bu konunun Şâtıbî tarafından nasıl işlendiği üzerinde duruldu, konu en anlaşılır yönüyle incelendi. Müellifin, zaman zaman çok geniş bir şekilde yer verdiği değerlendirmeler, ana fikrinden hareketle özetlendi, bazen de çok sayıdaki örneklerden bir kaçına yer verildi. Her konunun sonunda ise, “değerlendirme” başlığı adı altında konuyla ilgili görüş ve kanaatler ortaya kondu.

Bu çalışmam sırasında istifade ettiğim herkese minnet duymakla birlikte; özellikle danışman hocam Prof. Dr. M. Said Şimşek olmak üzere, tezin seçiminde fikirlerinden istifade ettiğim Prof. Dr. Yusuf Işıcık ve teknik konularda kendisinden istifâde ettiğim Doç. Dr. F. Ahmet Polat’a ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Gayret bizden tevfîk Allah’tandır.

İrfan ÇAKICI Konya–2007

(4)

ÖNSÖZ ...I

İÇİNDEKİLER ...III KISALTMALAR ...VII GİRİŞ

A.KUR'AN İLİMLERİ’NİN TARİHÇESİ ...1

1. Kur'an İlimlerinin Doğuşu ve Tedvîni...1

2. Kur'an İlimleri Kavramının Ortaya Çıkışı ...7

3. Ulûmu’l-Kur'an Kavramının Sözlük ve Terim Anlamı...9

4. Kur'an İlimlerinin Konusu ...10

5. Kur'an İlimlerini Sayısı...10

7. Ulûmu’l-Kur'an’ı Bilmenin Faydası...11

8. Ulûmu’l-Kur'an ve Usûlü’t-Tefsir Karşılaştırması ...12

9. Ulûmu'l-Kur'an’a Dair Eserler ...12

BİRİNCİ BÖLÜM A. ŞATIBI’NİN YAŞADIĞI YER, HAYATI, ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ I. GENEL YAPISI İTİBARİ İLE ENDÜLÜS VE GIRNATA ...17

1. Bölgenin Sosyal ve İdari Yapısı...17

2. Bölgenin İlmî ve Fikrî Yapısı ...17

II. ŞÂTIBÎ’NİN HAYATI ...20

1. İsmi ve Künyesi ...20

2. Doğumu ve Hayat Hikayesi ...20

3. Müellifin Meslek Hayatı ...21

4. Kişilik ve Ahlâakı...21

III. ŞATIBÎ’NİN İLMÎ YÖNÜ...22

1. Şatıbî’nin Eğitim Serüveni...22

2. Şatıbî’nin Öğrencileri ...24

3. Şatıbî’nin Eserleri...25

a. el-Muvâfakât...25

b. el-İ’tisâm ...29

c. el-İfâdât ve’l-İnşâdât ...30

d. Unvânu’l- İttifâk fî ilmi’l-İştikâk ...31

e. Kitâbu’l-Mecâlis ...31

f. Şerhu alel’l-Hulâsâ fi’n-Nahv...31

g. Kitbâbu Usûli’n-Nahv...32

h. el-Fetâvâ (Fetvalar)...32

İKİNCİ BÖLÜM ÖNEMLİ BAZI KUR’AN İLİMLERİ BAHİSLERİ A. MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH ...33

I. MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH’E GENEL BİR BAKIŞ ...33

1. Muhkem ve Müteşâbih’in Lûgat ve Istılah Manaları ...33

1.1. Muhkemin Lûgat ve Istılah Manası ...33

1.2. Müteşâbih’in Lûgat ve Istılah Manası ...33

(5)

2.1. Kur'an-ı Kerim’in tamamı muhkemdir ...34

2.2. Kur'ân-ı Kerim’ın tamamı müteşâbihdir ...34

2.3. Kur'ân-ı Kerim’in bir bölümü muhkemdir bir bölümü ise müteşâbihtir ...34

3. Müteşâbih’in Çeşitleri...35

4. Müteşâbih Âyetlere Örnekler...36

5. Müteşâbihlerin Kur'an’da Yer Almasının Hikmetleri ...37

II. ŞÂTIBÎ’DE MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH ...38

1. Muhkem ve Müteşâbihin Anlamları...38

1.1. Özel kullanım ...38

1.2. Genel kullanım ...38

2. Şer’î Nasslarda Müteşâbihatın Miktarı ...39

2.1. Müteşâbihatın Şer’î Nasslarda Az Olduğunun Delilleri ...39

2.2. Müteşâbihatın Şer'î Nasslarda Çok Olduğunun Delilleri...40

2.3. Delillerin Karşılaştırılması ve Değerlendirilmesi ...40

3. Müteşâbihin Çeşitleri...41

3.1. Hakîkî (Gerçek) Müteşâbih...41

3.2. İzafî (Göreli) Müteşâbih...41

4. Küllî-Cüz’î Kâideler Açısından Müteşâbihin Durumu ...42

5. Müteşâbihlerin Te’vili (Yorumu) ...43

5.1.Müteşâbihi Te’vil Etmenin Şartları ...43

III. DEĞERLENDİRME ...44

B.NÂSİH VE MENSUH ...46

I. GENEL HATLARIYLA NESH PROBLEMİ ...46

1. Neshin Lûgat ve Istılah Manası ...46

1.1. Neshin Lûgat Manası ...46

1.2. Neshin Istılah Manası: ...46

2. Nesh Konusunda Cumhurun Görüşü...48

3. Nâsih- Mensuh Konusunda Genel Kaide...48

4. Kur'an’da Neshi Kabul Edenler ve Bunların Delilleri...49

5. Neshi Reddedenlerin Bu İddialara Karşı Cevapları ...50

6. Neshin Vukû Bulması İçin Gerekli Olan Şartlar ...54

7. Neshi Kabul Edenlere Göre Kur'an’da Neshin Çeşitleri ...54

8. Kur'an’da Neshin Varlığını Reddedenlerin Görüşleri ...55

II. ŞÂTIBÎ’DE NESH PROBLEMİ ...57

1. Neshe Dair Genel Bir Kâide ...57

2. Nesh İle İlgili Bazı Örnekler ...58

3. Neshin Azlığının ve Ender Olduğunun Delilleri...59

4. Nesh Meselesinde Haber-i Vâhidin Durumu ...59

5. Şâtıbî’ye Göre Mütekaddimûnun Neshe Bakışı...61

6. Müellifin Neshe Dair Son Sözü ...64

III. DEĞERLENDİRME ...64

C. ÂMM VE HAS ...67

I.GENEL ÖZELLİKLERİ İTİBARİYLE ÂMM VE HASS ...67

1. Âmm’ın (Umûm’un) Tarifi ...67

2. Umûmilik İfade Eden Kelimeler ...67

3. Âmm’ın Kısımları ...68

a. Umûmiliği değişmeyenler ...68

(6)

c. Hususilik ifade eden umûmilik: ...68

4. Hâss’ın Tarifi ...68

5. Âmm’ın Tahsisi...69

5.1.Muttasıl olanlar, Kur'an’da beş ayrı şekilde bulunur ...69

a. İstisna şeklinde gelir. ...69

b. Sıfat şeklinde gelir. ...69

c. Şart şeklinde gelir. ...70

d. Gaye olarak gelir. ...70

e. Bedelü’l-ba’z mine’l-kül şeklinde gelir. ...70

5.2. Munfasıl olanlara ise Kur'an’da dört farklı şekilde bulunur: ...70

a. Bir âyetin başka bir ayet ile tahsis edilmesi. ...70

b. Bir âyetin hadis ile tahsis edilmesi. ...70

c. Bir âyetin icma ile tahsis edilmesi. ...70

d. Bir âyetin kıyas ile tahsis edilmesi. ...70

6. Sünnetin Kur'an İle Tahsis Edilmesi ...71

7. Kur'an’daki Hitapların Şümûlü ...71

II.ŞÂTIBÎ’DE ÂMM VE HÂSS (UMÛM VE HUSUS)KAVRAMLARI ...72

1. Âmm ve Hassın Istılâhî Anlamları ...72

2. Umûmilik İfade Eden Sîgalar...73

2.1. Sigaların vaz’ının mutlak delaleti açısından değerlendirilmesi...73

a. Akıl yoluyla olur. ...73

b. Duyular (gözlem) yoluyla olur. ...74

c. Munfasıl ile olur. ...74

2.2. Vaz’edilmiş lafzın kullanılış amacı bakımından değerlendirilmesi ...74

3. Sebebin Hususiliği, Lafzın Umûmiliğine Mâni Değildir...75

4. Şer'î Delillerin Umûmiliği ...76

5. İstikrâ Yoluyla Umûma Ulaşmak...78

III. DEĞERLENDİRME ...79

D.MÜCMEL VE MÜBEYYEN ...80

I.GENEL ÖZELLİKLERİ İTİBARİYLE MÜCMEL VE MÜBEYYEN ...80

1. Mücmelin Tarifi ...80

2. Bir Kelimenin Mücmel Olmasını Gerektiren Sebepler ...80

3. Mübeyyen’in Tarifi...82

4. Mücmelin Hükmü...82

II. ŞÂTIBÎ’DE MÜCMEL VE MÜBEYYEN KAVRAMLARI ...83

1. Kur'an’ın Açıklanmasında Sünnetin Rolü ...83

1.1. Hz.Peygamber’in söz ile açıklamada bulunması. ...83

1.2. Hz.Peygamber’in fiilleriyle açıklamada bulunması. ...83

1.3. Hz.Peygamber’in takrirleri ile açıklamada bulunması. ...83

2. Mücmelinin Beyanında Sünnetin Durumu ...84

3. Mücmelin Beyanında Sahâbenin Durumu ...85

4. Mücmelin Beyanında Alimlerin Durumu ...86

5. Mücmelin Kapsamı ...86

III. DEĞERLENDİRME ...87

E. ESBÂBU’N-NÜZÛL ...89

I. GENEL HATLARIYLA ESBÂBU’N-NÜZÛL...89

1. Esbâbu’n-nüzûl Terimi ...89

(7)

1.2. Istılah Manası ...89

2. Esbâbu’n-nüzûlle İlgili Rivayetlerin Sıhhati...90

3. Sebebin Hususiliği Lafzın Umûmiliğine Mani Değildir...91

4. Nüzul Sebeplerinde Rivayetlerin Birden Çok Olması Durumu...92

5. Kur'an’ın Anlaşılmasında Nüzul Sebeplerinin Durumu ...93

5.1.Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Olumlu Yanları ...93

5.2.Nüzûl Sebeplerini Bilmenin Olumsuz Yanları...94

II. ŞÂTIBÎ’DE ESBÂB-I NÜZÛL ...94

1. Kur'an’ın İcazını Bilmek ...94

2. Nüzul Sebeplerini Bilmeden Kur'an’ı Yorumlamanın Sakıncası...95

III. DEĞERLENDİRME ...96

F. MEKKÎ VE MEDENÎ ÂYETLERİN...98

I. MEKKÎ VE MEDENÎ’YE GENEL BİR BAKIŞ ...98

1.Mekkî ve Medenî’yi Bilmenin Faydaları...98

2. Mekkî ve Medenî Sûrelerle İlgili Âlimlerin Görüşleri ...98

II. ŞÂTIBÎ’DE MEKKÎ VE MEDENÎ ÂYETLER...99

III. DEĞERLENDİRME ...100

G.ŞATİBİ’DE KÜLLİLİK VE CÜZİLİK MESELESİ ...101

1.Kur’ân’da Küllîlik ...101

2.Küllî ve Cüzî İlişkisi...101

3.Hüküm Koymada Küllî ve Cüzînin Önemi ...103

4.Küllînin Beyanı ...104

5.Mekkî ve Medenî Açısından Küllîlik ...105

6.Pratik Yönüyle Küllî - Cüzî Dengesi...107

H. ŞÂTIBÎ’NİN KUR’AN’I TEFSİR ANLAYIŞI ...107

1. KUR'ÂN’NIN RE’Y İLE TEFSİRİ...107

a. Arap Diline, Kur'an ve Sünnete Uygun Düşen Re’y ...109

b. Kur'an ve Sünnete Uygun Düşmeyen Re’y...109

2. KUR’AN’IN TEFSİR METOTLARI...110

a. Kur'an Tefsirinde Tefrît (gevşeklik) Üzere Olanların Tutumu...110

b. Kur'an Tefsirinde İfrat (aşırılık) Üzere Olanların Tutumu...111

c. Kur'an Tefsirinde Îtidal Üzere Olanların Tutumu ...111

3. DEĞERLENDİRME ...112

İ. BİLİMSEL TEFSİR ANLAYIŞI ...113

I. BİLİMSEL TEFSİRE GENEL BİR BAKIŞ ...113

1- Bilimsel Tefsirin Tanımı ...113

2- Bilimsel Tefsirin Ortaya Çıkışı...113

3- Bilimsel Tefsirin Gelişmesi ...114

II. ŞÂTIBÎ’NİN BİLİMSEL TEFSİRE KARŞI TUTUMU ...117

1. Şâtıbî’ye Göre Kur'an’ın Anlaşılmasında Arap Dili ve Kültürünün Etkisi ...118

2. İslam Şerî’atının Ümmîliği ...120

3. Kur'an’ın indiği dönemde meşgul olunan ilimlerden bazıları...121

4. Şâtıbî’ye Yöneltilen Eleştiriler ...123

III. DEĞERLENDİRME ...125

SONUÇ ...127

(8)

KISALTMALAR

age. : Adı geçen eser (as) : Aleyhi selam

b. : İbn

bkz. : Bakınız

böl. : Bölüm

(cc) : Celle Celâluhû

der. : Dergisi

DİA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

H. : Hicrî

İA : İslam Ansiklopedisi

Ktp. : Kütüphane

M. : Milâdî

No : Numara

Nşr. : Neşreden

(ra) : Radiyellahu anhu/anha

s. : Sahife

(sav) : Sallallahu aleyhi ve selem

SÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

thk. : Tahkik eden tr. : Tercüme eden ts. : Tarihsiz v. : Vefatı vb. : Ve benzeri vd. : Ve devamı vs. : Vesaire

(9)

GİRİŞ

KUR'AN İLİMLERİ’NİN TARİHÇESİ 1. Kur'an İlimlerinin Doğuşu ve Tedvini

Kur'an ilimlerinin doğuşu ve gelişimi Kur'an’ın indiği döneme kadar gider. Nazil olan ilk âyetlerden bahseden Hz.Peygamber vahyin nasıl geldiği, vahiy meleğinin durumu vb. bir çok konuda açıklamalarda bulunmuştur. Onun ilk vahiy sonrasındaki halini yorumlayan ve inen âyetlerin kendisinin peygamber olduğuna delalet ettiğini bildiren Varaka b. Nevfel, Resulullah’ın anlattıklarını ve geçmişteki durumunu birlikte değerlendirerek, “Allah seni mahçup etmeyecektir” diyen Hz. Hatice, Alak Sûresinin ilk âyetlerinin birer müfessiri sayılabilir. Peygamberlikle görevlendirilmesinin ardından gelen âyetleri Müslümanlara okuyup tefsir eden Resul-i Ekrem; “… biz sana bu zikri

(Kur'an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın…”1 şeklindeki âyetlerin de işaret ettiği gibi, bunun kendisine verilmiş ilahi bir görev olduğunu biliyordu. Ayrıca âyetleri tefsir ederken zaman zaman âyetlerdeki manası kapalı kelimeleri açıklıyor, ashabın anlamakta zorluk çektiği yerler hakkında açıklamalarda bulunuyordu. Nitekim sahabilerin, “İnanıp da imanlarına bir zulüm katmayanlar…”2

mealindeki âyette geçen “zulüm” kavramını farklı anlayıp tedirgin olmaları üzerine, Resulullah buradaki zulüm kelimesini “şirk” olarak tefsir etmiştir.3 Hz.Peygamber’in bir soru üzerine İsra sûresindeki

“اًد ُ ْ  ًََ

” ibaresini “şefaat” olarak yorumlaması da bir başka örnektir. Mecaz ilminin doğuşuna örnek olarak işaret edilebilecek bir başka örnek ise; imsak vaktinin bildirildiği âyette geçen “beyaz ip” ve “siyah ip” kavramlarını Rasulullah’ın, “gece ile gündüzün birbirilerinden ayrılma vakti” olarak açıklamasıdır. Diğer taraftan esbâb-ı nüzûl ilminin daha Mekke döneminde iken ortaya çıktığını gösteren pek çok örnek vardır. Bu ilim özellikle sahabe tarafından sûre ve âyetler nakledilirken kullanılıyor ve yanlış anlamaların önüne geçiliyordu. Ancak bütün bunlar sadece sözlü kültür olarak devam etmiş olup Resul-i Ekrem ve sahabe döneminde Kur'an tefsirine ve ilimlerine dair bir eser telif edilmemiştir.4

Sahabenin, Hz.Peygamber’den duyduklarını muhafaza etme konusunda ne kadar hassas oldukları bilindiği halde, Kur'an dışında söylenenleri yazıya geçirmemelerinin bir takım sebepleri vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1 Nahl 14/44; İbrahim 14/4. 2 Enam 6/82.

3 es-Sâlih, Subhi, Kur'an İlimleri, (tr. M. Said Şimşek), Esra Yay., Konya 1994, s.127.

4 Çiçek, Halil, “M. Ebu’l-Beka el-Kefevî’nin Külliyatı’nda Tefsir ve Kur'an İlimleri”, (Doktora), SÜ

(10)

1. Sahabiler halis Arap oldukları için, Arap kelamının yüksek üslûbunu anlıyor; Kur'an’ın edebi zevkini tadabiliyorlardı. Bu sebeple inen âyetlerin manalarını anlayabiliyorlardı. Anlaşılmasında her hangi bir pürüz ortaya çıktığında Hz.Peygamber’e başvuruyorlardı. Dolayısıyla onlar Kur'an’a dair bilgilerin yazıyla kayda geçirilmesine ihtiyaç duymuyorlardı.

2. Hz.Peygamber; “Benden, Kur'an’dan başka hiçbir şey yazmayınız. Kim

benden Kur'an’ın dışında bir şey yazmışsa onu imha etsin...” buyurmak sûretiyle, sahabeye Kur'an metni dışındaki şeyleri yazmayı yasaklamıştı.5

3. Kur'an-ı Kerim ümmi bir peygamber ve ümmi bir millete inmişti. Dolayısıyla sahabiler arasında okuma yazma bilenlerin sayısı çok azdı.

4. Okuma yazma çok yaygın olmadığı gibi, yazı malzemelerinin temininde de bir takım güçlükler söz konusuydu. Eldeki mevcut imkanlar da zaten Kur'an’ın kayda geçirilmesinde kullanılıyordu.

Rasûlullah’ın vefatından sonra Kur'an üzerindeki çalışmalar hızlanarak devam etmiştir. Her ne kadar Rasûlullah döneminde Kur'an ilimleri tedvin edilmemiş, dolayısıyla Kur'an’la ilgili bütün bilgiler şifahi nakil yoluyla aktarılmış olsa da, Hz.Peygamber’in eğitiminden geçmiş olan sahâbîler, O’ndan aldıklarını insanlara aktarma konusunda çok gayret göstermişlerdir. Öyle ki, bir çoğu, bu kutlu görev için, yaşadıkları bölgeleri terk etmişlerdir.

Sahâbîler, Hz.Peygamber sonrası hem kendi bölgelerinde ve hem de gittikleri yerlerde, dînî konularda, bir çok problemle karşı karşıya kalmışlardır. Yaşanan bu sorunların giderilmesi noktasında şöyle bir çözüm yolu takip edilmiştir: Önce Kur'an’a müracaat edilir, yoksa Hz.Peygamber’in açıklamalarına baş vurulur, orada da yoksa ictihad ve istinbat (hüküm çıkarma) yoluyla çözüm yoluna gidilirdi. Bunun dışında dördüncü bir yol olarak kimi zaman da, sahih rivâyetlere dayanan kitap ehline ait bilgiler kullanılırdı.6 Bu usûl, onlardan sonraki dönemlerde de uygulana gelmiştir.

Hz.Peygamber’in yolunu takip etme konusunda ortaya konan bu gayretler zaman içinde sonuçlarını vermeye başlamıştır. Öyle ki, bazı sahabiler Mekke ve Medine’de bazıları da yeni fethedilen beldelerde, çok sayıda öğrencinin yetişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bunlardan İbn Abbas Mekke’de, Said b. Cübeyr, Mücahid b. Cebr, Tavus b. Keysan el-Yemani, İkrime, Eta b. Ebi Rabah; Ubeyy b. Ka’b Medine’de,

5 ez-Zerkânî, Muhammed Abdulazim, Menâhilü’l-İrfan fî ulûmu'l-Kur’ân, I-II, Beyrut ts. I, 29.

6 ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I-II, Beyrut, ts., I, 33; Cerrahoğlu, İsmail,

(11)

Zeyd b. Elsem, Ebû’l-Aliye, Muhammed b. Ka’b el Kurezi; Abdullah b. Mesud Kufe’de, Alkamae b. Kays, Mesruk, eş-Şa’bi, Hasan el-Basri ve Katade b. Daime gibi daha pek çok meşhur tabiun alimlerini yetiştirmişlerdir. 7

Hulefa-i Raşidin dönemine gelindiğinde, Kur'an İlimleri açısından dikkate değer en önemli olay; Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Hz. Ömer’in gayreti ve Hz. Ebû Bekir’in emriyle Zeyd b. Sabit başkanlığında kurulan bir heyet tarafından dağınık halde bulunan Kur'an sayfalarının bir araya getirilerek cem ve tertip edilmesidir. Ancak bu dönemde de, Kur'an ilimleriyle ilgili her hangi bir eser tedvin edilmemiştir.

Hz. Osman’ın halifeliği dönemine gelindiğinde ise, yapılan fetihler dolayısıyla İslam devletinin sınırları bir hayli genişlemiştir. Kendilerine Kur'an öğreticiliği vazifesi verilen bir çok kurrâ da Mısır, Şam, İran, Irak gibi fethedilen bazı beldelere gitmişlerdir. Bu kişilerin ellerinde bulunan hususi Mushafların tertibinde bazı farklar bulunduğu gibi, kıraat konusunda da farklar eksik değildi. Böyle olunca da söz konusu beldelerde yaşayan Müslümanlar arasında kıraat bakımından bir takım ihtilaflar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu durum, şâyet tek bir nüsha etrafından birleşilmezse, Müslümanlar arasında savaşlara dahi yol açabilecek ciddi tehlikelerin olacağının bir habercisiydi. İşte bu sebepten dolayı, eşanlamlı kelimeler itibariyle ihtilafın bertaraf edilerek kitabette birliğin temin edilmesi maksadıyla, Kur'an’ın nazil olduğu Kureyş lehçesi üzere altı Mushaf yazılarak çeşitli İslam beldelerine birer adet dağıtıldı ve ardından gönderilen bu Mushaflara uymayan nüshaların yakılmaları emredildi.8 Böylece hem kıratta, hem de kitabette bir birlik temin edilmiş oldu. Bütün bu faaliyetler ve özellikle de Hz. Osman döneminde Kur'an’ın istinsahıyla ilgili ortaya konan gayretler, daha sonra tedvin edilecek olan resmul’l-Kur’ân için bir alt yapı oluşturmuştur9

Kur'an’a yönelik çalışmalar daha sonra hicrî birinci asırda Ebû ‘l-Esved Duelî’in Kur'an’a hareke yerine nokta koyma çalışmasıyla devam etti. Ardından ed-Duelî’nin iki öğrencisi, Nasr b. Asım ve Yahya b. Ya’mer bu faaliyetleri devam ettirdiler. Böylece söz konusu gayretler sonucunda da i’rabu’l-Kur’ân ilminin tedvinine ilk adım atılmış oldu.10 Buraya kadar söz konusu çalışmalar göz önünde bulundurulduğunda diyebiliriz ki; ilk olarak; resmu’-l-Kur’ân, ikinci olarak da

irabu’l-Kur’ân tedvin edilmiştir.

7 el-Kettân, Menna Halil, Mebahis fî ulûmu'l-Kur’ân (tr.Arif Erkan), Timaş Yay., İstanbul, 1997. s.24. 8 es-Sâlih, Subhi, Kur'an İlimleri, s.128.

9 es-Sâlih, Subhi, Kur'an İlimleri, s.129. 10 Zerkânî, Menâhil, I, 30.

(12)

Bu süreçte özellikle rivâyet döneminde gösterdikleri gayretlerle daha sonra tedvin edilecek olan Kur'an ilimlerinin alt yapısını oluşturan sahabe ve tabiun ileri gelenlerinden bahsedilebilir: Sahâbîlerden; Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman Hz.Ali, İbn Abbas, İbn Mes’ud, Zeyd b.Sâbit, Ebû Mûsa el-Eşarî ve Abdullah b. ez-Zübeyr. Tabiîlerden ise Mücâhid b. Cebr, İkrime, Ata b. Ebî Rabah, Katâde b. Dâime, Said b. Cübeyr ve Zeyd b. Elsem bunlardan bir kısmıdır.11

Yukarıda zikredilen çalışmalara ilaveten, Kur'an ilimleri alanında, ihtiyaç oranında gelişmeler yaşanmıştır. Bu bir bakıma Kur'an ilimlerinin geçmişten bu güne gelişiminin tarihi bir süreci olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi burada sözü edilen bu ilim dallarının doğuşu ve tedvini üzerinde kısaca durmaya çalışacağız.

en-Nâsih ve’l-Mensuh: Kur'an’ın bazı âyetlerinin belli bir süre sonra gelen yeni

vahiylerle neshedildiği konusu bilindiği gibi ashab döneminde üzerinde durulan meselelerden biri olmuştur. Bu sebeple, bu alanda yapılan çalışmanın tarihi de ilk dönemlere kadar uzanır. Bu konuda ilk eseri hicrî birinci asrın sonları ikinci asrın başlarında Katade b. Daime en-Nâsih ve’l-Mensuh adıyla kaleme almıştır.12

Vücuh ve Nezâir: Kur'an’da yer alan bazı kelimeler çok sayıda anlam taşıdığı

için bunlara vücuh denilmiş, pek çok farklı kelime de bir tak anlama geldiğinden nezâir adıyla anılmıştır. Meselâ “hüdâ” kelimesi Kur'an’da on yedi ayrı anlamda kullanılmışken, cehennem, nar, sakar, hutama, cahîm gibi kelimeler âhirette günahkarların ceza çekeceği yere verilen isimler olarak “cehennem” anlamında kullanılmıştır. Bu konuda ilk eser, hicrî ikinci asırda Mutakil b. Süleyman tarafından yazılmış olan, el-Eşbah ve’n-Nezair fi’l-Kur’ân-ı Kerim’dir.13

Garîbu’l-Kur'ân: Hissedilen ihtiyaçtan dolayı erken dönemlerde tedvin edilen

Kur'an ilimlerinden biri de, garibu’l-Kur’ân ilmidir. Bilindiği gibi Kur'an’da nadiren de olsa bazı yabancı kelimelerin bulunması ve ekseriyeti teşkil eden Kureyş lehçesi dışında diğer lehçelerden de bir kısım kelimelerin onda yer alması garibu’l-Kur’ân konusunu ortaya çıkarmıştır. Kur'an âyetlerinde görülen garib ve anlaşılması zor alan bu nevi kelimelerin tefsiri için sahabe devrinden itibaren arap şiirine başvurma ihtiyacı kendisini hissettirmiştir. Nitekim kendisine Kur'an âyetlerinin anlamlarıyla ilgili sorular yöneltilen İbn Abbas’ın bunları şiirle istişhad ederek cevaplandırdığı

11 Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, I, 33.

12 Demirci, Muhsin, Kur'an’ın Müteşabihleri Üzerine, Birleşik Yayıncılık, İstanbul 1996, s.28. 13 Birışık, Abdülhamit, “Kur'an İlimleri” DİA, Ankara 2002, XXVI, 404.

(13)

nakledilmektedir.14 İkinci asrın sonlarından itibaren de filologlar, garib kelimelerle ilgili gramer meselelerinin çözümü ve bu kelimelerin i’rabıyla ilgilenmişlerdir. Böylece kendisini bariz bir şekilde hissettiren filolojik cereyana tabi olarak bu faaliyet,

“garibu’l-Kur’ân” ilminin şifahi olmaktan ve sorulan âyetlere göre ortaya çıkan cevaplar şeklinde münferid bir halde kalmaktan kurarak, yavaş yavaş müstakil bir ilim dalı haline getirmiş ve bu alan da eserler verilmeye başlanmıştır.15

Her ne kadar, garibu’-Kur’ân konusunda yazılan ilk eserin İbn Abbas’a ait olduğu zikredilse de, bunu ihtiyatla karşılamak gerekmektedir. Zira İbn Abbas bu işin ilk mümessili sayılmakla birlikte ilk müellifi değildir.16 Ayrıca Kur'an’la ilgili lugat çalışmalarının hicrî ikinci asrın ilk yarısında başladığı göz önüne alınırsa, garibu’l-Kur’ân konusundaki ilk eserlerin de anca bu dönemde meydana getirildiği ileri sürülebilir. Bu konuda bilinen en eski eser, Ebû Said Eban b. Tağlib b. Rabah eş-Şii’nin

Garibu’l-Kur’ân’ıdır. Bu itibarla söz konusu ilmin de hicrî ikinci asırda tedvin edildiğini söylemek daha uygundur.17

Müşkilü’l-Kur’ân: Kur'an’daki bir kelime ya da terkibin birden çok manaya

ihtimali olması sebebiyle anlamını belirlemede zorluk çekilen kelime ve terkipler müşkil olarak kabul edilmiştir. Bu sahada ilk çalışma, hicrî üçüncü asırda, İbn Kuteybe tarafından kaleme alınmış olan Müşkilü’l-Kur’ân’dır.18

Esbâbu’n-Nüzul: Kur'an ilimleri arasında âyetlerin tefsirine ve hükümlerin

ortaya çıkarılmasına yardımcı olan ilim dallarının başında gelmesinden dolayı, Müslüman alimler esbabu’n-nüzul ilmine de gereken ihtimamı göstererek oldukça erken sayılacak bir dönemde bu ilmi tedvin etmeye başlamışlardır. Bu konudaki ilk eserin, İbn Abbas’ın mevlası İkrime tarafından yazıldığı nakledilirse de, genel kanaate göre bu dalda ilk kitap yazan kişi, hicrî üçüncü asırda, el-Buhari’nin hocası, Ebû’l-Hasen Ali b. el-Medeni’dir.19

Nazmu’l-Kur'ân: Kur'an’ın erişilmezliğini ve benzerinin getirilmesi konusunda

insanoğlunun acizliğini gösterme gibi yüce bir amaca yönelik olan i’câzu’l-Kur'ân ilmi,

14 es-Suyûtî, Celâlu’d-Din Abdurrahman, el-İtkân fî ulûmu'l-Kur’ân (tr. Sakıp Yıldız, Hüseyin Avni

Çelik), I-II, Madve Yay., İstanbul, 1983, I, 157.

15 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlu, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1993, s. 156. 16 Cerrahoğlu, Tefsir Usûlu, s. 156.

17 Demirci, Muhsin, Kur'an’ın Müteşâbihleri, s.29. 18 el-Kettân, Halil Mennâ, Kur'an İlimleri, s.26.

19 ez-Zerkeşî, Muhammed b. Abdillah, el-Burhân fî ulûmu'l-Kur'an, I-IV, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,

(14)

tedvin itibariyle geç sayılabilecek bir döneme rastlamaktadır. Bunun sebebi şöyle izah edilebilir. Hz.Peygamber, Hulefâ-i Râşidîn ve Emevîler devrinde Müslümanların Kur'an’a bakış açıları, toplumun yapılanmasıyla ilgili hususlara yönelik olmuştur. ayrıcı onlar, o yüce katibın eşsizliğine ve üstünlüğüne, şüpheye yer bırakmayacak derecede iman ettiklerinden, onun i’caz yönlerini inceleme hususunda herhangi bir ihtiyaç hissetmemişlerdi. Ancak sonraki dönemlerde fetihler neticesi İslam dînini kabul eden topluluklarla kendi halinde yaşamakta olan Araplar arasında fikri ve kültürel münasebetler başlayıp, doğudan gelen Hind ve Fars kaynaklı felsefi düşüncelerle batıdan gelen Grek kaynaklı fikirler, Müslümanlar arasında tesirini gösterince, bu olumsuz fikirlerden dini korumak ve gerçekleri kalplere yerleştirmek maksadıyla, önceleri kelam ilmi içerisinde yer alan i’câzu’l-Kur’ân ilmi, daha sonra yavaş yavaş kelamdan ayrılarak müstakil bir ilim hüviyeti kazanmıştır. Böylece önceleri sohbet ve münazara tarzında ele alınan i’câzu’l-Kur’ân konuları, hicrî üçüncü asırdan itibaren tedvin edilen müstakil eserlerde kendini göstermeye başlamıştır. Kaynaklarda bu ilim dalına ait ilk eserin, el-Câhiz tarafından kaleme alınan Nazmu’l-Kur’ân olduğu ileri sürülmektedir.

Kıraat: Rivâyet bilgisine dayanan önemli bir ilim de kıraattir. Kur'an’ın

vahyedildiği ve Hz.Peygamber’in okuduğu gibi doğru okunması için gerekli şarlardan söz eden ilim teorik ve pratik öğeler içermekte olup Hz.Osman’ın çoğalttığı Mushaflardan birine ve Arap diline uyan, ayrıca kesintisiz bir senedle Hz.Peygamber’e kadar ulaşan kıraatler sahih olarak kabul edilmiş, bu üç şarttan birini taşımayan okuyuşlar şaz sayılmıştır. Sahih kıraatler yedili (seb’a) ve onlu (aşere) tasnife göre yazılı ve sözlü olarak günümüze intikal etmiştir.20 Kıraat konusunda ilk eser hicrî üçüncü asırda, Muhammed b. Eyyüb ed-Dârisî tarafından tedvin edilmiştir.21

Fedailu’l-Kur’ân: Kur'an’ın bazı sûre ve âyetlerinin faziletinden bahseden

rivâyetleri bir araya getiren ilme fedailu’l-Kur’ân denilmiştir. Konuyla ilgili hadis kaynaklarında yer alan bölümlere ek olarak yine hicrî üçüncü asırdan itibaren müstakil eserler kaleme alınmıştır. Fedâilu’l-Kur'ân konusunda ilk eser, yine ed-Dârisî tarafından yazılmıştır.

20 Birışık, Abdülhamit, “Kur'an İlimleri” XXVI, 403. 21 es-Sâlih, Subhi Kur'an İlimleri, s.129.

(15)

el-İstiğna fi Ulûmi’l-Kur’ân: Kur'an ilimlerini genel olarak kapsayan bir

eserdir. Hicrî dördüncü asırda, Muhammed b. Ali el-Edfevî tarafından kaleme alınmıştır.22

Mübhemâtu’l-Kur’ân: Kur'an ilimlerinin tedvini konusunda üzerinde

durulması gereken bir ilim dalı da, mübhemâtu’l-Kur’ân ilmidir. Bilindiği gibi bu ilim de konusu itibariyle Kur'an’da yer alan bazı erkek, kadın, melek, cin , kabile ve topluluklar yerine kullanılan ism-i mevsul veya zamirlerin neye delalet ettikleri üzerinde durmaktadır.23 Dolayısıyla bu alan da, tıpkı esbâbu’n-nüzul gibi reyin ve aklî muhakemenin geçerli olmadığı bir alandır. Bundan dolayı söz konusu alanla ilgili bilgilerin, Hz.Peygamber, sahabe, ve tabiundan nakil yoluyla gelen sahih bilgiler olması şarttır. Aksi halde israiliyyât denilen İslam dışı haberlere yer verilmiş olur ki, bu da meselenin istismar edilerek hedefinden saptırılmasına yol açar. Bu yüzden mübhemâtu’l-Kur’ân ilminin büyük ölçüde sahih nakle dayalı bir ilim olduğu ileri sürülmüştür. Mübhemâtu’l-Kur’ân ile ilgili ilk eser, hicrî altıncı asırda yazılmış olan, Ebû’l-Kâsım es-Süheyli’nin et-Târîf ve’l-İ’lâm’ıdır.24

Mecâzu’l-Kur'ân: Kur'an’da geçen kelime ve terkiplerin gerçek anlamı dışında

kullanılması onda mecazların bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bazı alimler mecazi anlatımı bir nevi yalana başvurma olarak kabul ettiklerinden Kur'an’da mecazın bulunmadığını söylemişlerse de genel kabul bunun aksi yönünde olmuş, bu ilim Kur'an’ın anlaşılmasına ve tefsirine büyük katkı sağlamıştır. Konuyla ilgili olarak il dönemlerde yazılan kitaplar çoğunlukla lugavî tefsir olduğu için yanıltıcıdır. Bu sahada ilk eser, hicrî yedinci asırda kaleme alınmış olan, İz b. Abdüsselam’ın

Mecâzü’l-Kur'ân’ıdır.25

Yine Kur'an’la ilgili yeni ilimler olarak ortaya çıkan; Bedâyiu’l-Kur'ân, Hucecu’l-Kur'ân, Aksâmu’l-Kur'ân ve Emsâlu’l-Kur'ân çalışmaları da bu asırda başlamıştır.26

2. Kur'an İlimleri Kavramının Ortaya Çıkışı

Teknik anlamda Ulûmü’l-Kur'ân tabirinin, kesin olarak hangi tarihte kullanılmaya başlandığı bilinmemektedir. Bununla birlikte yapılan çalışmalar göz

22 el-Kettân, Kur'an İlimleri, s.26. 23 Suyûtî, el-İtkân, II, 185.

24 es-Sâlih, Suhbi, Kur'an İlimleri, s.131.

25 Birışık, Abdülhamit, “Kur'an İlimleri” XXVI, 404. 26 es-Sâlih, Subhi, Kur'an İlimleri, s.131.

(16)

önünde bulundurulduğunda, tahmînî bir tarih olarak bu tabirin, birinci asrın sonlarında kullanılmaya başlandığı söylenebilir.

Tedvin döneminin başlamasıyla birlikte Kur'an ilimleri alanında da eserler telif edilmeye başlanmıştır. Ortaya konan eserler, Kur'an ilimlerinin bütün dallarını bir araya toplayıcı mahiyette değil de, daha çok bir konu ile ilgili müstakil eser niteliğinde olmuştur.

“Kur'an İlimleri” tabiri, Kur'an’dan doğan bütün ilimleri ifade etmektedir. Bu nitelikteki eserlerin ilk defa ne zaman telif edildiği bilinse de, bundan hareketle “Ulûmu’l-Kur'ân” tabirinin ilk defa kimin tarafından kullanıldığını tespit etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü, Kur'an ilimlerinin herhangi bir alanında kaleme alınan bir eser, tabiatıyla ilgili bulunduğu alanın ismiyle ifade edilmiş olmalıdır. Kur'an ilimlerinin alanları farklı olduğuna göre, bu konuda yazılmış müstakil eserlerde de “Ulûmu’l-Kur’ân” ifadesine rastlamak mümkün değildir. O halde Kur'an ilimleriyle ilgili en az birkaç konuyu içeren bir telif olmalı ki, ona böyle bir isim verilmiş olsun. Dolayısıyla az önce de ifade ettiğimiz gibi, Kur'an ilimlerinin herhangi bir şubesinde yazılan bir eserin tedvin tarihini tesbit emek, söz konusu kavramın ortaya çıkış tarihi hakkında bir ip ucu vermeyebilir. Burada asıl amaç, Kur'an ilimleri konusunda yazılan ilk eseri değil, “ulûmu’l-Kur'ân” kavramının ilk defa kullanıldığı tarihi belirlemektir. Dolayısıyla bu durumda yapılacak iş, hem Kur'an ilimlerinin birkaç şubesini içeren, hem de bizatihi söz konusu kavramı kullanan ilk eseri bulup ortaya çıkarmak olmalıdır.27

Ulûmu’l-Kur'ân kavramının ne zaman kullanılmaya başlandığını bilmemizi zorlaştıran hususlardan biri de, ilk dönemlerde bu kavramın “ulûmu’t-Tefsir” kavramı yerine kullanılmış olmasıdır. Bununla birlikte Zerkânî; bu alanda yazılan ilk eserin tarihini tespitten hareketle, ulûmu’l-Kur’ân kavramının ilk defa hicrî beşinci asırda yaşamış olan Ali b. İbrahim el-Hufi tarafından kaleme alınan “el-Burhân fi ulûmi’l-Kur’ân” isimli eserde kullanılmaya başlandığını ifade etmektedir. 28

Subhi es-Sâlih ise bu terkibin ilk defa İbnu’l- Merzübân tarafından kullanıldığını ileri sürmüştür.29 Bu verilerden hareketle diyebiliriz ki,

“Ulûmu’l-Kur’ân” tabiri takriben üçüncü asrın sonu ile dördüncü asrın başlarından itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

27 Demirci, Muhsin, Kur'an’ın Müteşâbihleri, s.21. 28 Zerkânî, Menâhil, I, 28.

(17)

Eğer “Ulûmu’l-Kur’ân” tabiri, bütün Kur'an ilimlerini ihtiva eden bir kavram olarak düşünülürse, o zaman söz konusu bu kavramın ilk defa el-Hûfî’nin yazdığı eserle değil de, Zerkeşî’nin, el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur'ân adlı eserle ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü bu eser, Kur'an ilimlerinin bilinen bütün şubelerini kapsayıcı, sahasında yazılmış en geniş eserdir.30

Bu alanda yapılan diğer çalışmalara gelince; ilk sistematik çalışma İbnu’l-Cevzi’ye ait, Fünûnü’l-efnân fî uyûni ulûmi’l-Kur'ân’dır. Eserde Kur'an ilimlerinin büyük bir kısmı özetle tanıtılmıştır. Bununla birlikte daha önce yapılmış çalışmaların tamamı Zerkeşî’nin el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân ve Suyûtî’nin el-İtkân fî ulûmi’l-Kur'ân adlı eserlerinin gölgesinde kalmıştır.31

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki, hicrî birinci asrın sonlarıyla ikinci asrın başlarından itibaren Kur'an ilimlerinin çeşitli dallarında başlayan “konulu” ulûmu’l-Kur'ân çalışmaları, daha sonraki dönemlerde de kesintiye uğramadan devam etmiştir.32

3. Ulûmu’l-Kur'ân Kavramının Sözlük ve Terim Anlamı

Görüldüğü gibi Ulûmu’l-Kur’ân bir izafet terkibidir. Bu terkipte yer alan “ulûm”, ilim kelimesinin çoğuludur. İlim sözlükte bilmek ve anlamak manasına gelir. Istılahta ise; “Meseleleri delileriyle idrak etmek” demektir. Burada ilim kelimesinin çoğul olarak kullanılmasına bakarak onunla, Kur'an’a çeşitli açılardan hizmet eden ilimlerin kastedildiğini söylemek mümkündür. Buna göre “Ulûmu’l-Kur'ân” (Kur'an İlimleri); “İnişi, tertibi, toplanması, yazılması, okunması, tefsiri, icazı, nâsihi, mensuhu ve hakkındaki şüphelerin giderilmesi açısından Kur'an’la ilgili olan ilimler” diye tarif edilebilir.33

Terkibin ikinci kısmı olan Kur'an kelimesine gelince; bu kelimenin çeşitli lafızlardan geldiğine dair farklı görüşler olmakla birlikte, bunlar arasında en çok kabul gören görüşe göre Kur'an; okuma anlamına gelen “karae” fiilenden, ismi meful anlamı taşıyan “ğufran” vezninde mehmuz bir mastardır.34 Terim manası ise; “Hz.Peygamber’e vahiy yoluyla indirilip Mushaflara yazılan, tevâtüren nakledilen ve okunmasıyla ibadet edilen mûciz bir kelam”dır.35

30 Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlü, İfav Yay., İstanbul 2003, s.140. 31 Birışık, Abdülhamit, “Kur'an İlimleri” XXVI, 402.

32 Demirci, Muhsin, Kur'an’ın Müteşâbihleri, s.31. 33 Zerkânî, Menâhil, I, 27.

34 Zerkânî, Menâhil, I, 12.

(18)

4. Kur'an İlimlerinin Konusu

Kur'an ilimleri tamlaması esas itibariyle Kur'an’la doğrudan ilgili olan disiplinleri kapsar. Kur'an-ı Kerim’le alakası olmayan, fakat Kur'an’ın yorumunda kendisinden dolaylı olarak yararlanılan ilimlerin Kur'an ilmi sayılıp sayılmayacağı hususu tartışılmıştır. Bu sebeple zaman zaman kullanılan “Kur'ân’î ilimler şeklindeki tamlamanın ulûmu’l-Kur'ân terkibinin anlamını vermediği için Kur'an ilimleri yerinde kullanılması yanlış olur. Kur'an ilimleri; Kur'an’ın vahyi, nüzulü, yazımı, okunması, tertibi, toplanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, icazı, nâsih ve mensuhu, irabı, dil, üslup ve belagatı âyet ve sûrelerinin birbiriyle ilgili, muhkem ve müteşâbihi hakkındaki disiplinleri kapsar.

Kur'an’da sözü edilen bu ilimler dışında bazı tabiat ilimleriyle alakalı genel manalı sözler de bulunmaktadır. Ancak bu tarz sözlere bakarak tabiat ilimlerini de Kur'an ilimlerinden saymak mümkün değildir. Çünkü Kur'an, hiçbir zaman bu ilimlerin kanunlarını koymak ve onları ispat etmek için inmemiştir. Aynı şekilde mesela bir geometri ilmi de, Kur'an âyetlerini tefsir etmeye ve sırlarını açıklamaya hizmet etsin diye ortaya konmamıştır.36

Tabiat ilimlerinin Kur'an ilimleri arasında sayılmamaları, onların küçümsendiği manasına alınmamalıdır. Aksine Kur'an, Müslümanları bu ilimleri öğrenmeye, onlar üzerinde derinleşmeye, maharet ve ihtisas sahibi olmaya teşvik eder. Çünkü bu, onun amaçlarına aykırı değildir. Ama Kur'an’ın bahis konusu ilimleri öğrenmeye teşvik etmesi, onlarla direkt temasının bulunduğu anlamına gelmez. Böyle olunca elbette ki, tabiat ilimleri, Kur'anî çerçevenin dışında kalmaktadır. Çünkü Kur'an’i ilimler, ihtiva ettikleri konular, hükümler ve müfredatla yalnız Kur'an’ın anlaşılmasına yardımcı olmaktadırlar.37 Halbuki aynı şey tabiat ilimleri için söz konusu edilmemektedir.38

5. Kur'an İlimlerinin Sayısı

Kur'an ilimlerinin sayısı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan Zerkeşî el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur'ân adlı eserinde söz konusu ilimlerin 47 olduğunu ifade ederken, ayrıca onların herhangi bir rakamla sınırlandırılamayacağını ve muhtevalarının son noktalarına ulaşılamayacağını da beyan etmiştir.39 Suyûtî ise

36 Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlu, s.141.

37 Karaçam, İsmail, Sonsuz Mucize Kur'an, İstanbul 1990, s.140. 38 Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlu, s. 141.

(19)

Zerkeşî’nin çizdiği çerçeveyi biraz daha genişleterek bu ilimlere astronomi, geometri, tıp ve benzeri ilimleri de eklemektedir.40

Bu konuda görüş sarfeden alimlerden biri de, Ebû Bekr b. el-Arabi’dir. Ona göre Kur'an’da yer alan her kelimenin zahir, batın, had ve matla’ olmak üzere dört anlamı vardır. Bu düşünceden hareketle Kur'an ilimlerinin sayısının 77540 kadar olduğu ifade edilmektedir. Yine bu rivâyete göre ortaya çıkan bu rakam, terkiplerin dışındaki kelimelerin sayısını göstermektedir. Buna terkipler ve kelimeler arasındaki münasebetler de eklenirse, o zaman sayılamayacak kadar çok ilim ortaya çıkar ki, bunların adedini ancak Allah bilir.41

Zerkânî, Kur'an ilimlerinin sayısı hakkında Suyûtî ve İbnu’l-Arabi’nin ileri sürdükleri görüşlerin geniş bir tevile dayandığını, bunlarla tedvin edilmiş ilimlerin değil, Kur'an’ın kendilerine delaleti ister açık ister işaret yoluyla, ister yakın ister uzak olsun lafızlarındaki manaların kastedilmiş olabileceğini ifade etmektedir.42

7. Kur'an İlimlerini Bilmenin Faydası

Her ilmî disiplinin, muhatapları tarafından daha iyi anlaşılması için uzun tecrübeler sonucunda oluşmuş belli bir takım kuralları vardır. Mesela fıkıh alanında fıkıh usûlü, tefsir alanında da tefsir usûlü, hadis alanında hadis usûlü …gibi. Tefsir usûlüne göre daha geniş bir kapsama sahip olan Kur'an ilimlerini bu çerçevede değerlendirmek lazımdır. Nasıl ki, hadisi daha iyi anlamak için hadis usulünü bilmek gerekirse, Kur'an’ı daha iyi anlamak için de Kur'an ilimlerini bilmek gerekir. Geniş bir alanı olan Kur'an ilimlerinin her bir konusu, Kur'an’ı daha derin anlamamıza katkı sağlar. Bu ilimlere başvurmadan Kur'an anlaşılır mı? diye sorulacak olursa bu, kişilerin durumuna göre farklılık arzeden bir husustur. Şöyle ki Kur'an’ı her okuyan kendi kapasitesine göre, ondan mutlaka bir şeyler anlar. Esasında bu sadece Kur'an için değil, diğer kitaplar için de böyledir. Kur'an’ın bazı yerleri vardır ki, salt bir okuma bilgisiyle anlaşılması mümkün değildir. Bunun için Kur'an İlimleri gibi başka disiplinlere ihtiyaç vardır. Bazı yerler ise, herkes tarafından rahat bir şekilde anlaşılabilir. Bunun net bir ayrımını yapmak oldukça zordur. Ancak bilinen gerçektir ki Kur'an, anlaşılması için kolaylaştırılmış bir kitaptır.43

40 Suyûtî, el-İtkân, I, 162. 41 Zerkânî, Menâhil, I, 23. 42 Zerkânî, Menâhil, I, 24. 43 Kamer 54/17.

(20)

8. Ulûmu’l-Kur'ân ve Usûlü’t-Tefsir Karşılaştırması

Tefsirin dışındaki Kur'an’la ilgili çalışmalar, tefsir tarihi de dahil olmak üzere Ulûmu'l-Kur’ân adı altında incelenmektedir. Ülkemizde Kur'an ilimleri sahasında yürütülen bu tür çalışmalar Tefsir Usûlü adıyla takdim edilmektedir. Bu deyimin kullanılmasında dikkat çeken husus, bunun Şah Veliyyullah ed-Dihlevi’den önce ilim çevreleri tarafından kullanılıyor olmasıdır. Günümüzde bazı arap araştırmacıları Usûlü’t-Tefsir deyimini muhteva yönünden Ulûmu'l-Kur’ân’dan ayrı bir formda kullanmaktadır. Muhteva yönünden görülen bu farklılık Usûlü’t-Tefsir deyiminin Ulûmu'l-Kur’ân’la eş anlamlı olmadığını göstermektedir.44

Bu iki deyimin içerik yönünden gösterdikleri farka göz atalım:

Tefsir Usûlü daha özel; Kur’ân ise daha geneldir. Çünkü Ulûmu'l-Kur’ân, Kur'an ve tefsiriyle ilgili tüm bilgi dallarını içerisinde toplayan geniş bir yapıya sahiptir. Usûlü’t-Tefsir ise tefsirle ilgili kural, kâide ve izahları içerisinde bulundurmaktadır. Tefsirin sakıncaları, çeşitleri, şartları ve kuralları, delaletin çeşitleri ve tercüme gibi tefsirle yakın ilişkisi olan konular Tefsir Usûlünün konusudur. Kur'an ilimlerine baktığımızda ise, bunlardan çok daha geniş bir muhtevası vardır. Nehyin çeşitlerinden edebi sanatlara, Kur'an’ın yazılışına kadar Kur'an’la ilgili bir çok ilim dalını ihtiva etmektedir. Dolayısıyla Kur'an ilimleri Kur'an’ın anlaşılmasında endirekt etkilidir. Usûlü’t-Tefsir ise, isminden de anlaşıldığı gibi metodolojiktir ve Kur'an’ın anlaşılmasında direk etkilidir. Ulûmu'l-Kur’ân, daha ziyade pratiktir ve Kur'an’ın anlaşılması için destekleyici bilgileri ihtiva eder. Mesela, Halid Abdurrahman el-Akk kitabında Usûlü’t-Tefsiri bağımsız bir ilmi disiplin olarak düşündüğünden ötürü kitabın mukaddimesinde önce Usûlü’t-Tefsir’in ehemmiyetini, tarifini, konusunu, faydasını ve gayesini müstakil olarak kaydeder. Daha sonra da Ulûmu'l-Kur’ân’ın tarifini tarif eder. İşte el-Akk’ın hem Ulûmu'l-Kur’ân’a hem de Usûlü’t-Tefsir’e ayrı ayrı tarif getirmesi ikisini ayrı birer ilim olarak kabul ettiğinin çok açık bir kanıtıdır. Yine arap alimlerinden Fahd er-Rûmî, Dr. Muhyiddin Baltacı gibi simalar da kaleme aldıkları eserlerinde Usûlü’t-Tefsir ve Ulûmu'l-Kur’ân kavramlarını birbirinden farklı iki ayrı ilim olarak tarif etmişlerdir.45

9. Ulûmu'l-Kur’ân’a Dair Eserler

Hicrî ikinci asırdan itibaren bu alanda eserler telif edilmeye başlanmıştır. Başlangıçta daha çok belli bir konuyla sınırlı tutularak yapılan bu çalışmalar daha

44 Çiçek, Halil, Yirminci Asır Kur'an İlimleri Çalışmaları, Van 1995, s,16. 45 Çiçek, Halil, Yirminci Asır Kur'an İlimleri Çalışmaları, s,17.

(21)

sonraki yıllarda, çok daha genişletilerek ve bir çok konuya yer verilerek yapılmaya başlanmıştır. Hicrî dördüncü asra gelindiğinde ise Ulûmu'l-Kur’ân, diğer ilimlerden ayrılmak sûretiyle müstakil bir ilim dalı olarak ortaya çıkmıştır. Bu alanda en önemli gelişme sekizinci asırda Zerkeşî ve ondan sonra gelen Suyûtî ile birlikte, tüm konuları ihtiva eden eselerin ortaya konmasıyla yaşanmıştır.

Ulûmu'l-Kur’ân’a dair, kaleme alınmış yüzlerce eserden bahsedilebilir. İlk dönemlerde yazılan eserler Kur'an ilimlerinden sadece bir alanla sınırlı tutularak kaleme alınmıştır. Daha sonraki dönemlerde yazılan eserler Kur'an ilimlerinin tamamını ya da büyük bir kısmını kapsar nitelikte olmuştur. Günümüzde de bu alanda yapılan çok sayıda çalışmadan söz edilebilir.46

46 Geniş bilgi için bkz. Çiçek, Halil, Yirminci Asır Kur'an İlimleri Çalışmaları”, s,17-30; Sofuoğlu,

Mehmed, Tefsire Giriş, Çağrı Yay., İstanbul 1981, s.6; İnan, Ahmet, “Kur'an İlimleri Açısından Kur'an’la Yetinme” (YL), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.9-10.

(22)

BİRİNCİ BÖLÜM

Geçen on dört asırdan bu yana, İslâm’a gönül veren insanların her zaman ve her yerde, başlıca uğraşlarının Kur'an olmasında şaşılacak, yadırganacak bir durum yoktur. Dünya durdukça da insanların bu ilgisi devam edecektir. Müslüman veya Müslüman olmayan yazarlar, âlimler, ıslahatçılar ve araştırmacılar Kur'an’la ilgili araştırma yapma hususunda adeta yarış içinde olmuşlar ve bundan sonra da olacaklardır. Dolayısıyla her gün Kur'an’la ilgili bir kitabın yayımlanması, gayet olağan bir durumdur. Çünkü Kur'an, dünyanın dört bir yanına yayılmış, farklı uluslardan oluşan Müslüman ümmetin dinlerinin yegâne kaynağıdır. Dînî hayata dair yasalar, ahlak sistemleri, genel ve özel meselelerin çözümü, dünyevî ve uhrevî hayata dair bütün ihtiyaçların karşılanacağı ana kaynak şüphesiz Kur'an’dır.47

Başlangıçta vahiy atmosferinin hâkim olması sebebiyle dini anlamak da yaşamak da kolay olmuştur. Ancak geçen zaman ve değişen şartlarla birlikte, Kur'ân’ı anlama konusu daha problemli hale gelmiştir. Zira İslam coğrafyası genişlemiş, farklı kültürlerle karşı karşıya kalınmış, karşılaşılan problemlerin karmaşıklığı artmıştır. Bütün bu olup bitenler karşısında, Kur'an’ın o günün şartlarına uygun olarak yeniden yorumlanması ihtiyacı doğmuştur. İşte bu süreçte ortaya konan gayretler sonucunda fıkıh, kelam, tefsir, hadis ve bunlarla ilgili usul ilimleri gibi birçok yeni ilim ortaya çıkmıştır. İslam bilginleri zaman içerisinde bu ilimlerin daha da gelişip sistemli hale gelmesine katkıda bulunmuşlardır.

Temel İslam Bilimlerinin hemen hemen her alanında eser telif etmiş olan Ebû İshak eş-Şâtıbî (v.790/1388), hayatını Endülüs’ün Gırnata şehrinde geçirmiştir. Dönemin müctehitlerinden biri olan Şâtıbî usûl, tefsir, hadis, dil ve fıkıh gibi bir çok alanda söz sahibi bir âlim olarak kabul edilmiştir. Söz konusu bu alanların çoğunda da, İslam kültür hazinesine çok değerli eserler kazandırmıştır. Ancak ne yazık ki, Endülüs ve özellikle de Gırnata’nın kendine has şartları dolayısıyla hem müellif hakkında, hem de yazdığı eserlerin bir kısmı hakkında çok geniş bir bilgiye sahip değiliz.

Şâtıbî, el-Muvâfakât ve el-İ’tisam adlı eserleri sayesinde İslam dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Bunlardan özellikle de el-Muvâfakât, ilim çevrelerinde çok ses getirmiştir. Öyle ki, bu eser sebebiyle İslam hukuk tarihçileri onu,

(23)

Şerîa” teorisini yeni ve sistemli bir üslupla ele alan en büyük hukukçu48 olarak kabul etmişlerdir.

Şâtıbî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren, ilk kaynaklardan biri Ahmed Bâbâ et-Tinbuktî (v.1036/1626)’nin Neylü’l-İbtâc bi Tatrîzi’d-Dibâc adlı eseridir. Tinbuktî, bu eserinde müellifin hayatı ve eserleriyle ilgili önemli bilgilere yer vermektedir. İslam kültürü içinde yetişmiş şahsiyetleri ve eserlerini tanıtan bibliyografik eserlerde müellifle ilgili fazlaca bir bilgiye yer verilmemiş olması, Tinbuktî’nin bu eserini daha değerli hale getirmektedir. Bunun dışında müellife yer veren araştırmacılardan biri de Abdullah el-Mucârî (v.862/1458)’dir. Bernâmecu’l-Mucârî adlı eseri kaleme alan el-Mucârî aynı zamanda Şâtıbî’nin de öğrencisidir. Müellif hakkında bilgi sahibi olabileceğimiz bir başka eser de, kendisinin kaleme aldığı el-İfâdât ve’l-İnşâdât’tır. Bu eserinde müellif, hem kendi hayatıyla ilgili, hem de döneminin ilmî ortamı ile ilgili önemli bilgilere yer vermektedir.

Şâtıbî’ye yönelik ilginin her geçen gün artmasına paralel olarak, onunla ilgili çalışmaların sayısında da bir artış gözlenmektedir. Yapılan bu çalışmalardan bir bölümü şunlardır:

- Hammâdî Ubeydî: eş-Şâtıbî ve’l-Makâsidu’ş-Şerî'a (Beyrut 1992). - Raysûnî: Nazariyyetu’l-Makâsıd inde’l-İmâmi’ş-Şâtıbî (Riyad 1992).

- Şeyh İbrahim Ramazan: el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerî’a li Ebî İshak eş-Şâtıbî (Beyrut 1999).

- Abdurrahman Âdem Ali: el-İmâmu’ş-Şâtıbî (Riyad 1998).

- Hâlid Mes’ud: İslam Hukuk Teorisi (tr. Muharrem Kılıç), (İstanbul 1997). - Burhan Baltacı : Şâtıbî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi (Doktora, Ankara

2005).

- Yıldıray Sipahi : “el-Muvâfakât’ta Hukuk Metodolojisi” (YL, Sakarya 2002).

- Ömer Yılmaz: “Şâtıbî’de Sünnetin Delilliği” (YL, İstanbul 2002).

- Hakan Yücel: “Şâtıbî’nin el-Muvâfakât’ında Kitap Delili” (YL, İstanbul 2002).

- Mehmet Erdoğan: “Kur'an’da Ahkam Âyetler İlgili Küllîlik-Cüzîlik Dengesi (Şâtıbî Örneği)”, (İstanbul 2001).

(24)

- Mustafa Öztürk, “Şâtıbî’nin Kur’ân’ın Anlaşılmasına Yönelik Öncelikleri Üzerine Bir Çözümleme Denemesi” (İslâmiyât’ta yayınlanmış bir makâle). - Ömer Türker, Şâtıbî’nin Kur’ân Tefsiri’ne Yaklaşımı, (Basılmamış Makale). - Ahmet Yaman: “İmam eş-Şâtıbî ve Bir İslâm Klasiği el-Muvâfakât”, (S.Ü.

İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1997)

- Necla Akkaya: “İslam Hukukunda Kadının Siyâsî Hakları”, (İslâmî Araştırmalar Dergisi, 1991).

- Muhammed Hâlid Mes’ud: “Şâtıbî’de Anlam Teorisi” (tr.Muharrem Kılıç), (İslâmî Araştırmalar Dergisi, Ankara 1997).

- Abdülmecit Türkî: “Şâtıbî, İçtihat ve Muasır Teşrî”, (Beyrut 1990).

Bunun yanında müellifin, el-Muvâfakât adlı eseri Mehmet Erdoğan tarafından,

el-İ’tisam adlı eseri de Ahmet İyi Bildiren ve Mustafa Özcan tarafından tercüme edilerek Türk kültürüne kazandırılmıştır.

(25)

A.ŞATIBI’NİN YAŞADIĞI YER, HAYATI, ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ I. GENEL YAPISI İTİBÂRİYLE ENDÜLÜS VE GIRNATA

Müellifin hayatı, şahsiyeti ve eserleri ile ilgili bölüme geçmeden önce, genel hatlarıyla yaşadığı çevre ve o dönemin sosyal ve kültürel açıdan özellikleri ile ilgili, özet bir bilgiye sahip olmak, müellifi daha yakından tanımamıza katkı sağlayacaktır.

1. Bölgenin Sosyal ve İdari Yapısı

Yüz bin kişilik nüfusuyla Gırnata Endülüs’ün ve o günün Avrupa’sının en kalabalık şehirlerinden birisiydi. Halk Arap, Berberî, ve Arabistan muhacirlerinden oluşmaktaydı. Şehir halkı esas itibari ile “hâssa” ve “âmme” şeklinde iki zümreden oluşmaktaydı. Asker ve sivil idarecilerle nüfuzlu aileler hâssayı, geri kalanlar da âmmeyi oluşturmaktaydı. Bu tasnife bir de statüleri kalıcı olmayan harp esirlerini katmak mümkündür. Endülüs’ün diğer illerinde olduğu gibi Gırnata’da da konuşulan dil; fasih Arapça, âmmenin konuştuğu Arapça -Berberî lehçeleri– Latince karışımı melez dil ve yerli halkın dili olan Latince’ydi.

Sosyal ve kültürel etkinlikler açısından bakıldığında; Gırnata’da ramazan ve kurban bayramlarından başka mevlid ve aşure günleri de birer bayram gibi kutlanırdı. Bu kutlamalar camiler, zâviyeler ve ribatlarla birlikte el-Hamrâ Sarayı’nda da gerçekleştirilirdi. Şehir sürekli dış tehdit ve tehlikelere maruz kaldığı için Gırnatalılar askeri eğitime büyük önem veriyorlardı. Okul yaşına gelmiş çocuklara Kur'an-ı Kerim yanında silah kullanma ve savaş taktikleri öğretiliyordu.49

Şâtıbî’nın yaşadığı dönemde Gırnata Benî Ahmer Devleti sınırları içerisindeydi. Gırnata’nın siyası yapısı doğrudan sultana karşı sorumlu olan üç ana kurumdan oluşmaktaydı: Şeyhu’l-kudât, Vezir ve Kâdil-cemâa. Şeyhu’l-kudatlık görevi, Nasrî hanedanlığını kurmakla görevli olan, ancak Benû Nasr’a karşı sıkça ayaklanmalar gerçekleştirmeye alışkın Benû Aşkilûla’nın gücünün yerini alması için ortaya çıkarılmıştı. Şeyhu’l-kudât’a geniş yetkiler verilmişti. Benî Ahmer’in siyasi yapısında ikinci önemli otorite vezirlikti. Vezirler arasından sultana yardımcı olarak tayin edilen kişi hacip olarak isimlendirilmekteydi. Bu görev veraset yoluyla belli aileler içerisinde devam etti. Nasrî döneminde Şeyhu’l-Kudât kurumunun ortaya çıkması hacibin otoritesine gölge düşürdü. Bundan ayrı olarak hacip ve vezirlik görevleri birleştirildi. Siyasi yapıda en saygın görev Kadi’l-Cemâa idi. Kadi’l-Cemâa, piyasanın kontrolü, ticari akitlerin düzenlenmesi ve adaletin tevzii ile sorumluydu. Aynı zamanda bazen

(26)

Gırnata’nın başhatipliğini de yapmaktaydı. Kadı asker, polis ve diğerlerine öncülük etmek gibi hiçbir yürütme yetkesine sahip değildi. Yürütme gücüyle kadının hükmünü icra etmek, sultanın görevi olarak kabul edilmişti.50

Şâtıbî’nin, hayatının büyük bir kısmını geçirdiği süre zarfında Gırnata’yı, el-Gani Billah idare etmiştir. Bu dönemde önemli fetihler gerçekleştirilmiştir. Ancak el-Gani Billah’ın tahtan uzaklaştırılması ile bir takım sosyal sıkıntılar ortaya çıkmaya başlamış ve bu durum ulema üzerinde huzursuzluğa sebep olmuştur. İşte Gani Billah döneminde fikri alt yapısı oluşmaya başlayan Şâtıbî bu dönemde; bir yandan el-İfâdât ve’l-inşâdât ve el-İ’tisâm adlı eserlerini telif etmiş, bir yandan da içtimai problemlere yönelik tenkitler yazmaya başlamıştı.51

2. Bölgenin İlmi ve Fikrî Yapısı

Sekiz asır yaşamış Endülüs Medeniyeti; hem İslam medeniyeti ve hem de dünya medeniyetinde önemli bir yere sahiptir. Fıkıhtan mantığa, felsefeden astronomiye, edebiyattan tarihe hemen hemen her alanda, Endülüs’te yetişen bilginler, özgünlükleriyle İslam tefekkürü ve medeniyetine öncülük etmişlerdir. Özellikle sekizinci asırdan itibaren gelişmeye başlayan İslam medeniyeti, Doğu'da gerilemeye yüz tutmuş, ancak Endülüs'te canlanma imkanına kavuşmuştur. Ve bir çok alanda büyük fikir adamları ve filozoflar yetişmiştir. Mesela, fıkıhta İbn Hazm, Şâtıbî, Ebû Said Ferreç, İbni Lub, Ebû Bakir Ahmed b. Cüzey; felsefede İbn Bâcce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd; tarih çalışmalarında İbn Hayyan, İbn Sa’d, İbn Haldun, İbn Kutiyye, İbnü’l-Hâtip; astronomide Ahmed b. Nâsır, Kurtubalı Mesleme b. Kasım… gibi bilginler bunlardan sadece bir kaçıdır.52

Yine bir başka yönüyle Endülüs Medeniyeti, bir kitap medeniyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Endülüs tarihine dair kaynak eserlerde, bu ülkede yetişen Müslüman âlimlerin binlerce eser kaleme aldıkları belirtilmektedir. Ancak, bir takım insanların sebep olduğu tahripler veya başka nedenlerle maalesef bu kitapların büyük bir bölümü yok olmuş, kayıplara karışmış, dolayısıyla da günümüze ulaşamamıştır.

Kitap sevgisinin tabii neticesi olarak Endülüs'te çok sayıda kütüphane kurulmuştur. Endülüs kütüphanelerindeki kitapların bir kısmı, iç karışıklıklar esnasında yağmalanıp satılmış ve önemli bir bölümü de Kuzey Afrika'ya götürülmüştür. Arta

50 Mes’ûd, Muhammed Hâlid, İslam Hukuk Teorisi (Islamic Legal Philosophy), trc. Muharrem Kılıç, İz

Yay., İstanbul 1997, s.53-55.

51 Mes’ûd, Hâlid, İslam Hukuk Teorisi, s.47-50.

52 Özdemir, Mehmet, Endülüs Medeniyeti Müslümanları tarihi, http://www.endulus.net/ozellik.html

(27)

kalanlar ise, Hıristiyan işgali esnasında ve sonrasında bazı papazların hışmına uğramıştır. Bu ve buna benzer sebeplerle araştırmacılar; bibliyografik eserlerde, Şâtıbî gibi daha pek çok Endülüs aliminin hayatı ile ilgili geniş bir bilgiye ulaşma şansına sahip olamamıştır.53

Bütün bunlara rağmen, Endülüs İslam medeniyetinin ilim, kültür ve sanat hayatı, Batı ve İslam dünyasında unutulmaz tesirler meydana getirmiştir. Endülüs Medeniyetinin ilim ve kültür hayatının temel dinamiklerini kavramak, insanlığın ebedî olarak muhtaç olduğu ortak değerlerin anlaşılmasında önemli bir fonksiyon icra edecektir.54

İşte böyle büyük bir medeniyetin sınırları içinde Gırnata; Endülüs’te en uzun süre İslam hakimiyetinde kalan ve Zîrîler’le Nasrîler’e (Benî Ahmer Emirliği’ne) payitahtlık yapmış bir şehirdir.55 Genel hatlarıyla bakıldığında, İslam kaynaklarında Gırnata denilince, ilk akla gelen Sebike tepesinde inşa edilen el-Hamrâ Kalesi’dir. Kale 889’da buraya yerleşen Araplar tarafından tamir edilmiş ve aynı yıl, İlbîre Ceyyân ve Reyyu Arapları da buraya taşınmıştır.

Şehrin dikkati çeken diğer bir özelliği de, çok önemli iki büyük ilim merkezine sahip olmasıydı. Bunlar: Cami’i Azam ve Nasriyye Medresesi idi. Cami’i Âzam’da ders halkaları oluşturulurdu. Burada ders verenler arasında Ebû Said Ferreç, İbni Lubb, Ebû Bâkir Ahmed b. Cüzey gibi devrin ünlü simaları da bulunmaktaydı. Nasriyye medresesi, Sultan Ebû Haccac Yusuf’un öncülüğünde kurulan ve ilmin yayılması adına uzun yıllar önemli hizmetler ifa etmiş bir kurumdu. Nasriyye Medresesi’nin yanında bu okulda ders verenlere ait evler bulunmaktaydı. Bu durum, öğrencilerin hocalarıyla olan irtibatını kolaylaştırıyordu. Kendi imkanları ölçüsünde, Nasriyye Medresesi adı altında ilim merkezleri inşa ettiren ve sahip oldukları kitapları da buralara vakfeden pek çok alim bulunuyordu. Endülüs’te fetva mercii olarak bilinen Ebû Câfer Ahmed b. Hatime ve Ebû İshak İbrahim b. Fütuh, Nasriyye Medresesi’nin meşhur hocalarındandı.56

53 Yaman, Ahmet, “İmam Şâtibî ve Bir İslam Klasiği el-Muvâfakât”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:7,

s.399.

54 Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları İlim ve Kültür Tarihi, http://www.endulus.net/ozellik.html

(10.02.2006).

55 Özdemir, Mehmet, “Gırnata”, XIV, DİA, s..51.

56 Alî, Abdurrahman Âdem, el-İmam eş-Şâtıbî ‘Akîdetuhû ve Mevkıfuhû mine’l-Bide‘ı ve Ehlihâ,

(28)

II. ŞÂTIBÎ’NİN HAYATI 1. İsmi ve Künyesi

Müellif, Mâlikî ekolünün en meşhur hukuk bilgini olmasına rağmen, yaşadığı dönemde fazlaca tanınmış bir kişi değildir.57 Öyle ki, İslam kültürü içinde yetişmiş şahsiyetleri ve eserlerini tanıtan bibliyografik (tabakât, terâcim ve â’lam türü) eserlerde onun; doğum yeri, hoca ve talebeleriyle, eserleri dışında, hayatına ait geniş bilgilere rastlama imkanı olmamıştır.58

Müellifin tam adı; Ebû İshâk İbrâhîm b. Mûsâ b. Muhammed Lahmî el-Gırnâtî eş-Şâtıbî’dir. Burada yer ‘Ebû İshâk’ onun künyesi, ‘İbrâhîm b. Mûsâ b.

Muhammed ise ismidir. Müellif Kabilesine nispetle ‘el-Lahmî’, hayatını Gırnata’da geçirmiş olmasından dolayı ‘el-Gırnâtî’ ve atalarının Şâtıba’dan gelmelerine atfen de

‘eş-Şâtıbî’59 nisbeleriyle anılmıştır. “Şâtıbî” olarak meşhurdur, günümüzde de bu şekilde tanınmaktadır.

2. Doğumu ve Hayat Hikayesi

Müellifin doğum tarihi ile ilgili kesin bir bilgiye ulaşılamamıştır. Yazılı kaynaklar içerisinde onunla ilgili aslî kaynak olarak kabul edilen Neylü’l-İbtihâc’ın yazarı Ahmed Bâbâ et-Timbuktî; Şâtıbî’nin doğum tarihinin tespit edilemediğini ifade etmiştir.60 Bununla birlikte bazı ipuçlarından yola çıkarak, h. 720’den önce doğmuş olabileceği61 ya da h. 730 yılına yakın yıllarda doğduğuna dair62 iddialar olsa da bunların birer tahmin olduğu göz ardı edilmemelidir. Kesin olmayan bu tahminlerden hareketle müellifin hicri VIII. yüzyılın ikinci çeyreğinin ilk yarısı civarında doğduğu söylenebilir.

Müellif Nasrî Krallığının başkenti Gırnata da büyümüş ve bütün tahsilini burada tamamlamıştır. Şâtıbî’nin gençliği, Gırnata’nın en parlak dönemi olan Sultan

57 Mes’ûd, Hâlid, İslam Hukuk Teorisi, s.93. 58 Yaman, Ahmet, SÜİFD, sayı:7, s.399. 59 Mes’ûd, Hâlid, İslam Hukuk Teorisi, s.98.

60 Ahmed Bâbâ et-Timbuktî, Neylü’l-İbtihâc bi Tatrîzi’d-Dîbâc, Trablus, 1989, s.48.

61 Bu iddia Şâtıbî’nin fetvalarını neşreden Muhammed Ebû’l-Ecfân’a aittir. O, Şâtıbî’nin en eski hocası

olduğu kabul edilen Ebû Ca‘fer Ahmed b. ez-Zeyyât’ın ölüm tarihinden yola çıkarak bu sonuca ulaşmıştır. Bkz Şâtıbî, Feteva’l-imâm eş-Şâtıbî, nşr. Muhammed Ebû’l-Ecfân, Tunus, 1985, s.32.

62 Bu görüş Hammâdî el-Ubeydî tarafından ortaya atılmıştır. O, Şâtıbî’nin kendisine denk olan arkadaşı

vezir İbn Zumrek (796/1393)’in h. 733 yılında doğmuş olmasını temel almaktadır. Ayrıca Şâtıbî’nin, h. 756 yılında yaşının küçük olduğunu ve hocası İbnu’l-Fehhâr el-İlbîrî’nin kendisinin kabiliyetini beğendiğinden bahsetmesini delil olarak almaktadır. Bkz. Ubeydî, Hammadî, eş-Şâtibî ve’l-Mekâsıdu’ş- Şerî’a, Beyrut 1992, s.12.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu arada Çevre ve Orman Bakanl ığı ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü, yürütmenin durdurulması ve iptal kararlarına karşılık, bu kararların gereğinin yerine

Su, enerji ve gıda üzerinde şirketlerin dünya üzerinde tam bir egemenlik kurarak daha fazla kâr elde etmelerine yönelik politikalar, sermayenin dünya çap ında kapsamlı

(Princess Hospital)、康民國際醫院(Bumrungrad International Hospital)、皇太后護 理學院(Boromarajonani College

[r]

İşte eğer buhranlarımı en büyük tezahürleri ile ifade etmek lâzım gelirse hususî hayatımdan o iki büyük matemi umuma taallûk eder hayatımdan da bu

(40/35) Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah katında, gerekse iman edenler yanında büyük bir

D edim ya yahu:Bu dünya benim m em leket .-Hayır anlamadın-, Hem şerim “esas” m em ­ leket nire.. .-Bu dünya benim m em leket

Terazinin dengede durması için işlem sonuçlarının eşit olması gereklidir... Terazinin dengede durması için işlem sonuçlarının eşit