• Sonuç bulunamadı

ŞÂTIBÎ’DE MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH

A. KUR'AN İLİMLERİ’NİN TARİHÇESİ

II. ŞÂTIBÎ’DE MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH

1. ŞÂTIBÎ’YE GÖRE MUHKEM VE MÜTEŞÂBİHİN ANLAMLARI

Şâtıbî’ye göre, muhkem ve müteşabihin özel ve genel olmak üzere iki tür kullanımı söz konusudur.

1.1. Özel kullanım: Şâtıbî özel anlamıyla muhkemi, nâsih ve mensuh

bilginlerinin kullandığı anlamda kullanır. Bu anlamda muhkem, ‘mensuh olmayan’ anlamında; müteşabih ise, ‘mensuh’ anlamında kullanılır.

1.2. Genel kullanım: Muhkem, anlamının açıklanmasında başka bir şeye ihtiyaç

duymayan açık ve seçik (beyyin/vâzıh); müteşabih ise, -araştırma ve değerlendirmeyle kavransın veya kavranmasın- ibaresinden (lafız) kastedilenin (murâd) açık olmadığı ifadelerdir.141

Buna göre müteşâbihin birinci (özel) anlamda kullanımından kastedilen

‘mensuh’ terimidir. İkinci (genel) anlamda kullanımından kastedilen ise ‘lafzından ne

kastedildiği anlaşılmayan’dır.

Şâtıbî tarifte yer alan ikinci anlama özellikle dikkat çeker ve müteşâbih kavramının bu anlama geldiğine, Ali İmran Sûresi 7.âyetini delil olarak gösterir. Dolayısıyla ayette yer alan müteşâbih; ‘manasından ne kastedildiği anlaşılmayan’ anlamındadır. Müellif müfessirlerin de müteşâbihi bu anlamda anladıklarını belirtir.142

Müteşâbihin ikinci anlamda kullanıldığına dair bir başka delil de; “Helal

bellidir, haram bellidir; aralarında ise müştebihât (yani hangisinden olduğu ayırt edilemeyenler) vardır.”143 hadisidir. Burada yer alan helal ve haram bellidirden kasıt

140 Zerkeşî, el-Burhân, II, 75. 141 Şâtıbî, el-Muvâfakât, III, 63. 142 Şâtıbî, el-Muvâfakât, III, 63.

143 Buhârî, Ebû ‘Abdillah Muhammed b. İsmâil el-Cû‘fî, Sahîhu’l-Buhârî, I-VII, thk. Mustafa Dîb el-

muhkemdir. Aralarında kalan, yani helal ya da haramlığı ayırt edilemeyen ise müteşâbihtir.

Bu izahlardan sonra müellif muhkem ve müteşâbih ile ilgili şu değerlendirmede bulunur: “Müteşabih”in anlam alanına, “mensuh, mücmel, zâhir, âmm, mutlak”

kavramları; “muhkem”in anlam alanına ise, “nasih, hükmü sabit olan, mübeyyen, müevvel, muhâssas, mukayyed” kavramları dahildir.144

2. Şer’i Naslarda145 Müteşâbihatın Miktarı

2.1. Müteşâbihatın Şer’i Naslarda Az Olduğunun Delilleri

a. “Onda kitabın anası olan muhkem âyetler vardır. Diğerleri de müteşâbih

âyetlerdir.” Müellif, ayette geçen ‘ümmü’l-kitap’ ile ilgili şu değerlendirmede bulunur: Bir şeyin anası, o şeyin büyük çoğunluğunu ve tamamına yakın kısmını teşkil eder. Meselâ yolun büyük kısmı anlamında ümmü’t-tarîk, beynin bütün parçalarını içerisine alan ve onu her taraftan kuşatan beynin zarı için de ümmü’d-dimağ tabiri kullanılır. Diğer taraftan ümm, aynı zamanda asıl, esas manalarında da kullanılır. Meselâ Mekke için ümmü’l-kurâ denilir. Durum böyle olunca bunun dışında kalan âyetlerle de Kur'an’ın az olan kısmı kastedilir.

b. Kur'an’da bir çok âyet onun bir beyân ve hidâyet kaynağı olduğunu ifade eder. Bunlardan bir kaçı şöyledir: “Bu Kur'an, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol

gösterme (hidâyet) ve bir öğüttür”146; “(Bu Kur'an) Müttekiler için bir hidâyettir”147,

“Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an’ı indirdik.”148 Kur'an insanlara sıkıntılarını, problemlerini çözmek için indirildiyse o zaman anlaşılması zor olan bir şeyin insanların problemlerine çare olması nasıl düşünülebilir? Dahası müşkil ve kapalı şey ancak yeni açmazlara ve şaşkınlıklara sebep olur. Halbuki Kur'an bir beyân ve hidâyettir.149

Kur'an’da müteşâbihatın az olduğu ile ilgili bu iki delilden sonra müellif, bu konuda söz konusu olabilecek muhtemel itirazlara yer vermekte, sonra da bu itirazlara cevap vermektedir.

Sahîhu Muslim, I-V, thk. Muhammed Fuâd ‘Abdulbâkî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1991, Müsakat, 107.

144 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 65.

145 Müellifin; şeriat, şer'î nasslar, şer'î deliller gibi kullanımlardan kastı kitap ve sünnettir. Daha fazla

bilgi için bk. el-Muvâfakât, III, 329.

146 Ali İmran 3/7. 147 Bakara 2/2. 148 Nahl 16/44.

2.2. Müteşâbihatın Şer'î Nasslarda Çok Olduğunun Delilleri

a. Şer’i nasslarda müteşâbihat pek fazladır. Çünkü Müteşâbihatın en son tarifine göre, mensuh, mücmel, âmm, mutlak ve müevvelden pek çoğu onun kapsamına girer ve her biri ile ilgili de bir sürü alt bilgiler vardır. Hatta bu konuda İbn Abbas’tan gelen şu söz bunun açık delilidir: “Allah her şeyi bilicidir”150 âyeti hariç, hiçbir âmm ifade yoktur ki, tahsis görmesin.”151

b. Şeriatta üzerinde ittifak edilen konular, ihtilaf edilen konulara nisbetle çok azdır. Bilindiği gibi üzerinde görüş birliği edilen şey açıktır; üzerinde ihtilaf edilen şey de kapalı yani müteşâbihtir.

c. Yukarıdaki tarife göre müteşâbih kavramı içinde telakki edilen âmm lafzı zaten baştan beri ihtilaf konusudur. Yani bununla ilgili belli bir sîga var mıdır? Yok mudur? Eğer varsa bunun icrası için hangi şartlar söz konusu olacaktır gibi bir çok ihtilaf sebebi vardır.

d. Delillerin büyük çoğunluğunun delaleti açık olmayıp bunların tevile ihtiyaç duyması, araştırmacıların önünde ihtimallerden mutlak sûrette uzak bir delil kalmayacaktır.

2.3. Delillerin Karşılaştırılması ve Değerlendirilmesi

Müellif, şer'î nasslarda müteşâbihatın çok olduğu ile ilgili önemli bir bölümünü aktardığımız bu görüşlerden sonra konuyla ilgili nihaî fikrini, bunlara verdiği cevapla ortaya koymuştur. Buna göre, şer'î nasslarda müteşâbihatın çok olduğu ile ilgili iddialar yerinde değildir. Çünkü müteşâbihatın içinde yer alan mensuh, mücmel, zahir, amm ve mutlak kavramlarından her biri, bunların karşılıkları durumunda olan nâsih, mübeyyen, müevvel, muhâssas ve mukayyed kavramları ile birlikte değerlendirilmelidir. İbn Abbas’ın dediği gibi hiçbir âmm ifade yoktur ki, tahsis görmesin. Yani her mutlak ifadenin takyidi, her bir âmm ifadenin tahsisi yine şer'î deliller içerisinde olduğuna göre o zaman burada müteşâbihattan söz edemeyiz. Araştırma yapmadan karşılaşılan âmm bir ifadenin hemen müteşâbihattan olduğunu ifade etmek ancak artniyetliliktir. Meselâ Mutezile; “Dilediğinizi yapınız”152, “Dileyen iman etsin, dileyen de inkar etsin”153 gibi âyetleri almış, ancak “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”154, şeklindeki onlara açıklık getiren delilleri dikkate almamışlardır. Yine Hâricîler, “Hüküm ancak Allah’a

150 Bakara 2/228.

151 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 65. 152 Fussilet 41/40.

153 Kehf 18/29. 154 İnsan 76/32.

aittir.”155 ayetine göre hüküm vermişler ancak “İçinizde iki âdil kimsenin hükmedeceği...”156, “Bir hakem onun (kocanın) ailesinden, bir hakem de kadının

ailesinden gönderin…”157 gibi onlara açıklık getiren diğer nassları dikkate almamışlardır.158

3. Müteşâbihin Çeşitleri

3.1. Hakîkî (Gerçek) Müteşâbih: Müellif, Âli İmrân Sûresinin yedinci âyetinde

geçen müteşâbih kavramından kastedilenin, hakiki müteşâbih olduğunu belirtir. Bu tür müteşâbihatın da bizim tarafımızdan anlaşılması mümkün değildir. Bunlara karşı pozisyonumuza gelince, bunlara sadece iman ederiz.159 Kur'an’da müteşâbihatın miktarı ve hakiki müteşâbih konuları birlikte değerlendirildiğinde şu sonuca ulaşılır: Hakiki müteşâbihi anlamak mümkün değildir. Ancak bunun Kur'an’daki miktarı oldukça azdır.

3.2. İzafî (Göreli) Müteşâbih: Müellif bu bölümde izâfî müteşâbihin ortaya

çıkmasına sebep olan problemin kaynağı üzerinde durmaktadır. O’na göre, gerçekte bu türden müteşâbihin beyânı şer'î delillerde mevcuttur. Ancak içtihat etme durumunda olan ya da deliller üzerinde araştırma yapan kimsenin araştırma ve değerlendirmelerinden kaynaklanan eksiklik sebebiyle, söz konusu beyânlara ulaşılamamıştır. Dolayısıyla burada eksiklik araştırmacıda aranmalıdır.160

Müellifin konuyla ilgili değerlendirmesi genel hatlarıyla şöyledir:

a. Şer'î delillerde müteşâbihlik azdır. Esasında müteşâbih gibi görünen çok şey vardır. Ancak eğer müteşâbihe konu olan bir husus tüm yönleriyle araştırılırsa, başka deliller sayesinde bu kapalılığın ortadan kalktığı görülecektir.

b. Selef Alimlerinin, hakkında yorum yapmayıp sadece iman etmekle yetindikleri müteşâbihattan söz edilmektedir. Bu doğrudur ancak bunun miktarı oldukça azdır. Onlar, Allah’a nispet edilen, istiva, el, ayak, inme, gülme gibi insanların bilgi alanı dışında kalan konularda söz söylemekten, izaha girmekten sakınmışlar ve bunların izah edilmesi ile ilgili insanların bir yükümlülüğünün de olmadığını ifade etmişlerdir.

c. Allah’a nispet edilen müteşâbihatın dışında kalan konulara gelince, burada araştırmacı karşılaştığı müteşâbihatı Allah’a nispet edilen müteşâbihatla aynı tutmamalıdır. Başka deliller yoluyla bunun izahına çalışmalıdır. Artık bu noktadan

155 Yusuf, 12/67. 156 Maide, 5/95. 157 Nisâ, 4/35.

158 Şâtıbî, el-Muvâfakât, III, 67. 159 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 68. 160 Şâtıbî, el-Muvâfakât, III, 69.

sonra araştırmacının, art niyetli olmaması şartıyla isabet etmesi gibi bir zorunluluğu da yoktur. Ona düşen tüm gayretini ortaya koymaktır. Elbette ki, zekâ ve şer'î ilimlerdeki derinleşmeye oranla değerlendirmeler, farklılık arz edecektir.

d. Müteşâbih olup olmadığı ile ilgili ihtilaf edilen bir konunun hep böyle kalacağı ile ilgili bir iddia ileri sürmek doğru değildir. Şöyle ki, sünnet yolundan çıkmış kimi hizipler, delilleri bütün yönleri ile ele almayıp tek taraflı değerlendirme yoluna gidince, bir çok konu onlar için müteşâbihlik arzeder hale gelmiştir. Ancak etraflıca bakıldığında kimilerinin müteşâbih olarak gördüğü konularla ilgili değil müteşâbihlik, tam bir sarahat söz konusudur.

e. Esasında şer'î ilimler içerisinde hiç ihtiyaç duyulmayan pek çok konu sanki çok ihtiyaçmış gibi getirilip bunun içine sokulmuştur. Böylece içinden çıkılamadığı zaman da bu müteşâbihtir denilmiş ve problem olarak görülmeye başlanmıştır. Halbuki selef-i Sâlihinden çok zaman sonra gelen İmâm Şâfiî (v.204/820), İmam Mâlik (v.179/795), Ebû Hanîfe ve onlardan sonra gelenler, saâdet asrının üzerinden onca zaman geçmesine rağmen şeriatı anlamada herhangi bir eksiklik hissetmemişler ve o günün toplumunun ihtiyaç duyacağı her alanla ilgili çözümler üretebilmişlerdir.161

Bütün bu değerlendirmelerden sonra, şer'î delillerde müteşâbih unsurların az olduğu, muhkemin ise genel ve gâlib bulunduğu gerçeğine varılmaktadır.

4. Küllî-Cüz’î Kâideler Açısından Müteşâbihin Durumu

Müellifin, küllî-cüz’î açısından incelediği müteşabihler, hakîkîi müteşâbihlerdir. Açıklaması belli olan ve araştırılarak bulunabilen izafi müteşâbihlerde usûl ve furû açısından fark yoktur.162 Hakiki müteşabihler alanında teşâbüh ise külli kaidelerde yer

almaz. Ancak cüz’î konularda yer alır.

Bununla ilgili ortaya konan deliller ve bu delillerin değerlendirilmesi özetle şöyledir:

a. Şer'î nasslar üzerinde inceden inceye yapılan araştırmalar ortaya koymuştur ki müteşâbihlik küllî kâidelerde olmaz.

b. Eğer müteşâbihlik şer'î esaslarda olsaydı, o zaman şeriatın büyük çoğunluğu müteşâbihattan olurdu. Zira küllî kâidelerde müteşâbihlik olsaydı, onların üzerine bina

161 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 70.

162 Şâtıbî’ye göre, araştırıcının hatasına yönelik olanlar (izafiler) hakikat yoluyla Kitaba nispet edilemez,

edilecek olan fer'î esaslarda da kapalılık olurdu. Her fer’ (cüzîyyat) esasta bulunan özelliği kendisinde bulundurur. 163

Kendisinde müteşâbihlik bulunan fer'î konulara gelince bunlar; teşbih manası anımsatan âyetler, aynı anlama gelen hadisler, Allah’ı bilme ile ilgili kâidelerden biri olan tenzih esasına bağlı bir takım sıfatlardadır. Bunun yanında yine sûre başlarında bulunan (hurûf-u mukatta‘a) harflerdeki müteşâbihlik de, bu kabil fer'î/cüz’î konulardan kabul edilir.164

5. Müteşâbihlerin Te’vili (Yorumu)

Daha önce de ifade edildiği gibi müteşâbih; hakiki müteşâbih ve izafî müteşâbih diye ikiye ayrılmıştı. Buna göre müteşâbihin tevilini de bu bilgi doğrultusunda ele almak gerekmektedir.

Meselâ müteşâbihat kavramı altında yer alan mücmel bir âyete bakılır. Bu âyet, ya sarih bir âyet ile ya da sahih bir hadis ile beyân edilebiliyor mu? Edilemiyor mu? Eğer bu yollardan biri ile beyân edilebiliyorsa, o zaman bu izâfî müteşâbihdir ve tevili (yorumu) yapılabilir. Yok eğer bu yollardan biri ile beyân edilemiyorsa o zaman, bu belirtilen yollardan biri olmaksızın Allah’ın muradı üzerinde söz etmek, bilgisi olmayan bir sahaya tırmanmak demek olur ki, böyle bir şey hoş değildir. Ki Selefin yolu da budur. Onlar ilgili âyeti; “Kalplerinde bir eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için, onların müteşâbih olanlarına uyarlar. İlimde derinleşmiş olanlar ise ona inandık, hepsi rabbimizin katındandır, derler.” şeklinde anlamışlardır.

Müteahhirûn âlimlerin çoğuna göre ise müteşâbihlerin tevil edilmesi mümkündür. Bunlar hareket noktası olarak da kinaye, istiare, temsil ve daha başka yollar yönünden Arap dilinin genişliğini esas alırlar. Bunu yaparken de, bu tür şeyleri öğrenmek isteyen insanları İslam’a ısındırmak ve şer'î hitapta anlaşılmayan bir şeyin olmadığını ifade etmek isterler. Müellif bu görüşlere yer verdikten sonra, bu konuda doğru olan tercihin selefin yolunda olmak olduğunu belirtmiştir.165

5.1. Müteşâbihin Te’vil Şartları

Müellif, her ne kadar müteşâbihi tevil etme konusunda selefin yolunu takip etse de, müteşâbihi tevil etme görüşünde olanların bunu bir takım kurallar çerçevesince

163 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 71. 164 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 72. 165 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 73.

yapmaları gerektiği üzerinde durmaktadır. Buna göre müteşâbihin te’vilinde, kendisiyle te’vil edilen anlamda (müevvel bih) şu üç hususun gözetilmesi gerekir:

a. Te’vilin şer’an dikkate alınması, sahih olan bir manaya çıkması gerekir. Yani eğer te’vil sonucu ortaya çıkarılan mana şer'î ilimlerin verileri ile çelişiyorsa, bu durumda hiçbir şekilde te’vile gidilmesi doğru olmaz. 166

b. İhtilaf edilen iki delil arasında genel anlamda ittifak sağlanmalıdır. Teâruz (çelişki) durumunda; kendisinden daha güçlü bir delil ile çelişkisi durumunda delile te’vil uygulanır. Bu durumda değerlendirme yapan şu yollardan birini tercih eder. Ya tercih ettiğine dayanarak tercih edilmeyeni toptan gözardı eder ve delillerin arasını uzlaştırmayı (cem’) gerekli görmez. Ya da, herhangi bir yönüyle diğer delili de değerlendirmeye alır. Bu durumda yapılan bu işlem, doğru uygulanır ve üzerinde ittifak edilirse sorun olmaz; doğru uygulanmaz ise bu, amacı ortadan kaldırmaktır ve sonuçta çelişkiyi doğurur.167

c.Te’vil edilen ibare anlamı kabul eder olmalıdır. Müellife göre müevvel bih (te’vil edilen, kendine yorulan) bu açıdan değerlendirildiğinde, şu iki durumdan biri olması söz konusudur;

ı. İbare (lafız), ilgili anlamı kabul etmezse, hakkında ihtimal (yorum seçeneği) bulunmayan bir nassdır. Ki bu da te’vili kabul etmiyor demektir.

ıı. İbare anlamı kabul ediyorsa, bu durumda da; ya anlam ilmî şartlar

doğrultusunda geçerlidir ve yaklaşımda problem yoktur, kastedilen anlam da ibareye ters düşmez. Ya da ilmî şartlar (dinî şartlar de buna dahildir) uygun

gerçekleştirilmemiştir ki, bu şekliyle ibarenin te’vili doğru değildir.168