• Sonuç bulunamadı

ŞÂTIBÎ’DE MÜCMEL VE MÜBEYYEN KAVRAMLARI

D. MÜCMEL VE MÜBEYYEN

II. ŞÂTIBÎ’DE MÜCMEL VE MÜBEYYEN KAVRAMLARI

Müellif mücmelin açıklanması noktasında, özellikle hadisin rolü üzerinde durmuştur. Kur'an’da mücmel olan bir lafzın mübeyyen olan bir lafızla açıklanması konusuna ise girmemiştir.

1. Kur'an’ın Açıklanmasında Sünnetin Rolü

Müellif ilk olarak, Allah Teala’nın Kur'an’ın açıklanması konusunda Hz. Peygamber’e önemli bir sorumluluk yüklediğini ifade etmektedir. Meselâ; “Sana da

insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an’ı indirdik.”349âyeti bunun en açık delilidir.

Hz.Peygamber söz, fiil ve takrirleriyle Kur'an’ı açıklamaktadır. Bunlara ait örnekler şöyledir:

1.1. Hz.Peygamber’in söz ile açıklamada bulunması. Meselâ; Hz.

Peygamber’in hesaba çekilen kimsenin azap göreceğini ifade etmesi üzerine, Hz. Aişe, kendisine; “Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba

çekilir.”350 âyeti hakkında ne demeli? diye sormuştu. Rasûlluh da buna, “O sadece

arzdır” buyurarak açıklama getirmiştir.

1.2. Hz.Peygamber’in fiilleriyle açıklamada bulunması. Meselâ namazın

kılınması ile ilgili; “Beni nasıl namaz kılıyor görürseniz siz de öyle kılın” demesi, haccın yerine getirilmesi ile ilgili de, “Hac vecibelerini benden alın” sözleri, O’nun söz konusu amellerle ilgili fiili açıklamalarına örnektir.351

1.3. Hz.Peygamber’in takrirleri ile açıklamada bulunması. Hz.Peygamber bir

fiilin işlendiğini bilir ve ona karşı tepki verme imkanı olduğu halde buna rağmen onu onaylarsa, bu da bir beyân çeşididir.

Müellif bu girişle, genel hatlarıyla sünnetin işlevinden bahsetmekte, sonra da diğer hususlara yer vermektedir.

348 Şa’bân, Zekiyyüddîn, Fıkıh Usûlu, s.388. 349 Nahl 16/44.

350 İnşikâk 84/8.

2. Mücmelin Beyanında Sünnetin Durumu

Konu birkaç madde halinde özetlenebilir:

a. Sünnet Kitap’da mücmel olarak zikrolunan hükümlerin ya amel keyfiyetlerini, ya sebeplerini, ya şartlarını, ya da manilerini açıklar. Meselâ namazların vakitlerini, rüku ve sücudlarını ve diğer hükümlerini; zekatın miktarlarını, vakitlerini, zekat verilen malların nisaplarını, zekat verilecek verilmeyecek malların tayinini; oruç hükümlerini, oruçla ilgili Kitap’da nas bulunmayan hususları; hadesten ve necasetten taharetle ilgili meseleleri; hac, kurban, av, yenen yenmeyen hayvanlar; nikah ve onunla ilgili meseleler vb. Bütün bunlar Kur'an’da mücmel olarak zikredilmekte sünnet ise bunlara açıklama getirmektedir.

b. Kitabın genel hatlarıyla ortaya koyduğu hususları sünnet; ilave, beyân ve şerhleriyle birlikte ortaya koyar. Şöyle ki, Kur'an-ı Kerim dünya ve ahiret yararına ve zararına olan hususları genel hatlarıyla ortaya koyar. Sünnet ise hem bu konular üzerinde durur hem de bunlara yönelik detaylı açıklamalarda bulunur.352

Müellif buraya kadar işin daha çok teorik yönü üzerinde durmuştur. Bundan sonra ise, konuyu daha somut ve anlaşılır hale getirmek amacıyla çok sayıda örneklere başvurmuştur. Bunlardan bir bölümüne yer veriyoruz:

c. Şüphesiz Cenabı Hak, temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılmıştır. Bu ikisinin arasında, bunlardan her birine katılması mümkün olan bir takım şeyler kaldı ki, Hz. Peygamber de onları açıklamıştır. Meselâ, Kur'an’da bazı hayvanların etlerinin yenmesinin haram, bazılarının ise helal olduğu belirtilmektedir. Ancak bu iki grup dışında kalan ve durumu belirsiz olan hayvanlar vardı ki onları da sünnet açıklamıştır. Azı dişi olan yırtıcı hayvanlar, kuşlardan pençesi olanlar ve ehli eşeklerin etlerinin yenmesinin nehyedilmesi buna örnektir.

d. Allah Teâlâ su, süt, bal vb. sarhoşluk vermeyenleri helal kılmış, içkiyi ise haram kılmıştır. Çünkü o, insanlar arasında kin ve düşmanlığa sebep olan aklın izalesi sonucunu doğurmakta, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymaktadır. Bu ikisi arasında kalan, gerçekten sarhoşluk vermeyen fakat sarhoşluk vermesi muhtemel dubba (kabaktan oyulmuş kap), müzeffet (ziftlenmiş toprak kap, küp), ve nakir (ağaçtan oyularak yapılmış kap, fıçı) vb. içecekler vardır ki, içilmesini yasaklamak sûretiyle bunların durumunu da sünnet tayin etmiştir.

e. İhramlı bir kimseye mutlak sûrette av hayvanı öldürmesi yasaklanmıştır. Kasıtlı olarak öldürene ceza vardır. Öte taraftan ihramlı olmayan bir kimse için de mutlak sûrette helallik hükmü konulmuştur. Dolayısıyla ihramlı olmayan bir kimsenin av hayvanı öldürmesi halinde ceza gerekmemektedir. Bu iki belli hüküm arasında ihramlı bir kimsenin hata yoluyla av hayvanı öldürmesi durumunun hükmü meçhul kalmaktadır. İşte bu durumda sünnet gelerek, hata ile kasıtlı öldürmenin arasında bir fark olmadığını belirtmiştir.

f. Allah Teâlâ zinayı haram kılmış, evlenmeyi ve cariyelerle ilişkide bulunmayı helal kılmıştır. Meşru şekle muhalif aktedilen nikah hakkında ise sükut etmiştir. Çünkü böylesi bir akit, ne gerçek bir nikahtır, ne de tam bir zina ilişkisidir. İşte bu gibi konularda, bazı uygulamaların hükmünü bildirmek üzere sünnet devreye girmiştir.

g. Allah Teâlâ, deniz hayvanlarını temiz olan şeyler arasında olmak üzere helal kılmış, boğazlanmaksızın ölen hayvanı da, pis şeylerden sayıp haram kıldı. Bu iki ucun arasında deniz ölüsünün hükmü belirsiz kaldı. Acaba denizde kendiliğinden ölen hayvanın hükmü nedir? İşte bu konuya sünnet ışık tutmuştur.353

3. Mücmelin Beyânında Sahabenin Durumu

Kur'an’ın mücmelini açıklama konusunda, Hz.Peygamber’in beyânının geçerli olduğunda herhangi bir şüphe söz konusu değildir. Çünkü onun böyle bir görevle yükümlü tutulduğu âyetlerle sabittir.354

Sahabe beyânlarına gelince, müellif bu konu için özel bir bölüm açmış ve konuyla ilgili geniş bir şekilde değerlendirmede bulunmuştur. Burada özetle şu hususlara değinilmiştir:

a. Kur'an’da mücmel olan bir yerin beyânında eğer sahabe icma etmişse, bunun da geçerliliği hususunda herhangi bir şüphe yoktur.

Meselâ, “Eğer cünüp iseniz temizlenin”355 âyetinin beyânında sahabe; sünnet

mahallinin duhulu sebebiyle guslün gerekeceği konusunda icma etmişlerdir. Dolayısıyla bize de düşen bunu aynen kabul edip başka bir arayışa girmemektir.

b. Eğer aralarında icma yoksa, o zaman onların beyânlarının delil kabul edilip edilmemesi konusunda yapılması gereken, bu iki beyândan birini tercih etmede ictihadda bulunmaktır.356

353 Şâtibî, el-Muvâfakât, IV, 28. 354 Nahl 16/44.

355 Maide 5/9.

Müellif, sahabe beyânlarının tercih edilmesi gerektiğini şu gerekçelere dayandırmaktadır:

c. Sahabe Arap dilini çok iyi biliyordu. Çünkü onlar fasih konuşan Araplardı ve dilleri henüz değişmemişti. Onlar fesahat bakımından en üst mertebede bulunuyorlardı. Bu özelliklerinden dolayı onlar Allah’ın Kitab’ını ve Sünnet’i anlama konusunda diğerlerinden daha ayrıcalıklıydılar. Bu durumda, beyân makamında onlardan bir söz ya da fiil geldiği zaman, bu açıdan ona dayanmak sahih olacaktır.

d. Onlar İslam’ın ruhuna vakıf idiler. Olayların ve nüzûl hadiselerinin bizzat içerisinde idiler, kitap ve sünnet yoluyla gelen vahye tanıktılar. Bu itibarla onlar, hal karinelerini ve nüzûl sebeplerini en iyi bilen kimselerdi. Bu ayrıcalıklarından dolayı başkalarının kavrayamadıkları şeyleri onlar kavrayabiliyorlardı. Bir olayda hazır bulunanın, orada bulunmayandan daha doğru bir bilgiye sahip olması tabidir.357

4. Mücmelin Beyânında Âlimlerin Durumu

a. Alimler peygamberlerin varisleridir. Dolayısıyla nasıl ki, peygamberlere beyân farz ise aynı şekilde onların varislerine de bunun farz olması gerekir.

b. Alimlerin beyân ile sorumlu olduklarının bir çok naklî delili vardır. Meselâ;

“Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.”358; “Allah tarafından

kendisine bildirilen gerçeği gizleyenden daha zâlim kim olabilir?”359; “Dikkat edin!

Burada bulunanlarınız, bulunmayanlara tebliğ etsin”360; “Kıyametin alametlerinden

biri de, ilmin kaldırılmış olması ve cehaletin ortaya çıkmasıdır.”361 âyet ve hadisleri bunlardan sadece bir kaçıdır.362

5. Mücmelin Kapsamı

Kur'an’da yer alan mücmelin miktarını net olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü birine göre mücmel olan bir âyet bir başkasına göre mücmel olmayabilir. O zaman mücmelin miktarı üzerinde durmak yerine, bununla ilgili genel bir prensip üzerinde durmak daha doğru bir yaklaşım olur.

Müellif de öncelikle mücmelin kapsamı ile ilgili genel bir kâide belirlemekte bundan sonraki değerlendirmelerini de bu genel kâide üzerine bine etmektedir. Buna göre; şeriatta sorumluluk getiren konularda mücmellik olmaz. Mücmellik ancak sorumluluk getirmeyen konularda olur.

357 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 251. 358 Bakara 2/42.

359 Bakara 2/140.

360 Buhârî, İlim, 25; Müslim, Hacc, 446. 361 Buhârî, İlim, 31.

Bununla ilgili deliller şöyledir:

a. “Bu gün size dîninizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimim tamamladım…”;

“Bu Kur'an, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür.”; “Sana

da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'an’ı indirdik. Belki düşünürler.”; “(O

Kur'an’ ki) müttekiler için bir hidâyettir.” vb. âyetler; “Sizi apaydınlık bir şey üzerine

bıraktım; onun gecesi gündüzü gibidir.”; “Size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız

sürece sapıtmazsınız: Allah’ın kitabı ve sünnetimdir.” şeklinde daha pek çok hadisler vardır ki, bütün bunlar Kur'an’ın anlaşılır, mübeyyen bir kitap olduğunu ortaya koyar. Zira önümüzü aydınlatacak olan bir rehberin, anlaşılması için muhatap kılındığımız bir kitabın, apaydınlık üzere olan bir yolun mücmel olmaması gerekir.

b. Şeriatın mükelleflere yönelik hitaptan amacı, dünya ve ahiretleri ile ilgili, onların leh ve aleyhlerine olan şeyleri, kendilerine anlatmaktır. Bu ise, hitabın açık ve anlaşılır olmasını, mücmel ve müteşâbih olmamasını gerektirir. Eğer bu kasda rağmen, onlarda mücmellik ve müteşâbihlik bulunacak olsaydı, o zaman bu, hitaptan gözetilen asli maksada ters düşer ve ortaya bir fayda çıkmazdı. Bu ise, maslahatların Allah’tan bir lütuf olarak dikkate alınması açısından imkansız bir şeydir.363

III. DEĞERLENDİRME

Konuyu iki açıdan değerlendirmek gerekir. Birincisi, müellifin de belirttiği gibi amele dönük, sorumluluk gerektiren alanla ilgili mücmellik. Aslında Kur'an’da anlaşılamayan, dolayısıyla kendisiyle amel edilemeyen mücmel (kapalı) kalmış herhangi bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Ancak başlangıçta mücmel olan bir takım lafızlar vardır ki, bunlar ya Kur'an yoluyla, ya da sünnet yoluyla mutlaka beyân edilmiştir. Bununla birlikte yine de insanların anlamakta zorlandıkları bir takım kapalı yönler olabilir ki, o zaman da sahabe beyânlarına başvurulur. Bu aşamadan sonra ise iş, peygamberlerin varisleri olan âlimlere düşer. Çünkü her ne kadar hem Kur'an, hem Hz.Peygamber ve hem de sahabe bir takım beyânlar da bulunmuş olsalar da, bunların araştırılıp insanlara sunulması gerekmektedir. Buna rağmen eğer günün ihtiyaçlarına yönelik bir takım tıkanmalar söz konusu olursa, o zaman da dini kaynakların doğru bir şekilde değerlendirilmesi ve çözümler üretilmesi gerekmektedir ki bu da ancak ictihad yoluyla mümkün olur.

İkincisi, herhangi bir sorumluluk gerektirmeyen, sadece iman etmekle yetinilen, keyfiyetini, mahiyetini bilmekle sorumlu olmadığımız alanla ilgili mücmellik. Az da olsa böyle bir mücmellikten bahsedilebilir. Ancak böyle bir şeyin varlığı insanların Kur'an’ı anlama ve dini yaşamaları noktasında herhangi bir eksikliğe sebep olmaz. Bu tıpkı müteşâbihde olduğu gibi, sınırlı sayıdaki bazı âyetlerin mahiyetlerinin bilinmemesinden ibarettir.

Bunun dışında altı çizilmesi gereken bir başka husus da, müellifin kullandığı geçici mücmellik kavramıdır. İnsanların tamamının dini kaynakları bütün yönleriyle anlama kapasitelerine sahip olmaları düşünülemez. Herkes kendi bilgi seviyesine göre âyet ve hadisleri anlar. Bu açıdan bakıldığında tabidir ki, çoğu insanın anlamakta zorluk çekebileceği bir takım mücmel ifadeler olabilir. Ancak bunlar mutlak anlamda mücmel olarak kabul edilmez. Bunun yerine bunlar, geçici süreli mücmel olarak değerlendirilir. Zira o kişilerin ya da başkalarının yapacağı araştırmalar sayesinde bunlar açıklığa kavuşturulur.