• Sonuç bulunamadı

Kuran-ı Kerim Meali. Mehmet DURMUŞ 22/02/2022

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Kuran-ı Kerim Meali. Mehmet DURMUŞ 22/02/2022"

Copied!
234
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2022

Mehmet DURMUŞ 22/02/2022

Kuran-ı Kerim Meali

(2)

1 Önsöz

H.Z Muhammed Resulullah’ın M.S. 610 yılında Allah tarafından Cebrail melek vasıtasıyla, Peygamber olarak görevlendirildiği Arap toplumunun o günkü şartlarında; Allah’ın kutsal evi olan Kabe sayısız put ile doldurulmuş, güçlünün haklı olduğu, kız çocuklarının utanç vesilesi sayılarak canlı canlı toprağa gömüldüğü, H.Z. İbrahim Peygamberden süre gelen ve tek bir olan Allaha iman edenlerin ise yok denecek kadar az olduğu bir dönemde Muhammed Resulullah, Allahın yardımı ile yirmi üç yıllık bir dönemde Kâbe’yi putlardan temizleyerek toplumunu; Tek bir olan Allaha iman eden, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir, bizi aldatan bizden değildir gibi bir iman ve eğitim seviyesine getirmiştir. Ancak ölümünün ardından, halifeler dönemi sonlarında ve özellikle de sonrasında güç, saltanat ve iktidar mücadelesi kavmiyetçilik ile birleşerek, insanlık tarihinin tüm dönemlerinde olduğu gibi bu dönemde de kendisini göstermiştir. Daha da kötü olanı ise mezheplere onun altında da tarikatlara cemaatlere bölünmüşlerdir.

İnsanlar her ne kadar iyi niyetle yola çıkabilmiş olsalar da, bu iş zamanla din tüccarlığına dönüşerek dini otoriterlik ile birlikte kendi elit çevresini kurarak, çoğu zaman da iktidar ile de bir olmak suretiyle ve veya yeterince güçlendiğine inanırsa iktidarın da yerine geçebilmek azmiyle kendi saltanatını kurmanın yollarını aramışlardır.

Allah ve Resulü ise insanlara; orta yol ümmeti olmayı, aşırılıklardan, bağnazlıktan kaçınmayı emretmiştir. Ölümünden sonra insanın sorgulanacağı konu Tek bir olan Allaha iman edip etmediği ve sonrasında da onun emrettiği şekilde ibadet ve temiz bir kalp ile iyiliklerde bulunarak, günahlardan uzak durmaya çalışıp çalışmadığıdır. Yoksa bağlı bulunduğu mezhebi bir sorgu konusu değildir, aksine bağnazlıkla mezhep, tarikat gibi yapıların ardına düşmek dini önderini Allahın bir elçisi saymak, onun sözlerini Allahın bir emri gibi görmek, onun kendisini ahirette kurtaracağını sanmak, Allahın emrettiği yoldan sapmanın ta kendisidir. Bu bozulma Yahudilikte kendisini üstün ırk olarak görerek şeytani bir kibre götürürken. Hristiyanlıkta ise Roma toplumunda var olan Paganist inanç ile H.z. İsa Peygamberi, Allahın oğlu saymak yoluna itmiştir. Halbuki Allah İsa Peygamberi sadece bir peygamber olarak görevlendirmiştir.

Ancak zamanla İseviliğin halk arasında yer bulması dini otorite oluşmasına, bu da iktidar ve güç sahipleri ile birleşerek toplumu kontrol altında tutma ve yönetme şekline evirilmiştir. İlahi dinlerin bozulmasında temel faktörü oluşturan yönetme hırsı, kibir, bir olan yaratıcının emirlerine uyma isteksizliği toplumu ve özellikle de yöneticileri halis dinden hızla uzaklaşmaya ve reddetmeye itmiştir. Günümüz Müslüman toplumlarının liderleri de genellikle baskıcı rejimlerden oluşmaktadır bu rejimler ise kendilerini ayakta tutabilmek adına yandaş dini önderleri ile birlikte halkı cahil ve yoksul bırakmak, sorgulayamaz hale getirmek ve itaat eden bir toplum olmalarını sağlamak için tüm gücüyle halk üzerinde baskı kurmaktadırlar.

Müslümanlık ve Müslümanlar ise günümüz İslam dünyası dışında terör kavramı ile bir görülür hale getirilmiştir. Bu manipülasyon ise işid ve benzeri örgütler kurdurularak zirveye ulaştırılmıştır. Bu örgütlerin kurulabilmesindeki en temel faktör olan insan unsuru, orta doğu coğrafyasında yıllar boyunca baskıcı rejim altında bulunan, sonrasında işgale uğrayan öldürülen, anne babasız, evlatsız, evsiz, yoksul, cahil ve alabildiğine çaresiz bırakılan ve akabinde kolaylıkla manipüle edilen insanların bir araya getirilmesi ile olmuştur. Hâlbuki Kuran’da Müslümanlığın özüne dair insanlara iyi davranmak ve güzel işler yapmak ile ilgili sayısız emirler vardır.

İslam coğrafyasında insanlara halen yaşatılan bu acıların, İslam coğrafyası dışında olan sebepleri ise çok çeşitli olmakla birlikte başlıcaları; Orta doğu ve Arap yarımadasındaki enerji kaynaklarını kolayca sömürebilmek, İslamı kötü, çirkin ve düşman göstermek bu suretle de kendi halklarını İslamdan uzak tutmaktır. Bu iki temel konunun sağlanabilmesi için ise Müslümanların teröristler olarak dünyaya sunulması çok kullanışlı bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.

Şimdi işin özüne inebilmek için insanların kişisel hatalarını dine mal etmeden ve tüm ön yargılardan sıyrılarak, fabrika ayarlarına dönmek suretiyle, benliğimizi çocuk saflığına ve temiz görüye açarak elinizde bulunan bu Kuran mealini okumanız temennisi ile.

DİPNOT:

Benim bu meal çalışmasına başlamamdaki en temel faktör Meal okurken ayette sizin ondan başka tanrınız yoktur olarak çeviri yapılmış olmasıdır hâlbuki ayetin Arapça metnini açtığımızda metinde İlahe

(3)

2 denmektedir Örneğin: Enam Suresi (106) İttebi' ma uhiye ileyke mir rabbik la ilahe illa hu ve a'rid anil müşrikin. Hatalı meal’ de (106) Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir. Doğrusu ise (106) Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir. Tanrı kelimesi her ne kadar toplumumuzda yaygın olarak kullanılmasa bile; -Ne var ki bunda denmemelidir zira Allahın, Tanrı diye bir ismi yoktur, Rabbimiz benden başka ilahınız yoktur diyorsa bunu böyle çevirmek gerekir.

İşin üzerine gittiğimde gördüm ki yüzden fazla yerde bu şekilde adına hata diyemeyeceğimiz çeviri yapılmıştı velakin incelemelere devam ettiğimde hatalı çevirinin sadece bununla ibaret olmadığını çok büyük kavram hatalarının da bulunduğunu üzülerek gördüm; Örneğin Nahl Suresi “(37) (Resûlüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de; bil ki Allah, saptırdığı kimseyi (dilemezse) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur.” Oysa bir kimseyi Allah saptırdı demek imtihan sırrını ve imanın temelini sarsan bir durum iken doğrusu “(37) (Resûlüm!) Sen, onların hidayete ermeleri için ne kadar çaba göstersen de şüphesiz ki Allah, sapkınlık yolunu seçenleri doğru yola iletmez ve onların bu hususta hiçbir yardımcıları da yoktur .” olmalıdır.

Onlarca Kuran Mealini aynı ayetler üzerinden bilgisayar ortamında birbirleriyle kıyaslandığımda vahametin boyutları çok daha acı boyutlara ulaşarak birçok farlı yaklaşım ve hükümlerin bulunduğunu üzülerek gördüğümü belirtmek isterim. Bu noktadan yola çıkarak elinizdeki Kuran Mealini sürekli üzerinde çalışamamakla birlikte yaklaşık üç yıllık bir emeğin sonucu olarak hazırladım. Allah razı olsun denilmesi en büyük temennimdir.

Okuyucu Kuranın; kıssalarında geçen hususlarını, Peygamberlere hitaben inen ayetleri kısacası tüm ayetleri kendisine hitaben algılayıp bütün hepsinden kendi üzerine dersler çıkararak okumasını tavsiye ederim.

Ayetlerin yazımında parantez içerisinde belirtilen kısımlar ayetlerin daha iyi anlaşılabilmesini sağlamak gayesiyle ayetlerin iniş sebepleri, Peygamberin hadisler, kuran ayetlerinin arasındaki bağlantılar göz önüne alınarak eklenmiş kısımlardır, en doğrusunu Allah bilir. Kuranın Arapça dilinden çevirisi nihayetinde bir çeviridir. Ayetlerde, Yüce Rabbimiz tarafından anlatımı sağlanan hususlara, hazırlanan bu meal (çeviri) ile en yakın şekilde ulaşabilmiş olmayı Yüce Rabbim den dilerim. Oluşabilecek anlatım bozuklukları yahut ayetteki mananın haricinde bir düzeltme yapmaktan Allaha sığınır, varsa bu hususlar hakkında tüm aczi yetimle tövbe ederim, okuyucuları da bu hususlar hakkında uyarır tereddüt’ e düştükleri konular hakkında çeşitli kaynaklardan vicdani kanaate ulaşabilecekleri şekilde incelemeler yapmalarını öneririm.

Mehmet DURMUŞ Saygılarımla

(4)

3

Önsöz ... 0

(1) FÂTİHA SURESİ ... 6

(2) BAKARA SURESİ ... 6

(3) ÂLİ IMRÂN SURESİ ... 22

(4) NİSA SURESİ ... 31

(5) MÂİDE SURESİ ... 40

(6) ENAM SURESİ ... 47

(7) A'RAF SURESİ ... 55

(8) ENFÂL SURESİ ... 64

(9) TEVBE SURESİ ... 67

(10) YÛNUS SURESİ ... 74

(11) HÛD SURESİ ... 79

(12) YÛSUF SURESİ ... 85

(13) RA'D SURESİ ... 90

(14) İBRÂHİM SURESİ ... 92

(15) HİCR SURESİ ... 94

(16) NAHL SURESİ ... 97

(17) İSRÂ SURESİ ... 102

(18) KEHF SURESİ ... 107

(19) MERYEM SURESİ ... 111

(20) TÂHÂ SURESİ ... 114

(21) ENBİYA SURESİ ... 118

(22) HAC SURESİ ... 122

(23) MÜ'MİNÛN SURESİ ... 126

(24) NÛR SURESİ ... 129

(25) FURKÂN SURESİ ... 132

(26) ŞUARA SURESİ ... 135

(27) NEML SURESİ ... 140

(28) KASAS SURESİ ... 143

(29) ANKEBÛT SURESİ ... 147

(30) RÛM SURESİ ... 150

(31) LOKMAN SURESİ ... 152

(32) SECDE SURESİ ... 154

(33) AHZÂB SURESİ ... 155

(34) SEBE' SURESİ ... 159

(35) FATIR SURESİ ... 161

(36) YÂSÎN SURESİ... 163

(37) SÂFFÂT SURESİ ... 166

(38) SÂD SURESİ ... 169

(5)

4

(39) ZÜMER SURESİ ... 172

(40) MÜ'MİN SURESİ ... 175

(41) FUSSİLET SURESİ ... 179

(42) ŞÛRÂ SURESİ ... 181

(43) ZUHRUF SURESİ ... 184

(44) DUHÂN SURESİ ... 186

(45) CÂSİYE SURESİ ... 188

(46) AHKAF SURESİ ... 189

(47) MUHAMMED SURESİ ... 191

(48) FETİH SURESİ ... 192

(49) HUCURÂT SURESİ ... 194

(50) KAF SURESİ ... 195

(51) ZÂRİYÂT SURESİ ... 196

(52) TÛR SURESİ ... 197

(53) NECM SURESİ ... 199

(54) KAMER SURESİ ... 200

(55) RAHMÂN SURESİ ... 201

(56) VAKIA SURESİ ... 203

(57) HADÎD SURESİ ... 205

(58) MÜCÂDELE SURESİ... 206

(59) HAŞR SURESİ ... 208

(60) MÜMTEHİNE SURESİ ... 209

(61) SAFF SURESİ ... 210

(62) CUMA SURESİ ... 210

(63) MÜNÂFİKÛN SURESİ ... 211

(64) TEĞÂBÜN SURESİ ... 211

(65) TALÂK SURESİ ... 212

(66) TAHRÎM SURESİ ... 213

(67) MÜLK SURESİ ... 213

(68) KALEM SURESİ... 214

(69) HÂKKA SURESİ ... 216

(70) MEÂRİC SURESİ ... 217

(71) NÛH SURESİ ... 218

(72) CİN SURESİ ... 219

(73) MÜZZEMMİL SURESİ ... 220

(74) MÜDDESSİR SURESİ ... 220

(75) KIYÂMET SURESİ ... 221

(76) İNSÂN SURESİ... 222

(77) MÜRSELÂT SURESİ ... 223

(6)

5

(78) NEBE SURESİ ... 224

(79) NÂZİÂT SURESİ ... 225

(80) ABESE SURESİ ... 225

(81) TEKVÎR SURESİ ... 226

(82) İNFİTÂR SURESİ ... 227

(83) MUTAFFİFÎN SURESİ ... 227

(84) İNŞIKAK SURESİ ... 228

(85) BÜRÛC SURESİ ... 228

(86) TÂRIK SURESİ... 228

(87) A'LÂ SURESİ ... 229

(88) ĞÂŞİYE SURESİ ... 229

(89) FECR SURESİ ... 229

(90) BELED SURESİ ... 230

(91) ŞEMS SURESİ ... 230

(92) LEYL SURESİ... 230

(93) DUHÂ SURESİ ... 230

(94) İNŞİRAH SURESİ... 231

(95) TÎN SURESİ ... 231

(96) ALAK SURESİ ... 231

(97) KADİR SURESİ ... 231

(98) BEYYİNE SURESİ ... 231

(99) ZİLZÂL SURESİ ... 232

(100) ÂDİYÂT SURESİ ... 232

(101) KAARİA SURESİ ... 232

(102) TEKÂSÜR SURESİ ... 232

(103) ASR SURESİ ... 232

(104) HÜMEZE SURESİ ... 232

(105) FÎL SURESİ ... 233

(106) KUREYŞ SURESİ ... 233

(107) MÂÛN SURESİ... 233

(108) KEVSER SURESİ ... 233

(109) KÂFİRÛN SURESİ ... 233

(110) NASR SURESİ ... 233

(111) TEBBET SURESİ ... 233

(112) İHLÂS SURESİ ... 233

(113) FELAK SURESİ ... 233

(114) NÂS SURESİ ... 233

(7)

6 (1) FÂTİHA SURESİ

(1/1) Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla (başlarım).

(1/2) Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

(1/3) O, Rahmân ve Rahîmdir.

(1/4) Din gününün, hesap (ahiret) gününün tek hâkimidir.

(1/5) (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım umarız.

(1/6) Hidayet eyle bizi dosdoğru yola!

(1/7) O kendilerini nimetine (Cennetine ve rızana) erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve delalette olanların (Cehennemliklerin) yolunu değil! (Amin)

(2) BAKARA SURESİ (2/1) Elif. Lâm. Mîm.

(2/2) Bu kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (günahlardan sakınanlar ve tövbe ederek arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

(2/3) Onlar (Müttakiler) Gayba (Ahirete, görünmeyen âleme) inanırlar, namazı (Tadil-i erkân üzere) hakkıyla kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda (ihtiyaç sahiplerine ve dini yayma yolunda) harcarlar.

(2/4) Yine onlar, sana indirilene (Hz. Muhammed Peygambere indirilmiş olan bu Kurana) ve senden önce indirilmiş olanlara iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.

(2/5) İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erecek olanlar da ancak onlardır.

(2/6) Gerçek şu ki, kâfirleri (Cehennem ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; onlar iman etmezler. (Ancak burada Müslümanlara düşen vazife kimin yaratıcıya ve bu Kurana iman etmeyeceğinin, Allahdan başka kimse tarafından bilinemeyeceği şuuruyla hareket etmektir, zira iman etmediği halde sonradan Müslümanlığı seçen insanlar vardır.)

(2/7) Allah onların kalplerini ve kulaklarını (Allaha inanmamaları sebebiyle) mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (ahirette) büyük bir azap vardır.

(2/8) İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah'a ve ahiret gününe inandık» derler.

(2/9) Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.

(2/10) Onların kalblerinde bir hastalık vardır, Allah da bu sebeple onların hastalığını çoğaltmıştır.

Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.

(2/11) Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.

(2/12) Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat bunu idrak edemezler (iyi bir iş yapmakta olduklarını sanırlar).

(2/13) Onlara: (inanan mümin) İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit «Biz hiç,

sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!» derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler.

(2/14) (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit «(Biz de) iman ettik» derler. (Asıl dostları ile) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.

(2/15) Gerçekte ise, Allah onlarla alay eder de azgınlıkları içinde onlara mühlet verir, onlarsa bocalayıp dururlar.

(2/16) İşte onlar (böylelikle), hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.

(2/17) Onların (münafıkların) durumu, (karanlık gecede) bir ateş yakan kimse misalidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır; (artık hiçbir şeyi) görmezler.

(2/18) Onlar (Allahın varlık delillerine ve imana karşı) sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar (sapkın yollarından) geri dönemezler.

(2/19) Yahut onların durumu, gökten karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını

kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

(8)

7 (2/20) Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, (şimşek sönüp)

karanlık çökünce de dikilir kalırlar. Allah dileseydi onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.

(2/21) Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibâdet edin ki takvâ sâhibi olasınız!

(2/22) O Rab ki, yeri sizin (ikamet ve istirâhatiniz) için bir döşek, göğü de (üstünüze) bir tavan yaptı.

Gökten de su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.

(2/23) Eğer kulumuza (Muhammed Resulullaha) indirdiklerimizden (Kuran dan) herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda tutarlı iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.

(2/24) Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- o halde yakıtı, insanlar ve taşlar olan kâfirler için hazırlanmış o cehennem ateşinden sakının.

(2/25) İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki rızıklardan kendilerine sunulduğunda: «Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir» derler ve o rızıklar birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacaktır. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır.

Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.

(2/26) Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) bir sivrisineği ve hatta onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah böyle misallerle birçok kimseyi delalette bırakır, birçoklarını da hidayet eyler. Bu misallerle ise Allah ancak fâsıkları sapartırır.

(2/27) Onlar öyle (fâsıklar) ki, Allah'a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah'ın,

birleştirilmesini emrettiği bağları (Allaha gönülden bağlılık, insani ilşkiler) keserler ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar hüsrana uğrayanlardır.

(2/28) Siz (anne karnında) cansız iken size can veren Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, (Ahirette) sizi tekrar diriltecek ve sonunda (hesaplarınız görülmek üzere) O'na döndürüleceksiniz.

(2/29) O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi gök olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.

(2/30) Bir vakidde Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife (insan) yaratacağım, dedi. Onlar da: Bizler hamd ile seni tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi elbette ben bilirim, dedi.

(2/31) Allah Âdem'e isimleri, öğretti. Sonra onları meleklere gösterip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.

(2/32) Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.

(2/33) (Bunun üzerine Allah:) Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Âdem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak ki semâvat ve arzın gaybını bilinmeyenlerini (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.

(2/34) Hani meleklere (ve cin’e): Âdem için (saygı ile eğilin) secde edin demiştik. (Cinlerden olan) İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.

(2/35) Sonra dedik ki: Ey Âdem! sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”

(2/36) Fakat Şeytan onların ayaklarını oradan kaydırarak, kendilerini içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Biz de dedik ki; «Birbirinize düşman olarak oradan aşağı inin. Yeryüzü belirli bir süreye kadar size barınak ve geçim yeri olacaktır.»

(2/37) Derken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler öğrendi ve derhal onlarla tevbe etti. Rabbide bunun üzerine tövbesini kabul etti. Zira Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.

(2/38) Onlara; Hepiniz cennetten inin, eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmezler dedik.

(2/39) İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar.

(2/40) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim ve yalnızca benden korkun.

(2/41) Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. (Elinizdeki bunca

(9)

8 bilgiye karşılık) Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık (dünya menfaati) ile değişmeyin ve yalnız benden sakının.

(2/42) Bilerek hakka bâtılı karıştırmayın, bildiğiniz halde gerçeği gizlemeyin.

(2/43) Namazı (tadil-i erkan üzere, usulüne uygun olarak) tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.

(2/44) Sizler Kitab'ı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?

(2/45) Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a derinden saygı duyanlar dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.

(2/46) Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını, O'na döneceklerini düşünen ve buna gönülden inanan kimselerdir.

(2/47) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetleri ve sizi (Vaktiyle, Allahın dinine hizmet edip doğruları yaptığınız müddette) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.

(2/48) Ve öyle bir günden korkun ki, o (kıyamet) günü hiç kimse bir başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, (günahlarına bedel bir) fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.

(2/49) Hani, size azabın kötüsünü tattıran, kızlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı.

(2/50) Ve sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da, siz onlara bakıp dururken denizde boğduk.

(2/51) Hani, biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize) zulmederek bir buzağıyı ilah edinmiştiniz.

(2/52) Sonra bunun arkasından sizi affettik, tâ ki şükredesiniz.

(2/53) Ve Musa'ya Kitab'ı ve Furkan'ı (doğru ile yanlışı ayırt etme yetisi) verdik, (böylece) umulurki (onun ardınca) doğru yolda gidesiniz.

(2/54) Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (ilah) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için hemen Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Böyle yapmanız Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir ki böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Zira o Tevvab (acıyıp tevbeleri kabul eden) ve Rahim (merhametli olan) ancak O'dur.

(2/55) Bir zaman da: Ey Musa! Biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde sizi yıldırım çarpmıştı.

(2/56) Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik, umulur ki şükredesiniz.

(2/57) Ve sizi (Tih çölünde) bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve «Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz» (dedik). Hakikatte onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.

(2/58) (İsrailoğullarına:) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek (tevazu ile) girin, (girerken) «Hıtta!» (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.

(2/59) Fakat zalimler, kendilerine söyleneni (Hıtta: Yâ Rabbi bizi affet, sözünü alaya alıp eğlence maksadı güderek Hınta: buğday manasında) sözü ile değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.

(2/60) Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.

(2/61) Hani siz (verilen nimetlere karşılık): Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar ve

peygamberlerini haksız yere öldürüyorlardı. İsyana daldıkları, sınırı aştıkları için bu cezaya çarpıldılar.

(2/62) Şüphesiz, (İslamiyetin tebliği kendisine ulaşmadan önce vefaat edenlerden) yahudi, hıristiyan ve sabiilerden (tek bir olan) Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.

(10)

9 (2/63) Sizden sapa sağlam söz almıştık, Dağı da üzerinize kaldırmış: 'Allah'a karşı gelmekten sakınanlardan olabilmeniz için, size verdiğimiz Kitab'a kuvvetle sarılın, onda bulunanları hatırda tutun' demiştik.

(2/64) Bundan sonra yine yüz çevirdiniz; eğer Allah'ın size bol nimeti ve merhameti olmasaydı, muhakkak ki zarara uğrayanlardan olurdunuz.

(2/65) Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.

(2/66) Biz bunu (maymunlaşmış insanları), hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler (günahlardan sakınanlar ve tövbe ederek arınmak isteyenler) için de bir öğüt vesilesi kıldık.

(2/67) (Mûsâ’nın kavminde bir adam öldürülmüş olup katili bilinemiyordu. Bunun üzerine Mûsâ’dan Allah’a duâ ederek kaatilini öğrenivermesi istemişlerdi, O da, Allah’a duâ etti ve kavmine) -Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: (kavmi) Bizimle alay mı ediyorsun? dediler. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, dedi.

(2/68) «Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun mahiyetini açıklasın» dediler. Musa: Allah buyuruyor ki:

«O, ne yaşlı ne de genç; ikisi arasında bir sığırdır.» Haydi size emredileni hemen yapın, dedi.

(2/69) Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. «O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir» dedi.

(2/70) «(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize iyice açıklasın, zira sığırlar birbirine benzerler. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz» dediler.

(2/71) Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte, şimdi tam doğrusunu bildirdin” dediler. Nihayet o sığırı bulup kestiler. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

(2/72) Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun katili hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.

(2/73) “Sığırın bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. (Denileni yaptılar, ölü dirildi ve katilini haber verdi .) İşte, Allah ölüleri diriltendir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir.

(2/74) (Ne var ki) bunlardan sonra kalpleriniz yine katılaştı. Taş gibi, hatta daha da katı oldu. Zira taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.

(2/75) Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.

(2/76) (Münafıklar) inananlarla karşılaştıklarında «İman ettik» derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları vakit ise: Allah'ın size açtıklarını (Tevrat'taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize bir delil olarak

getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? derler.

(2/77) Onlar bilmezler mi ki, Allah gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da bilmektedir.

(2/78) İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.

(2/79) Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır»

diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!

(2/80) İsrailoğulları: Bir de, “Bize sayılı birkaç gün dışında Ateş asla dokunmayacak.” derler. De ki:

“Allah’la anlaşma yapıp O’ndan söz mü aldınız? (Eğer öyle ise) Allah, sözünden asla dönmez. Yoksa Allah hakkında, kesin bilginiz olmayan birtakım şeyler isnat ediyor olmayasınız?”

(2/81) Hayır! Gerçek şu ki, günah işleyip günahı kendisini çepeçevre kuşatmış olan kimseler, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

(2/82) İman edip salih ameller, (Allaha ibadet ve dünyalık işlerini güzel) yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar da orada ebedi kalırlar.

(2/83) İsrailoğullarından: -Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anaya, babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edin, insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekatı verin! diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna sözünüzden döndünüz ve hala da dönmeye devam ediyorsunuz.

(2/84) (Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.

(2/85) Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmanız

(11)

10 zaten size haramken, bu yetmiyormuş gibi size esir düştüklerinde bir de onlardan fidye istiyorsunuz. Yoksa siz Kitab'ın(Tevrat) bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla habersiz değildir.

(2/86) İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.

(2/87) Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliller verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Ancak ne zaman size bir

peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladınız kimini de öldürdünüz.

(2/88) (Yahudiler) «Kalblerimiz kılıflıdır» (artık hiçbir şey te'sir etmez veya kalblerimiz ilim ve İrfanla doludur, başka şeye ihtiyacımız yoktur) dediler. Hayır öyle değil, Allah inkarları (azgınlıkları) sebebiyle onlara lanet etti. Bundan dolayı pek azı iman eder.

(2/89) Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek olan peygamber yanın da) inkârcılara karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.

(2/90) Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'an'ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.

(2/91) Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara de ki: Şayet siz gerçekten (Tevrat'a) inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?

(2/92) Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, buzağıyı (ilah) edindiniz. İşte siz, zalimlersiniz.

(2/93) Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi doldu.

(Ey Resulüm onlara) De ki: Eğer inanıyorsanız, (o nasıl bir iman ki) imanınız size ne kötü işler emrediyor!

(2/94) (Ey Muhammed, onlara) De ki: Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu (cennet) Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım).

(2/95) Onlar, kendi elleriyle işledikleri (günah ve isyanları) sebebiyle hiç bir zaman (Allaha kavuşmak olan) ölümü temenni etmezler. Allah zalimleri iyi bilir.

(2/96) Yemin olsun ki, sen onları hayata karşı insanların en düşkünü, hatta şirk koşanlardan bile daha tutkun bulursun. Her biri ister ki, bin yıl yaşasın. Oysa uzun yaşamak kendilerini azaptan kurtaracak değildir. Hiç şüphesiz, Allah onların yaptıklarını görendir.

(2/97) (Ey Resûlüm!) De ki: 'Her kim Cebrâîl’e düşman ise, artık şübhesiz (bilsin) ki onu (o Kur’ân’ı) senin kalbine, Allah’ın izniyle, kendinden önceki (kitab)ları tasdîk edici ve mü’minler için bir hidâyet ve müjde olmak üzere o (Cebrâîl) indirmiştir.

(2/98) Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.

(2/99) (Ey Muhammed!) Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onları ancak fasıklar inkâr eder.

(2/100) Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.

(2/101) Onlara, Allah katından ellerinde bulunan Kitab’ı doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını arkalarına attılar.

(2/102) Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi.

Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Böylece kendilerine zarar verecek ve fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi

(12)

11 bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!

(2/103) Eğer onlar iman edip Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!

(2/104) ) Ey iman edenler! (Allah Rasûlü’yle olan muamele ve konuşmalarınızda, bir kısım Yahudilerin Alay ve eğlenceye almak kastı ile “Bizi de gözet çobanımız!” manâsına gelecek şekilde kullandıkları)

“râinâ!” sözünü söylemeyin; bunun yerine, “ünzurnâ (Lütfen bize nezaret buyurup, dikkatinizi lütfeder misiniz)!” deyin ve (O size ne söylüyorsa) dinleyip belleyin (ve itaat edin). (Bilin ki, Allah Rasûlü’ne inanmayan, itaat etmeyen ve O’na karşı saygısızlık yapan) o kâfirler için çok acı bir azap vardır.

(2/105) (Ey müminler!) Ehl-i Kitap kâfirler ve putperestler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

(2/106) Biz, (Geçmiş kitaplarda bildirilen) bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.

(2/107) (Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

(2/108) Yoksa siz daha önce (İsrailoğullarının) Mûsâ’dan istendiği gibi, Peygamberinizden olur olmaz şeyler istemek, onu sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim imana bedel inkârı alırsa, artık doğru yoldan sapmış olur.

(2/109) Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan (Peygamberin araplardan çıkmasından) ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip inkâra döndürmek arzu ederler.

Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

(2/110) Namazı (Tadil i erkan üzere) hakkıyla kılın, zekâtı verin, yaptığınız her iyiliği Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.

(2/111) (Ehl-i kitabdan:) 'Yahudi ve Hristiyanlar kendilerinden başkası aslâ Cennete giremeyecektir!' dediler. Bu onların boş temennîleridir. (Ey Resulüm) De ki: 'Eğer (iddiâ nızda) doğru kimseler iseniz, delîlinizi getirin!'

(2/112) Bilâkis, her kim Muhsinlerden (Allaha ibadet ve dünyalık işlerini güzelyapanlar) olarak, kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında mükâfatı vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

(2/113) Kitabı (Tevrat ve İncil'i) okumakta oldukları halde, Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değiller, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değiller, dediler. (Kitab'ı) bilmeyenler (müşrikler ise Ehli kitap hakkın da) tıpkı onların söyledikleri gibi dediler. Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet günü Allah hükmünü verecektir.

(2/114) Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını men edip yasaklayan ve onların harap olması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.

(2/115) Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın zatı oradadır. Şübhesiz ki Allah, Vâsi' (rahmeti geniş olan)dır, Alîm (hakkıyla bilen)dir.

(2/116) «Allah çocuk edindi» dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.

(2/117) (O), gökleri ve yeri misal siz, örneksiz olarak yaratandır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece «Ol!» der, o da hemen oluverir.

(2/118) Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi?

Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi?

Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için âyetleri apaçık ortaya koyduk.

(2/119) Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.

(2/120) Sen onların dinlerine tâbi' olmadıkça, ne yahudiler ne de hristiyanlar senden aslâ hoşnûd

olmayacaklardır. (Onlara) de ki: 'Şübhesiz ki Allah’ın hidâyeti (olan İslâm), hidâyetin ta kendisidir!' Celâlim hakkı için, eğer sana (vahiyle) gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, Allah’a karşı sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır!

(2/121) Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.

(13)

12 (2/122) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (Vaktiyle, Allahın dinine hizmet edip doğruları yaptığınız müddette) diğer toplumlara karşı üstün kılmış olduğumu hatırlayın.

(2/123) Ve bir günden sakının ki (Kıyamet, hesap günü), o günde hiç kimse başkası namına bir şey

ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar (o suçlular) hiçbir yardım da görmezler.

(2/124) Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.

(2/125) Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de (Ey insanlar) İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e de şöyle emrettik:

Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun.

(2/126) İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli ürünlerle rızıklandır. (Rabbi de ona) şöyle buyurdu: 'İnkâr edene de (ni'met veririm); fakat onu kısa bir müddet (dünya hayâtında)faydalandırır, sonra da onu ateş azâbına (girmeye) mahkûm ederim!

O varılacak yer(cehennem) ise, ne kötüdür!'

(2/127) Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.

(2/128) Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; Şübhesiz ki Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden), Rahîm (merhameti bol olan) ancak sensin!

(2/129) Ey Rabbimiz! Onlara (neslimize, insanlara), içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek(günahlardan arındıracak) bir peygamber gönder. Muhakkak ki Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hakîm (her işi hikmetli olan) ancak sensin!'

(2/130) İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.

(2/131) Çünkü Rabbi ona: Teslim ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.

(2/132) Bunu (Alemlern Rabbine teslim olup, sadece ona boyun eğmeyi) İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da, «Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak can verin» (dedi).

(2/133) Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar da: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.

(2/134) Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.

(2/135) (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, (sizin gibi) müşriklerden değildi.

(2/136) (Ey Resulüm deki) -Biz, Allah'a, bize indirilen(Kurana); İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve nesline indirilene. Musa ve İsa'ya verilenlerle, Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece ona teslim olduk.

(2/137) Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer (imandan) yüz çevirirlerse ayrılık (düşmanlık) içine düşmüş olurlar. (Bu durumda) Onlara karşı Allah sana yeter. Çünki O, Semî'(herşeyi hakkıyla işiten), Alîm (herşeyi hakkıyla bilen)dir.

(2/138) “Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz” (deyin).

(2/139) De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden

bağlananlarız.

(2/140) Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve neslinin Yahudi ve ya hıristiyan olduklarını mı

söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

(2/141) Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir.

Size onların hesabından bir sorumluluk yoktur.

(2/142) İnsanlardan bir kısım beyinsizler: -(Müslümanları) Yönelmekte oldukları kıblelerinden (Mescid-i

(14)

13 Aksa’dan, Kabe ye) onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dileyeni doğru yola iletir.

(2/143) İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil (orta yol, aşırılıklardan uzak) bir ümmet kıldık. Senin yöneldiğin yeri (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde (imandan) geri dönenden ayırdetmek için kıble yaptık. Bu, Allah'ın (kendisine teslim olanları) doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir.

Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı elbet te Raûf (çok şefkatli olan) dır, Rahîm (çok merhametli olan)dır.

(2/144) (Ey Resulüm! vahiy beklentisi ile) Yüzünü semaya doğru çevrip durduğunu muhakkak görüyoruz.

Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye (namazda durulan yön) çevireceğiz. Yüzünü Mescid-i Haram(Kabe) tarafına çevir. (Ey müminler) Nerede bulunursanız bulunun,(namaz da) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, Ehl-i kitap, bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah, onların

yaptıklarından gafil değildir.

(2/145) Yemin olsun ki (Ey Resulüm) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti (mucizeyi, delili) getirsen de yine de onlar senin kıblene tabi olmazlar. Sen de onların kıblesine tabi olacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine tabi olmazlar. (Ey Resulüm) Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, şüphesiz işte o zaman zalimlerden olursun.

(2/146) Kendilerine kitap verdiklerimiz (Yahudi ve Hıristiyanlar) onu (Muhammed’i) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna ragmen onlardan bir kısmı (kendi kitapların da onun peygamberliğine dair delilleri) bildikleri halde gerçeği gizlerler.

(2/147) Hak (gerçek, doğru), Rabbinden (gelen)dir; öyle ise sakın şübhe edenlerden olma!

(2/148) Herkesin yöneldiği bir kıblesi (inancı) vardır. (Ey müminler!) Artık sizler hayır işlerinde (Allaha ibadet ve dünyalık işlerinizi güzel yapmakta) yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi (kıyamet günü) bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

(2/149) Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil(habersiz) değildir.

(2/150) Nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. O zalimlerden korkmayın!

Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.

(2/151) Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi (günahlardan) arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik.

(2/152) O halde beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; nankörlük etmeyin!

(2/153) Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.

(2/154) Allah yolunda katledilen (şehit) lere ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.

(2/155) Elbette ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri (Allahın rızası ve cennetle) müjdele!

(2/156) O sabredenler, kendilerine bir musibet geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.

(2/157) İşte onlara Rablerinden bir mağfiret ve rahmet vardır. Hidâyete erenler de ancak onlardır.

(2/158) Şüphesiz, Safâ ile Merve, Allah’ın (hac ve umre ibâdeti için ta'yîn ettiği) alâmetlerindendir. Her kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir mahzur yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir iyilikte bulunursa o takdirde Allah, Şâkir (bütün iyiliklerinize fazlasıyla mükâfât veren) ve Alîm (yaptığınız herşeyi bilen)dir.

(2/159) İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz doğru yolu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.

(2/160) Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar müstesna. O takdirde onların tevbelerini kabul ederim ve ben Tevvâb (tevbeleri çok kabûl eden), Rahîm (merhameti bol olan)ım.

(2/161) (Âyetlerimizi) inkâr edip, kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.

(2/162) Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.

(2/163) İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. (O,) Rahmân (Dünyada bütün mahlûkata merhamet eden)dir, Rahîm (Ahirette ise yanlızca mü’minleri karşı merhametli olan)dir.

(15)

14 (2/164) Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.

(2/165) İnsanlardan kimileri de vardır ki, Allah’ı bırakıp birtakım putları ilâh edinirler, onları Allah’ı sever gibi severler. Ancak îmân edenlerin Allah’a olan sevgi ve muhabbetleri çok daha kuvvetlidir. Zulmedenler, (Allaha iman etmeyenler) azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu anlayacaklarını şimdiden idrak edebilselerdi!

(2/166) İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar. Azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bağlar da kopup parçalanmıştır.

(2/167) (Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir. Onlar artık ateşten de çıkamazlar.

(2/168) Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.

(2/169) O şeytan size ancak kötülüğü, hayasızlığı (fuhşiyatı) ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

(2/170) Onlara (inkârcılara): Allah'ın indirdiğine (Kurana) uyun, denildiği zaman onlar, «Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» dediler. Peki ya ataları aklını kullanmayan, böylelikle de hidayeti ulaşamayan kimseler iken mi?

(2/171) (Allahın birliğini, Kuranı) İnkâr edenler (bu çağrıyı umursayıp düşünmeyenler ile onları îmâna davet edenin) misâli, bağırtıdan başka bir şey işitmeyen (sözden anlamayan hayvanlarla) onlara haykıran

(çoban)ın hâli gibidir.(O inkârcılar da) Sağırdırlar (hakkı anlamazlar), dilsizdir (hakkı söylemezler), kördür (hakikati görmezler), bu yüzden onlar akıl erdiremezler.

(2/172) Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin.

(2/173) Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.

(2/174) Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir menfaat ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.

(2/175) Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklılar!

(2/176) O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak (insanlara Allah tarafından doğru ve yanlışın açıkça gösterildiği dileyenin iman, dileyenin inkar ettiği net bir çizgidir.) indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler ise elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.

(2/177) İyilik, yüzlerinizi doğu ve ya batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği malından harcar. Namazı kılar, zekâtı verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler (günahlardan sakınanlar ve tövbe ederek arınmak isteyenler) ancak onlardır!

(2/178) Ey iman edenler! (kasten) öldürülenler hakkında size kısas (katilin idam edilmesi) farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür).(Ayetin iniş nedeni: İslamiyet öncesi dönemde kabileler arası anlaşmazlıklar da öreneğin öldüren ve ölenin bir köle olması durumunda üstün olan taraf köleye karşılık ancak bir hürü diyet olarak isteriz dedikleri rivayet olunur.) Ancak her kimin cezası (idam edilişi), kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti kan bedelini) güzellikle ödemelidir. İş te bu Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim de bundan sonra (kısasın uygulanması ya da diyet yolu sonrasında ) haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

(2/179) Ey akıl sahipleri! Kısasta (katilin idam edilmesi) sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten

(16)

15 sakınırsınız.

(2/180) Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.

(2/181) Her kim bunu (bu yapılan vasiyeti) işittikten sonra onu değiştirirse, artık günâhı ancak onu değiştirenler üzerinedir. Şübhesiz ki Allah, Semî' (Her şeyi işiten, kalplerdeki duyguları bilen) dir, Alîm(gizli açık herşeyi hakkıyla bilen)dir.

(2/182) Her kim de vasiyet edenin bir hatâ etmesinden veya bir günâha girmesinden endîşe edip de (vasiyetle alâkası olanların) aralarını düzeltirse, artık ona bir günah yoktur. Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

(2/183) Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.

Umulur ki (günahlardan) korunursunuz.

(2/184) Sayılı günlerde (Ramazan ayında) olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayrını artırırsa (fidye), bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

(2/185) Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim de hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tekbir (Allahu ekber) ile büyüklemeniz tazim etmeniz ve şükretmeniz içindir.

(2/186) (Ey Resulüm) Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım.

Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.

(2/187) Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı.

Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafa (Ramazanın son günlerinde mescide kapanarak temel ihtiyaçlar dışında dışarıya çıkmamak) ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki (günahlardan) korunurlar.

(2/188) Mallarınızı aranızda haksız yollarla (kumar, dolandırıcılık, gasp gibi) yemeyin. Kendiniz

(haksızlığınızı) bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemek için hâkimlere (idarecilere veya hakimlere rüşvet) vermeyin.

(2/189) Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere (batıl bir adet olarak) arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, (günahlardan) korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

(2/190-191) Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.

(2/192) Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, Muhakka ki Allah, Gafûr (çok bağışlayıcı)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

(2/193) Fitne tamamen ortadan kalkıp yok edilinceye ve din (kulluk da özgür olarak) yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.

(2/194) Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle (günahlardan sakınanlar ve tövbe ederek arınmak isteyenler) beraberdir.

(2/195) (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. (Böyle yapmayarak yahut Cihattan kaçınarak) Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

(2/196) Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı

(17)

16 gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut

başında bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesemeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır.

(2/197) Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir.

(Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.

(2/198) (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur. Arafat'tan boşanıp aktığınız zaman Meş 'ar-i Haram'ın yanında (Müzdelife de) Allah'ı zikredin. O size nasıl (Kuranı ve Peygamberi göndererek iman yolunu göstermekle) hidayet ettiyse siz de O'nu öylece anın. Şüphesiz siz (İslam dan) önce yanlış gidenlerden idiniz.

(2/199) Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden (Arafat’tan siz de) akın edin ve Allah’dan mağfiret dileyin!

Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok mağfiret eden)dir, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

(2/200) Hac ibadetlerinizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiçbir nasibi yoktur.

(2/201) İnsanlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.

(2/202) İşte onlar için, kazandıklarından (maddi manevi kazançlarından) büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah'ın hesabı çok süratlidir.

(2/203) Sayılı günlerde (telbiye ve tekbir getirerek) Allah'ı anın. Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönmek isterse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzurunda toplanacaksınız.

(2/204) İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı da şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır.

(2/205) O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.

(2/206) Böylesine «Allah'tan kork!» denilince de, benlik ve gururu onu günaha sürükler. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yatakdır.

(2/207) İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını kazanmak için benliğini onun yoluna adar. Allah ise kullarına çok şefkatlidir.

(2/208) Ey iman edenler, bütün benliğinizle, İslâm`a (barışa) girin. Şeytanın adımlarına uyup ardınca gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.

(2/209) (Ey insanlar) Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de kayarsanız (iman etmezseniz), şunu iyi bilin ki Allah Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

(2/210) Onlar(inkarcılar iman etmek için), ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi beklerler? Halbuki o halde iş bitirilmiş (azap tepelerine inmiş) tir. Bütün işler yalnızca Allah'a

döndürülür.

(2/211) İsrailoğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik. Kim mucizeler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini (âyetlerini) değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.

(2/212) İnkârcılara dünya hayatı câzip ve çekici görünmekte. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysaki (iman edip) inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedirler. Allah dilediğine hesapsız lutufta bulunur.

(2/213) İnsanlar bir zaman tek bir ümmet(topluluk) idi. Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler (Hristiyanlar ve Yahudiler), apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. "Bunun üzerine Allah izni ile mü'minlere,(Kuran ve peygamberini göndererek) kâfirlerin hakkında anlaşmazlığa düştükleri gerçeğe iletti." Allah dilediğini de doğru yola iletir.

(2/214) (Ey müminler!) Yoksa siz, sizden öncekilerin (geçmiş ümmetlerin) başına gelenler, sizin de başınıza

(18)

17 gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.

(2/215) Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, akrabalar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.

(2/216) Hoşunuza gitmediği halde, savaş üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmesziniz.

(2/217) Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.

(İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne çıkarmak da adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, yaptğı iyilikler dünyada da ahirette de boşa gider.

Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.

(2/218) İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah, Gafûr (kullarını çok bağışlayan)dır, Rahîm (onlara çok merhametli olan)dır.

(2/219) Sana, içki ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.

(2/220) Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir.

Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Şübhe yok ki Allah, Azîz (dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

(2/221) İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırırlar.

Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete(vesîle olacak amellere) çağırır. Allah, düşünüp öğüt anlasınlar diye insanlara âyetlerini açıklar.

(2/222) Sana kadınların ay halinden sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan (Cinsel ilişkide bulunmayarak) uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.

Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.

(2/223) Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. (Allaha kavuşacağınız bilinciyle) Kendiniz için önceden (Allaha ibadet ve dünyalık işlerinizi güzel yapmala) hazırlık yapın.

Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!

(2/224) İnsanların arasını düzeltmemek, iyilikte bulunmamak ve günah (olan bir işten sakınmamak adına) Allah'a yaptığınız yeminleri, (İyiliklerde bulunmaya) engel kılmayın. Allah, Semî' (yeminlerinizi işiten)dir, Alîm (niyetlerinizi bilen)dir.

(2/225) Allah sizi kasıtsız düşünmeden yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lâkin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah, Gafûr(çok mağfiret eden)dir, Halîm (cezâlandırmakta hiç acele etmeyen)dir.

(2/226) Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklenir. Eğer (bu müddet içinde) kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah, Gafûr(çok bağışlayıcı)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

(2/227) Eğer (müddeti içinde dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah Semî' (hakkıyla işiten)dir, Alîm (herşeyi bilen)dir.

(2/228) Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.

Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocaları bu müddet içinde barışmak isterse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınların üzerinde hakları olduğu, gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah ise, Azîz (dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.

(2/229) Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah'ın yükümlü kıldığı

Referanslar

Benzer Belgeler

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

(Kulak verdikleri kimseler) kelimeleri yerlerinden kaydırıp (tahrif eder) ve şöyle derler: “Eğer size şu (tahrife edilmiş) hüküm verilirse onu tutun; o verilmezse

İslamiyet’in tamamıyla ve resmen tanınmış ve diğer dinler ile eşit olduğu ve Müslümanlarının da bütün diğer resmen tanınmış dinler gibi, tam olarak medenî hürriyet

Vakit, ilim talebi için, ibadet, r ızık kazanmak, çocuk e ğitimi ve salih ameller için gerekli bir şeydir ve sahip oldu ğun en değerli şeydir.. Vakit tek sermayendir,

9- “Kim bu dünyada şarap (içki) içer de sonra bu günahından dünyada tevbe etmeden ölürse, o kişi ahirette cennet şarabından mahrum olur “ (Sahih-i

Bu iki doktor, çörek otu ile ilgili laboratuvar çal ışmalarında şu sonuca ulaştılar: "dört hafta boyunca günde iki kere bir gram çörek otu kullan ımı, lenf

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar