• Sonuç bulunamadı

ŞÂTIBÎ’DE NESH PROBLEMİ

B. NÂSİH VE MENSUH

II. ŞÂTIBÎ’DE NESH PROBLEMİ

Nesh; Ulûmu’l-Kur’ân, Tefsir Usûlü ve benzeri kaynakların çoğunda genelde ansiklopedik bir tarzda, yani konuyla ilgili tüm ayrıntılara yer verilerek işlenmiştir. Ancak Şâtıbî, bu klâsik tarzın dışında, konuyu kendine has bir üslupla ele almıştır.

Müellif konuyu dört ara başlık altında incelemiştir. Birinci bölümde; nesh ile ilgili genel bir kâideden bahsetmekte, ikinci bölümde; neshin azlığı ve ender olduğunun delilleri üzerinde durmakta, üçüncü bölümde; nesh kavramının ilk dönem âlimlerince hangi anlamda kullanıldığı üzerinde durmakta ve buna dair örnekler vermekte, dördüncü ve son bölümde ise genel bir değerlendirmede bulunmaktadır.

1. Neshe Dair Genel Bir Kâide

Müellif, nesh ile ilgili genel bir kâideyi tespitle konuya başlamıştır. Buna göre; “Küllî kâideler, ilk konan esaslardır. Bunlar Hz.Peygamber’e Mekke Döneminde inmiştir. Medine’de inen bazı şeyler ise bu küllî kâide ve esasları tamamlayan, bütünleyen özellikte esaslardır. Bunların başında; Allah’a, Peygamberine, âhiret gününe iman, Allah’a ortak koşmanın yasaklanması, adalet, ihsan, ahde vefa, affetme, cehâletten ve câhillerden yüz çevirme, sabır, şükür vb. güzel huyların övülmesi; fuhuş, fesat çıkarma, hile yapma, adam öldürme gibi kötü huyların yasaklanması ve buna benzer küllî kâidelerdir. Bunların temeli de Mekke döneminde atılmıştır. Bu dönemde teşrî kılınan şeyler arasında cüzî – fer'î hususlar çok nâdirdir. Hz.Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra artık büyüyen genişleyen ve pratik olarak da bir takım uygulamaların kaçınılmaz olduğu bir yapı ile karşı karşıya kalınmıştır. İşte bu aşamada, özellikle uygulamalar sırasında getirilen yeni bir takım hükümlerin, aslında yeni bir şey olmayıp, daha önce Mekke döneminde temelleri atılan küllî esasların bir uzantısı ve bütünleyicisi mahiyetindedir. Meselâ içki Medine döneminde yasaklanmıştır. Ancak bunun da temeli; Mekke Döneminde inmiş olan, “nefsin korunması” esası içerisinde icmâlen mevcuttur.219

Nesh, hükümler üzerinde cereyan eden bir uygulamadır. Müellif de söz konusu bu hükümlerin kapsamı ile ilgili genel bir kural ortaya koymaktadır. Buna göre nesh; küllî kâideler üzerinde değil, cüzî – fer'î kâideler üzerinde olur.

Şâtıbî’nin de içinde olduğu araştırmacıların çoğunluğunun görüşüne göre; Mekke’de nazil olan âyetlerde nesh vuku bulmamıştır.220 Bu temel kâideden sonra

219 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 34. 220 Suyûtî, el-İtkân, II, 64.

müellif neshin; Medine döneminde teşrî kılınmış cüzî hükümler üzerinde meydana geldiği sonucuna varmıştır.

2. Nesh İle İlgili Bazı Örnekler:

Daha sonra müellif, örnekleriyle birlikte neshin amacının ne olduğu üzerinde durmaktadır. Ona göre nesh; şer'î hükümlerin yerleştirilmesini temin için, ilâhî hikmet gereği olmuş şer'î bir tasarruftur. Özellikle İslam’a yeni girmiş kimseler için bir ön hazırlık mahiyetinde, aslî hükme ısındırmak ve kalpleri alıştırmak için gerçekleşmiştir. Meselâ namaz önceleri günde iki vakit idi, sonra beş vakit oldu. İlk önceleri infak tamamen kişinin kendi tercihine bırakılmışken, daha sonra cins ve miktarı belirli şeylerden mecburi hale getirildi. Medine’de önceleri kıble Beytu’l-Maktise doğru idi, sonra Kabe’ye doğru oldu. Önceleri talak (bir grubun görüşüne göre) belli bir sayı ile sınırlı değildi, sonra üç sayısıyla sınırlandı. Zıhar önceleri talak sayılıyordu, sonra talaktan ayrı bir hükme konu oldu. Yani özetle, İslam’dan önceki haliyle belli bir süre mevcut kalıp da, sonra hükmü kaldırılan veya İslam döneminde meşru kılınıp aslında hafif olan, sonra asli hüküm konularak muhkem hale getirilen diğer meseleler de bunlar gibidir.221

Burada müellifin; “İslam’dan önceki haliyle belli bir süre mevcut kalıp da, sonra hükmü kaldırılan” değerlendirmesi noktasında, âlimler arasında her hangi bir ihtilaf mevcut değildir. Zaten Alimler arasında, Kur'an’ın kendinden önceki kitapları neshettiğine dair ortak bir görüş vardır. 222 İhtilaf edilen husus; “İslâmî hükümler içerisinde önce gelen bir hükmün sonra gelen bir hüküm tarafından kaldırılması (neshedilmesi) hakkında olmuştur.

Bu değerlendirmeden hareketle anlaşılıyor ki müellif, cüzî bölümle ilgili de olsa, İslam döneminde gelen bir hükmün daha sonra gelen, bir hükümle neshedilebileceği kanaatindedir. Ayrıca müellif, “nesh kavramından kasıt şudur” diye kesin bir değerlendirmede de bulunmamaktadır. Sadece ilk dönem âlimlerinin, neshi daha genel bir manaya kullandıkları, sonraki âlimlerin ise bu kavramı daha dar bir anlamda kullandıkları üzerinde durmakta ve buna dair örnekler vermektedir. Konuyla ilgili daha fazla detay ilgili bölümde gelecektir.

221 Şâtıbî, el-Muvâfakât, III, 78.

3. Neshin Azlığının ve Ender Olduğunun Delilleri

a. Nesh küllî esaslar hakkında her ne kadar aklen mümkün olsa da, fiilî olarak vuku bulmamıştır. Zira din; zarûrî, hâcî, tahsînî223 olan esasların korunması ilkesi üzerine kurulmuştur. Bunlardan hiçbiri neshedilmiş değildir. Mekke döneminde temelleri atılan küllî esaslar, Medine döneminde takviye edilmiş, sağlamlaştırılmıştır. Durum böyle olunca hiçbir küllî esasın neshedildiği sabit olmamaktadır.

b. Hükümler mükellef üzerinde sabit olduktan sonra, onlar hakkında nesh iddiasında bulunmak, ancak kesin bir delil ile mümkün olacaktır. Bunun içindir ki, tahkik erbâbı âlimler, haber-i vâhidin, Kur'an nassını ya da mütevâtir haberleri neshedemeyeceği konusunda icma’ etmişlerdir. Çünkü bu, zan ifade eden bir şey ile, kesin olanı ortadan kaldırmak demektir.224

4. Nesh Meselesinde Haber-i Vâhidin Durumu

Hâber-i vâhidin, Kur'an nassını ya da mütevatir haberleri neshedemeyeceği konusunda, âlimler arasında icma’ olduğunu söyleyemeyiz. Zîra icmaın olabilmesi için farklı görüşlerin olmaması lazım. Halbuki, İmam Mâlik, Ebû Hanîfe gibi bir kısım âlimler; “O hevâsından konuşmaz. Onun söylediği vahiyden başkası değildir.”225 gibi

âyetlere dayanarak, sünnetin Allah katından geldiği gerçeğini düşünerek, Kur'an’ın sünnetle neshedileceğini kabul etmişlerdir.226 Müellifin de içinde bulunduğu, İmam Şafî, Ahmed b. Hanbel gibi diğer bir kısım âlimler de, kitabın sünnetle

223 Zarûriyyât; Zorunlu temel ihtiyaçlar. Nefsi, dînî, aklı, ve malı korumaya yönelik önlemlerin tümü.

Bunlar birincil yani “olmazsa olmaz” kabilinden olan maslahatlardır. Zarûriyyât, sayılan beş esasas önce varlık kazandırılmasını, sonra da varlıklarının korunmasını amaçlar. Hâciyyât; İnsanların zarûret mertebesine ulaşmayan ihtiyaçlarıyla ilgili maslahatlardır. Bunların bulunmaması halinde toplum hayatında tıkanmalar ve meşakkat yüz gösterir. Müzâra’a, selem, istısnâ (sipariş akdi) bey bi’l-vefâ gibi akitlerin meşrû olması, genel olarak ruhsatların getirilmesi bu tür maslahatlara dayanmaktadır.

Tahsîniyyât: Bir zarûret ve ihtiyaçtan dolayı değil, sırf daha güzel olanı tercih, insanın değerini yüceltme kabilinden olan, estetik ve sanat duygularını tatmine yönelik bulunan maslahatlardır. Sağduyu sahiplerince iğrenç bulunan şeylerden sakınılması, bu tür pis şeylerin yenmesinin haram sayılması da bu tür maslahatlara mebnîdir. Bkz. Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005, Zarûriyyât, s. 617, Hâciyyât, s.165, Tahsîniyyât, s. 539.

224 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 78-79. 225 Necm 53/3-4.

226 Haberi vâhid olan bir hadis eğer güvenilir ve âdil bir kimse tarafından rivayet edilirse o haber alınır ve

amelî konularda delil olarak kabul edilir. İtikâtî konularda ise böyle bir haber delil kabul edilmez. Çünkü itikat demek, delile dayanan kat’î ve sarsılmaz bir bilgiye kanmak demektir. Onun için şüpheli olan zannî bir şey bunda delil olamaz. Amel ise tercih üzerine kurulur. Hadisi rivayet edenin âdil, güvenilir bir kimse olması doğruluk cihetini yalan cihetine gâlip kılar. Yalan ihtimali delilden neş’et etmemiş olur. Delilden neş’et etmeyen ihtimale ise itibar yoktur. Doğruluk ihtimali delili teyit eder. Onun için muktezasıyla amel lazım gelir. Bu anlamda nesh meselesi de amelî bir konu olduğundan bu düşüncede olan âlimler haberi vâhidin Kur'an’ı neshedebileceği kanaatindedirler. Bunun için de meselâ, Bakara 180. ayetinde yer alan; “akrabalara vasiyeti emreden” hükmün, “varise vasiyet yoktur” hadisi ile neshedildiğini ileri

sürmüşlerdir. Geniş bilgi için bkz. Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, I, 232-235; M.Ebu Zehra, Ebû

Hanife Diyanet Yay., Ankara, 1997, s.292 vd.; M.Ebu Zehra, İmam Şafiî, s.243 vd; Mustafa Ertürk, “Haber-i Vâhid”, DİA, İstanbul 1996, XIV, .349 vd. ; H. Yunus Apaydın, “Haber-i Vâhid”, DİA, İstanbul 1996, XIV, 355-363.

neshedilemeyeceği görüşündedirler. Bunlar da görüşlerine dayanak olarak şu delilleri ileri sürmektedirler: Hâber-i vâhid zan ifade eder. Zan ile, katî olan bir şey zâil olmaz. Bu ancak kesin olanı tahsis eder. Çünkü tahsis bir beyân çeşididir ve bu durumda iki delilin arası bulunmakta, her ikisiyle de amel edilmiş olmaktadır. Nesh ise iptal demektir. Zayıfın güçlüyü iptal etmesi mümkün değildir. Bu grubun savunduğu, bir başka delil de İmam Şafiî’ye aittir. Buna göre; sünneti sünnet, Kur'an’ı da ancak Kur'an nesheder. O’nun bununla ilgili delilleri özetle şöyledir:

a. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onlara bizim açık âyetlerimiz okunduğu zaman,

bize kavuşmayı ummayanlar derler ki: Bize bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir. Onlara dersin ki: Ben bunu kendiliğimden asla değiştiremem, bunu yapmak benim elimde değil. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım.”227 Görülüyor ki, Allah Teâlâ peygamberine, kendisine vahyolunana uymasını farz kılmıştır. Vahyolunanı kendiliğinden değiştirmeye peygamberin asla salahiyeti yoktur. Şüphe yok ki, nesih bir nevi değiştirmektir. Halbuki peygamberin değiştirmeye hakkı yoktur. Öyle olunca Kur'an’ı ancak Kur'an değiştirir, yani nesheder.

b. “Allah dilediğini siler, dilediğini tespit eder. Ana kitap onun katındadır.”228

Bu âyet-i kerime de gösteriyor ki, Kur'an-ı Kerim’de bir hükmü sabit kılmak ve nesih yoluyla ondan bir hükmü kaldırmak ancak Allah tarafından yapılır. İnsanlardan hiç bir kimsenin, peygamber dahi olsa, böyle bir şey yapmaya yetkisi yoktur.

c. “Bir âyetin yerini başka bir âyetle değiştirirsek, ki Allah ne indirdiğini en iyi

bilendir.”229Nesih bir nevi değiştirmektir. Nesholunan âyetin yerine gelecek olan ancak onun benzeri olur ki, o da ancak âyettir, sünnet olamaz.230

d. Hakkında nesh iddia edilen delillerin çoğu üzerinde düşünüldüğü zaman, onların aslında tartışmalı ya da muhtemel bulundukları, iki delilin arasının bulunması yoluyla tevile yakın oldukları görülecektir. Çünkü bunlar, yani nâsih olduğu iddia edilen ikinci delil genelde ya önceki bir mücmelin beyânı, ya da bir âmmın tahsisi, ya da bir mutlakın takyidi vb. durumundadır. Bu şekilde iki delilin (nâsih ile mensuh olduğu iddia edilen delillerin) arasını bulmak ve böylece her iki delilin de muhkem olarak kalmasını sağlamak mümkündür.

227 Yunus 10/15. 228 Ra’d 13/39. 229 Nahl 16/101.

Müellif de, müteşâbihin anlaşılması, müteşâbihliğinin giderilmesi konusunda böyle bir tezi savunmuştu.231 Yani araştırmacının, anlamakta zorlandığı bir âyetle

karşılaştığında, hemen bunun müteşâbih olduğunu söylemesi doğru değildir. Derinlemesine yapılacak bir araştırma sonucunda, bu tür âyetlerin müteşâbihliğinin ortadan kaldırılması ihtimali vardır. İşte burada da, bu tarz bir yaklaşım söz konusudur. Yani anlaşılmasında zorluk çekilen bir âyetin, nesh olduğunu iddia etmek, oldukça yanlıştır. Bunun en açık delili, bir araştırmacının mensuh dediği bir âyete, başka bir araştırmacının mensuh değil, diyebilmesidir.

e. Usulcülere göre aslî ibaha hükmü ile mübah olan bir şeyin daha sonra haram kılınması nesh sayılmamaktadır. Meselâ, önceleri Müslümanlar namazda iken birbirleri ile konuşurlardı.232 Bu durum: “Gönülden boyun eğerek Allah’a namaz kılın”233 âyeti gelinceye kadar böyle sürdü. “Onlar namazda huşu içindedirler”234 âyeti ininceye kadar da namazda iken sağa sola bakarlardı. Bu durumu ifade için şöyle demişlerdir: Bu, şer'î bir hükmü değil, sadece daha önce üzerinde oldukları bir durumu neshetmiştir. Kur'an’ın çoğu da bu şekildedir. Bu sözün manası, onlar bunu asli ibaha hükmü ile yapıyorlardı demektir. Ki bu da nesh değildir.

5. Şâtıbî’de Mütekaddimûnun Neshe Bakışı

İlk dönem uleması, nesh kelimesini usulcülerin kullandığı anlamdan daha genel bir anlamda kullanmışlardır. Onlar bu kavramı; bazen mutlakın takyidi, bazen ammın tahsisi, bazen müphem ve mücmelin beyânı manasında kullanmışlardır. Bazen de, muteehhirun âlimlerinin kullandığı gibi; şer'î bir hükmün, daha sonra gelen bir başka şer'î hükümle kaldırılması anlamında kullanmışlardır. Müellif, muteehhirûn âlimlerinin neshi neden genelde bu anlamda kullandıkları konusuna dikkat çekmiş ve şu değerlendirmelerde bulunmuştur: Önceki dönem âlimlerine göre nesh ile, önce gelen emirlerde yükümlülük murad edilmemiştir. Gerçekte murad edilen son gönderilendir. Dolayısıyla birinci ile amel edilmemekte ikinci ile amel edilmektedir. Aslında bu durum mutlakın takyidi için de aynıdır. Çünkü mutlak, kendisini kayıtlayan mukayyid karşısında zahiri terk edilmiş bir nass olmaktadır. Onun mutlak ifadesi ile amel edilmemektedir. Aksine amel, kayıt getiren delil ile olmaktadır. Bu haliyle sanki mutlak, kendisini kayıtlayan nass (mukayyid) karşısında mensuh gibi hiçbir anlam ifade

231 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 70.

232 Zeyd b. Erkam şöyle der: “Biz namazda iken konuşurduk. Bizden biri yanındakine bir şeyler söylerdi.

Sonunda “Gönülden boyun eğerek Allah’a namaz kılın” âyeti indi; namazda iken sükut etmemiz emredildi ve konuşmak yasaklandı.” (bkz. Buhârî, el-Amel fi’s-salât, 2).

233 Bakara 2/238. 234 Müminun 23/2.

etmemekte ve sonuçta nâsih mensuh gibi olmaktadır. Âmm ile has, müphem ile mübeyyinde de durum aynıdır.235

Müellif nesh kavramının öncesi ve sonrası ile, teorik olarak nasıl anlaşıldığı üzerinde durduktan sonra, özellikle selef âlimlerinin; “bu âyet şu âyetle mensuhdur” diye nitelendirdikleri âyetleri incelemiştir. Konunun anlaşılması bakımından bu örneklerden bir bölümüne yer veriyoruz.

a. İbn Abbas’tan gelen rivâyete göre, O; “Kim bu aceleci dünyayı isterse, orada

ona, istediğimiz kimseye hemen çabucak dilediğimiz kadar veririz”236 âyeti, “Kim ahiret

ekinini istiyorsa onun ekinini artırırız; kim dünya ekinini istiyorsa ona da dünyadan bir

şey veririz”237âyetini neshetmiştir, der. Halbuki mesele incelenirse, burada nesih değil, mutlakı takyid vardır. Çünkü ikinci âyette geçen “Ona da dünyadan bir şey veririz” Mutlak olup manası dilemekle muakyyeddir. O da birinci âyette geçen “dilediğimiz kimseye” kısmıdır. Aksi takdirde, o ihbarî bir bölümdür, ihbarî cümlelerde nesih olmaz.238

b. Yine İbn Abbas, “Şairlere ancak azgın olanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?” âyetinin, hemen sonra gelen: “Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, Allah’ı çok ananlar…

bunun dışındadır”239 âyeti ile mensuh olduğunu söylemiştir. Mekkî der ki, İbn Abbas’tan Kur'an-ı Kerim’de içinde istisna harfi bulunan bir çok âyetin mensuh olduğu rivâyet olunmuştur. Oysa ki, bu mecazdır, hakikat değildir. Çünkü müstesna ile müstesna minh birbirine bağlıdır ve istisna edatı, maksadın birinci lafzın kapsamına giren fertlerden istisna edilen fertlerin dışında kalanların amaçlanmış olduğunu göstermektedir. Oysa ki nâsih, mensuhtan ayrı ve onun hükmünü kaldıran müstakil bir delildir. İşte bu gibi yerlerde İbn Abbas nesh ifadesini kullanmıştır.

c. İbn Abbas’dan gelen bir başka rivâyete göre; “Kendi evlerinizden başka

evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyin”240 âyeti, “Oturulmayan evlere

(izinsiz) girmenizden dolayı size bir günah yoktur”241 âyetiyle mensuhdur. Halbuki bu

235 Şâtibî, el-Muvâfakât, III, 81. 236 İsra 17/18.

237 Şura 42/20.

238 Abdullah Dıraz da buna şu ilâvede bulunmuştur: Nesih, haberlerin delalet ettikleri şeylerde cereyan

etmez. Asla değişmesi mümkün olmayan mesela Allah’ın birliğini, onun kelam ve tenzihî sıfatlarını bildiren haberlerin medlûlleri üzerinde neshin cereyan etmeyeceği konusunda icma bulunmaktadır. Bkz.

el-Muvâfakât, III, 82.

239 Şuara 26/224-226. 240 Nur 24/27. 241 Nur 24/29.

iki âyet arasında nesh yoktur. Ancak ikinci âyetteki, “Size bir günah yoktur” sözü, öbür âyette murad olunan evlerin meskun evler olduğunu tespit eder.

d. İbn Abbas; “İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın…”242 âyetinin

“İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır”243 âyetiyle mensuh olduğunu söylemiştir. Halbuki her iki âyet farklı iki konu ile ilgilidir. Ancak o bu sözüyle Tebûk seferinden sonra hükmün, seferberliğin herkes üzerine gerekmeyeceği şeklinde olduğun dikkat çekmiştir.

e. İbn Abbas’a ait buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak, o dönemde nesh kavramının nasıl anlaşıldığı ile ilgili daha genel bir fikir vermesi açısından, diğer bazı âlimlerin de bu kavramla ilgili örnek kullanımlarına yer vermek uygun olacaktır.

Vâsıl b. Atâ, “O gün arkasını düşmana dönen kimse Allah’tan bir gazaba

uğramış olur…”244 âyetinin, “Sizin sabırlı yirmi kişinizi onlardan iki yüz kişiyi yene;

çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde za’f bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bin kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.”245 âyeti ile mensuh olduğunu söylemiştir. Halbuki bu ikinci âyet, söz konusu olan “Kim o gün

arkasını dönerse…” âyetini tahsis ve beyân etmektedir. Aralarında bir çelişki ve nesh söz konusu değildir.

f. Katâde, “Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının”246 âyetinin “Gücünüz

yettiği kadar Allah’tan sakının”247 âyeti ile mensuh olduğunu söylemiştir. Burada, her iki âyet de Medine döneminde inmiştir. Bu dönemde dinde güçlüğün olmadığı prensibi ile takat üstü yükümlülüğün kaldırılmış olduğu ilkesi benimsenmiş ve yerleşmişti. Dolayısıyla “Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının” âyetinin manası “gücünüzün yettiği konularda” demektir ve “gücünüz yettiği kadar Allah’tan sakının” âyetinin manası da zaten budur. Burada ifade edilen neshden kasıt, birinci âyetteki mutlak ifadenin ikinci âyetle takyid edilmesidir.248

Konu ile ilgili daha pek çok örnek vardır. Ancak bütün bu ve benzeri örneklerden çıkan sonuç şudur: İlk devir âlimleri nesh kelimesini, usulcülerin

242 Tevbe 9/41. 243 Tevbe 9/122. 244 Enfal 8/16. 245 Enfal 8/66. 246 Âli İmrân 3/102. 247 Teğâbun,64/16.

kullandıkları özel anlama ilaveten, mutlakın takyidi, mücmelin beyânı ve ammın tahsisi gibi çok geniş anlamlı bir kavram olarak kullanmışlardır.

Burada dikkati çeken husus; müellif her ne kadar prensip olarak neshin cüzî- fer'î esaslarda olabileceğini mantık olarak kabul etmektedir. Ancak konuyu ele aldığı kapsam içerisinde nesh diye verilen örneklerin tahlil edilmesi ve iyi araştırılması durumunda bunların gerçekte nesh olmadığını altını çizmektedir. Diğer taraftan hiçbir yerde, açık bir şekilde şu âyet şu âyeti neshetmiştir diye bir yargıda bulunmamaktadır.

6. Müellifin Neshe Dâir Son Sözü

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi nesh, Ulûmu’l-Kur’ân konuları içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple, sadece bu alanın sınırları içerisinde tartışılan bir konu almaktan çıkmış, hadis, fıkıh gibi bir çok alana konu olmuştur.

Çok yönlü bir âlim olan müellif nesh konusunu daha çok fıkhî bir yaklaşımla ele almaktadır. Bu sebeple meselenin teorik boyutu bir yana işin pratik yönü üzerinde durmaktadır. Buna göre; maslahatlar zarûriyyât hâciyyât ve tahsîniyyât diye üç temel yapıdan oluşur ve bu alanlarla ilgili söz konusu küllî kâidelerde nesh meydana gelmez. Nesh bunların tamamlayıcısı konumunda olan cüzîyyatta meydana gelir. Bunlar da daha çok bu küllî kâidelerin korunmasına yönelik değişmelerdir. Dahası zarûriyyât ile ilgili esaslarda, dinlerin tamamında bir müştereklik söz konusudur ve bunların hiç birinde temelde bir değişim olmaz. Meselâ; “Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak

buyurmuştur. Ey Muhammed! Sana vahyettik; İbrahim’e, Musa’ya, ve İsa’ya da buyurduk ki: Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.”249, “İşte bunlar Allah’ın doğru

yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy.”250 gibi daha pek çok âyet, daha önceki dinlerde mevcut bulunan küllî hükümlerden haber vermekte ve bunların aynen bizim şeriatlarımızda da bulunduğuna işaret etmektedir. 251

III. DEĞERLENDİRME

Müellif, nesh kavramını çok geniş bir anlamda tanımlamış ve bunun temelini de örnekleriyle birlikte ilk devir âlimlerine dayandırmıştır. Son devir âlimlerinin ise bu kavramı, daha dar bir anlamda algıladıklarını belirtmiştir. Bu, konuyu daha geniş bir çerçevede görmek açısından önemli bir tespit olmuştur. Bilindiği gibi nesh ile ilgili Hz.