• Sonuç bulunamadı

m i m a r l ık ve toplumsal sorunlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "m i m a r l ık ve toplumsal sorunlar"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

m i m a r l ı k ve toplumsal sorunlar

Çağımızın ün!ü düşünürü Arthur William Bertrand Russell kısa bir rahat-sızlıktan sonra 3 Şubat 1970 tarihinde 98 yaşında olduğu halde sonsuzluğa katıldı.

Özgür düşüncenin en büyük temsilcisi, doğruyu söyleyen, cesur ve namuslu yazarı kaybettik.

Bertrand Russell'in sonsuzluk yolculuğu için seçtiği mütevazı tören bile, kişi-liği hakkında düşündürücü olmuştur.

Matematikçi, mantıkçı, filozof, eğitimci, mücadeleci olan bu büyük düşünürün çeşitli ideolojiler ve toplumsal felsefe üzerindeki düşünceleri arasında, Mimarlığa da yer vermiş olması onun hatırasının Arkitekt'de de anılmasına sebep olmuştur.

Bertrand Russell'in biografisini burada tekrarlamaya lüzum görmeden onun kendi anlayışına göre Mimarlık ve bununla ilgili toplum sorunları hakkındaki dü-şünce ve görüşlerini aşağıya geçiriyoruz.

Yazan : Arthur Wiiliam Bertrand Çeviren : Naci MELTEM

mimar D.G.S.A.

Mimarlığın en eski çağlardan beri iki amacı vardır: birincisi tamamiyle yarar gü-den amaç, yani insanlara sıcaklı.. ve barı-nak sağlama amacı; ;öteki de siyasal amaç. yani, bir fikri insanların kafasına, o fikrin taştan ifadesinin gözkamaştırıcılığı yoluyla yerleştirme amacıdır. Yoksulların konutları bakımından birinci amaç yeterliydi; ne var ki, tanrıların tapınakları, kralların sarayları, semavî kuvvetlerle bu kuvvetlerin yeryüzün-deki sevgili kullarına karşı insanlarda huşu yaratmak amacıyla dikiliyordu. Bir iki du-rumda ise yüceltilenler tek tek hükümdarlar değil, bütün toplum oluyordu: Atina'da Ak-ropol ve Roma'da Kapitol, azınlıklarla müt-tefiklere bu iki mağrur şehrin temsil ettik-leri imparatorlukların haşmetini göstermek amacıyla dikilmişti. Kamuya ait yapılarda ve daha sonraları plütokratlarla imparator-ların sarayında estetik gözetiliyordu, ama köylülerin izbeleriyle şehirli proleteryanın yaşadığı konutlarda böyle bir amaç güdül-müyordu.

Ortaçağda, toplum yapısının daha kmaşık olmasına rağmen, mimarlıkta ar-tistik güdü aynı derecede, hattâ daha da sı-nırlanmış durumdaydı, zira derebeylerin şa-toları yapılırken gözönünde tutulan amaç sadece sağlamlık idi ve eğer bu şatolarda bir güzellik eseri bulunursa bu tamamiyle bir rastlantıyla oluyordu. Ortaçağda en güzel yapıların ortaya çıkmasına derebeylik değil, Kilise ile ticaret imkân vermiştir. Katedral-ler Tanrının ve O'nun Piskoposlarının haş metini gözler önüne seriyordu. İngiltere ile Felemenk ve Holanda arasında yün ticareti yapan ve İngiltere Krallarıyla Burgonya Düklerini kiralık uşakları sayan tüccar sını-fı, duyduğu gururu muhteşem kumaşçı dük-kânlarında, Flanders'daki belediye yapıla-rında ve daha az muhteşem olmak üzere birçok İngiliz pazar yerinde cisimlendiriyor-du. Ama ticari yapıları mükemmelliğe

ulaş-tıran, modern plütokrasmın doğum yeri olan İtalya idi. Haçlıları yolundan alıkoyan, bir-leşmiş Hıristiyan hükümdarlarım huşu için-de bırakan Venedik, için-denizin gelini Venedik, Dudaklar Sarayı ile tüccar prenslerin saray-larının temsilcisi oldukları yeni bir haşmetli güzellik tipi yarattı. Kuzeyli köylü baronla-rın aksine, Venedik ve Cenova'nın şehirli para babalarının yalnızlığa, savunmaya ihti-yaçları olmadığından, bunlar yan yana ya-şıyor ve içindeki görülebilir her şeyin aşırı derecede müşkülpesent olmayan her hangi bir yabancının gözüne muhteşem göründü-ğü, estetik bakımdan doyurucu göründüğü şehirler yaratıyorlardı. Özellikle Venedikte sefaletin gizlenmesi çok kolaydı: pis ve ba-kımsız semtler arka sokaklar tarafından sak landığı için, gondola binenler bunları hiç bir zaman görmüyorlardı. O zamandan bu yana plütokrasi o derece tam ve mükemmel bir başarı elde edememiştir bir daha.

Ortaçağda Kilise sadece katedraller de-ğil, bizim modern ihtiyaçlarımızla daha ya-kın ilişkili, başka cins yapılar da kurdu : manastır kiliseleri, kadın ve erkek manas-tırları, kolejler.

Bunlar yapılırken sınırlı bir Komünizm biçimi ve barışçı bir toplum yaşayışı göz-önünde bulunduruluyordu. Bu yapılarda bi-reysel olan her şey kaba, gösterişten, süs-ten yoksun ve sade, komünal olan her şey ise gösterişli ve muhteşemdi. Birey olarak keşişin alçak gönüllülüğünü katı döşekli çıp-lak bir hücre doyuruyor; tarikatın gururunu ise geniş ve muhteşem salonlar, dua yerleri ve yemekhaneler gözler önüne seriyordu. İngiltere'de manastırlarla manastır kilisele-ri daha çok tukilisele-ristlekilisele-ri ilgilendiren yıkıntılar halinde yaşamakta, buna karşılık Oxford ve Cambridge'deki kolejler hâlâ ulusal hayatın bir bölümü olma durumlarını ve ortaçağ komünalizminin güzelliğini korumaktadır-lar.

Rönesansm Kuzeye yayılışıyla birlikte, Fransa ve İngiltere'nin kaba saba baronları İtalyan zenginlerinin incelik ve parlaklığını edinmek için çalışmaya koyuldular. Mediçi-ler kızlarını krallara, şairMediçi-lere, ressam ve mi-marlara verirlerken. Alplerin kuzeyi ve Flo-ransa modellerini kopya ediyor ve aristok-ratlar şatolarının yerine, saldırılara karşı sa-vunmasız oluşlarıyla, saraya mensup mede-nileşmiş kişizadelerin yeni duydukları gü-ven hissini belirten güzel köşkler yaptırıyor-lardı. Ne varki, bu güven duygusunu Fran-sız İhtilâli yoketti ve o andan itibaren de geleneksel mimarlık üslûpları bütün canlılı-ğım kaybetti.

Ondokuzuncu yüzyılda, biri makine üre-timinin, öteki de demokratik bireyciliğin ürünü olan iki tipik mimarlık biçimi vardır: bir yanda koca koca bacalarıyla fabrika ya-pıları, öte yanda da işçi sınıfından ailelerin yaşadığı sıra sıra küçücük evler.

Fabrikalar, endüstrileşmenin doğurdu-ğu iktisadî örgütlenmeyi temsil eder. Toprak rantının yüksekliği dolayısıyla büyük yapıla-rın tercih edildiği yerlerde, bu gibi yapılar toplumsal bir birliğe değil, sadece mimarlık yönünden birliğe sahiptir: bunlar, içlerinde oturanların manastırdaki keşişler gibi müş-tere.k mülkiyet esasına dayanan bir topluluk meydana getirmeyip, ellerinden geldiği kadar birbirlerinin varlığından habersiz kal-mağa çalıştığı iş hanları, blok apartımanlar, ya da otellerdir. İngiltere'de, toprak değeri-nin çok yüksek olmadığı heryerde, her aile-ye ayrı bir ev esası kendini kabul ettirir. Londra'ya veya kuzeydeki her hangi büyük bir şehire trenle yaklaşılırken, uçsuz bucak-sız diziler halinde sıralanmış bu cinsten kü-çük konutlar önünden geçilir; bu evlerin her biri bireyci bir hayatın merkezidir, ko-münal hayatı ise, havalinin karakterine

(2)

gö-r

re, bürolar, fabrikalar ya da madenler tem-sil eder. Aile dışındaki toplumsal hayat, mi-marlığın böyle bir sonııç doğurabildiği oran-da, sadece ve sadece iktisadidir, iktisadî ni-telik taşımayan toplumsal ihtiyaçlar ise ya aile içinde giderilmek, ya da hiç giderilme-mek zorundadır. Eğer bir çağın toplumsal ülküleri üzerine, o çağın mimarlığındaki es-tetik niteliğe bakarak yargıda bulunmak ge-rekirse, son yüzyıl bıı bakımdan insanlığın ulaştığı en alçak noktayı temsil eder.

Fabrikalarla sıra sıra ufak evler, kendi aralarında, modern hayatın tutarsızlıkların-dan merak uyandırıcı bir örnek ortaya ko-yarlar. Bir yandan üretim gittikçe daha bü-yük gurupların ilgilendiği bir konu haline gelirken, siyaset alanları dışında saydığımız her şeyde, genel tutumumuz gittikçe daha bireyci olma eğilimi kazanmıştır.

Bu sadece, kendi kendini ifade etrne kültürünün insanoğlunu her çeşit gelenek ve teamüle karşı anarşik bir başkaldırışa yönelt-tiği sanat ve kültür alanı bakımından de-ğil, aynı zamanda - belki aşırı kalabalıklaş-maya bir tepki olarak - sıradan insanların ve özellikle sıradan kadınların günlük hayat-ları bakımından da böyledir. Fabrikalarda, sendikaların doğmasına yol açan zoraki bir toplumsal hayat vardır; ama yuvasında her aile kendi başına kalmak ister. Kadın-lar, «Ben kendimi kendime saklarım,» der-ler; kocaları ise, onların evde oturup, evin efendisinin dönüşünü beklediğini düşünmek-ten hoşlanırlar. Kadınların işte, bu duygu-lar sayesindedir ki, müstakil küçük bir evin, müstakil bir mutfağın, ev işlerinde müsta-kil bir köleliğin ve çocukların okul saatleri dışındaki bakımının zahmetlerine kazanabil-mekte, hattâ bunları tercih etmektedirler. Müstakil evin işi zordur, müstakil evde ha-yat tekdüzedir ve kadın âdeta kendi evine hapsolmuş gibidir; ama yine de o, sinirleri-ni yıpratmasına rağmen bütün bunları da-ha toplumsal bir da-hayat tarzına tercih eder, zira müstakillik onun onuruna hizmet eder.

Bu tip mimarlığın tercih ediliş nedeni kadının durumuyla bağlıdır. Kadın hakları-nın savunuluşuna ve kadınların oy kullana-bilmelerine rağmen ev kadınının durumu, hiç değilse işçi sınıfından olan ev kadınları-nın durumu eskisine oranla pek büyük bir değişikliğe uğramamıştır. Ev kadını hâlâ ko-casının eline bakmakta ve ağır işçi gibi ça-lıştığı halde ücret almamaktadır. Mesleği ev idaresi olduğu için, ev kadını idare edeceği bir evi olmasını ister. Çoğu insanların ortak niteliği olan kişisel inisyatifi kullanabilme arzusunun, ev kadını için, kendi evi dışında doyurulabilme olanağı yoktur.

Koca ise. kendi yönünden, karısının onun için çalışıyor olmasından ve iktisaden ona bağımlı bulunmasından zevk duyar; say-rıca karısı ve evi onun mülkiyet işgüdüsü-nü, her hangi başka tip bir mimarlık

tarzın-da mümkün olabileceğinden tarzın-daha fazla do-yurur. Karı ve koca, zaman zaman daha toplumsal bir hayat arzusu duyacak olsalar bile, evlilikte mülkiyet kavramından ileri ge-len bir duyguyla, bir diğerinin hiç değilse karşı cinsten muhtemelen tehlikeli kimselere karşılaşması ihtimali bu yaşayışta azaldığı için yine de memnundurlar. Böylece, yaşa-yışları bütün esnekliğini kaybetse bile, top-lumsal varlıklarının değişik bir biçimde ör-gütlenmesini ne kadın ister ne de kocası.

Evli kadınların hayatlarım evleri dışın-daki çalışmayla kazanmaları istisna değil de bir kural olsaydı, bütün bunlar değişirdi. Meslek sınıfları içinde bağımsız çalışmayla para kazanan kadınlar vardır ve bunların sayıları büyük şehirlerde, böyle çalışan ka-dınların çevrelerinin doğurduğu ihtiyaçların giderilmesi yolunda birtakım adımlar atıl-masını gerekli kılacak kadar çoktur. Bu gi-bi kadınların ihtiyacı olan şeyler ise, onları yemek tasasından kurtaracak bir tabldot ya da komünal mutfak ve analarının çalışma saatlerinde çocuklara bakacak ana okulları-dır. Alışılageldiğirıe göre evli bir kadının ev dışında çalışmak zorunltığundan hoşnut ol-madığı ve eğer iş günü sonunda evinde, baş-ka hiç bir işleri olmayan ev baş-kadınlarının yaptıkları sıradan işleri yapmak zorunda da kalıyorsa, aşırı yorgunluktan hasta düşmek ihtimaliyle karşı karşıya bulunduğu düşünü-lür. Ama uygun bir mimarlık tipi sayesinde kadınlar ev idaresi ve çocuk bakımı işleri-nin çoğundan kurtulabilirler, bu suretle de hem kendilerine, hem kocalarına, hem de çocuklarına daha yararlı olabilirlerdi; ayrı-ca, geleneksel karılık analık görevlerinin ye-rini meslek çalışmasının alması net bir ka-zanç sağlardı. Bunun doğruluğuna her eski

kafalı kocanın inanması için, kocaların bir haftalığına karılarının görevlerini yüklenme-ği kabul etmeleri yeterdi.

Emeklerinin karşılığı ücret olarak öden-mediğinden işçi karılarının çalışmaları hiç bir zaman modernleştirilmemiştir, ama as-lında bu çalışmaların büyük bölümü de ge-reksizdir, gerekli olan bölümü ise çeşitli uz-manlar arasında bölünmelidir. Ama bunun yapılabilmesi için de bazı reformlar yapıl-ması zorunludur ve bunların birincisi mi-marlıkta reformdur. Mesele, ortaçağ manas-tırlarındaki komiinaî yaşayışın sağladığı üs-tünlüklerin aynını, ama bekâr kalmak şartı olmaksızın sağlamaktır; ;yani, çocukların ih-tiyaçlarının da karşılanması sağlanmalıdır. İster müstakil evlerde, ister blok apar-tıman odalarında otursun, işçi sınıfından her ailenin yalnız kendisini düşündüğü şimdiki sistemin hiç de zorunlu olmayan noksanları-nın neler olduğunu düşünelim önce..

Bu sistemden en çok zarar görenler ço-cuklardır. Çocuklar okul çağına gelene ka-dar güneşten ve temiz havadan hemen he-men hiç yararlanamazlar; bu çocukların

ye-dikleri, yoksul, cahil, işi başından aşkın ve büyüklere başka, çocuklara başka yemek pi-şirmesini bilmeyen analarının önlerine ko-yabildiği yemeklerden ibarettir; ;anaları ye-mek pişirirken, ev işleriyle uğraşırken bu ço-cuklar hep analarının ayaklan altında dola-şir, işine engel olur, bunun sonucunda da sinirleri bozulan analarından, belki arada sırada yerini bir iki okşamaya bırakan, sert, haşin bir davranış görürler; bu çocukların do-ğal faaliyetlerini zararsız bir şekilde gös-terebilmeleri için ne özgürlükleri vardır, ne bu faaliyetlerini gösterebilecekleri yerleri, ne de çevreleri. Bir araya gelen bütün bu koşullar altında bu çocuklar sarsak, sinirli ve cansız olurlar.

Anaların gördüğü zarar da çok önem-lidir. Ana, çocuk bakıcılığı eğitimi görme-diği halde dadılık, aşçılık eğitimi görmegörme-diği halde aşçılık, hizmetçilik eğitimi görmediği halde hizmetçilik eder, bütün bu görevleri bir başına yüklenir yüklendiği görevlerin hepsini de ister istemez kötü bir şekilde ye-rine getirir; ;her zaman yorgundur ve çocuk-ları onun için bir mutluluk kaynağı olacak-larına, birer baş belâsıdırlar kocası işten döndüğü zaman boş vakte sahiptir, ama ka-dının hiç boş vakti yoktur; böylece, sonun-da kadın âdeta kaçınılmaz bir şekilde sinirli, dar kafalı, yüreğinde kıskançlık taşıyan bir insan haline gelir.

Erkek evinde daha az oturduğu için, onun uğradığı zararlar daha önemsizdir. Ama evde oturduğu zaman da karısının dır-dırından ya da çocuklarının «kötü» davra-nışlarından ötürü rahat yüzü göreceği şüp-helidir; zira kabahati mimarlıkta bulacağı yerde, tutar karısını suçlar, bu ise, erkeğin gaddarlık derecesiyle orantılı olarak değişen tatsız sonuçlar doğurur.

Pek tabiî, her yerde ve her zaman bu böyledir demek istemiyorum, ama şurasını da kesinlikle söyleyebilirim ki, bu böyle ol-duğu zaman,: ananın olağanüstü bir nefis

di-siplinine, basirete ve fiziksel dayanıklılığa ihtiyacı vardır. İnsanlardan istisnaî nitelik-ler isteyen bir sistemin ise ancak istisnai du-rumlarda başarılı olacağı apaçık bir gerçek-tir. Sistemin kötülüklerini su üstüne çıkar-mayan ender durumların var oluşu, o siste-min kötü olmadığını ispatlamaz.

Bütün bu dertlerin aynı anda ortadan kaldırılabilmesi için gerekli olan biricik şey, mimarlığa komünal öğeyi sokmaktan ibaret-tir. Her biri kendi mutfağına sahip ufak ev-ler ya da blok apartıman katları alaşağı edil-melidir. Bunların yerine, ortadaki dört köşe bir avlu çevresine, güney yanı güneş alabil-mesi için alçak bırakılacak yüksek blok ya-pılar kurulmalıdır. Bu blok apartmanlarda or-taklaşa kullanılacak bir mutfak, ferah bir yemek salonu, eğlenceler, toplantılar ve sine-ma oynatılsine-ması için de bir başka salon bulun-malıdır. Ortadaki dört köşe avluda, çocukla-rın ne birbirlerine, ne de kırılabilir eşyaya

(3)

ko-lavca zarar veremiyecekleri biçimde kurul-muş Dır ana okıılıı bulunmalıdır: bu ana oku-lunda merdiven basamakları, çocukların do-kunabileceği aç:k ateş veya sıcak soba bulun-mamalı. tabaklar, bardaklar, çanak çömlek hep k:rrlmaz malzemeden yap:lmış olmalı ve genellikle, çocuklara 'sakın ha'demeyi gerek-tirecek her tiirlii eşya bulundurmaktan elden £î-İd iği kadar kaçınmalıdır. İyi havalarda ana okulu açık havaya çıkmalı, kötü havalar-da is: - çok kötü havalar hariç - bir yanı ta-mamiyle ac:k edalarda olmalıdır. Çocuklar bütün yemeklerini ana okulunda yemeli ve ana okulu çocuklara hem ucuz, hem de ana-laraı.n verebileceğinden daha sağlığa yararlı besinler vermelidir. Çocuklar memeden kesil-dikleri günden okul çağma gelene kadar, sa-bah kahvaltısıyla ana okulunda son yemekle-rini yedikleri saat aras:ndaki bütün zamanla-rım, içinde bulundukları güvenliğe oranla as-gari bir gözetimin gerektiği ve kendilerini eğ-lendirecek her türlü fırsatın bulunduğu ana okulunda geçirmelidirler.

Çocukların kazancı tasavvur edilemiye-cck kadar büyük olacaktır. Açık hava, güneş, geniş alan ve iyi besin sağlıklarına yaraya-cak; çoğu işçilerin çocuklarını içinde geçir-dikleri sürekli bir huzursuzluk, kavga ve ya-sak havasından kurtulmuş olmaları, özgürlük-leri, onların karakterine iyi etki yapacaktır. Küçük çocuklara güven içinde ancak özel bi-çimde kurulmuş bir çevrede verilebilen hare-ket serbestliği, böyle bir ana okulunda hemen hiç kontrol edilmeksizin verilebilecek, bunun sonucunda da çocuklarda gözüpeklik ve kas yeteneği hayvan yavrularında olduğu gibi do-ğal bir şekilde gelişecektir. Çocukların hare-ketlerini sürekli olarak yasaklar altına almak onların ileriki hayatlarında bir hoşnutsuzluk ve utangaçlık kaynağı olarak kendini gös-terir, ama çocuklar hep büyükler arasında ya-şadıkları sürece de bu yasaklardan vazgeç-mek çoğunlukla imkânsızdır; bundan dolayı ana okulu onların sağlıkları kadar karakter-leri için de hayırlı olacaktır.

Ana okulunun kadınlara sağlayacağı üs-tünlükler de bir o kadar büyüktür. Kadınlar çocuklarını memeden keser kesmez, özel ola-rak çocuk bakmak için yetiştirilmiş kadınlara teslim edecekler ve çocuklar bütün gün bo-yunca bu kadınların bakımında kalacaktır. Ev kadını yiyecek alışverişi, yemek pişirmek ve bulaşık işleriyle uğraşmak zorunda kalma-yacaktır. Onlar da kocaları gibi sabah çıkıp akşam eve döneceklerdir: hiç durmadan çalış-mayacaklar, kocaları gibi onların da bir ça-lışma ve dinlenme saatleri olacaktır. Çocuk-larını sabah ve akşam, sevgi alışverişine yete-cek, ama sinirleri bozmağa sebep olmayacak kadar göreceklerdir. Bütün gün boyunca ço-cuklarıyla beraber bulunan kadınların onlar-la oynayacak enerjileri hiç kalmaz; bir kural olarak çocuklarla, annelerden çok babaları oynar. Eğer çocuklar hep kendileriyle ilgile-nilmesi için durmadan mızmızlamr, bir an

bile rahat vermezlerse, çocuklarına en düş-kün ana babalar bile sinirlenir, çileden çıkar-lar. Ama çocuklardan ayrı geçirilen bir gü-nün sonunda analar da, çocuklar da birbirle-rine, bütün gün beraber geçirdikleri zaman-kine oranla daha büyük bir sevgi gösterirler. Bedence yorulmuş, ama kafaca huzur içinde olan çocuklar, ana okulundaki kadınların ta-rafs:z davranışlarından sonra annelerinden görecekleri ilginin tadını daha çok çıkaracak-l a r d a . Böyçıkaracak-lece, tasa verici ve sevgiyi öçıkaracak-ldürü- öldürü-cü reyler bulunmaksızın, aile hayatı içinde iyi

olan reyler yamayacaktır.

Mimarlık yönünden kolej salonları mü-kemmelliğinde geniş, büyük eğlenti ve top-lantı salonları, gerek erkeklerin, gerek kadın-ların daracık odakadın-ların kasvetli havasından kaçıp ferahlayacakları yerler olacaktır. Gü-zellik ve yer bolluğu artık yalnız zenginlerin tekelinde bulunan şeyler olmaktan çıkacak-tır. Daracık yerlerde hep bir arada bulunma-ntn yarattığı sinirlilik sona erecektir ve şu-rası da unutulmamalıdır ki, sinirlilik çok ke-re aile hayatını çekilmez hale getirir.

İşte bütün bunlar mimarlıkta yapılacak bir reformun sonuçları olacaktır.

Yüzyıldan fazla bir zaman önce Robert Owen, isçilere toplu yaşayışın üstünlüklerini sağlamak amacını güden kooperatif paralel kenarlar'ıyla herkesi kendine güldürmüştü. O koyu yoksulluk günlerinde her ne kadar Ro-bert Ovven'ın ortaya attığı fikir henüz mevsim siz idiyse de, o fikrin bir çok yanları bugün uygulanabilir ve istenir olana çok yaklaşmış bulunmaktadır. Robert Owen da, New La-nark'da son derece aydın esaslara dayanan bir ana okulu kurabilmişti. Ne varki, New La-nark özel şartları dolayısiylc yanılıp, 'para-lelkenarlarına' sadece oturulan yerler gözüy-le değil, birer üretim ünitesi gözüygözüy-le baktı. Endüstrileşme eğilimi ta başından beri üreti-me çok fazla, tüketim ve günlük yaşayışa ise çok az önem verme yönünde gelişmiştir; bu ise, ancak üretim sayesinde m ü m k ü n olan kâra verilen önemin bir sonucudur. Böylece fabrika bilimsel bir nitelik kazanmış, iş bölü-münü mümkün olan en ileri poktaya k?dar götürmüş, buna karşılık ev bilimsellikten uzak kalmıştır ve dolayısıyla çeşit çeşit ev işleri hâ-lâ, zaten taşıyabileceğinden fazlasını yüklen-miş bulunan ananın tepesine yığılmaktadır. İnsan faaliyetinin en rastgele, en örgütsüz ve bütünüyle en yetersiz bölümlerinin hiç bir maddî yarar beklenemiyecek faaliyet oluşu, kâr sağlama güdüsünün egemenliğinin doğal bir sonucudur.

Bununla birlikte şurası da kabul edilme-lidir ki, benim teklif etmekte olduğum cins-ten bir mimarlık reformunun karşısında çıka-cak zorlukları da, doğrudan doğruya işçilerin psikolojilerinde aramak gerekecektir. İnsanlar ne kadar kavga ederlerse etsinler, 'yuva'nın mahremiyetini severler ve yuvalarında gurur-larını, mülkiyet duygularını okşayan bir şey bulurlar. Manastırlardaki gibi bekârlığın esas

olduğu bir komünal hayatta böyle bir mesele ortaya çıkmazdı; mahremiyet içgüdüsünü or-taya çıkaran şey evlilik ve ailedir. Arada sı-rada gazocağı üzerinde yap:labilecek olanın dışında, özel yemek pişirmenin bu içgüdüyü doyurmak bakımından gerçekten de zorunlu olduğuna inanıyorum; ben, insanın kendi ma-lı olan eşyayla döşenmiş özel bir dairenin, o eşyaya alışmış insanlara yeteceğine inanıyo-rum. Ne var ki, mahrem alışkanlıkları değiş-tirmek her zaman zordur. Bununla birlikte kadınlardaki bağ:m3:zhk kazanma arzusu, ev-leri dışında geçimev-lerini kazanan kadınların sayısını derece derece, gittikçe daha çok ar-tırabilir, bu da öbür yandan, bizim kadınlar için hayırlı saydığımız bir sistemi doğurabi-lir. Şimdiki halde kadın haklarını savunma akı mı, işçi sınıfından kadınlar arasında hâlâ emekleme çağındadı.r, ama bir Faşist tepkiy-le karşılaşmadıkça büyüyüp gelişme ihtimali fazladır. Belki de zamanla bu güdü kadınla-rın komünal mutfağı ve ana okullakadınla-rını tercih etmesine yol açacaktır. Bir değişiklik arzusu-nun erkeklerden gelmesi beklenemez. İşçi er-kekler, Sosyalist ya da Komünist bile olsalar, karılarının durumunda bir değişiklik ihtiyacı-nı nadiren görürler.

İşsizlik hâlâ korkunç bir belâ olma du-rumunu korurken, insanlar iktisadî prensip-leri anlayabilmek başarısını hâlâ gösteremez-lerken, ev kadınlarının ev dışında çalışması fikrine, çalışacak olan kadınların işlerini el-lerinden alacağı erkeklerin işel-lerinden olması ihtimali dolayısiyle, gayet tabiî karşı çıkıla-caktır. İşte bu sebepten ötürü, evli kadınların sorunları, belki de Sosyalizm dışında çözüm-lenemivecek olan issizlik sorunuyla sıkı sıkı-ya bağlıdır. Hem zaten benim savunmakta ol-duğum cinsten 'kooperatif pâralelkenarları' kâr sağlama güdüsü bir başarı doğuramaya-cağına göre, bunların büyük çapta ortaya çı-kışları ister istemez geniş bir Sosyalist akı-mın bir parçası olarak görülecektir. Bu yüz-den iktisadî faaliyeti ayarlayan şey kâr arzu-su olduğu sürece, çocukların sağlık ve karak terleriyle, kadınların sinirleri ister istemez za-rar görmeğe devam edecektir. Kâr sağlama güdüsü ile bazı şeyler başarılabilir, bazı şey-ler ise başarılamaz; başarılamayanlar içinde, işçi sınıfından ev kadınlarıyla çocukların iyi bir hayat yaşamaları ve - belki daha da Üto-pik görünecek olan - banliyölere güzellik kat-ma sayılabilir. Akat-ma bizler her ne kadar ban-liyölerin iğrenç çirkinliğini Mart rüzgârları yada Kasım sisi kadar olağan sayıyorsak da, aslında bu çirkinlikler, Mart rüzgârları ya da Kasım sisi kadar kaçınılmaz değildir. Bu banliyöler serbest teşebbüs eliyle yapılacağına belediye eliyle yapılsa, plânlı yapılmış sokak-ları, Kolej yapıları gibi evleri olsa, her halde insanın gözünü okşardı; bunun aksini düşün-mek için gerçekten de hiç bir sebep yoktur. En aşağı tasalarımız ve yoksulluğumuz kadar çirkinlik de, bizim özel teşebbüs kârına köle olmak için ödediğimiz fiyatın bir bölümüdür.

Referanslar

Benzer Belgeler

(Meselâ bina zirai ile kırk beş zira' miktarı u- zunluğu olan bir ipi on kat edersin ki her katı bina zira' ile dört buçuk zira' ola bir kata yine kelevvel bir çulbuk dersin

Binanın inşa prog- ramında mimara tahmil edilen birçok müşkülâttan maada mühendisler tarafından inşaatta istenilen birçok teknik hususat ve mecburiyetler mimar ta-

Diğer taraftan sulh avdet edince buhran senelerinde hiç bir yapı faaliyeti olmadığı için büyüyen ihtiyaçları kısa vakitte karşılıyabilecek imar programlarının icap

1936 senesinden evvel diploma almış olan mimar- lardan yalnız yüzde yirmi yedisi, 1939 senesinde diploma almış olan mimarlardan ise yüzde altmış üçü henüz bir iş

[r]

Bunun yerine mimari eserlerimize yaraştırdı- ğımız ulusal zevklerden doğan güzellik kaidelerine uygun bir süs san'atı vücude getirilmişti. Nevşehirli İbrahim paşa

Bunuıı için de dozajlı fazla çimento harç kullanmıyarak döşeme betonu tarafından harcın suyunun kurutulmasına ma- ni olunmalıdır.. 5 — Döşeme ile karolar beynindeki

Cami tadile uğramış ve sonradan yapılan minaresinin mimarî şekli çok güzel ve enteresandır.. Yine Fatihle beraber İstanbula giren gazilerden Kadı Mehmede ait