• Sonuç bulunamadı

TURAN KÜLTÜR VAKFI * *

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TURAN KÜLTÜR VAKFI * *"

Copied!
176
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

E TN İK

TUZAK

(4)

* � * � � � � � �

YAYINA HAZlRLlK :

Bab-ı Ali Cad. Başmuhasip Sok. Talas Han Kat. 2 No. 204 Cağaloğlu 1 ISTANBUL

Tel: 513 20 14-513 20 64

'a,pa,': t4-�Z-a-/-tt 'fe9t�e ı

Baski :Kuşak Ofset (Tel: 527 41 03

ı

I S B N 975 - 7393 - 005

(5)

GİRİŞ

Biz bu çalışmamıza "Etnik Tuzak" ismini sebepsiz vermedik. Avrupa'da siyasi ortamın 19. Yüzyılın etnik ve dini motiflerine döndürülmeye çalışıldığı ve adeta Orta­

dokslar arası bir yakın işbirliğine gidildiği bir ortamda, gelişme gücüne sahip ülkelerin önünün etnik tuzaktarla tıkanmaya çalışıldığı görülmektedir. Önemli olan etnik­

lik iddiası ileri sürülen sosyal gurubun o ülkedeki ana kültür kimliğinden farklı olup olmadığının bilimsel ola­

rak ortaya konması değildir. Kitle haberleşme araçlarını veya medyayı elinde bir politika silahı olarak tutan süper güç veya güçler eğer kendi menfaatlerine uygun olarak­

suni(yapay) bir etnikleştirme peşinde iseler; hedef alınan ülkelerin aydınları ve siyasetçiZeri de dış etkilere oldukça açık ve bilgi noksanı içinde iseler, o ülkeyi bir takım teh­

likeler bekliyor demektir.

Artık "medya" dedikleri güç, o hale gelmiştir ki, dünyanın her tarafında istediği olayları çıkarabılmekte, olayları şekillendirebilmekte ve istediği şekilde yorumla­

yarak dünya kamu oyunu şartlandırabilmektedir.

(6)

CNN'nin bugünkü rolü budur.

Diğer taraftan dünün Sovyetler Birliği etnik konu­

yu, varlığını sürdürebilmek için en iyi şekilde kullanabi­

len ülkelerin başında yer almıştır. Milliyetler tezi ile, Türk dünyasını bölen, farklı lehçelerle birbirini anlaya­

maz hale getiren ve hepsinin ortak kimliği olan "Türk "e onları yabancılaştıran, Rusçayı mecburi dil,Marksizm­

Leninizmi mecburi dertSkaline getiren, Türklere Rusça ismi taktıran, eritmeci politika, gerçekten etniklik göste­

ren unsurtarla bir dama taşı gibi oynamıştır. Geniş bir coğrafya içinde etnik grupları bölerek berlirli yörelere gö­

çe zorlayan ve oralardahi diğer etnik unsurtarla çatışma­

ya yöneiterek siyasi varlığını sürdürmek, Sovyetlerin ana politikası olmuştur. Şimdi o politika, bu defa Sovyetler Birliği 'nin yeni modeli olan Rus merkezli "Bağımsız Dev­

letler Topluluğu" içinde sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Nitekim son aylarda Bağımsız Devletler Topluluğu 'nda Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın başı çektiği ekonomik ilişkiler ağırlıklı yeni bir Slav birliğine gidilmesi gözlerden kaçmamaktadır. Gaye Türkiye'nin ön ayak olduğu ancak ciddi mesafe alamayan EGO'nun te­

sirliliğini azaltmaktır. Böylece Türkiye, Türk Cumhuri­

yetlerinde dışlanmak istenmektedir.

Türkiye Cumhuriyetini kuran, milli mücadeleyi ba­

şaran, tarihin derinliklerinden gelen irade ve o iradenin, o şerefli geçmişin emanet edildiği genç nesiller, tarih bo­

yunca hildlin mücadelesini veren, mazlum milletiere ör­

nek olan yüce Türk Milletine karşı kurulan tuzakların farkındadır. Bunlar, ister ideolojik, ister bölücülük, mez­

hepçilik, cinsiyetçilik veya insan hakları gibi mazlum şe­

killer altına girmiş olsun, hüküm değişmeyecektir.

Biz kitabımızla aynen diğerlerinde olduğu gibi öğ­

rencimiz olamamış, Türklük gururu ve şuurunu, İslam ahlak ve faziletini çeşitli bozucu yayın ve görüntüZere rağ­

men kendilerine şiar edinen Türk gençlerine, milli endişe

(7)

Etnik Tuzak / 7

sahibi aydınlara ulaşmaya çalışıyoruz. Türkiye onlarla beraber güzel günlere gidecek ve çıkarılan engelleri aşa­

caktır. Milli mutabakatların net bir şekilde belirlenmesi de, her türlü şekilcilikten ve taassuptan uzaktaşılmasına yardımcı olacaktır. Mutabakat, kavram anarşisini de aş­

mamızı sağlayacaktır. Türk kelimesini görünce Yunan­

dan fazla düşmanlık damarı kabaran ve ırkçılık nöbetine tutulan, İslam denince gericilik ve potansiyel tehlike şart­

lanmasına uğramış olanlar, milli birlik ve bütünlüğümü­

zün daha da sağlarnlaşmasını engelleyemeyeceklerdir.

Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL Ağustos 1993- Fatih

(8)
(9)

�LİN UCUNDAN GORUNENLER. ..

Etnik Tuzak / 9

Kitabımıza genel bir giriş niteliği taşıyan bir başlık­

la başlamayı uygun bulduk. Kendimizi siz değerli okuyu­

culanmızın yerine koyduk ve 1993 yılının objektifinden veya "Tünelin Ucundan Görünenler" den bir demet sun­

mak istedik. Bu demetin içinde muhakkak ki hep güzel ve olumlu gelişmeler olsun isterdik. Ancak, o takdirde, bi­

raz fazla iyimser olabilir ve �erçeklerden uzaklaşabilir­

dik. Böyle bir yolu seçmekten de okuyucuya saygı duyan her yazar gibi kaçındık. Dünya gerçeklerini ve 2000'li yıl­

lara doğru Türkiye'nin değişen Dünyadaki yerini, beş altı seneye sığan otuz-kırk senelik bir süreye uygun değişme­

leri ele almaya, bazı tesbit ve teklifler yapmaya çalıştık.

Bunları ele alırken kimseden bir beklentimiz ve kimseyle bir hesabımız olmadığı için biraz rahat ve belki de cesa­

retle kalemimize yön vermeye gayret ettik. Dönem dönem fikir değiştirenlerden, gençlere iyi örnek olamayanlardan, nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenierden hep uzak olduk.

Bu girişten sonra tünelin ucundan görünenleri ele alalım.

Dünyadaki jeopolitik ve stratejik dengelerin önemli bir değişme sürece içine girdiği görülmektedir. Bugün dünyada yeni birtakım kutuplar doğmaktadır. Bunlan şöyle sıralayabiliriz; altı Türk Cumhuriyetinin bağımsız­

lığa kavuşması ve Türkiye'ye sağladığı bir takım avantaj­

lar. Bunun dışında Uzakdoğu'da Japonya ve Pasifik Birli­

ği. Aynca birleşen Almanya'nın, Avrupa'daki siyasi tesir­

liliğinin artışı. Bunun yanısıra yine dikkati çeken bir ge-

(10)

lişme Avrupa Topluluğu ülkelerinin ortaya koydukları birlik halidir. Bunlar dünyamızdaki yeni birtakım denge­

lerin ortaya çıkışını göstermektedir. Ancak, AT içinde Av­

rupa'nın kültürel kimliği konusunda görüş birliği yoktur.

İrlanda'dan Sicilya'ya; Portekiz'den Yunanistan'a çok böl­

geli, çok dilli ve lehçeli değişik kültürlü toplumlar vardır.

Şu andaki durumu aslında İkinci Dünya Harbi'nden sonraki duruma benzetebiliriz. Yani dünyadaki siyasi konjonktör; istikrar ve süreklilik, değişme, tekrar istikrar ve süreklilik olarak devam etmektedir. Bu devri ve dalga­

lı değişme modeline uymaktadır. Şimdiki durum harita­

ların tekrar düzenlenme ihtiyacı duyulduğu bir değişme ortamıdır; değişme boşluğudur. Bu değişimden sonra zan­

nediyorum, dünya tarihinde görüldüğü gibi istikrarlı ve belirsizliklerin ortadan kalktığı bir zaman dilimine de gi­

receğiz. Önemli olan Türkiye'nin, bu hızlı değişme süre­

cinden pay alarak çıkmasıdır. Bundan istifade etmesidir.

Bunun böyle olmasının engelleyici bir ortam da yoktur.

Yeter ki kendi kendimizi farkedelim ve önümüze çıkan imkanlan kullanabilelim. Kimsenin taşaronluğuna so­

yunmayalım. Elçibey örneğinde olduğu gibi Türkiye'ye gerçek dost olanlan bizzat cezalandınp Kafkaslarda Rus­

ya'nın güdümüne dalaylı olarak girmeyelİm ve Türk Cumhuriyetlerine ABD'yi ümit haline getirmeyelim.

(11)

Etnik Tuzak / 1 1

ABD,.AVRUPA, TÜRJ{İYE

.

VE

TUR K CUMHURIYETLERI

...

Sovyetler Birliğinin çifte kutuplu bir dengenin bir tarafının teşkil etmesi soğuk harp gerçeğinin sürmesini sağlamıştı. Soğuk harbin sürmesi ABD, Avrupa, Türkiye ve Türk Cumhuriyetlerinin bir bakıma menfaatineydi.

Coğrafya itibariyle Sovyetlerle en sıcak temas imkanının bulunduğu yerde olması Türkiye'nin askeri ve stratejik önemini artıran bir faktördü. Yeni değişmeler ve dengeler karşısında Türkiye'nin önemi azalmadı. Mesela; Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkiler, Orta Asya'da meydana gelen önemli değişmeler ve Sovyetler Birliğinin dağılıp Rusya'nın tekrar çekirdek olarak ortaya çıktığı bir yapı­

lanma, Türkiye'yi köprü olarak kullanma isteklerini orta­

ya çıkardı. Ancak, bu köprü oluşun milli menfaatlerimiz bakımından durumu açıklık kazanmadı.

Bütün bunlar aslında Türkiye'nin önemini kaybet­

tirmedi. Ama özellikle Sovyetler'in dağılması ABD'yi tek patron haline getirdi.ABD'nin tek patron olması, bir müt­

tefik dahi olsa er geç Akdeniz ve Ortadoğu'da, Türkiye ile ABD'nin menfaatlerinin ters düşeceği ger (�ğini ortaya çı­

karmıştır. NATO üyesi ve müttefik dahi olsanız bugün değişen dengelerin ülkemize sağlayacağı imkanlardan en­

dişe eden Batılı ülkeler ve ABD gerçeği vardır. Bu durum inkar edilemez. Şu halde, yapılacak olan ne istediğinin farkında olarak pazarlık gücümüzü artırabilmektir. Bu­

nu sağladıktan sonra bazı noktalarda uzlaşılabilir. Tesli­

miyetçi bir anlayışta değil.

İşbirliği yapılabilecek bir ülkede konu, menfaatler çatışmasıdır. Milletlerarası iyi ilişkiler; menfaatler ara-

(12)

sındaki çatışmalar gözardı edilerek kurulamaz ve yürütü­

lemez. ABD ile olan ilişkilerimizin iyi olması karşılıklı menfaatlere bağlıdır. Körfez Krizi ile ortaya çıkan du­

rumdan Avrupa ve özellikle Almanya son derece tedirgin olmuştur. Zannediyorum Türkiye ile Almanya arasındaki soğukluğun sebeplerinden birisi de özellikle Körfez kri­

zinde Türkiye'nin ABD ile çok yakın bir dirsek teması içinde olmasıdır ve Avrupa gerçeğine biraz gözü kapalı bakmasıdır. Bu bir bakıma yanlış olmuştur. Krizin sonu­

cunda Türkiye"bir koyup üç alma" durumuna da gelme­

miştir. Bilakis bir kontrol ka.rakolu gibi çekiç güç daha da Bölgeye yerleşmiş, Filistin d.�neyindeki tecrübelere uygun bir Kürt devletine geçiş tırmanrnıştır.

Türkiye, ABD ile istediği kadar dostluk kurmuş ol­

sa, Avrupa ile aym ölçüde yakınlaşsa, ilişkilerini geliştir­

se de bütün bunlara rağmen Türkiye'nin milli menfaatle­

riyle Almanya ve ABD'nin millı menfaatleri paralel değil­

dir, çatışacaktır. Çünkü Ortadoğu'daki yeni dengelerin doğuşu ve yeni yapılanma, gerek İslam ülkelerinde gerek­

se yeni Türk Cumhuriyetlerinde, ister istemez Batı men­

faatlerinde bir gerileme şekline dönüşebilir. Şu halde, özellikle bu bölgede ABD ile Türkiye'nin, Avrupa ile Tür­

kiye'nin menfaatlerini paralelliğinden bahsedebilmek mümkün değildir. Fazla romantik olmadan gerçekleri görmek durumundayız.

Görebildiğimiz kadanyla Amerika, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin sıcak ve çok yakın bir şekilde olmasından memnun olabilecek bir ülke değil­

dir. Kendi menfaatleri açısından değildir. Sovyetlerin yı­

kılmasından sonra Orta Asya'daki Türklerden ısrarla

"Orta Asya Müslümanlan" şeklinde bahsedilmektedir.

Bunu bugün değil daha önce de söylüyorlardı. Mesela;

Münih'deki "Radio Liberty" ve diğer yayın organlannda hiçbir zaman Türk kelimesini kullanmamışlardır. "Orta Asya Müslümanlan" tabirini kullanmışlardır. Türkiye'de

(13)

Etnik Tuzak / 1 3

yapılan bir toplantıya gerek CIA, gerekse çeşitli kanallar­

dan gelen Amerikalı bilim adamlan devamlı bu tezi işle­

mişlerdir. Yani onlann görüşü, Orta Asya Müslümanları tezini işlernektir. Bir zamanlar Sovyetlerin milliyetler meselesine yaklaşırnma paralel bir tarzda, bir başka sü- ..

per güç ABD duruma aynı şekilde bakmaktadır. ABD hiç­

bir zaman Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini arasında çok yakın bir dirsek teması ve birlik şekline dü­

nüşmesinden yana değildir. Çünkü menfaatleri bundan zarar görecektir. Bu durumda, bu ülkelere Türkiye kana­

lından veya doğrudan etkili olmaya çalışacaktır. Nitekim, son yıllardaki gelişmeler de bunu teyid etmektedir.

Azerbaycan için İran faktörünü de hesaba katarsak Azerbaycan'ın meselesi mezhep meselesi değildir, Türk­

lük, Müslümanlık meselesidir. Mezhep meselesi üçüncü, dürdüncü sırada yer alan bir konudur. Gündemin birinci meselesi değildir. Her ne kadar Türkiye'de bazı devlet adamları bunu gündemin birinci meselesi olarak takdim etme yaniışı içinde olmuşlarsa da bu ülkelerde mezhep meselesi birinci sıradaki bir konu değildir. Bu şekilde ko­

nuya bakmak, ABD'nin Ortadoğu politikasının bir uzantı­

sı, bir devamı gibi düşünülebilir ki bu son derece yanlış­

tır. Türkiye'nin görevi, Türk Cumhuriyetlerinin milletle­

rarası kuruluşlara üyeliklerini teklif edilmesi şeklinde gelişmelidir. Türkiye, kendilerinin de ifadesiyle bu ülke­

lere tecrübelerinden istifade ettirmek durumundadır.

Türkiye bu ülkelere yakın iktisadi işbirliği kurmak duru­

mundadır. Bu, Türkiye'nin de menfaatinedir. Çünkü her ne kadar fert başına düşen milli gelire, sosyal ve ekono­

mik göstergelere göre bu ülkelerin büyük bir çoğunluğu tipik bir demirperde ülkesi özelliği gösterse de, mevcut durum bu ülkelerin potansiyel bakımdan az gelişmiş ol­

duklannı ifade etmemektedir. Yani bu ülkelerin, gelişme potansiyeline sahip azgelişmiş ülkeler olarak ifade edil­

meleri daha doğrudur. Bunlar varlık içinde yokluk çek-

(14)

mektedirler. Bu ülkelerin ellerinde stratejik tanm ve ye­

raltı kaynaklan vardır. Ancak bu ülkeler eski rejim artık­

larıyla da, yönetici kadrosuyla da yeterli mesafe alamaz.

Gözü kulağı Moskova'ya göre şartlanmış liderler demok­

rasi önünde en büyük engellerdir. Orta Asya Türk Cum­

huriyetleriyle Türkiye'nin kuracağı yakın işbirliği bu ül­

kelerin hayat standardını yükseltecektir, ekonomik yön­

den katkıda bulunacaktır. Özellikle inşaat sektöründe, çi­

mento sanayiinde, şeker sanayiinde, petrole ve pamuğa dayalı endüstrilerde, tekstilde, hizmetler sektöründe bu potansiyel vardır. Bu ülkeler kendi ayakları üstünde du­

rabilecek ekonomik güce dayanmalı hükümdarlık hakia- nna saygı duyulmalıdır. ·

Şunu düşünmemiz lazım; bu ülkeler neden geri bı­

raktınlmıştır? Bu ülkeler COMECON adı altında bir sö­

mürü çarkının içinde yer almışlardır. Bu ülkelerin yetiş­

tirdiği mesela pamuk neden Özbekistan'daki fabrika işle­

nip mamül hale getirilmemektedir de, Ukrayna'da işlen­

mektedir. Şimdi bu çelişki, bu sömürü ortadan kalkacak­

tır. Fabrika o ürünün çıktığı yerde kurulabilecektir. İşte Türkiye bu yatırımı görürebilecek ve ortak tesisler kura­

bilecektir. Batı ise Türk firmalan kanalıyla bu ülkelerle ekonomik işbirliği kurma peşine düşecektir. O bakımdan, Türkiye'nin stratejik önemi artmıştır. Batı buralara gir­

mede Türkiye köprüsüne ayak basmak zorundadır. An­

cak, bütün bunlar Türkiye'nin takip edeceği politikalara bağlıdır. Özellikle kültürel ilişkilerde kendi kültürünü ta­

nımayan, devletin milli kültürü• olamayacağına inanan, milli endişesi olmayan ve konuya sadece para biriktirmek ve sonra Türkiye'ye dönmek olan, hizmet şuurundan mahrum klasik bürokrat tipindeki yetkililer kesinlikle bu ülkelere gönderilmemeli ve Türkiye zor duruma düşürül­

memelidir. Bu konuda çok hassas olmak lazımdır. Köken itibanyle görevlendirme yapılması uygun olabilir.

Birçok ülke, Japonya'dan çeşitli Batı ülkelerine ka-

(15)

Etnik Tuzak / 1 5

dar, Almanya dahil bu konu üzerinde hassasiyetle duru­

yor. Türkiye'nin treni kaçırması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Türkiye'nin büyük avantajlan olduğu gi­

bi dezavantajlan da vardır. Türkiye'nin yetişmiş insangü­

cü uzun yıllar bu meseleye kafa yormamıştır. Aynefi, ter3 yönde şartiandırma vardır. Ters yönde şartiandırma zan­

nediyorum Türkiye'nin en büyük dezavantajıdır. Bazı çevrelerin bunu hiç olmazsa olaylar tarafından eğitile­

rek, aşmaları gerekmektedir.

Türkiye'nin Ortadoğu'daki ilişkilerinde Ermenistan konusu Türkiye'nin elindeki önemli bir kozdur. Türkiye bu kozu doğru kullanmak zorundadır. Türkiye'nin Erme­

nistan ile ilişkilerini geliştirmesi bu açıdan önemlidir.

Çünkü Ermenistan'ın hava alacak alanı yoktur. Onun için Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye mecburdur. Bu­

nun karşılığı nedir?

Güdümlü, vasi arayan bir dış politika anlayışına de­

vamlı karşı olmuşuzdur. Eğer Türkiye, Ermenistan ile ilişkiler kuracaksa, bu "Yurtta sulh, cihanda sulh" anlayı­

şının temeline dayandınlarak havada kalan fanatik bir anlayışla ele alınmak durumunda değildir. Karşılıklı menfaatler söz konusudur. Mesela; Karabağ'daki işgal ne olacaktır? Ermenistan'ın Karabağ üzerindeki talepleri ne olacaktır? Karabağ'ı bekleyen önemli tehlikelerden birisi, işgalle birlikte Ermeniterin çoğunlukta olmalan dolayı­

sıyla yapılacak olan bir halkoylaması sonucunda, Sovyet­

lerin dağılmasıyla meydana gelen Bağımsız Devletler Topluluğu'na bunu müstakil olarak sokma gayretleridir.

Bu da, buranın Azerbaycan ile ilişkilerini koparması an­

lamına gelir. Türkiye bunun karşısında da hassas dav­

ranmak zorundadır. Dünya ile birlikte çözüm aramak iyi­

dir ama yeri geldiğinde inisiyatif kullanabilmek de gere­

kir. Bu arada Bağımsız Develetler Topluluğu'nun uzun ö­

mürlü olmayacağı düşüncesindeyiz. Tabii ki bu görüş Rusya'daki iktidar mücadelelerine de bağlıdır.

(16)

Şuuraltımıza yerleşmiş Turancılık fobisini aşmamız lazımdır. Türkiye bugün hazırlıksız yakalanmışsa bunun günahı Türk milliyetçilerini yıllardır şovenist olarak suç­

layaniann tahribatıdır. Hala bazı Türk Cumhuriyetlerine Türk benzeri anlamına gelen "Türki" sıfatının kullanıl­

ması bunun bir müşahhas örneği değil midir? Bunun adı Turancılıktır veya değildir; önemli olan ismi değildir.

Önemli olan muhtevadır, konuya yaklaşmadır. Bir Türk olarak, bir insan olarak buralarla gerektiği gibi ilişki ku­

rabilmek ve bunu yürütebilmektir. Bunun için iktisadı yatınmlann dışında yapılacak olan, kültür yatınmlan vardır. Kamu görevlisi, talebe mübadelesi, silahlı kuvvet­

ler mensuplan mübadelesi son derecede önemlidir. Tür­

kiye'den bu ülkelere askeri danışmanlann gönderilmesi talep durumunda gerekir. Bunların üzerinde iyi durmak ve Türkiye'nin menfaatlerini iyi korumak gerekmektedir.

Ortak alfabe, parlamentolar arası, üniversiteler arası bir­

lik, devletler arası birlik düşünülmelidir. Kamu ve özel sektör kuruluşlan hizmet içi eğitim vermelidir.

Bunlara tayin edilecek görevliler meselelere yatkın bilgili olanlardan seçilmelidir. TRT her tarafta izlenebil­

melidir.

Birleşmeyi sınır birleşmesi olarak görmemekteyiz.

Fiziki mesafe önemli de

rJ

l, önemli olan sosyal mesafenin kapanmış olmasıdır. Sınırdaş olmak veya aynı ülkenin insanı olmak ya da aynı devlette yaşamak şeklinde değil, önemli olan yoğun kültürel ve ekonomik ilişkilerle bu fizi­

ki mesafenin olumsuz etkisini, sosyal mesafeyi sıfırlaya­

rak giderebilmektir. Bu gerçekleştikten sonra millı dev­

letler topluluğu gerçekleşebilir. Her bir Türk cumhuriyeti kendi kendini yönetebilmeli ve kendi ayaklannı üzerinde durabilmelidir. Milletlerarası kuruluşlarda, daha fazla ülkece temsil edilebilme esastır.

Ancak, dil ve kültür birliğimiz de hesaba katılmalı­

dır. Bunu sağlamak lazımdır. Yoksa birleşme falan,

(17)

Etnik Tuzak / 1 7

bunlar bugünün meselesi değildir. Bunu yapabiliyorsa­

nız, Türkiye'nin zannediyorum AT üyeliğinden sağlaya­

caklannın çok fevkinde menfaatler elde etmesi mümkün­

dür. Menfaatlerirnizin farkında isek ...

KARŞILIKSIZ BİR AŞK: AT

Türkiye, Avrupa Topluluğuna mahkum değildir.

Ama Türkiye'nin iyi yetişmemiş bazı bürokratlan ve sö­

züm ona iyi yetişmemiş bazı devlet adamlan, Türkiye'yi AT'a mahkum etmiştir. Nihayet AT Türkiye'ye "Bayrağı­

nı değiştir" teklifini bile yapabilmiştir. Yani "Bizi AT'a al­

mazsanız İslam ülkelerinin kucağına itersiniz" şeklinde beyanat verip Almanya'da dolaşanlar herhalde ciddi dev­

let adamı olarak vasıflandınlamaz. Eğer siz "AT dışında alternatifim yok" derseniz, o takdirde AT da size 17 Ara­

lık 1989 raporunda olduğu gibi, AT ve hiç kimseyle pazar­

lık dahi yapmayacağınız konuları göndeme getirir. Nedir onlar? Onlar çok açık ve net olarak şudur; "Yaptığınız özelleştirmeye daha hızlı bir şekilde devam ediniz. Nüfus artış hızınızı çok daha fazla bir şekilde düşürünüz. Ağır sanayi ve bilhassa demir çelik sanayiine kesinlikle yatı­

nm yapmayınız. Tarıma sübvansiyon uygulamayımz. Yu­

nanistan'la meselelerinizi çözüp taviz verip geliniz ... "

Türkiye'nin AT üyeliği bir bakış meselesidir. AT'a hiçbir zaman olumlu bakmadık. Çünkü bizim gönlümüz­

deki Türkiye, milletlerarası pazan üretimine müsaade edilmiş olan belirli malları ve hizmetleri üreterek takviye edecek, besieyecek bir ülke değildir. Türkiye güçlü bir ül­

kedir. Biz Türkiye'nin AT üyeliği dışında Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde sahip olduğu bir ekonomik ve siyasi potansiyelin var olduğuna inanmışızdır. Bu inancı taşıyan bir insan olarak AT'a hiç­

bir zaman olumlu bakmadık. Ama AT'a olumsuz bakma Avrupa'ya sırt çevirmek demek değildir. Bu mümkün de

(18)

değildir. Çünkü Türkiye AT'a girsin girmesin, tam üyelik gerçekleşsin gerçekleşmesin, Türkiye'nin dış ticaretinde, siyasi ilişkilerinde Avrupa Topluluğu'na üye ülkelerle ya­

kın ilişkileri var. Türkiye'nin ithalat ve ihracatında OECD ülkeleri en önemli yeri tutuyor. O bakımdan, Tür­

kiye AT'a girse de, girmese de bu ilişkiler devam edecek­

tir. Ama bizim inandığımız nokta şudur: Bundan böyle Türkiye'nin, Aşkabat'la, Bakü ile, Taşkent'le, Alma Ata ile kuracağı çok yakın, çok önemli işbirliği ve yakınlaşma­

lar sözkonusu olursa; Batı nezdinde pazarlık gücü arta­

caktır. İşin önemli olan yanı budur. Yani Türkiye bugün, Batı önünde teslimiyetçi, mandacı yaklaşımıann dışında, Batının karşısına çok daha şahsiyetli, çok daha yüksek pazarlık gücü ile çıkabilecek bir potansiyele sahiptir. Ye­

ter ki bunu iyi değerlendirebilelim, oralarla zaten gelişen iyi ilişkileri devam ettirebilelim ve Türkiye yanlış yapma­

ya zorlanmasın. Etkili ve yetkili çevreler de bunu şuurun­

da olsunlar.

Artık bunu reddetmek mümkün değildir. Bir zaman­

lar biz bunları dile getirdiğimiz zaman "Altaylardan ok atıp Tuna'ya mı düşüreceksiniz" diye söz edenler, gün gel­

miştir Kıbns'a müdahale gerçeği ile karşı karşıya kalmış­

lardır. Bu kişiler Toroslardan ok atıp Beşparmak Dağla­

n'na düşürmek zorunda kalmışlardır. Aynı şey devam et­

mektedir. Şu halde yapılacak iş; Türk Cumhuriyetleriyle ekonomik, siyasi, kültürel çok iyi ilişkiler kurarak, bunu Batı karşısında bir koz olarak kullanmaktır. Zaten Türki­

ye bu ilişkileri kurup belirli bir noktaya getirdikten sonra Batı Türkiye'yi davet edecektir, ama ikinci sınıf üyelikle değil. O zaman Türkiye'ye, zamansız şekilde "Gümrük duvarlannızı sıfırlayın" diyemeyeceklerdir. "Siz AT'ın l/3'ü oranında gelişmişlik düzeyine sahipsiniz, AT ortala­

ması oranına gelirseniz ancak o zaman sizi AT'a alırız"

diyorlar. Peki Portekiz ile Yunanistan alındığı zaman bu ülkelerin gelişmişlik oranı AT ortalaması noktasında

(19)

Etnik Tuzak / 1 9

mıydı, yoksa AT ortalamasının l/3'i oranında mıydı? Bu ülkeler fonlarla desteklendi. Türkiye'ye bu uygulama ne­

den yapılmadı? Neden fonlarla desteklemeden Türki­

ye'nin gümrük duvarlannı sıfırlamasını istiyorsunuz?

(20)

İKİNCİ BİR TANZiMAT MI?

Türkiye ikinci bir Tanzimat dönemine sokulmak is­

tenmektedir. Bazı aydınlarda Tanzimat paniği görülmek­

tedir.Bu çok önemli bir noktadır. 1838'de Türk-İngiliz ti­

caret a�şmasının doğurduğu sonuçlann benzerini, bu­

gün palazlanan Türk sanayiini çökerterek, kepenklerin kapandığı ve kilit vurulduğu bir Türkiye ortaya koymak suretiyle uygulamak istiyorlar. Çünkü biz inanıyoruz ki sanayileşme bir takım ekonomik göstergelerin dışında bir ülkenin siyasi etkinliğini artıran bir faktördür. O bakım­

dan, Türkiye ülkeyi ikinci Tanzimat dönemine sokma gayretlerine karşı uyanık olmak zorundadır. İlişkilerini geliştirerek Batı karşısında daha iyi pazarlık yapabilir vaziyete gelmek durumundadır.

Teknoloji ve bilirnde standartiaşmaya geçen dünya­

mızın kültürde standartiaşmaya gitmesi mümkün değil­

dir. Karşılıklı bağımlılık ve menfaatlerden bahsedebil­

mek en azından Türkiye gibi gelişme potansiyeline sahip olan ülkeleri dondurmaya, afyonlamaya yarar. Dolayısıy­

la bu gibi konulara dikkat etmek gerekir; aksi takdirde belki sanayileşirsiniz, ama kalkınmış bir sömürge olmak­

tan öteye de gidemeyebilirsiniz.

Özellikle 1980 sonrası millı kültür değerlerindeki aşınma ve hassasiyetİn kaybı, yabancılaşma, duyarlılığını kaybetme, ilgisizleşme, adeta sağırlaşma, ana dilin ikinci plana itilmesi gayretleri ve ülkeyi bir mozaik gibi görme şartlanması gibi Türkiye'de görülen kültürel yabancılaş­

ma örnekleri çok kötü sonuçlar vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Zannediyorum ekonomik ilişkilerle beraber Türkiye'de kültür hayatında da bozulmalan gi-

(21)

Etnik Tuzak / 21 derici birtakım tedbirler almak lazımdır. Aile müessesesi­

ni güçlü tutmanın yollan aranmalıdır. Türkiye'de TRT ve özel kanallann sebep olduğu kültür tahribatını telafi ede­

cek ve insanı sadece cinsel yanını düşünen bir yaratık gi­

bi telakki etme yanlışının dışında bir yayın politikasına ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim.

Türk insanı 24 saat eğlendirilerek düşünmesi gere­

ken çok önemli konulardan uzak tutulınaya çalışılmakta­

dır. Bir insanı 24 saat eğlendirmeyi hedef alırsanız, o tak­

dirde, çok sayıda da psikiyatri klinikleri açmanız gereke­

cektir. Bu bakımdan yayın politikalannın ciddi bir değer­

lendirmesini yapmak lazımdır. Bu konuda bilhassa TRT önemli bir göreve sahiptir. Çok önemli bir nokta da yayın politikasının Kafkasları aşmasıdır. Bunu siz yapmazsa­

nız başkalan yapar, bunu yapmaya mecburuz. Yayınlan­

DIZ Kafkaslan aştığı takdirde de oralara hitap edecek me­

saj olabilecek programların götürülmesi lazımdır. Ama bugün TRT'nin 5. Kanalıyla Almanya'ya yayın yaptığımız gibi, istikrarsız yayın politikalanyla çok yanlış şeyleri gö­

türdüğümüz gibi olmamalıdır. Kültür politikasında istik­

rar olmayınca, yayın politikasında da istikrar olmuyor.

"Ben böyle düşünüyorum" şeklinde tepeden inmeci prog­

ramlarla bir yere varmak mümkün değildir. ihtiyaca gö­

re, bu ülkelerdeki insanlar ne bekliyor ne arıyor, onun cevabını yayın politikasıyla vermeliyiz. Artık sadece 60 milyon değil; ama 250 milyonluk bir dünyayı düşünmek zorundayız.

Önümüzdeki 2000'li yıllann en önemli sosyal değiş­

melerinden birisi Avrupa'daki Türkler gerçeğidir. Biz ar­

tık yurtdışında çalışan işgücümüzden bahsedemiyoruz.

Onlar misafir işçi değil, bir etnik azınlık olma sürece içi­

ne girmişlerdir. Avrupa'daki en önemli sosyal değişme, bizim de 25-27 Kasım 1992 tarihlerinde Dışişleri Bakan­

lığı'nın davetiisi olarak katıldığımız Lahey'deki "Avru­

pa'daki Etnik ve Cemaat İlişkileri" Avrupa Konseyi Top-

(22)

lantısında da gördük ki, biz önümüzdeki yıllarda Avrupa'­

daki Türkler gerçeğini düşünrnek zorundayız. Çünkü ar­

tık onlar oraya yerleşmişlerdir, iş sahibidirler, o toplu­

mun vazgeçilmez bir unsuru haline gelmektedirler.Batılı ülkeler bu insanların dilleri ve kültürlerine saygı duya­

rak bir bütünleşme arayışı içine girmeye mecburdur. Za­

ten bunu ifade de ediyorlar. İkili ilişkilerimizde bu gibi değişmeleri de göz önünde tutarak pazarlık yapmalıyız.

(23)

Etnik Tuzak / 23

DIŞ P.OLtTi� .. .

. VE

MILLI BUTUNLUK

Bosna Hersek devlet adamlan Türkiye'ye gelip "Siz bize yardımcı ve destek olmalısınız" demişlerdir. Türkiye, ne hikmetse sınırlan dışına gözünün kapatıldığı, daima sınırlanndan içe bakan bir Türkiye olmuştur. Halbuki Türkiye'nin milli bütünlüğünün korunmasında artık dı­

şişleri teşkilatma büyük görev düşmektedir. Türkiye'nin dış politikası ve dış politika güçleri milli bütünlüğümüzü tayin edecektir. Türkiye'nin dış politikası milli sınırlan dışına bakışı ,Türkiye'ye yönelecek birtakım talepleri cay­

dırıcı özellik taşımalıdır. Bunda toprak ilhakı yoktur, ama kültürel, ekonomik ve siyasi işbirliği ve tesirlilik yol­

lan ve mütekabiliyet vardır. Siyasi tesirlilik ve caydıncı­

lık vardır. Kuvvet göstermek ve kullanmak farklı şeyler­

dir. Diploması iyi değerlendirilmesi gereken bir silahtır.

Türkiye, nüfus mübadeİesi ile Yunanistan'a göç et­

miş ve orada aşağılanan, Türk kültüründen pay almış Rumlada ilgilenmek durumundadır. Ege adalannın Lo­

zan'a rağmen ne hale getirildiğini biliyoruz. Türkiye mü­

tekabil bir politika olarak Adalılann etnik kökenini orta­

ya koyarak bağımsızlık hareketlerini destek.lemelidir. Bir dünya düzeni kurulacaksa, bu yeni dünya düzeninin ku­

ruluşunda Türkiye güdümlü, ABD'nin tayin ettiği ölçüleri aşamayan bir ülke değil, kendi hedefleri doğrultusunda hareket edebilecek, ABD ile de pazarlık yapabilecek; ge­

rekirse işbirliğine de gidebilecek bir Türkiye olmak duru­

mundadır. Bu noktalar zannediyorum önümüzdeki yıllar­

da dikkatleri üzerine toplayacaktır.

Bu arada Türk Cumhuriyetlerine oynanan bir takım

(24)

oyunlar da vardır. Mesela, alfabe konusunda Suudi ka­

nallı, aslında ABD'nin etkisiyle, Türkiye'nin kullandığı Latin alfabesinin buralarda kabul ettirilmemesi gayretle­

ri vardır. Bu oyunun çok önemli bir parçasıdır. Bu oyun bir çok yerde aşılmıştır ve zannediyorum aşılacaktır.

Çünkü bu Cumhuriyetler de kendilerine karşı oynanmak istenen oyunlar hakkında bir fikre sahip olmaktadırlar, bazı şeyleri düşünmektedirler.

Su kaynaklanmız da önemlidir. Fırat ve Dicle'nin sulan, aynı ümmete mensup olmamıza ve bu sulardan da istifade ettirmemize rağmen, hatta onlann ihtiyacımn da üstünde su vermemize rağmen, Irak ve Suriye bu iki ne­

bir üzerinde yapılacak olan her türlü tesisin engellenmesi yolunda bütün milletlerarası kuruluşlara, Türkiye aley­

hinde müracaatta bulunmuştur. Bunun nedenini anla­

mak mümkün değildir. Halbuki bunlar gayet iyi bilmeli ki, eğer emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak isti­

yorlarsa, Türkiye'nin gelişmesine ve büyümesine engel ol­

mamaları lazımdır. Çünkü Türkiye güçlü olduğu zaman İslam ümmeti de güçlü olmuştur. Türk milleti gücünü yi­

tirdiği zaman İslam ümmeti de İngiliz'in Fransız'ın oyun­

cağı haline gelmiştir. Bugün Ortadoğuda siyasi haritaya baktığımız vakit sandöviç gibi ülkelerin görünmesinin se­

bebi budur. Bu hususun bilhassa gözden kaçınlmaması lazımdır. Halbuki Irak ve Suriye bunun tersini yapmıştır.

Zannediyorum Türkiye'nin de hatasıyla Kuzey Irak'ta böyle otoritesiz bir bölgenin oluşturulması ve Türkiye'nin gerek Ortadoğu'da, gerekse Türk dünyasıyla olan ilişkile­

rinde Çekiç Güç'ün bizi kontrol edici bir karakol görevi yüklenmesi son derece yalmştır. Çekiç Güç'ün Türk sırur­

lan içinde yer almasına kesinlikle gerek yoktu. Aslında bu otoritesiz bölgede sular üzerinde söz sahibi olmak iste­

yen Batı, ileride Arap ülkelerinin petrolüyle pazarlık yap­

ma niyetini taşımaktadır. Bir bakıma işin özü su ve pet­

rol pazarlığıdır.

(25)

Etnik Tuzak /25

GEÇMiŞE SAHİP ÇlKMAK

Osmanlı'nın mirasını reddetmek yanlıştır. Bunu reddederek Ortadoğu'da güçlü bir ülke olamayız. Türki­

ye'de Türk aydını kimliğini anlamış değildir. Türkiye'de hem fertterin kendi kültürüyle bir yabancılaşması söz ko­

nusudur, hem de kurumsal bir yabancılaşma dediğimiz müesseseler seviyesinde bir yabancılaşma vardır . O hal­

dedir ki, mesela Anayasa ile vücut bulan bir kuruluş, Anayasanın temel manası ve anlamıyla ters düşebilmek­

tedir. Yabancılaşmayı sadece fert ve sosyal gruplarda de­

ğil, önemli Anayasal müesseselerde de aramak ve bulmak mümkün olabilmektedir. O bakımdan, bu kimliğin belir­

lenmesi lazımdır. Türkiye'de milli kimlik, yeni kimlik arayışlanyla belirsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ba­

zı örnekler vereyim. Mesela bizim kültür kimliğimizi oluşturan en önemli unsunlardan birisi Türklüğümüz ve Müslümanhğımızdır. İlave olarak bizim kültürümüze Ba­

tıdan girenler vardır. Tenkit edelim veya etmeyelim, be­

ğenelim veya beğenmeyelim bunu inkar edemeyiz. Özel­

likle Anadolu'ya geldikten sonra Batıyla temaslar sonucu bizim kültürümüzün bir parçası da Batıdan alınanlar ol­

muştur. Maalesef bugün Türkiye'de Türk insanının kim­

liğini oluşturan Türklüğü ve İslamhğı içine sindiremeyen çevreler vardır. Yeni soy ve atalar arayışı, yeni kimlik arayışı, hümanist kültürün bir devamı olarak sürmekte­

dir. Hatta 1071 Malazgirt Zaferini Anadolunun işgali ola­

rak görenler vardır. Çünkü onlara göre bir sentez arayışı vardır, bu sentez de asırlar boyu hiç değişmemiş farzet­

tikleri Anadolu beşeri coğrafyasında Urartu, Ligya, Frig­

ya, Hitit, Asur, Bizans ve Roma sentezi arayışı içinde-

(26)

dirler. Eğer bunlara hak verirsek bugün Anadolu da do­

laştığımız takdirde Asurlu, Romalı, Bizanslı, Hititli, Urartulu insan bulmamız lazımdır. Yani bu iddia sahiple­

ri sosyal değişmeye de kapalıdır. Kültürler arasında bir temas, bir alışveriş vardır, ama er veya geç hakim kültür coğrafyaya damgasını vurabilmektedir, coğrafyayı vatan­

laştırmaktadır. Anadolu gerçeği budur. Anadolu kültürü belirsizdir. Anadolu kültürü dediğiniz zaman sanki Ana­

dolu'da yaşamış hiçbir toplum Anadolu'ya kendi damgası­

nı vuracak seviyede bir kültür ve medeniyete sahip değil­

di, anlamı çıkmaktadır. Yani bunun altında Osmanlı ve Selçukluyu tahkir etme, küçümseme vardır. Eğer Selçuk­

lu ve Osmanlıyı küçümserseniz, Cumhuriyeti ve Türki­

ye'yi yüceltemezsiniz. Çünkü kültür ve medeniyet bir bi­

rikimdir, bir sosyal miras naklidir. Türkiye Cumhuriyeti gecekondu bir devlet değildir, köklü bir devlettir. O ba­

kımdan, konuya çarpık bir şekilde bakaniann kimlik ara­

yışlarında çok değişik noktalara, değişik limanlara var­

dıklarm görüyoruz.

Bizim Anadolu'ya geldiğimiz zaman medeni bir ka­

vim olduğumuz bilinmektedir. İki buçuk milyondan fazla insan 1071'den önce ve sonra Anadolu'ya gelmiştir. Mede­

ni bir kavimdir, çünkü geldiği yerde şehir gerçeği ve tica­

ri faaliyet vardır. Madenieri işlemiştir. Anadolu'da bazı şeyler almışızdır ama aynı zamanda da vermişizdir. Ver­

diklerimiz ağır bastığı için Anadolu'ya bir Selçuklu dam­

gası vurulabilmiştir.

Eğer aldıklarımız marjinal seviyede kalmasaydı, Anadolu'da bir Selçuklu kültürü ve onun maddeye yansı­

yan şekli olan bir medeniyet sözkonusu olamayacaktı.

Hele hele Osmanlı kültür ve medeniyetinin tarih sahne­

sinde olmaması gerekirdi. Şu halde, çelişki buradadır.

Anadolu'da yaşamış onbinlik yirmibinlik küçük topluluk­

lar, şehirler görülmüştür. Bunlann en büyüğü Bizanstı, bazı bilim adamlarına göre ikiyüzbin nüfusa sahipti. Bi-

(27)

Etnik Tuzak / 27 zans kültüründen de bizim aldıklanmız vardır, fakat Anadolu'ya biz kendi mührümüzü Selçukluyla vurmuş, arkasından Osmanlıyla devam etmişizdir. O bakımdan Anadolu'yu hala statik bir beşeri coğrafya olarak görüp 1071 sonrasından bugüne kadar Anadolu'da bir kültür mozayiği aramak, tarihe statik bir değerlendirmede bu­

lunınaktır ve gerçekleri inkar etmektir. Anadolu'ya vuru­

lan Türk- İslam mührünü kabullenememektir, içine sin­

dirememektir. Onun için bazılan 1071'i bir türlü kabul edememektedirler. Çünkü kendileri Bizans ve Roma ar­

tıkland.ır. Anadolu insanının Kibele Ana efsanesinden tü­

rediğini ileri sürenlerin, bu mitolojiye dayanarak Anadolu insanına kaynak ve menşe arayaniann yeri zannediyo­

rum arkeoloji müzeleridir.

Tabii ki Osmanlıya bir tepkicilik vardır. 600 sene yaşamış bir devletin çöküşüne bir tepki vardır. Ama biz kimlik bunalımını 1940'lı yıllarla 1950'li yıllar arasında­

ki hümanist kültür anlayışında görüyoruz. Türkiye'de bu yıllar arasında haraketlenen hümanist kültür anlayışı ül­

kemizdeki kimlik bunalımını çoğaltmıştır ve bir çok alan­

da meydana getirdiği boşluktan sonra bu kanala maale­

sef hümanizma, farklı tonlanyla komünizm girmiştir.

Türkiye'deki politikasıyla hümanizma tarihi maddeci, po­

zitivist bir anlayışı getirdiği için bir boşluk oluşmuştur.

Ama onlan da tam veremediği için, onlara sahip çıkmak isteyenlerin de tam anlamıyla bir kimlikle ortaya çıkma­

lanna sebep olamamıştır. Maalesef Türkiye'de bu dönem bir boşluk dönemi, değerlerin tahrip dönemi olmuştur.

Biz hümanist hareketin Batıda, Hristiyanlığa, kili­

seye, kilisenin taasubuna karşı başkaldıran bir aydınlan­

ma felsefesinin meydana getirdiği bir düşüneeye Batı ger­

çekleri içinde karşı değiliz, ama orada varsa, mutlaka biz­

de de olmalı, şeklinde yanaşarak, yanlış genellemeler ya­

parak Türkiye'de bu fikir akımını ileri sürenlerin bir kim­

lik krizine yol açtıklannı söyleyebiliriz.

(28)

Nitekim, Türkiye'de bugün bunun uzantısı, Yunus Emre, Mevlana'da hümanizma arama yanılgısıdır. Bir Batılının Yunus Emre ve Mevlana'da hümanizma arama­

sı gayet tabii ve doğrudur. Çünkü kendi kültür çevresinde aradığının izlerini orada bulmaya çalışmaktadır. Ama yerli bir aydının bunu araması kendi kültürüyle yabancı­

laştığının müşahhas bir örneğidir. Bir dönem bazı zorluk­

lar herkes tarafından çekilmiştir ama günümüzde bir or­

tak mutabakata doğru gidilmektedir. Bunun sebebi hal­

kın içinde gelen aydınların birçok alanlarda meslek sahi­

bi olup toplum hayatında fonksiyonel bir niteliğe bürün­

meleridir. Aynca gelişmeler birçok ideolojik tabuyu yık­

mış ve olaylar insanları eğitmiştir. Tabii bir de dış faktör­

ler var. Manevi, moral boşluğa düşen gelişmiş ülke insan­

larının yığılan ve çözülemeyen meseleleri görülmüştür.

Yukarı doğru sosyal hareketlilik vardır. Çeşitli mes­

lek sahibi olma, siyasette, üniversitede, bürokraside be­

lirli noktalara gelme, belirli çemberierin kınlmış olması, bu şekilde bir değerlendirmeye sebep olmaktadır.

Evrensel kültür olur. Yani benim Mevlana'mdan, Yunus'umdan, benim sanatımdan, benim ebn1mdan, min­

yatürümden eğer başka kültürlere mensup insanlar da pay alabiliyorsa, zevk alabiliyorsa, demek ki benim milli kültür unsurtarım evrensel boyutta kabul görmüş demek­

tir. Biz bundan memnun oluruz. Aynı şekilde de diğer kültürlerden de bizim faydalanmamız mümkün olabilir.

Çünkü kültürler açıktır. Hele hele bugünkü dünyada kit­

le haberleşme araçları, dünyayı küçültmüştür. Medyadan bahsediyoruz. Ama işin önemli olan yanı evrenselleşen kültür unsurlannın milli kimliği buharlaşıp uçmuyor.

Yani siz evrensel kültüre malolmuş bir Yunus'u bir Mevlana'yı alırken gayet tabii ki Türk-İslam kültürünü buharlaştıramazsınız. Bir kültür unsuru ister maddi, is­

ter manevi anlamda önece mahallidir, sonra kabul görür­

se milli kültürün bir unsuru haline gelir, toplum seviye-

(29)

Etnik Tuzak / 29 sinde fark edilebilen, kabul edilebilen bir kültür unsuru olur. Ondan sonra milli sınırlan aşarak bütün insanlığın istifadesine sunulabilir. Kabul edilir, edilmez. Her kültür unsuru mutlaka evrenselleşecek diye bir kural yoktur.

Ama evrenselleştiği takdirde onun milli damgası da bu­

harlaşıp uçmuyor; bunu ayırmak lazımdır. Evrensel kül­

türü milli kültürün karşısında bir alternatif olarak da görmeyelim.

(30)

EST�TİK DUYGULAR:PA �INMA, YENI ARAYlŞLAR

VE

ISLAM

Bugün dünyada teknoloji, makine, bilgisayar, yanı hep maddi yanı olan şeyler, maalesef insanlarda estetik duygulan zayıflatmıştır. Bugün Batıda da artık fikir ha­

yatında, edebiyatta, sanatta, romanda zirve şahsiyetler çıkmıyor. Önümüzdeki yıllann konjonktörü ister istemez estetik değerlerin yükseltilmesi, iyileştirilmesi yolunda bir takım arayışlara sahne olacaktır. Çünkü insanın ma­

nevi yönü, moral yönü törpülenmiştir. Estetik duygular zayıflamıştır. Her şeyi somut görme veya düşünebilme, soyut ele alarnama insanda boşluk yaratmıştır. Bu boşlu­

ğun giderilebilmesi yönünde zannederim birtakım akım­

lar olacaktır. Mesela, Batıda pozitivizme karşı anti-bilim­

cilik hareketi vardır. Bu akımlar 2000'li yıllarda daha ar­

tabilir.

Batı dünyasında da islama ilgi artıyor. Zannediyo­

rum Batı ülkelerinin en büyük çelişkisi; çok küçük maıji­

nal ve fundamentalist bir takım gruptan, bütünü temsil ederneyecek kadar çok küçük bir takım gruplan bütünü temsil ediyormuş gibi düşünerek İslam'a bakmalandır. O takdirde, çelişki içine düşersiniz. Bugün Avrupa'da bazı ülkelerin, bazı çevrelerin İslamiyetten korkar hale gelme­

leri bunu doğrulamaktadır. İslam dendiği zaman mutlaka İran'daki radikal hareketlerin hesaba katılması bundan­

dır. İslam bir tepki hareketi değildir, İslam bir tezdir ve ideoloji de değildir. Onu ideoloji olarak görerek basitleşti­

remezsiniz. İslam'ın farklı milli toplumlarda üslılp farkla­

n da vardır. Bunu reddetmek mümkün değildir, zaten sözkonusu da değildir. Bu bir vakıadır. Ama imanın te-

(31)

Etnik Tuzak / 31 mel hükümlerinde en ufak bir sapma sözkonusu olamaz.

Yaşama tarzlannda, örf ve adetlerde farklı kültürlere gö­

re bir üslı1p farkı her alanda gözlenmektedir, mimariden, edebiyattan, sanattan her dala kadar farklılıklar görül­

mektedir ve bu tabiidir.

İslamiyetİn gelişerek Avrupa'da bütün ülkelerde ikinci din haline gelmesi ve resmi din haline gelebilmesi, özellikle İslamcı görüntüsü altında aslında oryantalizme hizmet eden maalesef Batıda ve diğer bazı yerlerde faali­

yet gösteren ve aslında İslamiyetİn gelişmesini engelleme amacını taşıyan birtakım hareketlerin etkisiz hale getiril­

mesine bağlıdır. Türkiye'de de diğer yerlerde de bu tartış­

malar aşılmadan İslamiyetİn gelişmesi ve Avrupa çapın­

da tesirli hale gelmesi sağlanamaz. Çünkü bu tür hare­

ketler İslamiyetİn gelişmesine katkı sağlamamaktadır.

Mesela, eğer siz Avrupa'da iyi bir Müslüman olmak için bir Fransıza, bir Almana, bir ingilize "Milliyetini terk et gel. Anadilini, milli tarihini ve milli menfaatlerini, örf ve adetlerini terk et de gel" dediğiniz takdirde islamiyeti ya­

yamazsınız. Zaten İslam'ın böyle bir talebi de yoktur. İn­

san kavmini sevmekle kınanamaz, vatan sevgisi iman­

dandır ve üstünlük takvadadır.

Türkiye'de ve diğer bazı ülkelerde sanki ırkçılıkla milliyetçilik aynı şeymiş gibi, bazılannın işine öyle geldi­

ği için öyle tanımlanma ihtiyacı duyuluyor ve o kapsam altında zihinler karıştınlarak aslında yanlış noktalara çekiliyor.

Bu anlayışla güçlü bir ümmet de meydana getirmek mümkün değildir. Çünkü güçlü bir ümmet güçlü millet­

lerden meydana gelir. İslam üslı1p farklarını reddetme­

yen, farklılıklar üzerine birlik ve tevhid arayan bir din­

dir. Bütün mesele bunlann reddi değildir. Millet gerçeği­

ni reddettiğiniz zaman bunun sosyolojideki tarifi kalaba­

lık olur. Kalabalıklardan meydana gelmiş daha büyük bir kalabalık, arzulanan bir ümmet olmaz. Onun ipini de

(32)

Ortadoğu'da devletlerin kaderiyle oynamayı ihtisas hali­

ne getiren ülkeler çekebilir. Ailesiz toplum olamayacağı gibi milletlerden meydana gelmeyen bir ümmet de hayal­

dir.

(33)

Etnik Tuzak / 33

ÜÇ TARZ-I SİVASET

Bu yüzyılın başında Osmanlıda bir tartışma konusu vardır, Garplılaşmak, Türkleşrnek ve İslamlaşmak ... Şim­

di bu üç tarz arasında bir senteze gidildiği görülmektedir.

Üç tarz-ı siyaseti bugün 1910'ların 1920'lerin gerçe­

ğiyle tartışarnayız. Bugünün konularına, ihtiyaca ve yeri­

ne göre Türk aydınını bunların hepsini kullanmak ve de­

ğerlendirmek zorundadır. Bugün öyle konular gündeme gelir ki, orada Türkçü olmaya mecbur olursunuz. Mesela Batı Trakya gerçeği. Diyorlar ki, "Burada Türk yok! Mus­

lüman Yunanlılar var!" Şimdi burada hengi politikayı uy­

gulayacaksınız? İslam ülkeleriyle ilişkilerinizi geliştire­

miyorsanız, bu durumda gayet tabü İslami motif ortaya koyacaksınız. Konuya tarihi boyuttan bakıyorsanız elbet­

te Osmanlıcı olacaksınız. Osmanlıcı olmak demek 600 se­

nenin her senesini her şeyiyle kabul etmek demek değil­

dir. Yanlışları ve doğrularıyla Osmanlı gerçeğini dışla­

mak da mümkün değildir.

Tarihinizle iftihar etmek duruınundaysanız, Osman­

lıcı olacaksınız. Dininizle iftihar etmek zorundaysanız ve İslam Alemi ile olan ilişkilerin geliştirilmesine ihtiyaç du­

duyorsanız İslamcı kanadından konuya bakacaksınız.

Türk dünyası ve Türklük meselelerine eğilrnek zorunda , - kalacaksanız, o takdirde Türkçü olmak durumundasınız.

Yani bu üç tarz bugün birbirinden farklı üç futbol kulübü değil. Bir kere bunun anlaşılması ve yanlış telkinlerde bulunulmaması lazımdır. Bazı aydınların ümmet mi, mil­

let mi tartışması yaparak sanki bu tercihlerden birini yapmamız gerekiyormuş gibi, gençlere yanlış telkinleri vardır. Artık 1910'lar değil 1990'lı senelerdir. Konuya bu

(34)

gerçekleri hesaba katarak bakmamız gerekmektedir.

Biz Türk aydının kimliğinde bunlan düşünüyoruz.

Biz bunlan üç ayrı ideoloji olarak görmüyoruz. Çünkü bunlar ideoloji değildir. İdeoloji dendiği zaman farklı şey­

ler anlaşılır. Eğer zihinler kalıplann ve şablonların esiri olmuşsa, zaten düşünmeye ihtiyaç kalmaz. Yapılacak iş insanların üç kapılı bir gardroba yerleştirmek olur. Ben peşin bir Batı düşmanlığından Batıya tamamen kapalı ve tepkici olmayı da anlamıyorum. Türk aydınının böyle az gelişmiş Üçüncü Dünya Ülkeleri aydınlarına has bir tavır almaya da ihtiyacı yoktur.

Bunlar bizim aydınımızın kimliğinin belirlenmesin­

de faydalanacağı üç temel kaynaktır. Buna böyle bakmak lazımdır. 2000'li yıllann gerçeklerine göre bunlardan fay­

dalanmak lazımdır. Bunlardan herhangi birini reddet­

mek bugünün ihtiyaçlanna cevap verememektedir.

Bugün, Batı dünyası derken, Batı medeniyetini kas­

tediyoruz. Yani farklı Batı toplumları ve milletlerinin manevi kültürlerinin dışladığı maddi görünüme sahip kültür unsurlarının meydana getirdiği bir bütün olan Ba­

tı medeniyeti gerçeği vardır. Fakat bu medeniyet içinde farkedilebilir, ayırdedilebilir özellikleriyle yaşama tarzın­

dan, ahlak anlayışından, örf ve adetlerden, diline ve milli tarihine kadar farklı milli toplumlar vardır. O kadar ki mesela, bir Alman Protestan bir Rus Protestan, aynı din dairesinde ama örf ve adetlerinin somutlaştığı farklı a­

lanlara sahiptir. O bakımdan aynen İsveç Kültür Baka­

m'nın dediği gibi "Eğer siz kültür unsurlarını bir sınai üretim maddesi olarak düşünürseniz, o takdirde bir Av­

rupa kültüründen bahsetmek mümkün olabilir. Eğer ger­

çekçi bakarsanız bugün bir Avrupa kültüründen bahset­

mek mümkün değil ama, Avrupa bütünü içinde farklı milli kültürler gerçeğini hesaba katmak gerekir"

İslAm dünyası için de aynı şey söylenebilir. Yani

İsl4m bir bütündür ama o bütünü oluşturan farklı ve

(35)

Etnik Tuzak / 35

ahenkli parçalar var. Bu parçalan bir bütün olarak gör­

mek, herhangi birini dışlamamak gerekir. Aydınlann özellikle ırkçılık ile milliyetçilik arasındaki farkı netleş­

tirmelen lazımdır. Sadece Türk'ün değil, Arab'ın da milli­

yetçilik yapmasım isteriz. Çünkü, aksi takdirde, dış poli­

tikada, ekonomik ilişkilerde istismar edilir. Aynı ümmete mensup olduğumuzdan onun istismar edilmesi bizi de üzer.

(36)

MiLLiYETçiLiK

Milliyetçilik diğer miletierin varlığına saygı duya­

rak, kendine de saygı duyurarak toplumu her alanda ya­

şama hakkına sahip kılmadır. Milliyetçiliği kanda, ırkta veya kafatasında aramıyoruz; milliyetçiliği mensup olma şuurunda arıyoruz. Yani gözü ayyıldızı, kulağı ezam ara­

yanların meydana getirdiği bir büyük anlamlı toplulukta, kültür milliyetçiliğinde anyoruz. Zaten bizim tarihimizde kültür milliyetçiliği ağırlıklıdır. Bizim tarihimizde Batı tarihlerinde olduğu gibi bir ırkçılık olsaydı, zannediyo rum biz de bir emperyalist ülke olurduk. Ve bugün Türki­

ye'de bir Ermeni veya bir Süryani cemaati olmazdı. Bir Batı Trakya meselesi olmazdı, bir Bulgaristan sorunu ol­

mazdı, Viyana'ya kadar Türkçe konuşulur ve tek din İslam olurdu.

!rkçılık, kendi kavmi dışındaki kavme hayat hakkı tanımamak ve onların yaratılış sebebini kendine hizmet olarak gören bir anlayıştır ki, bunun muşalıhas örnekleri Avrupa'da, hatta Güney Afrika'da renk ırkçılığı şeklinde ortaya çıkmaktadır.

!rkçılık kendi soyu dışında bulunan diğer soy ve ırk­

Iara hayat hakkı tarnmamak ve onların varlığım kendine tabi bir köle olarak görme anlayışıdır. Bu da üç şekilde olabilir; kan, renk ve kafatası ırkçılığı. !rkçılık doğuştan elde edilen statüyü esas aldığı ve kazanılan statüyü ih­

mal ettiği için bizim kültürüroüze uymamaktadır. Konu­

ya biyolojik olarak bakmaktadır.

Bazıları annem Arap, babam Kürt diyor, peki sen nesin o zaman? Sen ne hissediyorsun? Bu toplumun kede­

ri ve kıvancı ile bir misin? Sen ayyıldı1lı bayrağa baktığın

(37)

Etnik Tuzak / 37 zaman heyecanlanıyar musun, heyecanlanmıyor musun?

Bize has okunan ezanı duyduğun zaman duygulanıyar musun, rluygulanmıyor musun? Belirli durumlarda, ahlaki değildir dediğin manzalar karşısında aynı duygu­

yu hissadebiliyor musun, hissedemiyor musun? Burada sadece duygusal bir bakış olduğu zannedilmemelidir.

Duygu ve fikirden soyutlanmış bir milliyetçilik çok an­

lamlı da olamaz. Çıplak bir insan gibi ... Ama bunun pra­

tiğe de yanaıma yolları var. Yani bu mutlaka duyguda ka­

lan birşey değildir. Milliyetçilik yaşanan bir şeydir.

Mesela, THY'deki özelleştirme şekline ve blok satışlara, USAŞ'ın yabancılaştınlmasına karşı çıkarsanız bu milli­

yetçiliktir. Milliyetçilik bazılannın zannettiği gibi güzel, edebi laflar etmek değildir ki, bu bir tavır alış biçimif'lir.

Ekonomide, dış politikada her alanda milli menfaatleı ve milli kültürden yana taraf olmaktır. Milliyetçilik gardrop­

larda sadece resmi törenler için saklanan ve giyilen elbise değildir. Tören edebiyatı aslında bu şuuru aşındırmıştır.

Dünyanın her tarafında özelliştirme yapılıyor, ama yüzde elli veya üstünde yapılan özelleştirme blok satış Türkiye'de veya pazarlık gücü zayıf diğer bazı ülkelerde yapılıyor. Milliyetçilik sadece birtakım duygulan uyan­

dırmak değil ki, bir tavır alıştır. Milliyetçi olmadan eko­

nomik menfaatlerinize sahip çıkamazsınız. AT'a girelim mi, girmeyelİm mi meselesinde milliyetçi, muhafazakar bir aydının, bir iktisatçının yaklaşımı başkadır, liberal bir iktisatçının yaklaşımı başkadır. Milliyetçilik sosyal hayatın her alanına yansıyan bir tavır ahştır. Mücerret bir fikir müşahhaslaştınlmak zorundadır.

Nitekim, Körfez krizinde ve Irak'da 36. paralelin ku­

zeyindeki ihtilifta TV kanallannın CNN'e teslim olarak tercüme yayın yapmasına karşı çıkmak,

1992 yılında Eğe'de yapılan Nato tatbikatında Sara­

toga uçak gemisinden atılan füzeyle Muavenet Muhribi­

nin vunılmasını basit bir kaza olarak görmemek ve üstü-

(38)

ne gitmek,

Yer ve firma isimlerinin yabancılaştınlmasma tepki göstermek,

1993 yılında "İlaçta Patent Kanunu" gibi fert ve dev­

let menfaatine ters uygulamalara tepki göstermek ve bu gibi kanuniann yasalaşmasını engellemek,

Yabancı dille eğitim ve öğretim yaniışına dikkati çekmek,

Kıbns'da taviz verilmesini reddetmek,

Çekiç güç'e karşı çıkmak, İncirlik konusunda hassas olmak, gibi örnekler duygu ve düşüncenin pratikte, uygu­

lamada kendini göstermesidir.

(39)

Etnik Tuzak / 39

BÖLÜCÜLÜK

VE

ETNİKLİK

Türkiye'de bölücülüğü haklı gösterecek siyasi, sos­

yal ve ekonomik gerekçeler ileri sürülemez. Kürdistan di­

ye bir sosyal ve siyasi gerçek olmamıştır. Ne Eyyubi Dev­

leti ne diğerleri buna örnek verilemiyor. Bu bakımdan bu kavram tamamen bir zorlamadır. İran içlerinde bir yöre­

nin, bir zamanlar Kürdistan olarak tarif edildiği belirtile­

biliyor. İç ve dış olaylar birbirinden bağımsız ve kopuk değildir. Türkiye rahatsız edilmeye müsait bir coğrafyaya ve potansiyele sahiptir. Emperyalizm ve oryantalizme ye­

ni malzeme ve aletler gerekiyor.

Etnik diye takdim edilen tasnif coğrafi bir isimlen­

dirmedir. Yani bir etnik menşe aramadan, coğrafi bir tas­

niftir. Onu o şekilde değerlendirmek mümkün değildir. O bakımdan Güneydoğu'da bu konulan ele alırken, Kürtle­

rin menşei konusuna yaklaşmamız lazımdır. Biz kimse­

nin Türklüğünü ispat etme mecburiyetinde değiliz, çünkü Türkiye'nin demografik yapısı buna ihtiyaç olmadığını gösteriyor. Türkiye'de başka dil bilenlerin oranı yüzde 8'dir. Sadece dile dayanılarak bir milliyet oluşturulmaya çalışılıyor. Halbuki sosyolojide, her milliyet farkı dil far­

kını gerektirse de, her dil farkı bir milliyet farkı gerekti­

rir diye bir kural yoktur. Kaldı ki dil de yöreden yöreye değişen mahalli özellikler taşıyor. İslam, mahalli dil ve ağızlar milletleşmemize bugüne kadar engel olmamıştır;

ama şimdi şartlar değişiyor. Türkiye önlenmek, önü kesil­

rnek isteniyor.

Etnik gruptan bazı siyasetçiler başka şey anlıyor, biz sosyologlar başka şey anlıyoruz. Bazı siyasetçiler, bil­

mediğinden başka şey anlıyor. Etnik ve asimilasyon keli-

(40)

meleri Türkiye'de bilinmeyen kelimelerdir. Kavramiann Batı sosyal gerçeği içindeki özellikleri ile tartışıyoruz, bel­

ki de tartıştınlıyoruz. Bir takım yanlış uygulamalar etnik gerekçeye oturtutmak istenmektedir. Her dö:q.emde oldu­

ğu gibi, Cumhuriyet döneminde de hatalar ve yaniışiann yapılmış olması Cumhuriyeti red gerekçesi olamaz.

Önemli olan bu haksızlıklan yapabilecek zihniyete sahip insan tipinin artık yetiştirilmemesidir.

Irak Dışişleri Bakarn'nın "Siz Kürt cahilisiniz" sözle­

ri yabana atılır gibi değildir ve maalesef doğrudur. Etnik grup farklı bir şeydir, asimilasyon farklı bir şeydir. Asi­

milasyon ancak farklı dile, farklı dine, farklı örf ve adet­

lere, gelenekiere yani kısaca yaşama tarzına sahip top­

lumlar üzerinde uygulanan birini diğerine benzetme sü­

recidir. Asimilasyon bir süreçtir. O bakımdan ne Selçuk­

luda ne Osmanlı'da, ne de Türkiye Cumhuriyeti'nde asi­

milasyon olmamıştır. Çünkü bizim kültürümüzde dini azınlık dışında bir azınlık aramak mümkün değildir.

Milletleşme her türlü "etnik" millahazanın üzerinde­

dir. Milletleşme manevi bir mutabakat altında birleşme­

dir. Biyolojik kökene göre değil.. Mensubiyet şuurunun milli idrakin hissedilebilmesidir. Dinin de, sosyal hayat üzerinde belirleyici etkisi var. Yalnız Türkiye'de bu ania­

şılamadığı için yanlış kelimeler kullanılmaktadır. Türki­

ye'de kendilerini farklı gösterenler yaşama tarzı bakımın­

dan farklı örnekler ortaya koyamamaktadırlar. Yani ko­

nu eğer dil olarak alırursa -ki o da dil değildir- mahalli bir ağızdır. Bu ağız farkını giderebilmek ve ortak bir Kürtçe oluşturmak için Amerikanın Sesi Radyosu Kürtçe yayma başlamıştır.

Dil çok karmaşık özellik taşımaktadır. Zaten dil dı­

şında da Türk kültüründen farklı bir kimlik bulabilmek için yaşama tarzının çok farklı alanlannda farklılıklar yakalamak lazımdır. Biz bunu sorduğumuz zaman ceva­

bını alamamaktayız. Kimlik ve kültür dediğiniz zaman

(41)

Etnik Tuzak / 41

çok farklı bakış tarzlarımn olması lazım, örf ve adetleriy­

le, musiki ve mimari anlayışı ile, edebiyatı ile, romanı ile, yazı diliyle, tabletleriyle, rakkamlarıyla, kültür kimliğin­

den bahsedebiliriz. Sadece bazı dost ve müttefiklerimiz bunu böyle istiyor diye bunu biz de kabul mu edeceğiz?

Yoksa ülkeyi mezada mı çıkardık? O zaman nasıl farklı kültür kimliğinden söz edebiliriz. Aynca herşeyi özelleş­

tirme gayreti içinde iken, Kürtçe yayın, seçmeli ders ve benzerlerinde devletçilik, vatandaştan alınan vergiler ve kamu gelirlerinin buna tahsis edilmesini anlamak zor­

dur.

(42)
(43)

YI� .SOJ..,,

GAYRI MILLI TABULAR VE YENİ ARAYlŞLAR

Etnik Tuzak 1 43

Son yıllarda dünyadaki yenileşme ve çözümler ara­

ma merakı Türkiye'ye de yansımıştır. Aslında uzun yıl­

lardır bazı konulann gerektiği gibi tartışılmadığı bir ger­

çektir. Tartışarak uzlaşma eğilimlerinin arttığı görülmek­

tedir. Türkiye'nin dış politikadan ekonomiye kadar birçok alanda vitrini yenilemeye, yapılanınaya ve yeni birtakım senteziere varma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç özellikle eği­

tim ve kültür politikalannda, TRT ve Dışişleri Bakanlığı gibi müesseselerde hissedilmektedir. Değişen dünyada ve Türkiye'ye birtakım imkaniann açıldığı bir ortamda, ge­

lişmelerin gerisinde kalan statükoyu koruyan, çekingen ve savunmacı, seyirci bir anlayış yerini caydırıcı talep·

edici bir anlayışa bırakmak durumundadır. Uzun yıllar Türkiye'nin dışıyla ilgilenmeyi, Türkiye dışında yaşayan soydaşlanmız ve aynı ümmeti paylaştığımız insanlarla il­

gilenmemiz hatta sıcak ilişkiler kurabilmemiz Batı dün­

yasını gücendiririz veya Batılıtaşmaya aykındır, Atatürk ilkelerine karşıdır gibi soyut ifadelerle geçiştirilmeye çalı­

şılmıştır. Ne zaman ki 1989 sonrası hızlı değişmeler orta­

ya çıktı ve gerçekler göründü ve bunlar Türk milliyetçile­

rini doğruladı; belirli çevreler bu defa farklı metod ve malzeme ile ülkenin önünü kesmeye kalktı. Bazı çevreler gönülsüz de olsa Türk Cumhuriyetleri'ne ve İslam ülkele­

rine olan çarpık bakışlannı değiştirmek zorunda kalmış­

lardır. Türkiye'de yıkılacak tabular aslında bunlardır. Yı­

kılması gereken anlayış hayali ihracata yeşil ışık yakan­

lardır. Türkiye artık bir merkezden idare edilemez, so-

(44)

runlar büyüdü deyip, Ankara'yı başkent olmaktan uzak­

laştırmak peşinde olan sapık anlayış yıkılmalıdır. Bizi biz yapan değerleri yıkınayı gaye edinen ve bunları tabu ola­

rak gören devletin kutsallığı olmaz deyip; mozaik arayan anlayış; Türkiye'yi 2000'li yıllarda kolsuz ve kanatsız, güçsüz bırakmak isteyen dıştan kumandalı bir eldir. Ge­

lişmelerin gerisinde kalanların gerçekler karşısında fazla direnebileceklerini de zannetmiyoruz. Macera olarak isimlendirilen ve Turancılıkla suçlanan fikirler artık vaz­

geçilmez bir gerçek olarak karşımızdadır. Ancak, resmi kanalı, etkili kurumlan ve kitle haberleşme araçlannı yıllardır etkileri altına alanlar buralarda ambargo kuran­

lar, vatandaşı ve milleti tecrübe tavşanı ve sürü olarak görenler, saltanatlannın sarsıldığını, imkanlarının elle­

rinden gittiğini görünce bu defa gerçekleri saptırmak ve gündemi değiştirrnek ihtiyacını duymuşlardır. Aslında İkinci Cumhuriyet, kültür moziği, federasyon, eyalet sis­

temi, "globalleşen dünyaya teslim olmalıyız" gibi sözde masumane tekliflerio temelinde bu gerçek yatmaktadır.

Cinsiyet merkezli hareketler ve kadını militaniaştırma gayretleri, önümüze çıkanlan etnik tuzaklar ve mezhep çatışmacılığı, artık Nazım Hikmet'e sığınan eski solun ye­

ni ve biraz da Amerikancı liberal görünümüdür. Bunlar Türkiye'de devamlı laik-anti laik, gerici-ilerici, sağ-sol gi­

bi ikili kampiaşmaları teşvik etmekte, kamu oyunun gün­

demini ve gözünü dışanya doğru çevirmesini engellemek­

tedirler. Nitekim, Uğur Mumcu'nun katledilmesi de buna malzeme yapılmak istenmiştir. "Kahrolsun şeriat" slo­

ganları , belirli bir kışkırtıcı merkezden pompalanmıştır.

Türkiye için en büyük eksik kendi kendini tanıma­

yan ve farkında olmayan siyasi ve kültürel tesirliliğinin sahalarım göremeyen bazı aydınlar oluşmuştur. Eğer bir sene önce Türkiye lehine gösterilerin yapıldığı Türk Cum­

huriyetierindeki meydanlardan bugün Türkiye aleyhine serzenişler duyuluyorsa, bunu herşeyden evvel politikacı-

Referanslar

Benzer Belgeler

Öğretmen görüşlerine göre Hayat Bilgisi Dersi Öğretim Programı öğrencilerin bu becerileri edinmeleri konusunda onlara daha çok destek olmalıdır.. Hayat Bilgisi Dersi

 Rekreasyon çoğu zaman rekabetçi ve stres üretir bir hal alabilmektedir...  Yrd.Doç.Dr İlke

Elektriksel f›rt›na, 24 saat içinde üç veya daha fazla say›da izlenen ve genellikle elektriksel kardiyo- versiyon veya defibrilasyon ihtiyac› gösteren tekrarlay›c›

Bu dö- nemden beri asemptomatik olan hastanın 1995 yılı aralık ayında yapılan rutin ekokardiyografik (transtorasik) kont- rolünde, aynı bölgede, yeni bir kitlenin

Salgın süresince hastanemizde, altı lejyoner hastası ile yüksek ateşi olan an- cak klinik ve radyolojik pnömoni bulgusu olmayan 26 olgu tedavi edilmiştir.. Bu olgula- rın

Ayrıca mandalarda hidatidozun incelend iği bir çalışmada (Türkmen. 32) ki s t h idatik tespit edildiği ak- ciğerlerde karaciğerden daha fazla kist hidatik

Manit K jinayeva’n n (1900 do umlu) verdi i bilgilere göre Çab nday’dan Manit’ e kadar yedi nesil gelmi tir, yani yakla k olarak 175 y l (Butanaev, 2001: 31) Tarihî folklor

Bizim olgumuzda BOS' tabrusella tüp aglütinas- yon testi negatif bulunmuş ve brusella üretilememiş; an- cak menenjit semptomlarıyla birlikte serumda BT A testi. pozitifliği