E TN İK
TUZAK
* � * � � � � � �
YAYINA HAZlRLlK :
Bab-ı Ali Cad. Başmuhasip Sok. Talas Han Kat. 2 No. 204 Cağaloğlu 1 ISTANBUL
Tel: 513 20 14-513 20 64
'a,pa,': t4-�Z-a-/-tt 'fe9t�e ı
Baski :Kuşak Ofset (Tel: 527 41 03ı
I S B N 975 - 7393 - 005
GİRİŞ
Biz bu çalışmamıza "Etnik Tuzak" ismini sebepsiz vermedik. Avrupa'da siyasi ortamın 19. Yüzyılın etnik ve dini motiflerine döndürülmeye çalışıldığı ve adeta Orta
dokslar arası bir yakın işbirliğine gidildiği bir ortamda, gelişme gücüne sahip ülkelerin önünün etnik tuzaktarla tıkanmaya çalışıldığı görülmektedir. Önemli olan etnik
lik iddiası ileri sürülen sosyal gurubun o ülkedeki ana kültür kimliğinden farklı olup olmadığının bilimsel ola
rak ortaya konması değildir. Kitle haberleşme araçlarını veya medyayı elinde bir politika silahı olarak tutan süper güç veya güçler eğer kendi menfaatlerine uygun olarak
suni(yapay) bir etnikleştirme peşinde iseler; hedef alınan ülkelerin aydınları ve siyasetçiZeri de dış etkilere oldukça açık ve bilgi noksanı içinde iseler, o ülkeyi bir takım teh
likeler bekliyor demektir.
Artık "medya" dedikleri güç, o hale gelmiştir ki, dünyanın her tarafında istediği olayları çıkarabılmekte, olayları şekillendirebilmekte ve istediği şekilde yorumla
yarak dünya kamu oyunu şartlandırabilmektedir.
CNN'nin bugünkü rolü budur.
Diğer taraftan dünün Sovyetler Birliği etnik konu
yu, varlığını sürdürebilmek için en iyi şekilde kullanabi
len ülkelerin başında yer almıştır. Milliyetler tezi ile, Türk dünyasını bölen, farklı lehçelerle birbirini anlaya
maz hale getiren ve hepsinin ortak kimliği olan "Türk "e onları yabancılaştıran, Rusçayı mecburi dil,Marksizm
Leninizmi mecburi dertSkaline getiren, Türklere Rusça ismi taktıran, eritmeci politika, gerçekten etniklik göste
ren unsurtarla bir dama taşı gibi oynamıştır. Geniş bir coğrafya içinde etnik grupları bölerek berlirli yörelere gö
çe zorlayan ve oralardahi diğer etnik unsurtarla çatışma
ya yöneiterek siyasi varlığını sürdürmek, Sovyetlerin ana politikası olmuştur. Şimdi o politika, bu defa Sovyetler Birliği 'nin yeni modeli olan Rus merkezli "Bağımsız Dev
letler Topluluğu" içinde sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Nitekim son aylarda Bağımsız Devletler Topluluğu 'nda Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın başı çektiği ekonomik ilişkiler ağırlıklı yeni bir Slav birliğine gidilmesi gözlerden kaçmamaktadır. Gaye Türkiye'nin ön ayak olduğu ancak ciddi mesafe alamayan EGO'nun te
sirliliğini azaltmaktır. Böylece Türkiye, Türk Cumhuri
yetlerinde dışlanmak istenmektedir.
Türkiye Cumhuriyetini kuran, milli mücadeleyi ba
şaran, tarihin derinliklerinden gelen irade ve o iradenin, o şerefli geçmişin emanet edildiği genç nesiller, tarih bo
yunca hildlin mücadelesini veren, mazlum milletiere ör
nek olan yüce Türk Milletine karşı kurulan tuzakların farkındadır. Bunlar, ister ideolojik, ister bölücülük, mez
hepçilik, cinsiyetçilik veya insan hakları gibi mazlum şe
killer altına girmiş olsun, hüküm değişmeyecektir.
Biz kitabımızla aynen diğerlerinde olduğu gibi öğ
rencimiz olamamış, Türklük gururu ve şuurunu, İslam ahlak ve faziletini çeşitli bozucu yayın ve görüntüZere rağ
men kendilerine şiar edinen Türk gençlerine, milli endişe
Etnik Tuzak / 7
sahibi aydınlara ulaşmaya çalışıyoruz. Türkiye onlarla beraber güzel günlere gidecek ve çıkarılan engelleri aşa
caktır. Milli mutabakatların net bir şekilde belirlenmesi de, her türlü şekilcilikten ve taassuptan uzaktaşılmasına yardımcı olacaktır. Mutabakat, kavram anarşisini de aş
mamızı sağlayacaktır. Türk kelimesini görünce Yunan
dan fazla düşmanlık damarı kabaran ve ırkçılık nöbetine tutulan, İslam denince gericilik ve potansiyel tehlike şart
lanmasına uğramış olanlar, milli birlik ve bütünlüğümü
zün daha da sağlarnlaşmasını engelleyemeyeceklerdir.
Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL Ağustos 1993- Fatih
�LİN UCUNDAN GORUNENLER. ..
Etnik Tuzak / 9
Kitabımıza genel bir giriş niteliği taşıyan bir başlık
la başlamayı uygun bulduk. Kendimizi siz değerli okuyu
culanmızın yerine koyduk ve 1993 yılının objektifinden veya "Tünelin Ucundan Görünenler" den bir demet sun
mak istedik. Bu demetin içinde muhakkak ki hep güzel ve olumlu gelişmeler olsun isterdik. Ancak, o takdirde, bi
raz fazla iyimser olabilir ve �erçeklerden uzaklaşabilir
dik. Böyle bir yolu seçmekten de okuyucuya saygı duyan her yazar gibi kaçındık. Dünya gerçeklerini ve 2000'li yıl
lara doğru Türkiye'nin değişen Dünyadaki yerini, beş altı seneye sığan otuz-kırk senelik bir süreye uygun değişme
leri ele almaya, bazı tesbit ve teklifler yapmaya çalıştık.
Bunları ele alırken kimseden bir beklentimiz ve kimseyle bir hesabımız olmadığı için biraz rahat ve belki de cesa
retle kalemimize yön vermeye gayret ettik. Dönem dönem fikir değiştirenlerden, gençlere iyi örnek olamayanlardan, nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenierden hep uzak olduk.
Bu girişten sonra tünelin ucundan görünenleri ele alalım.
Dünyadaki jeopolitik ve stratejik dengelerin önemli bir değişme sürece içine girdiği görülmektedir. Bugün dünyada yeni birtakım kutuplar doğmaktadır. Bunlan şöyle sıralayabiliriz; altı Türk Cumhuriyetinin bağımsız
lığa kavuşması ve Türkiye'ye sağladığı bir takım avantaj
lar. Bunun dışında Uzakdoğu'da Japonya ve Pasifik Birli
ği. Aynca birleşen Almanya'nın, Avrupa'daki siyasi tesir
liliğinin artışı. Bunun yanısıra yine dikkati çeken bir ge-
lişme Avrupa Topluluğu ülkelerinin ortaya koydukları birlik halidir. Bunlar dünyamızdaki yeni birtakım denge
lerin ortaya çıkışını göstermektedir. Ancak, AT içinde Av
rupa'nın kültürel kimliği konusunda görüş birliği yoktur.
İrlanda'dan Sicilya'ya; Portekiz'den Yunanistan'a çok böl
geli, çok dilli ve lehçeli değişik kültürlü toplumlar vardır.
Şu andaki durumu aslında İkinci Dünya Harbi'nden sonraki duruma benzetebiliriz. Yani dünyadaki siyasi konjonktör; istikrar ve süreklilik, değişme, tekrar istikrar ve süreklilik olarak devam etmektedir. Bu devri ve dalga
lı değişme modeline uymaktadır. Şimdiki durum harita
ların tekrar düzenlenme ihtiyacı duyulduğu bir değişme ortamıdır; değişme boşluğudur. Bu değişimden sonra zan
nediyorum, dünya tarihinde görüldüğü gibi istikrarlı ve belirsizliklerin ortadan kalktığı bir zaman dilimine de gi
receğiz. Önemli olan Türkiye'nin, bu hızlı değişme süre
cinden pay alarak çıkmasıdır. Bundan istifade etmesidir.
Bunun böyle olmasının engelleyici bir ortam da yoktur.
Yeter ki kendi kendimizi farkedelim ve önümüze çıkan imkanlan kullanabilelim. Kimsenin taşaronluğuna so
yunmayalım. Elçibey örneğinde olduğu gibi Türkiye'ye gerçek dost olanlan bizzat cezalandınp Kafkaslarda Rus
ya'nın güdümüne dalaylı olarak girmeyelİm ve Türk Cumhuriyetlerine ABD'yi ümit haline getirmeyelim.
Etnik Tuzak / 1 1
ABD,.AVRUPA, TÜRJ{İYE
.VE
TUR K CUMHURIYETLERI
...
Sovyetler Birliğinin çifte kutuplu bir dengenin bir tarafının teşkil etmesi soğuk harp gerçeğinin sürmesini sağlamıştı. Soğuk harbin sürmesi ABD, Avrupa, Türkiye ve Türk Cumhuriyetlerinin bir bakıma menfaatineydi.
Coğrafya itibariyle Sovyetlerle en sıcak temas imkanının bulunduğu yerde olması Türkiye'nin askeri ve stratejik önemini artıran bir faktördü. Yeni değişmeler ve dengeler karşısında Türkiye'nin önemi azalmadı. Mesela; Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkiler, Orta Asya'da meydana gelen önemli değişmeler ve Sovyetler Birliğinin dağılıp Rusya'nın tekrar çekirdek olarak ortaya çıktığı bir yapı
lanma, Türkiye'yi köprü olarak kullanma isteklerini orta
ya çıkardı. Ancak, bu köprü oluşun milli menfaatlerimiz bakımından durumu açıklık kazanmadı.
Bütün bunlar aslında Türkiye'nin önemini kaybet
tirmedi. Ama özellikle Sovyetler'in dağılması ABD'yi tek patron haline getirdi.ABD'nin tek patron olması, bir müt
tefik dahi olsa er geç Akdeniz ve Ortadoğu'da, Türkiye ile ABD'nin menfaatlerinin ters düşeceği ger (�ğini ortaya çı
karmıştır. NATO üyesi ve müttefik dahi olsanız bugün değişen dengelerin ülkemize sağlayacağı imkanlardan en
dişe eden Batılı ülkeler ve ABD gerçeği vardır. Bu durum inkar edilemez. Şu halde, yapılacak olan ne istediğinin farkında olarak pazarlık gücümüzü artırabilmektir. Bu
nu sağladıktan sonra bazı noktalarda uzlaşılabilir. Tesli
miyetçi bir anlayışta değil.
İşbirliği yapılabilecek bir ülkede konu, menfaatler çatışmasıdır. Milletlerarası iyi ilişkiler; menfaatler ara-
sındaki çatışmalar gözardı edilerek kurulamaz ve yürütü
lemez. ABD ile olan ilişkilerimizin iyi olması karşılıklı menfaatlere bağlıdır. Körfez Krizi ile ortaya çıkan du
rumdan Avrupa ve özellikle Almanya son derece tedirgin olmuştur. Zannediyorum Türkiye ile Almanya arasındaki soğukluğun sebeplerinden birisi de özellikle Körfez kri
zinde Türkiye'nin ABD ile çok yakın bir dirsek teması içinde olmasıdır ve Avrupa gerçeğine biraz gözü kapalı bakmasıdır. Bu bir bakıma yanlış olmuştur. Krizin sonu
cunda Türkiye"bir koyup üç alma" durumuna da gelme
miştir. Bilakis bir kontrol ka.rakolu gibi çekiç güç daha da Bölgeye yerleşmiş, Filistin d.�neyindeki tecrübelere uygun bir Kürt devletine geçiş tırmanrnıştır.
Türkiye, ABD ile istediği kadar dostluk kurmuş ol
sa, Avrupa ile aym ölçüde yakınlaşsa, ilişkilerini geliştir
se de bütün bunlara rağmen Türkiye'nin milli menfaatle
riyle Almanya ve ABD'nin millı menfaatleri paralel değil
dir, çatışacaktır. Çünkü Ortadoğu'daki yeni dengelerin doğuşu ve yeni yapılanma, gerek İslam ülkelerinde gerek
se yeni Türk Cumhuriyetlerinde, ister istemez Batı men
faatlerinde bir gerileme şekline dönüşebilir. Şu halde, özellikle bu bölgede ABD ile Türkiye'nin, Avrupa ile Tür
kiye'nin menfaatlerini paralelliğinden bahsedebilmek mümkün değildir. Fazla romantik olmadan gerçekleri görmek durumundayız.
Görebildiğimiz kadanyla Amerika, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin sıcak ve çok yakın bir şekilde olmasından memnun olabilecek bir ülke değil
dir. Kendi menfaatleri açısından değildir. Sovyetlerin yı
kılmasından sonra Orta Asya'daki Türklerden ısrarla
"Orta Asya Müslümanlan" şeklinde bahsedilmektedir.
Bunu bugün değil daha önce de söylüyorlardı. Mesela;
Münih'deki "Radio Liberty" ve diğer yayın organlannda hiçbir zaman Türk kelimesini kullanmamışlardır. "Orta Asya Müslümanlan" tabirini kullanmışlardır. Türkiye'de
Etnik Tuzak / 1 3
yapılan bir toplantıya gerek CIA, gerekse çeşitli kanallar
dan gelen Amerikalı bilim adamlan devamlı bu tezi işle
mişlerdir. Yani onlann görüşü, Orta Asya Müslümanları tezini işlernektir. Bir zamanlar Sovyetlerin milliyetler meselesine yaklaşırnma paralel bir tarzda, bir başka sü- ..
per güç ABD duruma aynı şekilde bakmaktadır. ABD hiç
bir zaman Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini arasında çok yakın bir dirsek teması ve birlik şekline dü
nüşmesinden yana değildir. Çünkü menfaatleri bundan zarar görecektir. Bu durumda, bu ülkelere Türkiye kana
lından veya doğrudan etkili olmaya çalışacaktır. Nitekim, son yıllardaki gelişmeler de bunu teyid etmektedir.
Azerbaycan için İran faktörünü de hesaba katarsak Azerbaycan'ın meselesi mezhep meselesi değildir, Türk
lük, Müslümanlık meselesidir. Mezhep meselesi üçüncü, dürdüncü sırada yer alan bir konudur. Gündemin birinci meselesi değildir. Her ne kadar Türkiye'de bazı devlet adamları bunu gündemin birinci meselesi olarak takdim etme yaniışı içinde olmuşlarsa da bu ülkelerde mezhep meselesi birinci sıradaki bir konu değildir. Bu şekilde ko
nuya bakmak, ABD'nin Ortadoğu politikasının bir uzantı
sı, bir devamı gibi düşünülebilir ki bu son derece yanlış
tır. Türkiye'nin görevi, Türk Cumhuriyetlerinin milletle
rarası kuruluşlara üyeliklerini teklif edilmesi şeklinde gelişmelidir. Türkiye, kendilerinin de ifadesiyle bu ülke
lere tecrübelerinden istifade ettirmek durumundadır.
Türkiye bu ülkelere yakın iktisadi işbirliği kurmak duru
mundadır. Bu, Türkiye'nin de menfaatinedir. Çünkü her ne kadar fert başına düşen milli gelire, sosyal ve ekono
mik göstergelere göre bu ülkelerin büyük bir çoğunluğu tipik bir demirperde ülkesi özelliği gösterse de, mevcut durum bu ülkelerin potansiyel bakımdan az gelişmiş ol
duklannı ifade etmemektedir. Yani bu ülkelerin, gelişme potansiyeline sahip azgelişmiş ülkeler olarak ifade edil
meleri daha doğrudur. Bunlar varlık içinde yokluk çek-
mektedirler. Bu ülkelerin ellerinde stratejik tanm ve ye
raltı kaynaklan vardır. Ancak bu ülkeler eski rejim artık
larıyla da, yönetici kadrosuyla da yeterli mesafe alamaz.
Gözü kulağı Moskova'ya göre şartlanmış liderler demok
rasi önünde en büyük engellerdir. Orta Asya Türk Cum
huriyetleriyle Türkiye'nin kuracağı yakın işbirliği bu ül
kelerin hayat standardını yükseltecektir, ekonomik yön
den katkıda bulunacaktır. Özellikle inşaat sektöründe, çi
mento sanayiinde, şeker sanayiinde, petrole ve pamuğa dayalı endüstrilerde, tekstilde, hizmetler sektöründe bu potansiyel vardır. Bu ülkeler kendi ayakları üstünde du
rabilecek ekonomik güce dayanmalı hükümdarlık hakia- nna saygı duyulmalıdır. ·
Şunu düşünmemiz lazım; bu ülkeler neden geri bı
raktınlmıştır? Bu ülkeler COMECON adı altında bir sö
mürü çarkının içinde yer almışlardır. Bu ülkelerin yetiş
tirdiği mesela pamuk neden Özbekistan'daki fabrika işle
nip mamül hale getirilmemektedir de, Ukrayna'da işlen
mektedir. Şimdi bu çelişki, bu sömürü ortadan kalkacak
tır. Fabrika o ürünün çıktığı yerde kurulabilecektir. İşte Türkiye bu yatırımı görürebilecek ve ortak tesisler kura
bilecektir. Batı ise Türk firmalan kanalıyla bu ülkelerle ekonomik işbirliği kurma peşine düşecektir. O bakımdan, Türkiye'nin stratejik önemi artmıştır. Batı buralara gir
mede Türkiye köprüsüne ayak basmak zorundadır. An
cak, bütün bunlar Türkiye'nin takip edeceği politikalara bağlıdır. Özellikle kültürel ilişkilerde kendi kültürünü ta
nımayan, devletin milli kültürü• olamayacağına inanan, milli endişesi olmayan ve konuya sadece para biriktirmek ve sonra Türkiye'ye dönmek olan, hizmet şuurundan mahrum klasik bürokrat tipindeki yetkililer kesinlikle bu ülkelere gönderilmemeli ve Türkiye zor duruma düşürül
memelidir. Bu konuda çok hassas olmak lazımdır. Köken itibanyle görevlendirme yapılması uygun olabilir.
Birçok ülke, Japonya'dan çeşitli Batı ülkelerine ka-
Etnik Tuzak / 1 5
dar, Almanya dahil bu konu üzerinde hassasiyetle duru
yor. Türkiye'nin treni kaçırması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Türkiye'nin büyük avantajlan olduğu gi
bi dezavantajlan da vardır. Türkiye'nin yetişmiş insangü
cü uzun yıllar bu meseleye kafa yormamıştır. Aynefi, ter3 yönde şartiandırma vardır. Ters yönde şartiandırma zan
nediyorum Türkiye'nin en büyük dezavantajıdır. Bazı çevrelerin bunu hiç olmazsa olaylar tarafından eğitile
rek, aşmaları gerekmektedir.
Türkiye'nin Ortadoğu'daki ilişkilerinde Ermenistan konusu Türkiye'nin elindeki önemli bir kozdur. Türkiye bu kozu doğru kullanmak zorundadır. Türkiye'nin Erme
nistan ile ilişkilerini geliştirmesi bu açıdan önemlidir.
Çünkü Ermenistan'ın hava alacak alanı yoktur. Onun için Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye mecburdur. Bu
nun karşılığı nedir?
Güdümlü, vasi arayan bir dış politika anlayışına de
vamlı karşı olmuşuzdur. Eğer Türkiye, Ermenistan ile ilişkiler kuracaksa, bu "Yurtta sulh, cihanda sulh" anlayı
şının temeline dayandınlarak havada kalan fanatik bir anlayışla ele alınmak durumunda değildir. Karşılıklı menfaatler söz konusudur. Mesela; Karabağ'daki işgal ne olacaktır? Ermenistan'ın Karabağ üzerindeki talepleri ne olacaktır? Karabağ'ı bekleyen önemli tehlikelerden birisi, işgalle birlikte Ermeniterin çoğunlukta olmalan dolayı
sıyla yapılacak olan bir halkoylaması sonucunda, Sovyet
lerin dağılmasıyla meydana gelen Bağımsız Devletler Topluluğu'na bunu müstakil olarak sokma gayretleridir.
Bu da, buranın Azerbaycan ile ilişkilerini koparması an
lamına gelir. Türkiye bunun karşısında da hassas dav
ranmak zorundadır. Dünya ile birlikte çözüm aramak iyi
dir ama yeri geldiğinde inisiyatif kullanabilmek de gere
kir. Bu arada Bağımsız Develetler Topluluğu'nun uzun ö
mürlü olmayacağı düşüncesindeyiz. Tabii ki bu görüş Rusya'daki iktidar mücadelelerine de bağlıdır.
Şuuraltımıza yerleşmiş Turancılık fobisini aşmamız lazımdır. Türkiye bugün hazırlıksız yakalanmışsa bunun günahı Türk milliyetçilerini yıllardır şovenist olarak suç
layaniann tahribatıdır. Hala bazı Türk Cumhuriyetlerine Türk benzeri anlamına gelen "Türki" sıfatının kullanıl
ması bunun bir müşahhas örneği değil midir? Bunun adı Turancılıktır veya değildir; önemli olan ismi değildir.
Önemli olan muhtevadır, konuya yaklaşmadır. Bir Türk olarak, bir insan olarak buralarla gerektiği gibi ilişki ku
rabilmek ve bunu yürütebilmektir. Bunun için iktisadı yatınmlann dışında yapılacak olan, kültür yatınmlan vardır. Kamu görevlisi, talebe mübadelesi, silahlı kuvvet
ler mensuplan mübadelesi son derecede önemlidir. Tür
kiye'den bu ülkelere askeri danışmanlann gönderilmesi talep durumunda gerekir. Bunların üzerinde iyi durmak ve Türkiye'nin menfaatlerini iyi korumak gerekmektedir.
Ortak alfabe, parlamentolar arası, üniversiteler arası bir
lik, devletler arası birlik düşünülmelidir. Kamu ve özel sektör kuruluşlan hizmet içi eğitim vermelidir.
Bunlara tayin edilecek görevliler meselelere yatkın bilgili olanlardan seçilmelidir. TRT her tarafta izlenebil
melidir.
Birleşmeyi sınır birleşmesi olarak görmemekteyiz.
Fiziki mesafe önemli de
rJ
l, önemli olan sosyal mesafenin kapanmış olmasıdır. Sınırdaş olmak veya aynı ülkenin insanı olmak ya da aynı devlette yaşamak şeklinde değil, önemli olan yoğun kültürel ve ekonomik ilişkilerle bu fiziki mesafenin olumsuz etkisini, sosyal mesafeyi sıfırlaya
rak giderebilmektir. Bu gerçekleştikten sonra millı dev
letler topluluğu gerçekleşebilir. Her bir Türk cumhuriyeti kendi kendini yönetebilmeli ve kendi ayaklannı üzerinde durabilmelidir. Milletlerarası kuruluşlarda, daha fazla ülkece temsil edilebilme esastır.
Ancak, dil ve kültür birliğimiz de hesaba katılmalı
dır. Bunu sağlamak lazımdır. Yoksa birleşme falan,
Etnik Tuzak / 1 7
bunlar bugünün meselesi değildir. Bunu yapabiliyorsa
nız, Türkiye'nin zannediyorum AT üyeliğinden sağlaya
caklannın çok fevkinde menfaatler elde etmesi mümkün
dür. Menfaatlerirnizin farkında isek ...
KARŞILIKSIZ BİR AŞK: AT
Türkiye, Avrupa Topluluğuna mahkum değildir.
Ama Türkiye'nin iyi yetişmemiş bazı bürokratlan ve sö
züm ona iyi yetişmemiş bazı devlet adamlan, Türkiye'yi AT'a mahkum etmiştir. Nihayet AT Türkiye'ye "Bayrağı
nı değiştir" teklifini bile yapabilmiştir. Yani "Bizi AT'a al
mazsanız İslam ülkelerinin kucağına itersiniz" şeklinde beyanat verip Almanya'da dolaşanlar herhalde ciddi dev
let adamı olarak vasıflandınlamaz. Eğer siz "AT dışında alternatifim yok" derseniz, o takdirde AT da size 17 Ara
lık 1989 raporunda olduğu gibi, AT ve hiç kimseyle pazar
lık dahi yapmayacağınız konuları göndeme getirir. Nedir onlar? Onlar çok açık ve net olarak şudur; "Yaptığınız özelleştirmeye daha hızlı bir şekilde devam ediniz. Nüfus artış hızınızı çok daha fazla bir şekilde düşürünüz. Ağır sanayi ve bilhassa demir çelik sanayiine kesinlikle yatı
nm yapmayınız. Tarıma sübvansiyon uygulamayımz. Yu
nanistan'la meselelerinizi çözüp taviz verip geliniz ... "
Türkiye'nin AT üyeliği bir bakış meselesidir. AT'a hiçbir zaman olumlu bakmadık. Çünkü bizim gönlümüz
deki Türkiye, milletlerarası pazan üretimine müsaade edilmiş olan belirli malları ve hizmetleri üreterek takviye edecek, besieyecek bir ülke değildir. Türkiye güçlü bir ül
kedir. Biz Türkiye'nin AT üyeliği dışında Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde sahip olduğu bir ekonomik ve siyasi potansiyelin var olduğuna inanmışızdır. Bu inancı taşıyan bir insan olarak AT'a hiç
bir zaman olumlu bakmadık. Ama AT'a olumsuz bakma Avrupa'ya sırt çevirmek demek değildir. Bu mümkün de
değildir. Çünkü Türkiye AT'a girsin girmesin, tam üyelik gerçekleşsin gerçekleşmesin, Türkiye'nin dış ticaretinde, siyasi ilişkilerinde Avrupa Topluluğu'na üye ülkelerle ya
kın ilişkileri var. Türkiye'nin ithalat ve ihracatında OECD ülkeleri en önemli yeri tutuyor. O bakımdan, Tür
kiye AT'a girse de, girmese de bu ilişkiler devam edecek
tir. Ama bizim inandığımız nokta şudur: Bundan böyle Türkiye'nin, Aşkabat'la, Bakü ile, Taşkent'le, Alma Ata ile kuracağı çok yakın, çok önemli işbirliği ve yakınlaşma
lar sözkonusu olursa; Batı nezdinde pazarlık gücü arta
caktır. İşin önemli olan yanı budur. Yani Türkiye bugün, Batı önünde teslimiyetçi, mandacı yaklaşımıann dışında, Batının karşısına çok daha şahsiyetli, çok daha yüksek pazarlık gücü ile çıkabilecek bir potansiyele sahiptir. Ye
ter ki bunu iyi değerlendirebilelim, oralarla zaten gelişen iyi ilişkileri devam ettirebilelim ve Türkiye yanlış yapma
ya zorlanmasın. Etkili ve yetkili çevreler de bunu şuurun
da olsunlar.
Artık bunu reddetmek mümkün değildir. Bir zaman
lar biz bunları dile getirdiğimiz zaman "Altaylardan ok atıp Tuna'ya mı düşüreceksiniz" diye söz edenler, gün gel
miştir Kıbns'a müdahale gerçeği ile karşı karşıya kalmış
lardır. Bu kişiler Toroslardan ok atıp Beşparmak Dağla
n'na düşürmek zorunda kalmışlardır. Aynı şey devam et
mektedir. Şu halde yapılacak iş; Türk Cumhuriyetleriyle ekonomik, siyasi, kültürel çok iyi ilişkiler kurarak, bunu Batı karşısında bir koz olarak kullanmaktır. Zaten Türki
ye bu ilişkileri kurup belirli bir noktaya getirdikten sonra Batı Türkiye'yi davet edecektir, ama ikinci sınıf üyelikle değil. O zaman Türkiye'ye, zamansız şekilde "Gümrük duvarlannızı sıfırlayın" diyemeyeceklerdir. "Siz AT'ın l/3'ü oranında gelişmişlik düzeyine sahipsiniz, AT ortala
ması oranına gelirseniz ancak o zaman sizi AT'a alırız"
diyorlar. Peki Portekiz ile Yunanistan alındığı zaman bu ülkelerin gelişmişlik oranı AT ortalaması noktasında
Etnik Tuzak / 1 9
mıydı, yoksa AT ortalamasının l/3'i oranında mıydı? Bu ülkeler fonlarla desteklendi. Türkiye'ye bu uygulama ne
den yapılmadı? Neden fonlarla desteklemeden Türki
ye'nin gümrük duvarlannı sıfırlamasını istiyorsunuz?
İKİNCİ BİR TANZiMAT MI?
Türkiye ikinci bir Tanzimat dönemine sokulmak is
tenmektedir. Bazı aydınlarda Tanzimat paniği görülmek
tedir.Bu çok önemli bir noktadır. 1838'de Türk-İngiliz ti
caret a�şmasının doğurduğu sonuçlann benzerini, bu
gün palazlanan Türk sanayiini çökerterek, kepenklerin kapandığı ve kilit vurulduğu bir Türkiye ortaya koymak suretiyle uygulamak istiyorlar. Çünkü biz inanıyoruz ki sanayileşme bir takım ekonomik göstergelerin dışında bir ülkenin siyasi etkinliğini artıran bir faktördür. O bakım
dan, Türkiye ülkeyi ikinci Tanzimat dönemine sokma gayretlerine karşı uyanık olmak zorundadır. İlişkilerini geliştirerek Batı karşısında daha iyi pazarlık yapabilir vaziyete gelmek durumundadır.
Teknoloji ve bilirnde standartiaşmaya geçen dünya
mızın kültürde standartiaşmaya gitmesi mümkün değil
dir. Karşılıklı bağımlılık ve menfaatlerden bahsedebil
mek en azından Türkiye gibi gelişme potansiyeline sahip olan ülkeleri dondurmaya, afyonlamaya yarar. Dolayısıy
la bu gibi konulara dikkat etmek gerekir; aksi takdirde belki sanayileşirsiniz, ama kalkınmış bir sömürge olmak
tan öteye de gidemeyebilirsiniz.
Özellikle 1980 sonrası millı kültür değerlerindeki aşınma ve hassasiyetİn kaybı, yabancılaşma, duyarlılığını kaybetme, ilgisizleşme, adeta sağırlaşma, ana dilin ikinci plana itilmesi gayretleri ve ülkeyi bir mozaik gibi görme şartlanması gibi Türkiye'de görülen kültürel yabancılaş
ma örnekleri çok kötü sonuçlar vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Zannediyorum ekonomik ilişkilerle beraber Türkiye'de kültür hayatında da bozulmalan gi-
Etnik Tuzak / 21 derici birtakım tedbirler almak lazımdır. Aile müessesesi
ni güçlü tutmanın yollan aranmalıdır. Türkiye'de TRT ve özel kanallann sebep olduğu kültür tahribatını telafi ede
cek ve insanı sadece cinsel yanını düşünen bir yaratık gi
bi telakki etme yanlışının dışında bir yayın politikasına ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim.
Türk insanı 24 saat eğlendirilerek düşünmesi gere
ken çok önemli konulardan uzak tutulınaya çalışılmakta
dır. Bir insanı 24 saat eğlendirmeyi hedef alırsanız, o tak
dirde, çok sayıda da psikiyatri klinikleri açmanız gereke
cektir. Bu bakımdan yayın politikalannın ciddi bir değer
lendirmesini yapmak lazımdır. Bu konuda bilhassa TRT önemli bir göreve sahiptir. Çok önemli bir nokta da yayın politikasının Kafkasları aşmasıdır. Bunu siz yapmazsa
nız başkalan yapar, bunu yapmaya mecburuz. Yayınlan
DIZ Kafkaslan aştığı takdirde de oralara hitap edecek me
saj olabilecek programların götürülmesi lazımdır. Ama bugün TRT'nin 5. Kanalıyla Almanya'ya yayın yaptığımız gibi, istikrarsız yayın politikalanyla çok yanlış şeyleri gö
türdüğümüz gibi olmamalıdır. Kültür politikasında istik
rar olmayınca, yayın politikasında da istikrar olmuyor.
"Ben böyle düşünüyorum" şeklinde tepeden inmeci prog
ramlarla bir yere varmak mümkün değildir. ihtiyaca gö
re, bu ülkelerdeki insanlar ne bekliyor ne arıyor, onun cevabını yayın politikasıyla vermeliyiz. Artık sadece 60 milyon değil; ama 250 milyonluk bir dünyayı düşünmek zorundayız.
Önümüzdeki 2000'li yıllann en önemli sosyal değiş
melerinden birisi Avrupa'daki Türkler gerçeğidir. Biz ar
tık yurtdışında çalışan işgücümüzden bahsedemiyoruz.
Onlar misafir işçi değil, bir etnik azınlık olma sürece içi
ne girmişlerdir. Avrupa'daki en önemli sosyal değişme, bizim de 25-27 Kasım 1992 tarihlerinde Dışişleri Bakan
lığı'nın davetiisi olarak katıldığımız Lahey'deki "Avru
pa'daki Etnik ve Cemaat İlişkileri" Avrupa Konseyi Top-
lantısında da gördük ki, biz önümüzdeki yıllarda Avrupa'
daki Türkler gerçeğini düşünrnek zorundayız. Çünkü ar
tık onlar oraya yerleşmişlerdir, iş sahibidirler, o toplu
mun vazgeçilmez bir unsuru haline gelmektedirler.Batılı ülkeler bu insanların dilleri ve kültürlerine saygı duya
rak bir bütünleşme arayışı içine girmeye mecburdur. Za
ten bunu ifade de ediyorlar. İkili ilişkilerimizde bu gibi değişmeleri de göz önünde tutarak pazarlık yapmalıyız.
Etnik Tuzak / 23
DIŞ P.OLtTi� .. .
. VEMILLI BUTUNLUK
Bosna Hersek devlet adamlan Türkiye'ye gelip "Siz bize yardımcı ve destek olmalısınız" demişlerdir. Türkiye, ne hikmetse sınırlan dışına gözünün kapatıldığı, daima sınırlanndan içe bakan bir Türkiye olmuştur. Halbuki Türkiye'nin milli bütünlüğünün korunmasında artık dı
şişleri teşkilatma büyük görev düşmektedir. Türkiye'nin dış politikası ve dış politika güçleri milli bütünlüğümüzü tayin edecektir. Türkiye'nin dış politikası milli sınırlan dışına bakışı ,Türkiye'ye yönelecek birtakım talepleri cay
dırıcı özellik taşımalıdır. Bunda toprak ilhakı yoktur, ama kültürel, ekonomik ve siyasi işbirliği ve tesirlilik yol
lan ve mütekabiliyet vardır. Siyasi tesirlilik ve caydıncı
lık vardır. Kuvvet göstermek ve kullanmak farklı şeyler
dir. Diploması iyi değerlendirilmesi gereken bir silahtır.
Türkiye, nüfus mübadeİesi ile Yunanistan'a göç et
miş ve orada aşağılanan, Türk kültüründen pay almış Rumlada ilgilenmek durumundadır. Ege adalannın Lo
zan'a rağmen ne hale getirildiğini biliyoruz. Türkiye mü
tekabil bir politika olarak Adalılann etnik kökenini orta
ya koyarak bağımsızlık hareketlerini destek.lemelidir. Bir dünya düzeni kurulacaksa, bu yeni dünya düzeninin ku
ruluşunda Türkiye güdümlü, ABD'nin tayin ettiği ölçüleri aşamayan bir ülke değil, kendi hedefleri doğrultusunda hareket edebilecek, ABD ile de pazarlık yapabilecek; ge
rekirse işbirliğine de gidebilecek bir Türkiye olmak duru
mundadır. Bu noktalar zannediyorum önümüzdeki yıllar
da dikkatleri üzerine toplayacaktır.
Bu arada Türk Cumhuriyetlerine oynanan bir takım
oyunlar da vardır. Mesela, alfabe konusunda Suudi ka
nallı, aslında ABD'nin etkisiyle, Türkiye'nin kullandığı Latin alfabesinin buralarda kabul ettirilmemesi gayretle
ri vardır. Bu oyunun çok önemli bir parçasıdır. Bu oyun bir çok yerde aşılmıştır ve zannediyorum aşılacaktır.
Çünkü bu Cumhuriyetler de kendilerine karşı oynanmak istenen oyunlar hakkında bir fikre sahip olmaktadırlar, bazı şeyleri düşünmektedirler.
Su kaynaklanmız da önemlidir. Fırat ve Dicle'nin sulan, aynı ümmete mensup olmamıza ve bu sulardan da istifade ettirmemize rağmen, hatta onlann ihtiyacımn da üstünde su vermemize rağmen, Irak ve Suriye bu iki ne
bir üzerinde yapılacak olan her türlü tesisin engellenmesi yolunda bütün milletlerarası kuruluşlara, Türkiye aley
hinde müracaatta bulunmuştur. Bunun nedenini anla
mak mümkün değildir. Halbuki bunlar gayet iyi bilmeli ki, eğer emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak isti
yorlarsa, Türkiye'nin gelişmesine ve büyümesine engel ol
mamaları lazımdır. Çünkü Türkiye güçlü olduğu zaman İslam ümmeti de güçlü olmuştur. Türk milleti gücünü yi
tirdiği zaman İslam ümmeti de İngiliz'in Fransız'ın oyun
cağı haline gelmiştir. Bugün Ortadoğuda siyasi haritaya baktığımız vakit sandöviç gibi ülkelerin görünmesinin se
bebi budur. Bu hususun bilhassa gözden kaçınlmaması lazımdır. Halbuki Irak ve Suriye bunun tersini yapmıştır.
Zannediyorum Türkiye'nin de hatasıyla Kuzey Irak'ta böyle otoritesiz bir bölgenin oluşturulması ve Türkiye'nin gerek Ortadoğu'da, gerekse Türk dünyasıyla olan ilişkile
rinde Çekiç Güç'ün bizi kontrol edici bir karakol görevi yüklenmesi son derece yalmştır. Çekiç Güç'ün Türk sırur
lan içinde yer almasına kesinlikle gerek yoktu. Aslında bu otoritesiz bölgede sular üzerinde söz sahibi olmak iste
yen Batı, ileride Arap ülkelerinin petrolüyle pazarlık yap
ma niyetini taşımaktadır. Bir bakıma işin özü su ve pet
rol pazarlığıdır.
Etnik Tuzak /25
GEÇMiŞE SAHİP ÇlKMAK
Osmanlı'nın mirasını reddetmek yanlıştır. Bunu reddederek Ortadoğu'da güçlü bir ülke olamayız. Türki
ye'de Türk aydını kimliğini anlamış değildir. Türkiye'de hem fertterin kendi kültürüyle bir yabancılaşması söz ko
nusudur, hem de kurumsal bir yabancılaşma dediğimiz müesseseler seviyesinde bir yabancılaşma vardır . O hal
dedir ki, mesela Anayasa ile vücut bulan bir kuruluş, Anayasanın temel manası ve anlamıyla ters düşebilmek
tedir. Yabancılaşmayı sadece fert ve sosyal gruplarda de
ğil, önemli Anayasal müesseselerde de aramak ve bulmak mümkün olabilmektedir. O bakımdan, bu kimliğin belir
lenmesi lazımdır. Türkiye'de milli kimlik, yeni kimlik arayışlanyla belirsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ba
zı örnekler vereyim. Mesela bizim kültür kimliğimizi oluşturan en önemli unsunlardan birisi Türklüğümüz ve Müslümanhğımızdır. İlave olarak bizim kültürümüze Ba
tıdan girenler vardır. Tenkit edelim veya etmeyelim, be
ğenelim veya beğenmeyelim bunu inkar edemeyiz. Özel
likle Anadolu'ya geldikten sonra Batıyla temaslar sonucu bizim kültürümüzün bir parçası da Batıdan alınanlar ol
muştur. Maalesef bugün Türkiye'de Türk insanının kim
liğini oluşturan Türklüğü ve İslamhğı içine sindiremeyen çevreler vardır. Yeni soy ve atalar arayışı, yeni kimlik arayışı, hümanist kültürün bir devamı olarak sürmekte
dir. Hatta 1071 Malazgirt Zaferini Anadolunun işgali ola
rak görenler vardır. Çünkü onlara göre bir sentez arayışı vardır, bu sentez de asırlar boyu hiç değişmemiş farzet
tikleri Anadolu beşeri coğrafyasında Urartu, Ligya, Frig
ya, Hitit, Asur, Bizans ve Roma sentezi arayışı içinde-
dirler. Eğer bunlara hak verirsek bugün Anadolu da do
laştığımız takdirde Asurlu, Romalı, Bizanslı, Hititli, Urartulu insan bulmamız lazımdır. Yani bu iddia sahiple
ri sosyal değişmeye de kapalıdır. Kültürler arasında bir temas, bir alışveriş vardır, ama er veya geç hakim kültür coğrafyaya damgasını vurabilmektedir, coğrafyayı vatan
laştırmaktadır. Anadolu gerçeği budur. Anadolu kültürü belirsizdir. Anadolu kültürü dediğiniz zaman sanki Ana
dolu'da yaşamış hiçbir toplum Anadolu'ya kendi damgası
nı vuracak seviyede bir kültür ve medeniyete sahip değil
di, anlamı çıkmaktadır. Yani bunun altında Osmanlı ve Selçukluyu tahkir etme, küçümseme vardır. Eğer Selçuk
lu ve Osmanlıyı küçümserseniz, Cumhuriyeti ve Türki
ye'yi yüceltemezsiniz. Çünkü kültür ve medeniyet bir bi
rikimdir, bir sosyal miras naklidir. Türkiye Cumhuriyeti gecekondu bir devlet değildir, köklü bir devlettir. O ba
kımdan, konuya çarpık bir şekilde bakaniann kimlik ara
yışlarında çok değişik noktalara, değişik limanlara var
dıklarm görüyoruz.
Bizim Anadolu'ya geldiğimiz zaman medeni bir ka
vim olduğumuz bilinmektedir. İki buçuk milyondan fazla insan 1071'den önce ve sonra Anadolu'ya gelmiştir. Mede
ni bir kavimdir, çünkü geldiği yerde şehir gerçeği ve tica
ri faaliyet vardır. Madenieri işlemiştir. Anadolu'da bazı şeyler almışızdır ama aynı zamanda da vermişizdir. Ver
diklerimiz ağır bastığı için Anadolu'ya bir Selçuklu dam
gası vurulabilmiştir.
Eğer aldıklarımız marjinal seviyede kalmasaydı, Anadolu'da bir Selçuklu kültürü ve onun maddeye yansı
yan şekli olan bir medeniyet sözkonusu olamayacaktı.
Hele hele Osmanlı kültür ve medeniyetinin tarih sahne
sinde olmaması gerekirdi. Şu halde, çelişki buradadır.
Anadolu'da yaşamış onbinlik yirmibinlik küçük topluluk
lar, şehirler görülmüştür. Bunlann en büyüğü Bizanstı, bazı bilim adamlarına göre ikiyüzbin nüfusa sahipti. Bi-
Etnik Tuzak / 27 zans kültüründen de bizim aldıklanmız vardır, fakat Anadolu'ya biz kendi mührümüzü Selçukluyla vurmuş, arkasından Osmanlıyla devam etmişizdir. O bakımdan Anadolu'yu hala statik bir beşeri coğrafya olarak görüp 1071 sonrasından bugüne kadar Anadolu'da bir kültür mozayiği aramak, tarihe statik bir değerlendirmede bu
lunınaktır ve gerçekleri inkar etmektir. Anadolu'ya vuru
lan Türk- İslam mührünü kabullenememektir, içine sin
dirememektir. Onun için bazılan 1071'i bir türlü kabul edememektedirler. Çünkü kendileri Bizans ve Roma ar
tıkland.ır. Anadolu insanının Kibele Ana efsanesinden tü
rediğini ileri sürenlerin, bu mitolojiye dayanarak Anadolu insanına kaynak ve menşe arayaniann yeri zannediyo
rum arkeoloji müzeleridir.
Tabii ki Osmanlıya bir tepkicilik vardır. 600 sene yaşamış bir devletin çöküşüne bir tepki vardır. Ama biz kimlik bunalımını 1940'lı yıllarla 1950'li yıllar arasında
ki hümanist kültür anlayışında görüyoruz. Türkiye'de bu yıllar arasında haraketlenen hümanist kültür anlayışı ül
kemizdeki kimlik bunalımını çoğaltmıştır ve bir çok alan
da meydana getirdiği boşluktan sonra bu kanala maale
sef hümanizma, farklı tonlanyla komünizm girmiştir.
Türkiye'deki politikasıyla hümanizma tarihi maddeci, po
zitivist bir anlayışı getirdiği için bir boşluk oluşmuştur.
Ama onlan da tam veremediği için, onlara sahip çıkmak isteyenlerin de tam anlamıyla bir kimlikle ortaya çıkma
lanna sebep olamamıştır. Maalesef Türkiye'de bu dönem bir boşluk dönemi, değerlerin tahrip dönemi olmuştur.
Biz hümanist hareketin Batıda, Hristiyanlığa, kili
seye, kilisenin taasubuna karşı başkaldıran bir aydınlan
ma felsefesinin meydana getirdiği bir düşüneeye Batı ger
çekleri içinde karşı değiliz, ama orada varsa, mutlaka biz
de de olmalı, şeklinde yanaşarak, yanlış genellemeler ya
parak Türkiye'de bu fikir akımını ileri sürenlerin bir kim
lik krizine yol açtıklannı söyleyebiliriz.
Nitekim, Türkiye'de bugün bunun uzantısı, Yunus Emre, Mevlana'da hümanizma arama yanılgısıdır. Bir Batılının Yunus Emre ve Mevlana'da hümanizma arama
sı gayet tabii ve doğrudur. Çünkü kendi kültür çevresinde aradığının izlerini orada bulmaya çalışmaktadır. Ama yerli bir aydının bunu araması kendi kültürüyle yabancı
laştığının müşahhas bir örneğidir. Bir dönem bazı zorluk
lar herkes tarafından çekilmiştir ama günümüzde bir or
tak mutabakata doğru gidilmektedir. Bunun sebebi hal
kın içinde gelen aydınların birçok alanlarda meslek sahi
bi olup toplum hayatında fonksiyonel bir niteliğe bürün
meleridir. Aynca gelişmeler birçok ideolojik tabuyu yık
mış ve olaylar insanları eğitmiştir. Tabii bir de dış faktör
ler var. Manevi, moral boşluğa düşen gelişmiş ülke insan
larının yığılan ve çözülemeyen meseleleri görülmüştür.
Yukarı doğru sosyal hareketlilik vardır. Çeşitli mes
lek sahibi olma, siyasette, üniversitede, bürokraside be
lirli noktalara gelme, belirli çemberierin kınlmış olması, bu şekilde bir değerlendirmeye sebep olmaktadır.
Evrensel kültür olur. Yani benim Mevlana'mdan, Yunus'umdan, benim sanatımdan, benim ebn1mdan, min
yatürümden eğer başka kültürlere mensup insanlar da pay alabiliyorsa, zevk alabiliyorsa, demek ki benim milli kültür unsurtarım evrensel boyutta kabul görmüş demek
tir. Biz bundan memnun oluruz. Aynı şekilde de diğer kültürlerden de bizim faydalanmamız mümkün olabilir.
Çünkü kültürler açıktır. Hele hele bugünkü dünyada kit
le haberleşme araçları, dünyayı küçültmüştür. Medyadan bahsediyoruz. Ama işin önemli olan yanı evrenselleşen kültür unsurlannın milli kimliği buharlaşıp uçmuyor.
Yani siz evrensel kültüre malolmuş bir Yunus'u bir Mevlana'yı alırken gayet tabii ki Türk-İslam kültürünü buharlaştıramazsınız. Bir kültür unsuru ister maddi, is
ter manevi anlamda önece mahallidir, sonra kabul görür
se milli kültürün bir unsuru haline gelir, toplum seviye-
Etnik Tuzak / 29 sinde fark edilebilen, kabul edilebilen bir kültür unsuru olur. Ondan sonra milli sınırlan aşarak bütün insanlığın istifadesine sunulabilir. Kabul edilir, edilmez. Her kültür unsuru mutlaka evrenselleşecek diye bir kural yoktur.
Ama evrenselleştiği takdirde onun milli damgası da bu
harlaşıp uçmuyor; bunu ayırmak lazımdır. Evrensel kül
türü milli kültürün karşısında bir alternatif olarak da görmeyelim.
EST�TİK DUYGULAR:PA �INMA, YENI ARAYlŞLAR
VEISLAM
Bugün dünyada teknoloji, makine, bilgisayar, yanı hep maddi yanı olan şeyler, maalesef insanlarda estetik duygulan zayıflatmıştır. Bugün Batıda da artık fikir ha
yatında, edebiyatta, sanatta, romanda zirve şahsiyetler çıkmıyor. Önümüzdeki yıllann konjonktörü ister istemez estetik değerlerin yükseltilmesi, iyileştirilmesi yolunda bir takım arayışlara sahne olacaktır. Çünkü insanın ma
nevi yönü, moral yönü törpülenmiştir. Estetik duygular zayıflamıştır. Her şeyi somut görme veya düşünebilme, soyut ele alarnama insanda boşluk yaratmıştır. Bu boşlu
ğun giderilebilmesi yönünde zannederim birtakım akım
lar olacaktır. Mesela, Batıda pozitivizme karşı anti-bilim
cilik hareketi vardır. Bu akımlar 2000'li yıllarda daha ar
tabilir.
Batı dünyasında da islama ilgi artıyor. Zannediyo
rum Batı ülkelerinin en büyük çelişkisi; çok küçük maıji
nal ve fundamentalist bir takım gruptan, bütünü temsil ederneyecek kadar çok küçük bir takım gruplan bütünü temsil ediyormuş gibi düşünerek İslam'a bakmalandır. O takdirde, çelişki içine düşersiniz. Bugün Avrupa'da bazı ülkelerin, bazı çevrelerin İslamiyetten korkar hale gelme
leri bunu doğrulamaktadır. İslam dendiği zaman mutlaka İran'daki radikal hareketlerin hesaba katılması bundan
dır. İslam bir tepki hareketi değildir, İslam bir tezdir ve ideoloji de değildir. Onu ideoloji olarak görerek basitleşti
remezsiniz. İslam'ın farklı milli toplumlarda üslılp farkla
n da vardır. Bunu reddetmek mümkün değildir, zaten sözkonusu da değildir. Bu bir vakıadır. Ama imanın te-
Etnik Tuzak / 31 mel hükümlerinde en ufak bir sapma sözkonusu olamaz.
Yaşama tarzlannda, örf ve adetlerde farklı kültürlere gö
re bir üslı1p farkı her alanda gözlenmektedir, mimariden, edebiyattan, sanattan her dala kadar farklılıklar görül
mektedir ve bu tabiidir.
İslamiyetİn gelişerek Avrupa'da bütün ülkelerde ikinci din haline gelmesi ve resmi din haline gelebilmesi, özellikle İslamcı görüntüsü altında aslında oryantalizme hizmet eden maalesef Batıda ve diğer bazı yerlerde faali
yet gösteren ve aslında İslamiyetİn gelişmesini engelleme amacını taşıyan birtakım hareketlerin etkisiz hale getiril
mesine bağlıdır. Türkiye'de de diğer yerlerde de bu tartış
malar aşılmadan İslamiyetİn gelişmesi ve Avrupa çapın
da tesirli hale gelmesi sağlanamaz. Çünkü bu tür hare
ketler İslamiyetİn gelişmesine katkı sağlamamaktadır.
Mesela, eğer siz Avrupa'da iyi bir Müslüman olmak için bir Fransıza, bir Almana, bir ingilize "Milliyetini terk et gel. Anadilini, milli tarihini ve milli menfaatlerini, örf ve adetlerini terk et de gel" dediğiniz takdirde islamiyeti ya
yamazsınız. Zaten İslam'ın böyle bir talebi de yoktur. İn
san kavmini sevmekle kınanamaz, vatan sevgisi iman
dandır ve üstünlük takvadadır.
Türkiye'de ve diğer bazı ülkelerde sanki ırkçılıkla milliyetçilik aynı şeymiş gibi, bazılannın işine öyle geldi
ği için öyle tanımlanma ihtiyacı duyuluyor ve o kapsam altında zihinler karıştınlarak aslında yanlış noktalara çekiliyor.
Bu anlayışla güçlü bir ümmet de meydana getirmek mümkün değildir. Çünkü güçlü bir ümmet güçlü millet
lerden meydana gelir. İslam üslı1p farklarını reddetme
yen, farklılıklar üzerine birlik ve tevhid arayan bir din
dir. Bütün mesele bunlann reddi değildir. Millet gerçeği
ni reddettiğiniz zaman bunun sosyolojideki tarifi kalaba
lık olur. Kalabalıklardan meydana gelmiş daha büyük bir kalabalık, arzulanan bir ümmet olmaz. Onun ipini de
Ortadoğu'da devletlerin kaderiyle oynamayı ihtisas hali
ne getiren ülkeler çekebilir. Ailesiz toplum olamayacağı gibi milletlerden meydana gelmeyen bir ümmet de hayal
dir.
Etnik Tuzak / 33
ÜÇ TARZ-I SİVASET
Bu yüzyılın başında Osmanlıda bir tartışma konusu vardır, Garplılaşmak, Türkleşrnek ve İslamlaşmak ... Şim
di bu üç tarz arasında bir senteze gidildiği görülmektedir.
Üç tarz-ı siyaseti bugün 1910'ların 1920'lerin gerçe
ğiyle tartışarnayız. Bugünün konularına, ihtiyaca ve yeri
ne göre Türk aydınını bunların hepsini kullanmak ve de
ğerlendirmek zorundadır. Bugün öyle konular gündeme gelir ki, orada Türkçü olmaya mecbur olursunuz. Mesela Batı Trakya gerçeği. Diyorlar ki, "Burada Türk yok! Mus
lüman Yunanlılar var!" Şimdi burada hengi politikayı uy
gulayacaksınız? İslam ülkeleriyle ilişkilerinizi geliştire
miyorsanız, bu durumda gayet tabü İslami motif ortaya koyacaksınız. Konuya tarihi boyuttan bakıyorsanız elbet
te Osmanlıcı olacaksınız. Osmanlıcı olmak demek 600 se
nenin her senesini her şeyiyle kabul etmek demek değil
dir. Yanlışları ve doğrularıyla Osmanlı gerçeğini dışla
mak da mümkün değildir.
Tarihinizle iftihar etmek duruınundaysanız, Osman
lıcı olacaksınız. Dininizle iftihar etmek zorundaysanız ve İslam Alemi ile olan ilişkilerin geliştirilmesine ihtiyaç du
duyorsanız İslamcı kanadından konuya bakacaksınız.
Türk dünyası ve Türklük meselelerine eğilrnek zorunda , - kalacaksanız, o takdirde Türkçü olmak durumundasınız.
Yani bu üç tarz bugün birbirinden farklı üç futbol kulübü değil. Bir kere bunun anlaşılması ve yanlış telkinlerde bulunulmaması lazımdır. Bazı aydınların ümmet mi, mil
let mi tartışması yaparak sanki bu tercihlerden birini yapmamız gerekiyormuş gibi, gençlere yanlış telkinleri vardır. Artık 1910'lar değil 1990'lı senelerdir. Konuya bu
gerçekleri hesaba katarak bakmamız gerekmektedir.
Biz Türk aydının kimliğinde bunlan düşünüyoruz.
Biz bunlan üç ayrı ideoloji olarak görmüyoruz. Çünkü bunlar ideoloji değildir. İdeoloji dendiği zaman farklı şey
ler anlaşılır. Eğer zihinler kalıplann ve şablonların esiri olmuşsa, zaten düşünmeye ihtiyaç kalmaz. Yapılacak iş insanların üç kapılı bir gardroba yerleştirmek olur. Ben peşin bir Batı düşmanlığından Batıya tamamen kapalı ve tepkici olmayı da anlamıyorum. Türk aydınının böyle az gelişmiş Üçüncü Dünya Ülkeleri aydınlarına has bir tavır almaya da ihtiyacı yoktur.
Bunlar bizim aydınımızın kimliğinin belirlenmesin
de faydalanacağı üç temel kaynaktır. Buna böyle bakmak lazımdır. 2000'li yıllann gerçeklerine göre bunlardan fay
dalanmak lazımdır. Bunlardan herhangi birini reddet
mek bugünün ihtiyaçlanna cevap verememektedir.
Bugün, Batı dünyası derken, Batı medeniyetini kas
tediyoruz. Yani farklı Batı toplumları ve milletlerinin manevi kültürlerinin dışladığı maddi görünüme sahip kültür unsurlarının meydana getirdiği bir bütün olan Ba
tı medeniyeti gerçeği vardır. Fakat bu medeniyet içinde farkedilebilir, ayırdedilebilir özellikleriyle yaşama tarzın
dan, ahlak anlayışından, örf ve adetlerden, diline ve milli tarihine kadar farklı milli toplumlar vardır. O kadar ki mesela, bir Alman Protestan bir Rus Protestan, aynı din dairesinde ama örf ve adetlerinin somutlaştığı farklı a
lanlara sahiptir. O bakımdan aynen İsveç Kültür Baka
m'nın dediği gibi "Eğer siz kültür unsurlarını bir sınai üretim maddesi olarak düşünürseniz, o takdirde bir Av
rupa kültüründen bahsetmek mümkün olabilir. Eğer ger
çekçi bakarsanız bugün bir Avrupa kültüründen bahset
mek mümkün değil ama, Avrupa bütünü içinde farklı milli kültürler gerçeğini hesaba katmak gerekir"
İslAm dünyası için de aynı şey söylenebilir. Yani
İsl4m bir bütündür ama o bütünü oluşturan farklı ve
Etnik Tuzak / 35
ahenkli parçalar var. Bu parçalan bir bütün olarak gör
mek, herhangi birini dışlamamak gerekir. Aydınlann özellikle ırkçılık ile milliyetçilik arasındaki farkı netleş
tirmelen lazımdır. Sadece Türk'ün değil, Arab'ın da milli
yetçilik yapmasım isteriz. Çünkü, aksi takdirde, dış poli
tikada, ekonomik ilişkilerde istismar edilir. Aynı ümmete mensup olduğumuzdan onun istismar edilmesi bizi de üzer.
MiLLiYETçiLiK
Milliyetçilik diğer miletierin varlığına saygı duya
rak, kendine de saygı duyurarak toplumu her alanda ya
şama hakkına sahip kılmadır. Milliyetçiliği kanda, ırkta veya kafatasında aramıyoruz; milliyetçiliği mensup olma şuurunda arıyoruz. Yani gözü ayyıldızı, kulağı ezam ara
yanların meydana getirdiği bir büyük anlamlı toplulukta, kültür milliyetçiliğinde anyoruz. Zaten bizim tarihimizde kültür milliyetçiliği ağırlıklıdır. Bizim tarihimizde Batı tarihlerinde olduğu gibi bir ırkçılık olsaydı, zannediyo rum biz de bir emperyalist ülke olurduk. Ve bugün Türki
ye'de bir Ermeni veya bir Süryani cemaati olmazdı. Bir Batı Trakya meselesi olmazdı, bir Bulgaristan sorunu ol
mazdı, Viyana'ya kadar Türkçe konuşulur ve tek din İslam olurdu.
!rkçılık, kendi kavmi dışındaki kavme hayat hakkı tanımamak ve onların yaratılış sebebini kendine hizmet olarak gören bir anlayıştır ki, bunun muşalıhas örnekleri Avrupa'da, hatta Güney Afrika'da renk ırkçılığı şeklinde ortaya çıkmaktadır.
!rkçılık kendi soyu dışında bulunan diğer soy ve ırk
Iara hayat hakkı tarnmamak ve onların varlığım kendine tabi bir köle olarak görme anlayışıdır. Bu da üç şekilde olabilir; kan, renk ve kafatası ırkçılığı. !rkçılık doğuştan elde edilen statüyü esas aldığı ve kazanılan statüyü ih
mal ettiği için bizim kültürüroüze uymamaktadır. Konu
ya biyolojik olarak bakmaktadır.
Bazıları annem Arap, babam Kürt diyor, peki sen nesin o zaman? Sen ne hissediyorsun? Bu toplumun kede
ri ve kıvancı ile bir misin? Sen ayyıldı1lı bayrağa baktığın
Etnik Tuzak / 37 zaman heyecanlanıyar musun, heyecanlanmıyor musun?
Bize has okunan ezanı duyduğun zaman duygulanıyar musun, rluygulanmıyor musun? Belirli durumlarda, ahlaki değildir dediğin manzalar karşısında aynı duygu
yu hissadebiliyor musun, hissedemiyor musun? Burada sadece duygusal bir bakış olduğu zannedilmemelidir.
Duygu ve fikirden soyutlanmış bir milliyetçilik çok an
lamlı da olamaz. Çıplak bir insan gibi ... Ama bunun pra
tiğe de yanaıma yolları var. Yani bu mutlaka duyguda ka
lan birşey değildir. Milliyetçilik yaşanan bir şeydir.
Mesela, THY'deki özelleştirme şekline ve blok satışlara, USAŞ'ın yabancılaştınlmasına karşı çıkarsanız bu milli
yetçiliktir. Milliyetçilik bazılannın zannettiği gibi güzel, edebi laflar etmek değildir ki, bu bir tavır alış biçimif'lir.
Ekonomide, dış politikada her alanda milli menfaatleı ve milli kültürden yana taraf olmaktır. Milliyetçilik gardrop
larda sadece resmi törenler için saklanan ve giyilen elbise değildir. Tören edebiyatı aslında bu şuuru aşındırmıştır.
Dünyanın her tarafında özelliştirme yapılıyor, ama yüzde elli veya üstünde yapılan özelleştirme blok satış Türkiye'de veya pazarlık gücü zayıf diğer bazı ülkelerde yapılıyor. Milliyetçilik sadece birtakım duygulan uyan
dırmak değil ki, bir tavır alıştır. Milliyetçi olmadan eko
nomik menfaatlerinize sahip çıkamazsınız. AT'a girelim mi, girmeyelİm mi meselesinde milliyetçi, muhafazakar bir aydının, bir iktisatçının yaklaşımı başkadır, liberal bir iktisatçının yaklaşımı başkadır. Milliyetçilik sosyal hayatın her alanına yansıyan bir tavır ahştır. Mücerret bir fikir müşahhaslaştınlmak zorundadır.
Nitekim, Körfez krizinde ve Irak'da 36. paralelin ku
zeyindeki ihtilifta TV kanallannın CNN'e teslim olarak tercüme yayın yapmasına karşı çıkmak,
1992 yılında Eğe'de yapılan Nato tatbikatında Sara
toga uçak gemisinden atılan füzeyle Muavenet Muhribi
nin vunılmasını basit bir kaza olarak görmemek ve üstü-
ne gitmek,
Yer ve firma isimlerinin yabancılaştınlmasma tepki göstermek,
1993 yılında "İlaçta Patent Kanunu" gibi fert ve dev
let menfaatine ters uygulamalara tepki göstermek ve bu gibi kanuniann yasalaşmasını engellemek,
Yabancı dille eğitim ve öğretim yaniışına dikkati çekmek,
Kıbns'da taviz verilmesini reddetmek,
Çekiç güç'e karşı çıkmak, İncirlik konusunda hassas olmak, gibi örnekler duygu ve düşüncenin pratikte, uygu
lamada kendini göstermesidir.
Etnik Tuzak / 39
BÖLÜCÜLÜK
VEETNİKLİK
Türkiye'de bölücülüğü haklı gösterecek siyasi, sos
yal ve ekonomik gerekçeler ileri sürülemez. Kürdistan di
ye bir sosyal ve siyasi gerçek olmamıştır. Ne Eyyubi Dev
leti ne diğerleri buna örnek verilemiyor. Bu bakımdan bu kavram tamamen bir zorlamadır. İran içlerinde bir yöre
nin, bir zamanlar Kürdistan olarak tarif edildiği belirtile
biliyor. İç ve dış olaylar birbirinden bağımsız ve kopuk değildir. Türkiye rahatsız edilmeye müsait bir coğrafyaya ve potansiyele sahiptir. Emperyalizm ve oryantalizme ye
ni malzeme ve aletler gerekiyor.
Etnik diye takdim edilen tasnif coğrafi bir isimlen
dirmedir. Yani bir etnik menşe aramadan, coğrafi bir tas
niftir. Onu o şekilde değerlendirmek mümkün değildir. O bakımdan Güneydoğu'da bu konulan ele alırken, Kürtle
rin menşei konusuna yaklaşmamız lazımdır. Biz kimse
nin Türklüğünü ispat etme mecburiyetinde değiliz, çünkü Türkiye'nin demografik yapısı buna ihtiyaç olmadığını gösteriyor. Türkiye'de başka dil bilenlerin oranı yüzde 8'dir. Sadece dile dayanılarak bir milliyet oluşturulmaya çalışılıyor. Halbuki sosyolojide, her milliyet farkı dil far
kını gerektirse de, her dil farkı bir milliyet farkı gerekti
rir diye bir kural yoktur. Kaldı ki dil de yöreden yöreye değişen mahalli özellikler taşıyor. İslam, mahalli dil ve ağızlar milletleşmemize bugüne kadar engel olmamıştır;
ama şimdi şartlar değişiyor. Türkiye önlenmek, önü kesil
rnek isteniyor.
Etnik gruptan bazı siyasetçiler başka şey anlıyor, biz sosyologlar başka şey anlıyoruz. Bazı siyasetçiler, bil
mediğinden başka şey anlıyor. Etnik ve asimilasyon keli-
meleri Türkiye'de bilinmeyen kelimelerdir. Kavramiann Batı sosyal gerçeği içindeki özellikleri ile tartışıyoruz, bel
ki de tartıştınlıyoruz. Bir takım yanlış uygulamalar etnik gerekçeye oturtutmak istenmektedir. Her dö:q.emde oldu
ğu gibi, Cumhuriyet döneminde de hatalar ve yaniışiann yapılmış olması Cumhuriyeti red gerekçesi olamaz.
Önemli olan bu haksızlıklan yapabilecek zihniyete sahip insan tipinin artık yetiştirilmemesidir.
Irak Dışişleri Bakarn'nın "Siz Kürt cahilisiniz" sözle
ri yabana atılır gibi değildir ve maalesef doğrudur. Etnik grup farklı bir şeydir, asimilasyon farklı bir şeydir. Asi
milasyon ancak farklı dile, farklı dine, farklı örf ve adet
lere, gelenekiere yani kısaca yaşama tarzına sahip top
lumlar üzerinde uygulanan birini diğerine benzetme sü
recidir. Asimilasyon bir süreçtir. O bakımdan ne Selçuk
luda ne Osmanlı'da, ne de Türkiye Cumhuriyeti'nde asi
milasyon olmamıştır. Çünkü bizim kültürümüzde dini azınlık dışında bir azınlık aramak mümkün değildir.
Milletleşme her türlü "etnik" millahazanın üzerinde
dir. Milletleşme manevi bir mutabakat altında birleşme
dir. Biyolojik kökene göre değil.. Mensubiyet şuurunun milli idrakin hissedilebilmesidir. Dinin de, sosyal hayat üzerinde belirleyici etkisi var. Yalnız Türkiye'de bu ania
şılamadığı için yanlış kelimeler kullanılmaktadır. Türki
ye'de kendilerini farklı gösterenler yaşama tarzı bakımın
dan farklı örnekler ortaya koyamamaktadırlar. Yani ko
nu eğer dil olarak alırursa -ki o da dil değildir- mahalli bir ağızdır. Bu ağız farkını giderebilmek ve ortak bir Kürtçe oluşturmak için Amerikanın Sesi Radyosu Kürtçe yayma başlamıştır.
Dil çok karmaşık özellik taşımaktadır. Zaten dil dı
şında da Türk kültüründen farklı bir kimlik bulabilmek için yaşama tarzının çok farklı alanlannda farklılıklar yakalamak lazımdır. Biz bunu sorduğumuz zaman ceva
bını alamamaktayız. Kimlik ve kültür dediğiniz zaman
Etnik Tuzak / 41
çok farklı bakış tarzlarımn olması lazım, örf ve adetleriy
le, musiki ve mimari anlayışı ile, edebiyatı ile, romanı ile, yazı diliyle, tabletleriyle, rakkamlarıyla, kültür kimliğin
den bahsedebiliriz. Sadece bazı dost ve müttefiklerimiz bunu böyle istiyor diye bunu biz de kabul mu edeceğiz?
Yoksa ülkeyi mezada mı çıkardık? O zaman nasıl farklı kültür kimliğinden söz edebiliriz. Aynca herşeyi özelleş
tirme gayreti içinde iken, Kürtçe yayın, seçmeli ders ve benzerlerinde devletçilik, vatandaştan alınan vergiler ve kamu gelirlerinin buna tahsis edilmesini anlamak zor
dur.
YI� .SOJ..,,
GAYRI MILLI TABULAR VE YENİ ARAYlŞLAR
Etnik Tuzak 1 43
Son yıllarda dünyadaki yenileşme ve çözümler ara
ma merakı Türkiye'ye de yansımıştır. Aslında uzun yıl
lardır bazı konulann gerektiği gibi tartışılmadığı bir ger
çektir. Tartışarak uzlaşma eğilimlerinin arttığı görülmek
tedir. Türkiye'nin dış politikadan ekonomiye kadar birçok alanda vitrini yenilemeye, yapılanınaya ve yeni birtakım senteziere varma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç özellikle eği
tim ve kültür politikalannda, TRT ve Dışişleri Bakanlığı gibi müesseselerde hissedilmektedir. Değişen dünyada ve Türkiye'ye birtakım imkaniann açıldığı bir ortamda, ge
lişmelerin gerisinde kalan statükoyu koruyan, çekingen ve savunmacı, seyirci bir anlayış yerini caydırıcı talep·
edici bir anlayışa bırakmak durumundadır. Uzun yıllar Türkiye'nin dışıyla ilgilenmeyi, Türkiye dışında yaşayan soydaşlanmız ve aynı ümmeti paylaştığımız insanlarla il
gilenmemiz hatta sıcak ilişkiler kurabilmemiz Batı dün
yasını gücendiririz veya Batılıtaşmaya aykındır, Atatürk ilkelerine karşıdır gibi soyut ifadelerle geçiştirilmeye çalı
şılmıştır. Ne zaman ki 1989 sonrası hızlı değişmeler orta
ya çıktı ve gerçekler göründü ve bunlar Türk milliyetçile
rini doğruladı; belirli çevreler bu defa farklı metod ve malzeme ile ülkenin önünü kesmeye kalktı. Bazı çevreler gönülsüz de olsa Türk Cumhuriyetleri'ne ve İslam ülkele
rine olan çarpık bakışlannı değiştirmek zorunda kalmış
lardır. Türkiye'de yıkılacak tabular aslında bunlardır. Yı
kılması gereken anlayış hayali ihracata yeşil ışık yakan
lardır. Türkiye artık bir merkezden idare edilemez, so-
runlar büyüdü deyip, Ankara'yı başkent olmaktan uzak
laştırmak peşinde olan sapık anlayış yıkılmalıdır. Bizi biz yapan değerleri yıkınayı gaye edinen ve bunları tabu ola
rak gören devletin kutsallığı olmaz deyip; mozaik arayan anlayış; Türkiye'yi 2000'li yıllarda kolsuz ve kanatsız, güçsüz bırakmak isteyen dıştan kumandalı bir eldir. Ge
lişmelerin gerisinde kalanların gerçekler karşısında fazla direnebileceklerini de zannetmiyoruz. Macera olarak isimlendirilen ve Turancılıkla suçlanan fikirler artık vaz
geçilmez bir gerçek olarak karşımızdadır. Ancak, resmi kanalı, etkili kurumlan ve kitle haberleşme araçlannı yıllardır etkileri altına alanlar buralarda ambargo kuran
lar, vatandaşı ve milleti tecrübe tavşanı ve sürü olarak görenler, saltanatlannın sarsıldığını, imkanlarının elle
rinden gittiğini görünce bu defa gerçekleri saptırmak ve gündemi değiştirrnek ihtiyacını duymuşlardır. Aslında İkinci Cumhuriyet, kültür moziği, federasyon, eyalet sis
temi, "globalleşen dünyaya teslim olmalıyız" gibi sözde masumane tekliflerio temelinde bu gerçek yatmaktadır.
Cinsiyet merkezli hareketler ve kadını militaniaştırma gayretleri, önümüze çıkanlan etnik tuzaklar ve mezhep çatışmacılığı, artık Nazım Hikmet'e sığınan eski solun ye
ni ve biraz da Amerikancı liberal görünümüdür. Bunlar Türkiye'de devamlı laik-anti laik, gerici-ilerici, sağ-sol gi
bi ikili kampiaşmaları teşvik etmekte, kamu oyunun gün
demini ve gözünü dışanya doğru çevirmesini engellemek
tedirler. Nitekim, Uğur Mumcu'nun katledilmesi de buna malzeme yapılmak istenmiştir. "Kahrolsun şeriat" slo
ganları , belirli bir kışkırtıcı merkezden pompalanmıştır.
Türkiye için en büyük eksik kendi kendini tanıma
yan ve farkında olmayan siyasi ve kültürel tesirliliğinin sahalarım göremeyen bazı aydınlar oluşmuştur. Eğer bir sene önce Türkiye lehine gösterilerin yapıldığı Türk Cum
huriyetierindeki meydanlardan bugün Türkiye aleyhine serzenişler duyuluyorsa, bunu herşeyden evvel politikacı-