• Sonuç bulunamadı

KÜLTÜR KİMLİÖİ VE IRKÇILIK

Belgede TURAN KÜLTÜR VAKFI * * (sayfa 91-116)

TV l'de yayınlanan bazı programlar aslında bazı ay­

dınlanmızın içinde bulundukları durumu değerlendirebil­

mek imkanının vermektedir. Mesela, bunlardan birinde, TV I' deki programdaki konuşmasıyla rahmetli Eşref Bit­

lis Paşa; ciddi görevine müdrik ve onun sınırlarını iyi çi­

zebilen, meseleye vakıf bir aydın olduğunu ortaya koy­

muştur. Her iki programda da belirtilen görüşlere genel olarak bakarsak, hala maselenin özü ile değil, ama aynn­

tılan ile uğraşmaktayız. Hatta aynntılan ile uğraşırken, bölücülük gibi ciddi bir konuda isteyerek veya istemeye­

rek hedef saptırmak ve zihinleri daha da karıştırma pe­

şindeyiz. Programları izledikten sonra sosyolojik bilginin ve konuya metodlu yaklaşınanın ne derece büyük bir ihti­

yaç olduğunu daha iyi anlamış bulunuyoruz.

Bir kere sosyoloji literatüründe yer alan "etnik" gibi birçok kavramı doğduğu ve hayat bulduğu sosyal çevre­

den soyutlayarak ele alıyor ve Türkiye gerçeğine monte etmeye çalışıyoruz. Oysa bizim kültürüroüzde etnik kav­

ramı gayrimüslim sosyal gruplar için geçerli olabilir.

Kavramın ilmi tarifini bir çok kere makale veya mülakat konusu yaptık. Ama anlaşılan bırakın bizim açıklamala­

rımızı, bu konulan ağızlarına sakız yapanlar, onu araştır­

mak zahmetine bile katlanmamaktadırlar. Zira Türki­

ye'de, kendilerini entel olarak görüp toplumdan mutlaka farklı şeyler söyleme ihtiyacım hisseden psikopatlaşma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan bazı bağnaz tipler gö­

rülmektedir.

Bir etnik grubun oluşması için ana kültür kahbın­

dan dilde, dinde, görenek ve geleneklerde, edebiyatta,

mi-maride, sosyal hayatın her bir parçasında tamamen fark­

lılık söz konusu olmalıdır. Etnik grup, bütünden sosyal mesafe bakımından uzak, ırki veya kültürel olarak te­

şekkül etmiş bir sosyal gruptur. Yaşama tarzı farkı varsa -sadece mahalli dil farkı değil- etnik gruptan bahsedilebi­

lir. Bugün Polonya, Litvanya ve Estonya'da yaşayan Kı­

nm Tatar Türklerinin bir bölümü anadilini unutmuştur.

Kültür sadece dil değildir ve biz bunlara yine Türk diyo­

ruz. Etnik azınlık ise, milletlerarası anlaşmalarla günde­

me gelebilir. Türkiye'de hiç kimse gayri müslimler dışın­

da bir azınlık yaratma durumunda değildir.

Etnik grubun tabiatıyla bir kültür kimliği olacaktır.

Kültür kimliği ise, ana kültür kahbından mevcut farklı­

Iıkiann fertte netleşmesi ve somut hale gelebilmesidir. Şu bir gerçek ki, bugüne kadan bir Kürt kimliğini, ne Paris Kürdoloji Enstitüsü, ne Erivan, ne de diğer enstitüler or­

taya koyahilmiş değildir. Ama bu görev öyle görünüyor ki onlann adına Türkiye'deki bazı demokratik psikopatlara düşmektedir. Bir kültür kimliği, biyolojik olmaktan çok, belirli bir kültürü kazanabilme, o kültür içinde sosyalle­

şebilme, eğitim ve öğretİrnde kazanılabilmektedir. Bu ba­

kımdan, insanlan doğuşlanna göre ele almak ve hatta kan, renk ve kafatasiarına bakarak rakkama vurmak sos­

yoloji ile ters düşer. Doğuştan biyolojik farklılık halinde bile, yüzyıllardır belirli bir kültürü paylaşan ve onu milli­

leştiren sosyal gruplar eğer bir topluma mensup olma or­

tak iradesini taşıyorlarsa; mevcut bayrağı bayrak, dili dil, ahlak anlayışını ahlak ve yaşama uslubunu ortak irade ile kabul etmişlerse, bu insanlan biyolojik tasniflere tabi tutmak ırkçılıktır. Bu bakımdan, Türkiye'de 5 veya 6 mil­

yon Kürt vardır demenin pratik bir anlamı yoktur. Önem­

li olai}. kendimizden ayn görmediğimiz ve başkalannın da ayn gösteremediği bizimle et ve tırnak haline gelmiş bu insanlanmızın ne hissettiğidir. Bir araştırmada denekie­

rin verdiği cevaplarda; Türk milletine mensup olma

duy-Etnik Tuzak / 93 gusunun hissedildiği, vatandaşlık duygusu, köken ve din kardeşliği gibi birleştirici unsurların % 85'e vardığı görül­

mektedir. Yapılan bir araştırmada ise, Güneydoğu'da ve bazı Doğu Anadolu illerinde üçbin civannda deneke baş­

vurulmuştur. Bir gazetemizin* yaptığı bu araştırmada Güneydoğu'nun Türkiye'den aynimasını isteyenlerin sa­

yısı 97, tersini düşünenierin sayısı da 2820'dir. Güneydo­

ğu'da terörün artmasında dış güçlerin tesiri vardır diyen­

ler 2817, yoktur diyenler ise İOO'dür. Bölgeden çekiç güç çekilsin diyenler 2800, bu gücün kalmasını belirtenler · 762, Türkçe.eğitime devam edilsin-mahalli dil de serbest olsun-görüşünü belirtenler ise 2245'dir.

İstanbul'da KONDA tarafından yapılan ve 15.677 ki­

yişe yöneltilen bir ankette kimlik konusu gündeme geti­

rilmiştir. Ankete katılaniann % 90.l'inin kendilerini Türk olarak hissettikleri görülmektedir. Ankette Türk, Müslü­

man Türk şeklindeki bir ayınma neden ihtiyaç duyuldu­

ğu anlaşılamamıştır. Çünkü, müslümanlık Türkün tabii bir sıfatıdır. Her ne kadar dünya üzerinde Karaimler, Ga­

gauzlar gibi Hıristiyan Türk topluluklan bulunmakta ise de bunlann oranı Türk dünyasında yüzdeye bile gireme­

mektedir. Ancak, binde ile belki ifade edilebilmektedir.

Çalışmada gözardı edilen bir önemli nokta da kültürel kimliğini Türk olmak dışında belirtenierin önemli bir bö­

lümü Türk dışındaki sıfatlan ve kimlikleri etnik değil, coğrafi olarak taşımalandır. Mesela, Doğu Karadeniz'de laz denmesi etniklikten değil, ana coğrafi bir tanımdan kaynaklanmaktadır. Başka örnekler de verilebilir.

Diğer taraftan kültürel kimlikle ilgili bir çalışmada yer yer biyolojik kimliğe yer verilmiş olması veya biyolo­

jik kimlikten kültürel kimliğe geçme eğilimi de yanlış bir değerlendirmedir. Önemli olan insanların ne hissettikle­

ridir. Kendisini en azından kültürel bakımdan Türk

his-* KONDA, BOyCık Araştınna, Milliyet 27.2.1 993 - 3.3.1 993

seden bir kimsenin anne ve baba tarafında veya evlilik bağı ile ailesinde Türklük dışı kimlik aramak yanlış bir yaklaşımdır. Yine çalışmada kendine kimlik olarak Kürt­

lüğü veya Zazalığı seçenlerin birlikte mutalağa edilmesi ve oranlanması da yanlıştır. Çünkü, sadece mahalli ağız bakımından ele alınsa bile Kürtlerle Zazalar arasında önemli farklar vardır. Mezhep ve kültürel yapı farklanm da buna ilave edebiliriz. Ele alınan grubun % 3.9'u Kürt ve Zaza olarak kendilerin isimlendirmişlerdir. Kendini Kürt hissedenlerin yanya yakınının ana dili Türkçedir.

İstanbul'da ana dili Türkçe olaniann oranı % 94, Kürtçe olaniann ise % 4'dür. Ana ve baba tarafından ailesinde Kürt bulunanların % 53'ü ana dilinin Türkçe olduğunu ifade etmiştir. Tabii burada belirtilen Kürtlüğün etnik mi yoksa coğrafi bir yakıştırma mı olduğu net değildir.

Türkiye üzerine yapılan bir çalışmada etniklik ko­

nusu bazı zorlamalara sahne olmaktadır. Etnik grup diye ortaya atılan isiınierin içini doldurabilmek güçleştiği için yer yer 40-50 kişiye varan etnikleştirme -Estonlar örne­

ğinde olduğu gibi- gayretleri görülmektedir. Bazen de Türkçeye yerleşmiş deyişlerden hikmet aranmakta ve darb-ı mesellere sığınılmaktadır. Mesela, yabancılar bü­

yükşehir hayatı ve yoğun nüfusun yer aldığı yöreler için söylenen aslında dünya için geçerli olan "yetmişiki buçuk millet" sözü gereğince yanlış adreste gruplar yaratılmaya çalışılmaktadır. Adı geçen çalışmada kırkyedi etnik grup bulunmuş iken bunun neden yetmişiki buçuk olmadığına hayıflanılmaktadır. *

Türkiye'de ister etnik grup olarak, ister alt kültür grubu olarak bazı isimlendirmeler yapılabilir. Mesela, milletleşme sürecinde Türk milletinin bir parçası olan Çerkezler, Gürcüler, Kürtler gibi milletimizin unsurlan, ana kültür kahbından zannedildiği kadar büyük sapma

Andrews, P. A., Türkiye'de Etnik Gruplar, (Terc. M. Küpüşoğlu, Is­

tanbul 1 992, sh. 53

Etnik Tuzak / 95 göstermezler. Zaten milletleşme boy, kavim ve alt kültür özelliklerine sahip toplulukların kültürel bütünleşmesi­

dir. Milli bir kimliğe kavuşmasıdır. Bundan dolayı milleti ne coğrafi, ne ırkı ne de iradi bir topluluk olarak tanımla­

maktayız. Bu bakımdan, milletleşme bir eritme (asimilaş­

yon) değil, eğer varsa farklılıklar üzerinde kültürel ve si­

yasi (devlet) bir tamlaşmadır. Herhalde, araştırmalarının sonunda Türkiye'de 47 etnik grubun bulunduğunu iddia edenler, bu toplulukların önemli bir bölümünün etniklik kavramına giremez olduğunu farketmiş olmalıdır ki, Laz­

lar, Gürcüler ve Çerkezler için tam değil, fakat kısmi bir etnik kimlikten bahsedebilmektedirler. * Bu vesile ile ül­

kemizde bir suni farklılaştlrma, etnikleştirme ortaya çık­

maktadır. Adı geçen araştırmanın siyasi amaç taşırnama iddiasına rağmen, girişte de belirtiği gibi, tüm Orta-Doğu üzerine yapıldığını hesaba katarsak 4 7 adet ortaya konan etnik grup sayısının arttınlmaması için hiç de sebep yok­

tur!

Etniklik, artık literatürde endojenlikle bir tutulma­

maktadır. Oysa kitapta devamlı olarak etniklik endojenli­

ğe bağlanmaktadır. Çünkü dışa kapalı, dışanyı reddeden toplulukların günümüzde görülebilmesi zordur. Eğitim­

öğretim ve sosyalleşme sürecine ilaveten dünyayı küçült­

müş olan kitle haberleşme araçlannın ve ulaştırma ağı­

nın tesirliliğini de düşünürsek, sosyal hayatın bütün ge­

reklerini kendi bünyesi içinde halledebilen kapalı bir sos­

yal grup ve toplum düşünebilmek mümkün değildir. Bu süreç aslında Etnoloji ve Sosyoloji bilimlerini birbirine yaklaştırmış ve sosyal gerçeği ön plana çıkarmıştır. Yaza­

rın Etnolojiye değilde, çalışmalann ülkemizde daha çok Sosyolöjiye kaymasını anlayamamış olduğu görülmekte­

dir. Bu durum sadece Türkiye için değil, genelde Dünya için de böyledir. Sosyolojinin ihmal edildiği bir etnoloji

ça-* Aynı eser, sh. 253

lışması oldukça yavan kalabilir. Eğer yazar bunu farke­

debilseydi, kafatası, yüz ve gözlerin Asyatik olmasına ba­

karak etnik kimlik tesbiti yapma yaniışına düşmezdi. * Etnik kimlik biyolojik olmaktan ziyade, kültürel açıkla­

ma gerektirmektedir. Tarihte ırk ayrımcılığı bulunma­

yan, insanlara renklerine göre farklı muamele yapmayan bir toplumda yazarın Etnolojiye göre, Sosyolojinin ön pla­

na çıkmasını farketmemiş olmasını Türk Kültürüne ya­

bancı olmasında aramak gerekir. Biyolojik unsurun ön planda olduğu Batı toplumlannda bu konu normal karşı­

landığı için Bosna Hersek'de 1992-1993 yıllannda Bosnalı Müslümanlara uygulanan öldürme, tecavüz ve etnik te­

mizlik karşısında Batı Avrupa ülkeleri gerekli hassasiye­

ti göstermemiş ve müdahale ihtiyacını da hissetmemişler­

dir. Sırp militanlarının sadece sözle kınanmasının sebebi budur.

Alevilik veya Sünniliğin, etnik menşe aranmasında ön plana çıkanlması da yanlıştır. Aleviler gibi Sünniler de Müslüman olduklanna göre, aynı dine mensup insan­

ların ayrıntıianna inmek, mezhepten hareket etmek, bi­

limsel bir tasniften çok, mezhep farklarını değişik zemin­

lere oturtmak niyetinden kaynaklanabilir.

Türkiye'de yabancılann zannettiği gibi, dil kullanı­

mı da tartışmalı bir konu değildir. İnsanlanmız, farklı mahalli dilleri dün olduğu gibi bugün de kullanabilmek­

tedirler. Özellikle "İslam Mahalli Dilleri" nin son yetmiş senedir milletleşme sürecimizi olumsuz etkilediğini de id­

dia edemeyiz. Aslında, Türkçe dışında kullanılan İslam Mahalli Dilleri'nin 1965 Genel Nüfus Sayımı'na göre oranı

% 8-10 arasında değişmektedir. l982 Anayasası'nın Temel Maddeleri arasında yer alan 3. maddedeki "Anadili Türk­

çedir" ibaresine takılanlar ve bunun çıkanlmasını, de­

mokratik, çağdaş ve modem olmanın bir göstergesi

şek-• Aynı eser, sh. 26

Etnik Tuzak / 97

linde anlayanlar, kendi heterojen yapılanm esas alarak Türkiye'ye bakmaktadırlar ve kendi etnik yapılanndan habersiz görünmektedirler. MesalA, Fransızca'nın resmi dil olması yolunda yoğun baskılar 1789 Fransız İhtila.Iinden sonradır. Alsas Loren'de artık fazla Almanca konuşulmamasım, Boritönca ve Baksça gibi dillerin kay­

bolmasım Batıya has bir asimilasyon politikasının içinde aramak gerekir.

Ortaya konabiise bile, etniklik farklı bir milli kültü­

rel kimliğin alt bölümüdür. Siyasi ve kültürel açıdan va­

tandaşlık bağını zedelememektedir. Bir etnik gruba veya alt kültür grubuna mensubiyet şuurunun toplum katın­

da, milli seviyede hissedilmediği toplumlarda geriye dö­

nüş, kabilecilik ve ilkellik geçerli olabilir. Bu toplulukları millet olarak tanımlamak da zorlaşır. Bu bakımdan, Türk Toplumu içinde ister etnik, ister alt kültür grubu özelliğine sahip olsun, fertlerin kendilerini asgari ölçüde kültürel bakımdan Türk olarak hissetmelerini engelleyen bir ortam söz konusu değildir. Nitekim, adı geçen araştır­

mada, Amavutlann kendilerini Türk olarak da hissettik­

leri için zorluklarla karşılaştıklan ve Türkiye'ye sürül­

dükleri ifade edilmektedir.* Aslında Balkanlarda, Türk­

lük ve İslamiyet içiçe girmiş durumdadır. Batılılar bun­

dan dolayı ihtida edene Türk oldu demişlerdir. Günümüz­

de, Bosna-Hersek'de Sırp militanlannı sık sık "Türkler gelsin sizi kurtarsın", ''Ya Sırp ya da Hırvatım demediği­

niz sürece ölümden kaçamazsımz" demelerinin sebebi bu­

dur.

Asimilasyon (eritme) kavramı da gerektiği gibi anla­

şılamamıştır. Asimilasyon, azınlık grubun ana grupla sosyal mesafeye dayanan özelliklerinin ve hayat tarzının (hAkim) dominant gruba uydurulması süreci dir.**

Asimi-* Andrews, P.A., a.g.e. sh. 2

* * Jary D. ve J., 'Assimilation maddesi' Dictionary of Sociolagy, Glasgow 1991, sh. 32

lasyonda kültürel baskı ve zorlama aranır. Mesela, Bul­

garistan'da l980'li yıllarda yasal bir etnik azınlık olan Türklerin etnik özellikleri, isimleri Slavlaştınlarak değiş­

tirilmek istenmiş, nüfus kütüklerine ve ölülere kadar bu işlem sürmüş, ibadet hürriyeti bile engellenmiştir. Kültü­

rel baskı ancak farklı olduğu bilimsel olarak belirlenmiş kültürler arasında olabilir. Bir başka ifade ile asimilas­

yon, bir azınlık grubun değer hükümlerini ve davranış şe­

killerinin çoğunluk gruba veya ev sahibi yerli kültüre benzetilmesi, çoğunluk kültürü içinde eritilmesidir.* Asi­

milasyon farklı dil, din, örf ve adete sahip sosyal gruplar arasında söz konusu olabilir.

Asimilasyon birlikte kullanılan bazen aralarındaki fark farkedilmeyen bir kavram da uyum (accommodation) dır. Uyum birbirlerinden farklı kültür veya kültürler söz konusu olduğu takdirde, sosyal ve kültürel bir süreç için­

de baskı unsuru kullanılmadan bir nevi kültürleştirme­

dir.** Milletleşme sürecini asimilaE?yon olarak anlayan görüşün sosyolojik formasyonu eksiktir. Bizim tarihimiz­

de asimilasyon yoktur. Bilakis temas ettiğimiz topluluk­

lardan ve sınır kültürlerinden etkilenme vardır.

Çoğulcu toplum kavramı da yanlış kullanılmaktadır.

Çoğulcu toplum olmak bir şeref, bir hüner veya meziyet değildir. Eğer bir toplumun sosyal yapısı çoğulcu bir et­

nik yapı gösteriyorsa, zaten aksini de söylemek mümkün olamaz. Ama en azından son yetmiş senedir Cumhuriyet Türkiyesi ile milletleşme sürecinde önemli mesafe almış;

ama bunu gerekli kültür politikaları ile takviye ederne­

miş Türkiye'de çoğulcu bir yapıdan bahsedebilmek büyük bir iddiadır. Bu iddianın bilimsel olarak ortaya kanabil­

mesi için bir kere kavramıann iyi bilinmesi ve bizim sos­

yal yapımıza peşin hükümle kavram monte edilmemesi

* Mann, M. Encuclopedia Of Sociology "Park R.E. maddesi" Lon­

don, 1 992, sh. 276

* * Jarry D. ve J. a.g.e. sh. 2

Etnik Tuzak / 99 gerekir. Mesela, bizden Batı kültüründeki etnik grubun karşılığı ancak dini azınlıktarla karşılanabilrnektedir. Ço­

ğulcu toplum çeşitli milli unsurlan kapsayan fiziki, dini ve dil bakırnından genel çerçevede farklılıklan olan bir toplurnun adıdır. Daha ziyade uzun bir sömürge dönemi yaşamış toplurolann yapılan buna örnek olarak veril­

mektedir. Mesela, Burma ve Endonezya'da çeşitli halklar görülebilmektedir. Güney Afrika, Caribbean Adalan ço­

ğulcu toplurnlara örnek olarak verilmektedir. Arnerikan politik felsefesinde çoğulculuk bunlardan farklı olarak kullanılmaktadır.*

Bazı raporlarda yer alan Cumhuriyet kuraniann et­

nik çoğulculuğa dayandıkları iddialan da bizzat milli mü­

cadeleyi yapanlara ve Cumhuriyeti kuranlara hakarettir.

Bu iddialar gerçek olsaydı yeni kurulan devletin ismi de her şeyden önce"Türkiye" olmazdı. Bir taraftan üniter devleti savunur gibi gözükrnek, yerel yönetimlerin artan etkinliğini ve başarılannın daha da artmasını sanki fede­

ral yapıyla bir görmek, sadece tören milliyetçiliği yaparak milliyetçiliği aşındırmak ve ulusal bütünlükten bahset­

mek, diğer taraftan Türk dili başta olmak üzere edebiya­

tımızı, mimarimizi, musikimizi, folklorumuzu, örf ve adetlerimizi kısaca kültürümüzü temel yapı kabut etme­

mek, 1982 Anayasasının 3. maddesindeki "dili Türçedir"

ibaresinin kaldınlma teklifleri, Batılı anlamda ve Batı­

Hristiyan kültürüne öz azınlık ve asimilasyon arayışları, dışanya hoş görünmek için insan haklan komuflajına sı­

ğınrnak bir büyük yanlış ve çelişkidir. Gerek Osmanlı'da , gerek Türkiye Cumhuriyetinde azınlık kavramı, Batı'dan farklı olarak "irntiyazlılar" olarak algılanır. Bizim kültü­

rüroüzde hıristiyan bir azınlık olabilir. Müslüman azın­

lıktan bahsetmek, kültür tarihimizi bilmemektir. Batı kültüründe farklılıklan reddetmek ve ortadan kaldırmak

Mann, M., a.g.e.

esas iken, bizde farklılıklan reddetmeksizin, farklılıklar üzerinde birlik prensibi esastır. Bundan dolayı yüzyıllar önce Güneydoğu Anadolu'da bulduğumuz Süryani cemaa­

ti XXI. asra girerken kilisesi ile, cemaati ile, ticaret dahil temel haklan ile varlığım koruyabilmiş, Ermeniler bir za­

manlar Sarayın "teba-ı sadıka"sını teşkil etmiştir. Eğer Batılı anlamda azınlıklara bakış ve asimilasyon politikası izlemiş olsaydık, Devletimizin bugün Yunanistan ile bir Ege ve Kıbns sorunu olmaz, Bulgaristan Türklüğü yok edilmekle karşı karşıya kalmazdı. Bu bakımdan, kavram­

ları dikkatli kullanmak ve kültürümüzle yabancılaşma örnekleri sergilememiz lazımdır.

Türkiye'de % 1 oranında dini azınlıklar bulunmakta­

dır.* Türkçeden başka dil bilenler % 8 oranındadır. Ana­

dili Türkçe olaniann oranı l935'de % 89.1, l965'de % 90.0, l992'de 91.4'dür. Etnik azınlık yaratma çabaları Batı or­

yantalizminin dünden bugüne uzanan değişmez bir politi­

kasıdır. Yeni etnik kimlikler ve soy kütüğü arayışları bi­

limsel de değildir. Türkiye Lübnan veya Yugoslavya gibi bir sosyal yapıya sahip bulunmamaktadır. Mahalli ağız­

lar ve alt-kültürler milli kültürün zenginliğidir. Ancak, bunların hakim kültürle eşdeğer düşünmek mantıki ve il­

mi değildir. Hakim kültürün hakimiyeti ve tesirliliği, sosyal ve kültürel süreçte aranır, topta tüfekte değil ....

Atatürk'ün milli mücadele boyunca Türk milletinin yeniden bir güneş gibi doğuşuna, dirilişine ait görüşlerin­

de sık sık kullandığı "irade-i milliye", "hakimiyeti milli­

ye", "meclisi milli", "vicdan-ı milli" kavramlarında kasde­

dilen yeterince açık değil midir? Yine Atatürk'ün "Milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlandır, millet anaları ile, hacılan ile, hem­

şehrileri ile mücadeleler vermiş ve bunların neticelerinde de büyük tarihi zaferler vardır" , "Diyarbakırlı, Vanlı,

Er-* .. A. E., Koç, 1., Toros, A., "Türklye'nln Ebılk Yapısının Ana Dil So unlarına Anali i" Nüfusbilim De gisi, Ankara, 1 992, s.14. sh. 1 09

Etnik Tuzak / 101 zurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyiılı ve Makedonyalı hep bir ır kın evlatlan ve aynı cevherin damar larıdır",

"Biz doğrudan doğruya milletperveriz ve Türk milliyetçi­

siyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur",

"Osmanlı imparatorluğu içindeki çeşitli kavimler hep mil­

li inanışianna sarılarak, milliyetçilik düşüncelerini kuv­

veti ile kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlar­

dan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovularak anladık", "Ne mutlu Türküm diye­

ne", "Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir", Türk milletinin doğuşunu ve devletin kuruluşunu

"siyasi varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihi ve ahiSki yakınlık" a dayandırma gibi yüz­

lerce örnek yok farzedilerek Türkiye'de etnik çoğulculuk konusuna merak saranlar, ülkeyi Sevr şartlarına döndür­

mek isteyenlerle aynı çizgide birleşmektedirler.

Yine millet tarifinden anlaşıldığı üzere, millet niteli­

ği ancak belirli bir zaman ve süreç içinde kazanılmakta­

dır. Tesadüfen bir araya gelmiş kalabalık millet değildir.

Bazılannın kendilerine "Türkiyeli" sıfatını uygun görme­

leri Türk milletine aidiyete, bize göre taşımadıklarından ve sadece coğrafyayı ort� görmelerindendir. Sadece me­

kanda tamlaşma, yani coğrafi bütünleşme bize göre ye­

terli değildir. Millet basit bir siyasi birlik değildir. Mille­

tin "geleneksel" olmadığını ileri sürenler, herhalde milleti gecekondu şekl.:nde gören yıllık ve haftalık millet d�ün­

mektediler. Oysa milletin tarihinde de görüldüğü gibi boy ve kavmi özelliklerin aşılarak kültürün millileşmesi esas­

tır. Bundan dolayı millet ne kavmi, ne coğrafi, ne de iradi bir topluluk olarak kabul edilmektedir.

Tekrar Türkiye'nin etnik yapısına merak sararak

Tekrar Türkiye'nin etnik yapısına merak sararak

Belgede TURAN KÜLTÜR VAKFI * * (sayfa 91-116)