• Sonuç bulunamadı

Dindar ailelerin çocuklarında karşı cins arkadaşlık algısı: Lise son sınıf öğrencisi gençler üzerine bir araştırma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dindar ailelerin çocuklarında karşı cins arkadaşlık algısı: Lise son sınıf öğrencisi gençler üzerine bir araştırma"

Copied!
170
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

DİNDAR AİLELERİN ÇOCUKLARINDA

KARŞI CİNS ARKADAŞLIK ALGISI

(Lise Son Sınıf Öğrencisi Gençler Üzerine Bir Araştırma)

M. Bahaddin Koç

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Mustafa Aydın

(2)

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Adı Soyadı Muhammed Bahaddin KOÇ

Numarası 044205001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı SOSYOLOJİ

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mustafa AYDIN

Ö ğ re n c in in

Tezin Adı Dindar Ailelerin Çocuklarında Karşı Cins Arkadaşlık Algısı

(Lise Son Sınıf Öğrencisi Gençler Üzerine Bir Araştırma)

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan “Dindar Ailelerin Çocuklarında Karşı Cins Arkadaşlık Algısı (Lise Son Sınıf Öğrencisi Gençler Üzerine Bir Araştırma)" başlıklı bu çalışma 22/06/2011 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler İmza

Prof. Dr. Mustafa Aydın Tez Danışmanı

Doç. Dr. Köksal Alver

Doç. Dr. Ramazan Yelken

Üye

(3)

Bilimsel Etik Sayfası

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Muhammed Bahaddin KOÇ

(4)

ÖNSÖZ

Hayatımızın her dönemine damga vuran olaylara ve duygulara eşlik eden insanlar vardır şüphesiz. Bu insanların genellikle akranlarımız ve arkadaşlarımız olduğunu fark etmek için geçmişe kısa bir yolculuk yapmak yeterli olacaktır. Bu arkadaşlıkların cinsiyetlere göre farklılaşmasını ve özellikle karşı cins arkadaşlığının dindar ailelerin çocukların penceresinden algılanma biçimlerini anlama çabasının ürünü olan bu tez konusunun; sosyolojinin kazandırdığı gözlem yeteneğinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını kabul etmek gerekiyor.

Gelişen ve farklılaşan dünyada değişimin en çok etkilediği alan olarak karşımıza çıkan yaşam tarzı, belki de konjoktüre bağlı olarak toplumun farklı kesimlerinde daha yoğun hissediliyor. Özellikle dindar kesimi içine alan bir değişimi anlamaya yeni kuşağın karşı cins arkadaşlık algısı üzerinden başlamanın, aynı zamanda gençleri anlamak ve gençlerin dindar ailelerin içindeki konumlarını da görmek anlamına geliyor. Araştırmada tercih edilen yöntem ve teknik ise; bu değişimi anlamaya yardımcı olacak önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.

Çevremde olup bitenleri bir araştırmanın konusu haline dönüştürme fikrine ve araştırmanın vücuda gelme sürecine katkılarından dolayı kuşkusuz bir dizi isim teşekkürü hak ediyor.

İlgisini ve nezaketini her zaman saygıyla anacağım değerli danışmanım Sayın Mustafa Aydın’a; sürecin en başında fikrimi destekleyen ve bu mayanın tutacağına inanmamı sağlayan kıymetli hocam Ertan Özensel ile yüksek lisans ders ve tez dönemi boyunca eleştirisini, tavsiyesini, katkısını esirgemeyerek yolumu aydınlatan dostum Mehmet Ali Aydemir’e en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.

Duygularını açan ve görüşlerini içtenlikle paylaşan genç hanımlara / beylere; tez yazım sürecinde kütüphanelerini cömertçe istifademe açan çok sevgili mesai arkadaşlarıma ve maddi manevi desteklerini her an yanımda hissettiğim aileme de teşekkürü bir borç biliyorum.

M. Bahaddin Koç İstanbul – 2011

(5)

İÇİNDEKİLER

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU... II

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... III

ÖNSÖZ...VI ÖZET... VII SUMMARY ... VIII GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. Metodoloji ... 4 1.1. Amaç ... 4 1.2. Yöntem ve Teknik ... 4 1.3. Örneklem ... 6 1.4. Sınırlar... 7 1.5. Tanım ve Kavramlar ... 7 İKİNCİ BÖLÜM 2. Kavramsal Çerçeve ... 9 2.1. Dindarlık Kavramı ... 9

2.1.1. Dindarlığın Ölçülmesi Problemi ... 13

2.1.2. Bir Yaşam Biçimi Olarak Dindarlık... 18

2.1.3. Değişen Dindarlık Algıları... 22

2.1.4. Dindarlıkla Etkileşim İçindeki Faktörler ... 27

2.2. Cinsiyetin Oluşumu ve Toplumsal Cinsiyet...…… 35

2.2.1. Kadın ve Erkek Arasındaki İş Bölümü...…… 41

2.2.2. Bir Toplumsal Cinsiyet Tartışma Alanı Olarak Dindarlık ...…45

2.2.3. Dindar Kadın ve Erkeğin Dönüşümü ...…54

2.3. Sosyal Bir Olgu Olarak Arkadaşlık ...…… 61

(6)

2.3.2. Arkadaş Belirleme Kriterleri...…… 69

2.3.3. Karşı Cins Arkadaşlığı...…… 74

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. Araştırma Bulguları ... 82

3.1. Dindarlığın Algılanışı/Algılanan Dindarlık: Bir Çerçeve ... 82

3.2. Dindarlığın Yaşandığı Çekirdek Cemaat: Aile... 91

3.3. Dindarlığın Ritüelleri ve Tezahürleri: Namaz ve Başörtüsü ... 98

3.4. Dindarlık ve Toplumsal Cinsiyet Rollerinin İnşası ... 104

3.5. Eş Seçme ve Aile Kurma Sürecinde Dindarlığın Etkisi ... 113

3.6. Gençlerin Arkadaşlığı Algılama Biçimleri: Dost, Kanka, Bacı, Din Kardeşliği ... 122

3.7. Karşı Cinsle Temaslar: Arkadaşlık, Mahremiyet, Klişeler ve Sınırlar... 132

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 150

(7)

ÖZET

Karşı cins arkadaşlık algısı, genelde insan ilişkilerinin özelde de ergenlerin arkadaşlarıyla iletişim biçimlerinin önemli bir boyutunu teşkil etmektedir. Dindarlığın yaşam tarzı ile seküler hayatın karşı cins arkadaşlığını normalleştirmesi bir çatışmayı da beraberinde getirmektedir. Bu çatışmanın en yoğun yaşandığı doğal bir alan, kuşak çatışmalarının da potansiyelini barındıran aile ortamıdır. Anlamaya çalışan sosyolojinin önemli bir yöntemi olan nitel araştırma yöntemi ve odak grup görüşme tekniği birinci bölümde ele alınmıştır. Dindar ailelerin çocuklarının karşı cins arkadaşlık algısını anlama sürecinde ise dindarlık, cinsiyet ve arkadaşlık kavramları ikinci bölümde tartışılarak kavramsal çerçeve çizilmiştir. Üçüncü bölümde de araştırma bulguları analiz edilmiş, karşı cins arkadaşlık algısı, dindarlığın, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin, arkadaşlığın evreninde değerlendirilmiştir. Dindar ailelerin lise son sınıfta okuyan çocukları, hayata bakışlarını, yaşamı anlama ve algılama biçimlerini, karşı cinsi ve karşı cinsiyeti; dindarlık ile arkadaşlık kavramlarının ekseninde paylaşarak, anlamaya çalışan sosyolojiye katkıda bulunmuşlardır.

Anahtar kelimeler: dindarlık, arkadaşlık, toplumsal cinsiyet, flört, aile, dostluk, etnometodoloji, odak grup görüşmesi, Konya.

Adı Soyadı Muhammed Bahaddin KOÇ

Numarası 044205001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mustafa Aydın

Ö ğr en ci n in

Tezin Adı Dindar Ailelerin Çocuklarında Karşı Cins Arkadaşlık Algısı

(8)

SUMMARY

The perception of friendship with opposite sex constitutes an important dimension of communication forms of human relationships in general, of adolescents with their friends in particular. Lifestyle of pious people and normalization of friendship with opposite sex through secular life leads to a conflict. An ordinary field of intensive conflict occures in family life including intergenerational conflict in potential. Qualitative research method which is a significant method of sociology and the technique of focus group are discussed in the first part. Then in the process of the perception of friendship with opposite sex of pious families’children, through discussing concepts of piety, gender and friendship conceptual framework is drawn in the second part. In the third part, the results of the research is examined, the perception of the opposite sex is evaluated in the universe of piety, sexuality, gender and friendship. Through analysing the vision of life, the forms of understanding and the perception of life, the perception of frienship with opposite sex and sexuality, of children of pious people in the last class of high school is contributed to sociology in an explanatory manner.

Keywords: piety, friendship, gender, flirtation, family, amity, ethnomethodology, focus group interview, Konya

Adı Soyadı Muhammed Bahaddin KOÇ

Numarası 044205001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mustafa Aydın

Ö ğ re n c in in Tezin İngilizce Adı

The Perception of Friendship with Opposite Sex of Pious People’s Children

(A research on the Adolescent Students in the Last Class of High School)

(9)

Giriş

Çocukluktan yetişkinliğe geçiş süreci, insanın hayatındaki önemli kırılma dönemlerinden biridir. Bu dönemde birey; gelişen, değişen, farklılaşan dış dünyaya; gelişen, değişen farklılaşan bir bedenle, bir zihinle ve bir duygu dünyasıyla uyum sağlamaya çalışmaktadır. Çocukluk ve yetişkinlik arasında gidip gelen duygu duru-munun getirdiği gerilimlerin damga vurduğu ve her türlü etkiye açık olan bir dönemdir olduğu konusunda neredeyse konuyla ilgilenen hemen herkes hemfikirdir. Her şeyden önce bir süreç olarak kabul edilmesi gereken bu dönemde sürece etki eden birden fazla faktörden bahsetmek mümkündür. Bunları aile, arkadaşlık ve cinsiyet şeklinde sıralamak mümkündür.

Aile; süreci etkileyen faktörlerin en önemlisidir. Aile ortamı, ailenin yetişme, yetiştirme ve yetiştirilme tarzı, ailenin gelir durumu, ailenin yaşam biçimi ergenlik dönemini etkileyen unsurların başında gelmektedir. Arkadaşlık; kişiye ve ailesine bağlı olarak zaman zaman aileden daha etkin, bazen de ailenin gölgesinde kalan, ama varlığını ve yokluğunu her an hissettiren ve sosyal bir varlık olan insanın, sosyal yönüne bakan diğer bir önemli faktördür. Etkileşim sürecine içerden müdahil olan diğer bir etkendir de cinsiyettir. Cinsiyete göre ailenin etki alanı artar ya da azalır; arkadaşın belirleme gücü yükselir ya da düşer. Cinsiyet; faktörlerin etkisinin gücünü, şiddetini ve etkileşimin boyutlarını belirleyen önemli bir olgudur. Denilebilir ki bu üç faktör birbirleriyle etkileşim içinde kalarak bireyin bu en önemli gelişim dönemi üzerinde belirleyici rol oynamaktadır.

Dindarlık ise; insanoğlunun hayat serüvenine başlarken kullandığı yollardan biri, belki de en çok tercih edilenidir. Yaratılıştan gelen bir takım ihtiyaçların; inancın, iç huzurunun, güvenin, vicdani tatminin karşılanması adına en çok başvurulan kurum olan dinin; en çok benimsenen yaşam tarzıdır dindarlık.

İşte insan hayatının önemli kırılma dönemlerinden biri olan bu geçiş sürecinde, tercih edilen bir yol haritası üzerinde, aile, arkadaşlık ve cinsiyet faktörlerinin birbirleriyle etkileşiminin ele alınarak, dindar ailelerin çocuklarında karşı cins arkadaşlığı algısının tartışılması araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu algının belirlenmesinde çevrenin, arkadaşın, özellikle de dindar olan ailenin oynadığı rol tespit edilmeye çalışılmıştır.

(10)

Modern hayat, aile ile çocuğun kaliteli birlikteliğine imkân vermeyen bir disipline sahiptir. Bireyin nesneleşmesi ve benmerkezci anlayışın teşvik edilmesi, aynı çatı altında yaşayan fertlerin birbirlerine yabancılaşmasına neden olmaktadır. Ailenin her ferdinin kendine özgü ve neredeyse sadece kendine hitap eden bir yaşam alanı oluşmaktadır. Kendi zevkleri, kendi merakları, kendi ilgileri ile tüm zamanını dolduran birey, aile fertleriyle ortak paylaşımını mekânla sınırlandırmaktadır.

Öncelikli yaşam alanı aile olan din ise, aile ile birlikte bu süreçten en çok etkilenen kurumların başında gelmektedir. Zira dini pratiklerin birincil uygulama alanı etkileşime açık, sosyalleşmiş bir aile ortamıdır. Dindarlığı benimsemiş ve hayatını dine göre şekillendirme kararı almış bir ailenin karşısına çıkan en etkili caydırıcı unsur ise kuşkusuz modern hayatın renkli dünyasıdır. Sınırları, prensipleri, ödülleri, cezaları kısacası kuralları olan bir yaşam biçimi olan dindarlığın karşısında, sınırları esnemiş, prensipleri zayıflamış, ödülleri daha renkli ve ön planda, cezaları tehlikeli ama geri planda, kuralları ise sürekli değişen ama kuralsızlığı yücelten bir yaşam biçimi yer almaktadır.

Bu meydan okumanın en belirgin sahası çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecindeki gençlerdir. Dönem itibariyle her türlü yeniliğe açık, değişmek ve değiştirmek isteyen, başkaldıran, kabullenmeyen, isyan eden, sorgulayan, araştıran, merak eden gençlerin modern dünyanın cezpediciliğine kayıtsız kalması nerdeyse imkânsızdır. Bu cazip hayatın en kolay ulaşılan ama en karmaşık ilişki biçimi ise karşı cins iletişimidir.

Sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası olan kadın erkek ilişkilerinin hassas dengeler üzerine kurulu olduğu gerçeği, dünyanın başlangıcından bugüne devam eden tartışmaların insanoğluna kazandırdığı en önemli farkındalıktır. İlk insan Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın başlattığı bu ilişki biçimi günümüzde de ilk günkü tazeliğini korumaktadır. Kadın erkek ilişkisinin bu kadar hassas olması, insanın dünya ile irtibatına yön veren, ilişkisine anlam katan bir boyutu olmasıyla ilgilidir muhakkak. İslam dininin kaynağı vahiy başta olmak üzere, diğer dinlerin kaynakları ile modern hayat üzerinde belirleyici rol üstlenen sistemler ve düzenler kabul ve ilan etmektedirler ki; kadın ve erkek birbirleri için yaratılmıştır. Birbirlerini tamamlamaktadırlar. Dolayısıyla hayatta mutlu olup huzura ermelerinin vesilesi birbirleridir. Fakat yine vahiy ve diğer inanışlar kabul eder ki; kadın ve erkek

(11)

birbirlerinin zaafıdırlar. Birbirlerine düşman olabileceği gibi, hayatı birbirlerine zindan edebilirler. Denilebilir ki, kadın ve erkek birbirlerinin cennetidir ve dahi birbirlerinin cehennemidir.

Her şeyin başlangıcı olan ve nerdeyse her şeyin şifresini içinde barındıran bu iletişim biçiminin dindar ortamlarda yetişen ve modern dünyada büyüyen gençlerin bakış açısından görme çabası, bu araştırmanın hayat bulma sebebi olmuştur.

(12)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. Metodoloji

1.1 Amaç

Dindarlığı bir yaşam biçimi olarak belirleyen ailelerin çocuklarında, dinin ve dindarlığın hassas bir şekilde üzerinde durduğu karşı cins ile iletişimin algı boyutlarını araştırmak çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bunu yaparken, aynı zamanda dinin insanlar ve insanlar arası ilişkilere etkisi, ailenin çocuklar üzerindeki belirleyici rolü, arkadaşlığın sosyalleşme süreçlerine katkısı gibi konular da ele alınarak, bu alanda ne olup bittiği hakkında detaylı fikir sahibi olunması hedeflenmektedir.

1.2 Yöntem ve Teknik

Araştırmada kullanılan yöntem ve teknik, birbirini tamamlayacak biçimde belirlenerek, yürürlükteki durumun en yalın haliyle ortaya koyulması hedeflenmiştir. Nitekim araştırma yöntemi araştırmanın amacını gerçekleştirebilmek için kullanılan genel yaklaşımı ifade ederken, araştırma tekniği bu yöntemin gerçekleştirilebilmesi için kullanılan bilgi toplama aracıdır (Türkdoğan, 1995: 167). Bu noktadan hareketle araştırmanın yöntemi olarak; insanların günlük yaşamdaki etkinliklerinin, özellikle toplumsal etkileşimin olduğu gibi kabul gören yönleri ile ilgilenen (Poloma, 1993: 244) etnometodoloji tercih edilmiştir. Etnometodolojinin araştırmadaki yöntem ihtiyacını tam anlamıyla karşılayacağı düşüncesi, gençlerin karşı cins algılarıyla ilgili neler olup bittiğini görme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Öte yandan anlamaya çalışan sosyolojinin, açıklamaya çalışan sosyolojiden daha çok önem kazanmaya başlamış olması (Coulon, 2010: 10) ile de dindarların dindarlığının karşı cins algısının oluşmasına etkisini anlama çabasının bu araştırmanın nedenini oluşturması örtüşmektedir.

Yöntemi takiben, araştırmanın içerdiği yoğun görecelilik ve hassasiyete binaen, çağdaş toplumbilimlerinin araştırmalarında en sık başvurulan bir gözlem tekniği olan (Sencer ve Irmak, 1984: 145) görüşme tercih edilmiştir. Dindarlığın ölçülmesi problemine üretilen çözümlere yöneltilen eleştiriler ve dindarlığın

(13)

anlaşılması sürecinde birtakım eğilimlerin belirlenmesi ve tutumların tespit edilmesinin yanında, bu eğilim ve tutumların gerekçelerinin de son derece önemli olması (Küçükcan, 2004: 323) bu tekniğin belirlenmesinde etkili olmuştur. Sencer ve Irmak’ın nicel ve nitel olarak ikiye ayırdığı görüşmede tercih edilen nitel görüşme olmuştur. Fakat “nitel görüşme” ifadesi tek başına kullanılan tekniği açıklamaya yetmemektedir. Bu noktada niteliksel araştırmada veri oluşturma tekniği olarak odak grup görüşmesi tekniği araştırmanın niteliğine en uygun teknik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Görüşülen kişilerden belli bir konuya ait düşüncelerini açıklayarak bu düşüncelerini grup içinde tartışabilmelerine imkân sunan bir teknik olan odak grup görüşmesi, grup etkileşimini kullanarak bu etkileşim olmaksızın ulaşılamayacak veriye ulaşmayı sağlamaktadır (aktaran Kümbetoğlu, 2008: 117). Araştırma konusunda yer alan cinsiyet, dindarlık ve özellikle arkadaşlık kavramlarının birebir görüşmeler yerine toplu görüşmelerle içeriklerinin daha rahat doldurulabileceği düşünülmüştür. Ayrıca araştırmanın bir hipotezinin olmaması ve yürürlükteki durumu anlama niyetiyle yola çıkılması hem etnometodoloji yöntemiyle hem de odak görüşme tekniği ile bağdaşmaktadır. Tekniğe bağlı olarak öncelikle konuya uygun örneklemler belirlenmiş, odak gruplar mümkün olan en iletişimi kurabilecek isimlerden oluşturulmuş, gruplara içerikle ilgili bilgi verilmiş ve önceden hazırlanan sorular eşliğinde görüşme ses kaydına alınmıştır. Şüphesiz hazırlanan sorular kılavuz niteliğindedir. Çünkü her görüşmede ana konuyla birlikte farklı yan konular tartışılacağı ön görülmüş, nitekim görüşme sürecinde de bu durum gerçekleşerek mevcut soruların dışına çıkma ya da yeni sondaj yapma ihtiyacı doğmuştur.

Belirlenen grupların üçünde grup etkileşiminin yüksek olmasına bağlı olarak tartışmalarda izleyici, yönlendirici bir moderasyon tarzı benimsenirken, grup etkileşiminin düşük olduğu grupta ise tartışmanın yapısını ve gidişatını belirleyen bir moderasyon biçimi üstlenilmiştir. Örneklem belirlenirken de rastlantısal olmayan bir yöntemin seçilmesindeki en temel gerekçe, bu tarz araştırmaların bir hipotez test etmekten çok, bir keşfetme, anlama çabası içermesidir (aktaran Kümbetoğlu, 2008, 117). Dindar ailelerin lise son sınıfta okuyan çocuklarının karşı cins arkadaşlık algılarını anlama çabası, birçok açıdan hem çevreyi, hem bir yaşam tarzını hem de bir bakış açısını keşfetmeyi beraberinde getirmektedir.

(14)

1.3 Örneklem

Kişiler seçilirken, en temel kriter olarak ailelerinin dindar olması belirlenmiştir. Bunu yaparken herhangi bir ölçek saptanmamış ve uygulanmamıştır. Seçilen kişilerin beyanatları bu konuda yeterli kabul edilmiştir. Nitekim görüşmelere katılanların tümünün annesi başörtülüdür ve babaları da dinin temel ibadetlerini yerine getirmektedirler.

Tamamı lise son sınıfta okuyan, dört ayrı gruptan oluşan ve 10’u kız, 11’i erkek toplam 23 kişiyle yapılan görüşmeler, dört ayrı oturumda gerçekleştirilmiştir. Özellikle lise son sınıf öğrencilerinin araştırmanın örneklemi için tercih edilmelerinin nedeni yaşları itibariyle hem psikolojik olarak hem de liseden mezun olup hayata atılma anlamında çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinin olgunluğunu taşıyor olmalarıdır. Kızlar ve erkekler öncelikle cinsiyete göre iki ayrı gruba ayrılmış, daha sonra kendi içlerinde tekrar iki gruba ayrılmışlardır. Cinsiyete göre gruplaşmanın nedenlerinden biri demografik diğeri ise etkileşimin arttırılmasının amaçlanmasıdır. İkincil gruplaşma kriteri ise aynı dünya görüşleri ve yaşam tarzlarının benimsenmesidir. Böylelikle dindar aile ortak paydasındaki farkı yaşam biçimini benimsemiş gençlerin algılarını karşılaştırma imkânını elde etme hedeflenmiştir.

Tamamı lise son sınıfta okuyan toplam 23 kişiyle yapılan görüşmeler, dört ayrı grup halinde gerçekleştirilmiştir. Yaşları itibariyle hem psikolojik olarak hem de liseden mezun olup hayata atılma anlamında çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinin olgunluğunu taşımaları nedeniyle lise son sınıf öğrencileri araştırmanın örneklemi için özellikle tercih edilmişlerdir. Kızlar ve erkekler öncelikle cinsiyete göre iki ayrı gruba ayrılmış, daha sonra kendi içlerinde tekrar iki grup oluşturulmuştur. İkinci gruplaşmanın kriteri ise farklı dünya görüşleri ve yaşam tarzlarıdır. Böylelikle dindar aile ortak paydasındaki farkı yaşam biçimini benimsemiş gençlerin algılarını karşılaştırma imkânı doğacaktır.

Beş kişiden oluşan ilk kız grubunun tamamı başörtülüdür. Başörtüyü dini bir kimlik olarak taşıdıklarını ifade eden kızların, hayata dair sorgulamaları ve entelektüel anlamda kendilerini yetiştirme gayretlerinin yanında; dinin emir ve yasaklarını teorik anlamda en üst düzeyde algılamaktadırlar. Öte yandan, bu emir ve yasaklar pratik boyutta ise aynı derecede yaşanmamaktadır. Bununla beraber karşı cins ilişkileri konusunda mesafelidirler ve hem kendilerini hem de çevrelerini

(15)

oldukça eleştirel bir perspektifle değerlendirmektedirler. Başörtüsü takmanın yanında diğer ibadetlerini de yerine getirme çabası içerisindedirler. Beş kişiden oluşan ikinci kız grubunun ise tamamının başı açıktır. Dini ve dindarca bir yaşam biçimini önemseyen ama bunu pratikte uygulamayan ya da uygulayamayan bir duruşları vardır. Olayları algılama ve yorumlamalarında dini hükümleri öncelikli kıstas olarak görmemektedirler. Karşı cins ilişkileri konusunda da esnek bir bakış açısına sahiptirler. İbadet konusunda ise istikrarlı bir duruş sergilemeyen kızlar, namaz ibadetini zaman zaman yerine getirirken, oruçlarını ibadetlerini ise aksatma-maktadırlar.

Yedi kişiden oluşan birinci erkek grubunda dindarlığın rengi özellikle teorik anlamda son derece belirgindir. Sorgulamaları ve entelektüel düzeylerini dini bakış açısından besleme gayretinde olan birinci grup erkekleri, namazlarını ve diğer ibadetlerini yerine getirmeye özen göstermektedirler. Altı kişiden oluşan ikinci erkek grubu ise dindarlığı sadece teorik planda önemsemekte ama pratiğe dökemedikleri konusunda da her fırsatta öz eleştiride bulunmaktadırlar. Namaz ibadetlerini, Cum’a namazı dâhil olmak üzere, çok seyrek yerine getiren ikinci grup erkekleri; karşı cins ilişkilerinde esnek sınırlara ve argo kullanımı konusunda da rahat tavırlara sahiptirler.

1.4. Sınırlar

Araştırmada dindar ailelerin çocukları örneklem olarak belirlenmiştir. Dindarlık, cinsiyet ve arkadaşlık olmak üzere üç ana başlık etrafında ele alınan araştırma konusunda, dindarlık bölümünde dindarlığın boyutları ve ebeveyn dindarlığının çocuk dindarlığına etkisi ile dindarlığın cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve arkadaşlıkla etkileşimleri incelenmiştir. Cinsiyet bölümünde toplumsal cinsiyetin dindarlıkla kesişen boyutları ile feminizmin dindarlıkla etkileşimi tartışılmıştır. Son bölüm olan arkadaşlıkta ise, arkadaşlığın sosyalleşmedeki rolü ekseninde yapılan tartışmalar arkadaşlık çeşitleri ve karşı cins arkadaşlığı ile sürdürülmüştür.

1.5. Tanım ve Kavramlar

Araştırmada öne çıkan üç önemli kavram, dindarlık, cinsiyet ve arkadaşlıktır. Bunun yanında toplumsal cinsiyet de farklı açılardan ele alınmış bir diğer önemli kavramdır.

(16)

Tanım olarak ise, araştırma bulguları bölümünde kendileriyle görüşme gerçekleştirilen kız ve erkeklerden “katılımcılar” şeklinde bahsedilmiştir.

(17)

İKİNCİ BÖLÜM

2. Kavramsal Çerçeve

2.1. Dindarlık Kavramı

Boyun eğmek ve karşılık görmek anlamına gelen din kavramından türetilen dindarlık, en kısa biçimde pratik hayata adapte edilen dini kuralların uygulanması şeklinde izah edilebilir. (Bayındır, 2004: 33) Elbette bu kadar kısa bir tanım, dindarlığın içini doldurmaya yetmeyecektir. Üstelik etimolojik açıdan birçok anlamı bünyesinde barındıran ve hem psikoloji ve sosyoloji disiplinlerinde hem de tarih ve ilahiyat alanlarında ayrı ayrı tartışılan din kavramının, çok boyutlu olarak tanımlanması gereken dindarlık kavramıyla ilişkilerini ortaya koymadan zihnin berraklaşması da mümkün gözükmemektedir.

Parsons’ın varoluşsal ve değerlendirici diye ikiye ayırdığı “fikirler”in, varoluşsal ve değerlendirici ön ayırımının ardından empirik ve empirik olmayan şeklinde tekrar ikiye ayırarak, empirik olmayanın altına konumlandırdığı din; bu kategorizasyonda bilim, felsefe ve ideolojiden farklı bir yere yerleştirilmiştir (Başer, 2000: 55). Dinin en başta bir fikir olarak kabul edilmesinden yola çıkmak, nesnel bir iddianın öznel yorumunu izah etme sürecine katkı sağlayacaktır. Bununla birlikte dini; bilim, felsefe ve özellikle ideolojiden ayrıştırmak da, sınırların belirlenmesi açısından önemlidir.

Kavramı kategorileştirme yoluyla daha iyi izah edebilme süreci, dinin sınıflandırılmalarıyla devam etmektedir. Birden fazla sınıflandırmanın yer aldığı bu alanda; dinler tarihçisi Ömer Budda’nın “ilkel dinler ve ileri dinler”; din sosyologu Joachim Wach’ın “geleneksel dinler ve kurucusu olan dinler”; Gustav Mensching’in “ulusal dinler ve evrensel dinler”; İslam düşünürlerinin “semavi ve beşeri dinler” ayrımları zikredilebilir (Aydın, 2000: 118). Ayrıca “doğruluk” kriteri açısından yine Müslüman ilim adamları tarafından yapılan ve hak din olarak İslam’ı kabul eden “hak din ve batıl dinler” sınıflandırması olduğunu da belirtmek gerekir. Bu tez çalışmasında da dindarlık kavramı, İslam dininin inananları, bir başka deyişle, İslam’ın dindarları ekseninde tartışılacaktır.

(18)

İslam’ı hak din olarak kabul etme ön kabulüyle başlama, ilk etapta nesnel bakış açısına zarar veren bir durum gibi görünse de, bu dinin temelini oluşturan vahyin “Allah katında geçerli din İslam’dır (Al-i İmran: 19)” ifadesi gereğince tartışılmazdır. Hatta dinin öznel uygulama alanı tam da burada başlamaktadır.

Dindarlığın bilimsel açıdan tanımı ise kestirmeden yapılamayacak kadar karmaşıktır. Öncelikle konuyla yakından ilgilenen birçok uzmanın da fikir birliği ettiği üzere, dinin tanımından bağımsız bir dindarlık düşünülemez. Johnstone’a göre dindarlık tanımı, dinin tanımı esas alınarak yapılabilir. Buna göre din, dinî grup üyeleri tarafından paylaşılan kutsal ve aşkın güçlere inanmaya odaklanmış inançlar ve pratikler bütünüdür (Karaşahin, 2008: 198). Ünver Günay ve Necdet Subaşı’ya göre de dindarlık göreceli bir kavramdır ve din ile ilgili tanımlamalardan bağımsız olarak ele alınamaz. Bu bağlamda dindarlık kelimesine, gerek günlük dilde, gerek de bilimsel terminolojide yüklenen ya da yüklenmek istenen anlam ile aynı çerçevede din kelimesine verilen anlam arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Günay’ın ifadesiyle dindarlık, “kutsal olanın yahut onun özel bir formu olmak itibariyle belli bir dînin muayyen bir zaman ve şartlarda belli bir kişi veya grup ya da toplum tarafından yaşanması”dır (Coştu, 2009a: 119). Sadece Kur’an’da karşılaşılacak nitelikteki bir tanım da dinin sosyal / ahlaki düzen olduğudur (Aydın, 2000: 105). Gerçekte de bu; dindarlığın tanımına en yakın tanım gibi gözükmektedir. Çünkü pratik bir alanın adı olan dindarlığı yine pratik bir alana işaret eden bir din tanımı tamamlamaktadır.

Anlaşılacağı üzere, dindarlık üstüne söz söyleyen herkesin ittifak ettikleri ilk konu, dindarlığın tanımını yapmanın güçlüğüdür. Tanımlamanın güçlüğü de dinden bağımsız bir dindarlık tanımının sağlıklı olmadığı yönündeki genel kanaattir. Zira her din, her toplum, her tabaka, hatta her yaşam tarzı kendi inanç ve ibadet yapısına göre farklı dindarlık biçimleri oluşturacaktır (Kurt, 2004: 266).Nitekim sözlükte de dindar, “dinin emrettiklerini yapan, yasaklarından kaçınan kimse, mütedeyyin” şeklinde tanımlanmıştır (Doğan, 2001: 323). Dinin tanımı farklılaşınca, dinden daha karmaşık ve daha göreceli olan dindarlığın tanımı da haliyle güçleşmekte ve neredeyse kişiye özgüleşmektedir.

Alanda çalışmalar yapan akademisyenlerin yaptığı tanımlardan hareketle dindarlık konusunda bir kanaat oluşturmak mümkündür. Bayındır; dindarın bir dine

(19)

uyan kimse olduğunu ve herkesin kendi dinine uymaya çalıştığını ifade ederek (Bayındır, 2004: 27), oldukça genel bir tanım yapmıştır. Bu tanım yukarda da dile getirildiği gibi, dinin tanımına doğrudan eklemlenmiş bir dindarlık algısını ortaya koymaktadır. Dinin tanımına ve din algısına göre değişip dönüşebilen bir dindarlık söz konusudur. Burada dinin kategorizesine girilmemesi dikkat çekicidir. Semavi olup olmaması, kitabı, peygamberi, kurucusu, ritüelleri vs. hiçbir kriteri önemli değildir. İnanan kişinin “bu dindir” demesi kâfidir.

Baykan’a göre, dindarlıkta içsel ilişkinin belirleyicidir ve bir dini bağlılık düzeyi olarak dindarlık kişisel ve içsel bir “hal”dir (Baykan; 2004: 142). Okumuş da paralel bir bakış açısıyla dindarlığın bireysel bir deneyim olduğu için kesin bir tanımının yapılmasını zor olduğunu belirtmiştir (E. Uysal, 2004: 85). Dinin daha çok yansımalarının göz önünde bulundurularak insanın amellerini, dini tutumunu, davranış biçimini yani dini yaşantıyı ifade eden, buna ilaveten inanç, bilgi, tecrübe, duygu, ibadet, etki, organizasyon gibi boyutları olan bir olgu olduğunu öne süren Okumuş; dindar hayatı “inanılan dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamak” şeklinde tanımlamıştır. Ünver Günay da; bireysel dindarlığı dînî inanç ve uygulamalara yönelik düşünüş, duyuş ve davranış tarzı biçiminde tezahür eder ve zihniyet şeklinde ortaya çıktığını ifade eder (Coştu, 2009a: 75). Bu tanımdan hareketle dindarlığın bireysel mi yoksa toplumsal bir olgu mu olduğu tartışmasına girmek kaçınılmazdır. Zira Sezen; dindarlığın kişinin ve dolayısıyla toplumun onu yaşamasını ona katılımını onu yorumlamasını ifade ettiğini ileri sürerek, bu durumun sosyolojik bir olgu olduğunu iddia etmektedir (Sezen, 2004: 237). Bu iddiasını da dindarlığın dikey ve yatay olmak üzere iki boyutu olduğunu, dikey boyutun kişinin kendisiyle baş başa kalarak yaşadığı dini, yatay boyutunun ise diğer insanlarla etkileşimle zuhur ettiğini söyleyerek temellendirmektedir. Dindarlık toplumda kültürde insanın kişiliğinde inşa edilen bir modeldir diyen Hökelekli, dindarlığın toplumsal olduğu görüşünü savunmaktadır (Hökelekli, 2004: 260). Aynı şekilde Hasan Kayıklık da; toplumsal dindarlık biçimini kaynağını toplumdan alan ve toplumla birlikte yaşanan bir dindarlık tipi olduğunu ve dinin, toplumsal sistem içerisinde cereyan eden ilişkiler yoluyla öğrenilip ve orada yaşandığını ifade etmektedir (Coştu, 2009a: 75). Denilebilir ki dinden bağımsız bir dindarlık olamayacağı gibi toplumdan bağımsız bir dindarlık çalışması da eksik kalacaktır.

(20)

Zira dinin toplumsal boyutuna sürekli atıf yapılarak bir yaşam biçimi olduğu iddiası, aslında bizzat dindarlığın tezahürü olarak şekillenmektedir.

Hem sosyoloji hem de ilahiyat literatürüne yakın bir akademisyen olan Arslantürk; dindarlığın psikolojik olduğu kadar sosyal bir olgu olduğunu ileri sürerek, dindarlığı din özelliği taşıyan herhangi bir dinin kabulü, benimsenmesi ve davranış haline getirilme derecesi olarak tanımlamıştır (Arslantürk; 2004: 239). Özellikle dinin ferdi mi yoksa toplumsal mı olduğu tartışmasına katkıda bulunan isimlerden biri de Ünver Günay’dır. Batıda Protestan ilahiyatçı ve filozofların etkisiyle, 18. ve 19. yy. sürecinde ortaya çıkan Sübjektivizmin dini tamamen ferdi bir olaymış gibi anlama eğiliminde olduğunu belirterek, gerçekte ise dini, psikolojik bir vakıa ve sosyal bir olay olması nedeniyle hem psikolojiyi hem de sosyolojiyi ilgilendirdiğini ileri sürmektedir (Günay, 1998: 208). Dindarlığın toplumsal ve bireysel alana dâhil olduğu konusundaki görüşler dini hayatın toplumdaki hem bireysel hem de toplumsal biçimlerde yaşandığı gerçeğini göstermektedir (Coştu, 2009a: 75). Nitekim dindarlık konusunda yapılan kimi araştırmalarda dindarlığın bireysel yönü ön planda tutulmakta ve dindarlık dine göre kişinin olumlu tutumu ve davranışlarıyla ortaya koyduğu bir dini yaşantı tarzı olarak kabul edilmiştir (V. Uysal, 2006: 46). Kimi araştırmalarda da; dindarlığın gelişmesinde aile, okul ve cami dışında, resmi olmayan eğitim kurumları, oyun ve okul arkadaşları, yakın akrabalar ve komşular, okunan kitap ve gazeteler, izlenen radyo ve televizyon programları ile çevredeki diğer insanların rolü olduğu ön plana çıkarılmıştır (Atalay; 2004: 187). Tüm bu tanımlar da göstermektedir ki; dindarlığın psikolojik ve sosyolojik iki önemli alana da nüfuz eden bir tartışma sahası mevcuttur.

Disiplinlerarası kesişme noktasında din bilimleri; dinler tarihi, din sosyolojisi ve din psikolojisyle belirginleşen bilimsel çalışma alanlarıyla ortaya çıkmaktadır (Aydın; 2000: 108). Buna bağlı olarak da dindarlığı bu alanların içinde tartışmak son derece normaldir hatta elzemdir. Çünkü boyutları itibariyle hayatın birçok alanında karşımıza çıkan ve hatta hayatın birçok alanına müdahil olan dindarlığın, tüm bu alanlarla yakından ilgilenen bilimlerin gündemine girmesi beklenen bir durumdur.

Bu çalışmanın konusunun özelde Müslüman dindarlığı olması nedeniyle, Müslüman dindarlığı tanımlarına da ayrı bir parantez açmak gerekir. İslam dini inanma, ibadet etme, dua etme gibi durumları; fert, aile ve toplumla ilgili bir takım

(21)

kuralları içine alan bir kurumdur. İslam’da dindarlık; din kurallarına bağlılık, dinî inancın güçlü olması anlamına gelir (Dalmış, 2009: 16). Müslüman İslam’a inanmış, Allah’a teslim olmuş, din olarak İslam’ı seçmiş kimse demektir İslam’a teslim olmanın boyutlarını ise, kalp ile yapılan imanı tasdik, dil ile iman ettiğini ikrar ederek tüm bedeni ve benliğiyle yaptığı ibadetlerdir. (Ece, 2000: 461). Bu tanımdan hareketle İslam’ın insanın tüm sosyal ve psikolojik hayatına müdahale eden bir yaşam biçimi olduğu sonucu çıkarılabilir. Din kavramının hayata yönelimli bir projeksiyon geliştirdiği bu durumda dindarlığın çevresinin genişlemesi de kaçınılmazdır (Tekin; 2004: 53). Müslüman dindarlığı da, hayatın her alanında ve her safhasında kendisini hissettirecek bir rol üstlenmektedir. İnsanın doğumundan ölümüne, eğitim hayatından aile hayatına, sosyal ilişkilerinden kendine karşı görevlerine, maddi kazancından topluma karşı görevlerine, bireysel ihtiyaçlarından tüketime kadar son derece geniş bir alanda dindarlığın tezahürlerini görmek için dikkatli bakmak yeterli olacaktır. Şüphesiz Müslüman dindarlığını diğer dindarlıklardan ayıran en önemli husus da, dini eğilimleri belli bir alana hapsetmeme konusundaki tavırdır. Bu tavır da, Müslüman dindarlığını sosyolojik ve psikolojik bir olgu olarak son derece ehemmiyetli bir statüye yükseltmektedir. Çünkü insanın ve toplumun tekâmül sürecinin her aşamasında kendine yer edinen bir olguyu es geçmek imkânsızdır.

Din tanımının öncelikli olması ve dindarlık tanımının dinin tanımından bağımsız gerçekleştirmenin sağlıksız olduğu görüşü aynı zamanda dindarlığın öznel uygulamaların bütünü olduğu anlamına da gelmektedir. Böylelikle nesnel bir din tanımında dahi gerçekleşecek olan uygulamalardaki farklılık, nesnel olmayan bir din tanımına bağlı olarak, dindarlık uygulamalarında çok daha fazla farklılıklara ulaşma söz konusu olacaktır. Denilebilir ki, din tanımı kadar ve dindarlık algısı kadar dindar vardır. Dindarlığın ölçülmesi de bir problem olarak bu noktada tartışılmaya başlanmıştır.

2.1.1. Dindarlığın Ölçülmesi Problemi

Ölçülebilirlik, sosyal araştırmaların önemli bir boyutudur. Empirik çalışmaların yaslandığı anket ve diğer araştırma yöntemleri, ölçülebilir tutum ve davranışların ortaya koyduğu sonuçlar üzerinden tezler ve kuramlar öne sürülmesine katkı

(22)

sağlamaktadırlar. Bunun için nicel ve kesin ölçümlere ulaşmanın ilk ve en yalın yolu, değerlendirici ya da yanıtlayıcı niteliğindeki kişilere, bir değişkenin çeşitli seçeneklerine ilişkin yargılarını inceletme olanağı veren bir teknik demek olan, değerleme ölçeği kullanmaktır (Sencer, M, Irmak, Y, 1984: 225). Değerleme ölçeğinin dindarlığın ölçülmesinde kullanımıyla ilgili tartışmalar ise literatürde önemli bir yer işgal etmektedir.

Kişinin dindar olup olmadığı hakkında fikir yürütmek, sahip olduğu dini inanç ve bilgi seviyesine göre somutlaşan tutum ve davranışları gözlemlemekle mümkündür. Bu noktada, dindarlık tutumlarının ölçülmesi ve buradan hareketle kişilerin yönelim düzeylerinin saptanması gündeme gelmektedir (Coştu, 2009b: 122). Dindarlığın bir davranış ve tutum olarak deneysel bir araştırmanın konusu haline gelerek ölçülmesi probleminin tartışmaları ise Batı kaynaklıdır. Nitekim 1930’larin başlarından itibaren dindarlık ve dinî çevre çeşitliliği, deneysel olarak incelenmeye başlanmıştır. Bundan yaklaşık on yıl sonra da bireyin kiliseye devam edip etmemesi ve bu katılıma bağlı duyguları dindarlığın ilk ölçütü olarak kullanılmıştır (Karaşahin, 2008: 194 vd).

Dindarlık ölçme çalışmaları gerek Batıda ve gerekse ülkemizde 1980’lerden sonra yoğunlaşmasına rağmen özellikle 80’lerden önce geliştirilen iki ölçeğin bu alanda oldukça etkin olarak kullanıldığı söylenebilir. Bunlardan biri Glock ve Stark’ın dini inancın boyutları ölçeği diğeri ise Allport ve Ross’un dini yönelim ölçeğidir (Mehmedoğlu, 2006: 470). Dinin çok boyutlu olduğu kuramının altında da yine Glock imzası vardır. Öncelikle öne sürdüğü dört ana boyutu – inanç, ibadet, tecrübe, bilgi- ve daha sonra Stark ile birlikte bir boyut daha ekleyerek – etki – toplamda beş boyutlu olduğu iddiasından hareketle Nunning tarafından uygulanan dindarlık ölçeği boyutlar arasındaki ilişkiyi doğrulamıştır. Ne var ki faktör analizine göre genel dindarlık bağlığı altında toplanması bir yana Clayton ve Gladden tarafından dinin sadece inanç boyutunun olduğu ve bu ölçeğin sadece Hristiyan denekler üzerinden genelleme yaptığı ileri sürülerek eleştirilmiştir (Karaşahin, 2008: 193 vd). Batılı kaynaklardan tevarüs edinilen dindarlığın ölçülebilirliği problemi birçok açıdan eleştiriye açıktır. Fakat en önemli eleştiri boyutu, Batıdaki hâkim din olan Hristiyanlık ile toplumumuzun büyük bölümünün mensubu olduğu İslamiyet arasındaki derin farklardan doğacak güvenilirlik sorunudur.

(23)

İlerleyen bölümlerde daha detaylı bir biçimde tartışılacak olan dindarlığın, en geniş anlamda “yaşayan din” olduğu kabulünden hareketle önemli bir yer tutan ibadet konusundaki farklar, dini yönelim ölçeğinin bir başka tartışma alanıdır. Örneğin Hristiyanlıkta yer alan ve sakrament adı verilen kutsal görevler, dua ve perhiz şeklindeki bir oruç olarak belirlenen ibadetler ve dini bayramlardan (Demirci, 2006: 770), 5 temel ibadet şeklinde ortaya koyulan, Namaz, Oruç, Zekat, Hacc ve Kelime-i Şehadet (Kılavuz, 2006: 964) pratiklerinin birbirinden farklı olması ve buna bağlı olarak da dindarlık algısının farklı tezahür edeceği bir gerçektir.

Ülkemizde ise, dindarlık ölçme çalışmaları 1962’de Mehmet Taplamacıoğlu, 1977’de Erdoğan Fırat, 1989’da Kayhan Mutlu’nun araştırmalarıyla başlasa da; bu araştırmaların şablonu, Batı kaynaklı araştırmaların uyarlanmasından ibarettir. Bu da dindarlık tartışmalarının ve araştırmalarının yapıldığı alanlarda bir özgünlük sorununu da beraberinde getirmektedir (Coştu, 2009b: 123). Mutlu’nun; bir insanın dindarlığın ve dini değerlerle ilgili görüşlerini; sosyolojik anlamda objektif olarak ölçme biçimini tartışırken “yurt dışındaki sosyologların araştırmalarını esas aldığı”nı ifadesi (Mutlu, 1989:194), bu durumun somut örneğidir. Bununla beraber 1989 yılında yaptığı “Bir Dindarlık Ölçeği, Sosyolojide Yöntem Üzerine Bir Tartışma” adlı çalışma o zamana kadar bu sahada yapılan en ciddi çalışma olarak kabul edilir (V. Uysal, 1995: 263). Mutlu’ya göre bu araştırmada sözü edilen geliştirilmiş olan dindarlık ölçeğine göre bir insan dindar denilebilir ve bu sonuç sosyologun kişisel yorumu değil ölçekle toplanan verilerin sonucu olarak kabul edilmelidir (Mutlu, 1989: 198). Mutlu’dan sonra M.Emin Köktaş’ın Müslüman dindarlığı ile ilgili gerçekleştirdiği ve dindarlık kavramını Glock’a benzer bir şekilde beş boyutlu olarak tanımlamaya çalıştığı ölçek literatüre yerleşmiştir (Onay; 2001: 443). Uysal da; “asıl amacının ilmi standartlar çerçevesinde ve Müslümanlar için geçerli bir “İslami dindarlık Ölçeği” geliştirmeye yönelik olduğunu” ifade ettiği çalışmasında (V. Uysal, 1995: 264 vd.), 5 boyutlu/faktörlü bir ölçek geliştirmiş, faktör analizi neticesinde de bu beş boyutun birbirleriyle bağlantılı olduğunun görüldüğünü belirtmiştir. Uysal’ın ortaya koyduğu bu ölçek, halen alanda en çok kullanılan Müslüman dindarlık ölçeğidir. Farklı ölçekler de bundan esinlenerek geliştirilmiştir. Yine de tek boyutlu dindarlık algısı ya beş boyutla sınırlandırılan dindarlık ölçeğinin tek başına tamamen sağlıklı bir sonuç vereceğini düşünmemek gerekir. Çünkü değişen dünya algısı,

(24)

yaşam biçimleri ile gözlemin tamamen dışarıda bırakılması en doğruya ulaşma konusunda engel oluşturmaktadır. Bununla beraber ilerde tartışılacak olan dindarlığı etkileyen faktörler ve dindarlığın bir süreç olduğu gerçeği bu fikri güçlendiren unsurlardandır.

Dindarlığın karmaşıklığını anlama sürecine katkı sağlayan bilimsel çalışmaların başında gelen dindarlığın boyutlar şeklinde izah çabalarında ilk adım, Glock’un Stark ile birlikte geliştirdiği ve ABD’deki dini yaşayış araştırmasında ortaya koyduğu beş boyuttur (Günay, 1998: 217). Bunlar inanç (belief), dini pratikler (practice), tecrübe (experience), bilgi (knowledge) ve etkiler (consequences) boyutlarıdır. Önemli din sosyologlarından J. Wach’ın üç boyutlu tasnifinde ise; dini tecrübenin teorik, pratik ve sosyolojik anlatımı yer almaktadır (a.g.e.:217). İslami gelenekteki dini yaşayışın üç boyutu da itikat, ibadet ve ahlak şeklinde ifade edilmektedir.

Sosyal hayata yansıyan bu dinî yaşamın inanç, ibadet, dinî tecrübe, dinî bilgi ve dinî etkileme gibi kategoriler içinde kendini ifade etme imkânı bulmasında ve sistemli bir şekilde kullanılmasında öncü olmuştur (Güvendi; 2008: 45). Kayıklık; Glock’un tasnifindeki dindarlığın inanç boyutunu, her dinin mensuplarının onaylamasını beklediği bir inanç bütününü bünyesinde taşıması şeklinde aktaran Kayıklık, dini pratiklerin ibadet ve bağlılıkları içeren ayin, dua ve dini törenler gibi eylemler olduğunu söyleyerek özetlemektedir (Kayıklık, 2006: 493). Örneğin İslam’ın 5 temel şartı dini pratiklere örnek gösterilebilir (Kılavuz, 2006: 964). Tecrübe ise duygu boyutu şeklinde izah edilmiş, inanç ve uygulamalarla ilişkili ama onlarda daha hassas ve daha kapalı olan bir yaşantı olduğu belirtilmiştir. Bilgi boyutu ise dine özgü temel kurallar olarak ifade edilmiştir. Buna da İslam’da dinin önemli farzlarının ezberlenmesinin önemsenmesi örnek verilebilir. Çünkü insan bilmediği şeye inanamaz ve uygulamaya da koyamaz. Hatta İslam’ın bilgi kaynağı olan vahiy de bizzat bilinçli bir imanı önermektedir.

Kayıklık bu dört boyutun dinsel bağlılığı belirlemek için tam bir referans çerçevesi oluşturabileceğini savunmuştur. Fakat aralarındaki ilişkinin deneye dayalı veri olmaksızın açıklanamayacağını da ekleyerek, dindarlıkta ölçmenin ehemmiyetine vurgu yapmıştır. Bununla birlikte boyutlar arası dindarlık verilerinde

(25)

farklılık olabileceği, bir boyutta dindar görünen bireyin diğer boyutta dindar olmadığının görülebileceğini eklemiştir.

Glock’un dindarlığın boyutlarının sonuncusuna geçmeden önce, Uysal’ın geliştirdiği İslami dindarlık ölçeğinde, boyutlara tekabül eden sorulara göz atılarak elde edilmek istenen bulguların ve boyutların tekabüliyetleri daha açık anlaşılacağı muhakkaktır. Şöyle ki; inanç boyutunda; mutlak bir kudret sahibi olarak Allah’a inanma, Kur’an ve Sünnet’e, Ahiret Günü’ne inanma ölçülmüştür. Bilgi boyutunda Kur’an’ın orijinal metninden okumayı bilme düzeyi ve okuma sıklığı sorulmuş, ibadet boyutunda ise cemaatle namaz kılma sıklığı ve dini sohbetlere katılma düzeyi sorgulanmıştır. (V. Uysal, 1995: 266). Kayıklık, beşinci boyut olan etki boyutunu diğer dört boyuttan farklı olduğunu ifade ederken “teolojik anlamda ‘iş’” ifadesini kullanmıştır. (Kayıklık, 2006: 493). Bunun ise bireyin gün be gün yaşadığı dinsel bilgi, tecrübe uygulama ve inançlarına tekabül ettiğini ve düşünce - davranış biçimlerine kural koymaya kadar insan hayatına hâkim olan boyut olarak aktarmaktadır. Aslında bu çalışmanın konusuna en yakın boyut da budur. Hayatın en önemli parçalarından olan sosyal ilişkilerde belirleyici motivasyonları tespit çabası, teoride doğrudan sosyal hayata müdahil olan/olması gereken dinin/dindarlığın, pratikte ne kadar müdahil olduğunu görme fırsatı verecektir.

İslami geleneğin dini yaşayışın boyutlarından itikat ve ibadetten sonra zikrettiği ahlak da, aslında bu alana karşılık gelmektedir. Çünkü din aynı zamanda, içerisinde inanç ibadet ve ahlak kurallarının yer aldığı ilahi kaynaklı bir sistemdir ve bu sistem kendisini kabul edenlerin hayatına yön vererek bireyin davranışlarında ve ilişkilerinde belirleyici olur (E. Uysal, 2004: 85). J. Wach’ın üç boyutlu tasnifinde ise yer alan dini tecrübenin teorik anlatımı akideye, pratik anlatımı ibadete ve sosyolojik anlatımı da dini cemaat ve topluluğa tekabül etmektedir. Nitekim dini cemaatler, gruplar ve topluluklar da dini inanç ve pratiklerin yön verdiği birer sistemdirler ve yaşam alanı buldukları ortamlarda sosyal, sosyo-ekonomik, kültürel ve hatta politik çevrelerle ilişkiler kurmaktadırlar (Günay, 1998: 230). Dindarlığın tasnifi açısından bu üç değerlendirmenin öne çıkan en çarpıcı ortak noktaları, etki boyutu, ahlak ve sosyolojik anlatım boyutlarıdır. Bu boyutlara “süreç odaklı dindarlık anlayışı” ifadesini yakıştırmak belki sıra dışı ama kuşkusuz yerinde olacaktır. Çünkü dinin sosyal hayata müdahil olması; yönelimlerde kendini

(26)

bulmaktadır. Yönelimlerde kendini bulan dindarlık anlayışı, ölçeklere, anketlere, araştırmalara, veri – bulgu – analiz olarak girmekte, bununla birlikte önce bireyin sonra da toplumun dini algılama ve hayata adapte düzeyleri ortaya çıkmaktadır.

2.1.2. Bir Yaşam Biçimi Olarak Dindarlık

Sosyal bir varlık olan insanın bireysel ve toplumsal ihtiyaçları vardır. Doğduğu günden yaşamının sonuna kadar ortaya koyduğu tavır ve davranışlar vardır. Gün doğumundan batımına kadar son derece çeşitli ilişkileri, iletişimleri, alışkanlıkları, yargıları vardır. Tüm eylemlerine eşlik eden duyguları vardır. Sevgisi, nefreti, özlemi, öfkesi, heyecanı, şaşkınlığı, sevinci, hüznü, korkusu ve umuduyla davranışlarına renk verir, yön verir, anlam katar; bir yandan da dış dünyayı anlamaya çalışır. Tüm bu davranışların, dolayısıyla duyguların arka planında da motivasyonlar, güdüler yer almaktadır. Çünkü insanın davranışlarının arka planında yatan güdülenme, psikolojinin keşfettiği en önemli kavramlardan biridir ve aslında “niçin?” sorusunun cevabıdır (Cüceloğlu, 1998: 230). Genelde dindarlık, özelde de Müslüman dindarlığı bu bağlam içinde değerlendirildiğinde, ortaya yeni bir dindarlık algısı değil belki ama doğru bir dindarlık algısı çıkacağı muhakkaktır. Çünkü İslam dininin temel referanslarına; yani vahiy ve peygambere, Kur’an ve Sünnet’e bakıldığında akla atıf yapılan ve sorgulayan, “neden ve niçin” ini araştırıp anlamaya çalışan bir Müslüman/dindar modeli çizildiği görülecektir (Erdoğan, 2011: 62). Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Kitab’ı okuyup duruyorsunuz, hala düşünmeyecek misiniz? (Bakara: 44)” sorusu muhatabını sorgulamaya sevk etmektedir.

İnsanın istek ve arzularına ve ihtiyaçlarına göre dindarlık algısı ve davranışı arasında anlamlı ilişki vardır (Arslantürk, 2004: 253). Bununla birlikte dindarlığı besleyen ve geliştiren öğe de ibadettir (Tekin, 2004: 49). İbadet bir din mensubunun yapmakla yükümlü oldukları o dine ait ameller ve uygulamalardır. İslam âlimleri genellikle ibadeti üç gruba toplamaktadırlar. Bunlar namaz, oruç ve dua gibi bedenle yapılan ibadetler; zekat, kurban, fitre gibi mal ile yapılan ibadetler; hac gibi hem mal hem de bedenle yapılan ibadetlerdir (Günay, 1998: 225). Bir müminin Allah’a iman ettikten sonra hayatın bütününü ibadet haline getirebilmesi mümkündür. Çünkü ancak hayatını ibadetleştiren mü’min, gerçek anlamda dindar olabilecektir (Tekin, 2004: 63). Bunu gerçekleştirmenin en pratik yolu da, yapılan her işi Allah’ın rızasını

(27)

kazanma güdüsüyle yerine getirmektir. Dinin temel kaynaklarında buna ilişkin birçok atıf bulmak mümkündür. Hayatın bütününe nüfuz eden dinin; hayatın tümü içinde yer alan tavır ve davranışları ibadet kategorisinde kabullenmesi de aslında son derece normaldir. Haram ve helal, sevap ve günah, iyi ve kötü filtrelerinden geçirilerek atılan adımlar, doğal bir ibadet hüviyeti kazanacaktır. Böylelikle hakkını vererek, emekten çalmadan yapılan çalışma da ibadet olacak, birbirlerini kırmamaya özen göstererek geçinen karı – kocanın evdeki iletişimleri de ibadetten sayılacaktır.

T.C. Başbakanlık, Aile Ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından altı bin kişiye ulaşarak yaptırılan Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması (2010), din ve gelenek konusunda oldukça çarpıcı veriler elde etmiştir. Özellikle günlük hayatın dini kurallara göre yaşanması gerektiği düşüncesine yönelik % 73’lük katılım, dindarlığın bir yaşam biçimi haline getirme iradesinin (en azından arzusunun) oldukça yüksek olarak kabul edilmelidir. Bunu takiben katılımcıların % 85’inin de insanın sık sık dua etmesi gerektiğini düşünmesi, ibadet ya da Allah’a yakın olma konusunda halkın yaygın kanaatini ortaya koymaktadır.

Evrensel olduğunu iddia eden ve insanlığın ortak değerleriyle bütünleştiğini öne süren bir dinin örtüşmesi gereken en temel kavram şüphesiz ahlaktır. Nitekim ahlaki tavır ve davranışların, dini yaşayış biçimiyle ilişkilerini ortaya koymak, dindarlığın temellerini netleştirmek adına da önemlidir. İslam ahlakçılarının ortak tanımıyla nefiste yerleşmiş bir meleke yani davranış olarak belirlenen ahlakın (E. Uysal, 2004: 85), kelime kökü itibariyle “huy” ile akraba olması, iyi huylu insanın iyi ahlaklı, kötü huylu insanın da kötü ahlaklı olarak adlandırılmasına sebep olmaktadır.

İslam hukuku olan fıkıh ilmi ile ilgilenen hadis ve hukuk bilginlerinin yazdıkları ahlak kitaplarında genel olarak Kur’an ve Sünnet’te belirtilen ahlaki emirler ve kuralların şerh edilmesi ve açıklanmasının esas oluşu (Kıllıoğlu, 1990) ahlak ile din arasındaki bağların boyutlarını göstermesi açısından önemlidir. “Din hayatın kaynağıdır, ahlakın köküdür” diyen E. Boutroux; ve “dini inancın değeri, ahlaki hayata temel oluşundadır” diyen Voltair ise; tarih boyunca ahlakı dine ve Tanrı’ya dayandıran filozoflardan sadece ikisidir (Feyizli, 2011: 37). Psikolojide ise insanın gelişim süreçleri içerisinde yer alan ahlaki gelişim tartışmalarının içinde Piaget ve Kohlberg’in evreleri ön plana çıkmıştır. Piaget insanın ahlaki gelişim

(28)

sürecini dışa bağlı dönem ve özerk dönem şeklinde ikiye ayırmıştır (Erden ve Akman, 1997: 105). Dışa bağlı dönem on yaşına kadarki dönemdir ve bu dönemde yetişkinlerin kuralları çocuklar tarafından sorgulanmadan kabul edilir. Özerk dönemde ise, çocukların yaptıkları değerlendirmeler görelilik kazanır ve davranışın iyi veya kötü olduğuna davranışın altında yatan niyeti dikkate alarak karar verirler.

Kohlberg ise gelenek öncesi, geleneksel ve gelenek sonrası diye üçe ayırdığı ahlaki gelişim dönemlerini, 3 yaşından itibaren başlatır (a.g.e. :108). Gelenek önceki düzey benmerkezci bir yapıda gelişirken, çocuğun çıkarları hep ön plandadır. Geleneksel düzey bir parça empatiyle beslenmekle birlikte Piaget’nin özerk dönemi, gelenek sonrası düzeye tekabül eder (a.g.e. :114). Gelenek sonrası düzeyde toplumsal sistem ve vicdandan toplumsal anlaşmaya ve insan haklarına giden bir gelişim sürecinden bahseden Kohlberg’in bu kuramı, dinin ahlaki temelleri hakkında da ipucu niteliğindedir. Bu kuram aynı zamanda insanın ahlaki yapıya olan yatkınlığı ile Farabi’nin insandaki ahlaki yapının doğal erdem olarak tanımlamasını ve bunu da aslanın yiğitliği, tilkinin kurnazlığı türünden bir özellik olarak açıklamasını destekler niteliktedir (E. Uysal, 2004: 89). Hz. Muhammed’in (sav): “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadis-i şerifi (Soyak, 2002: 449) ve “Şüphesiz sizin en iyiniz ahlak bakımından en iyi olanınızdır. (Abdülbaki, 2005: 619)” ifadesi dinin temellerinin, o dinin elçisi tarafından hangi doğrultuda atıldığının net bir göster-gesidir.

Hz. Aişe’den rivayet edilen bir sözde; Hz. Peygamber’in ahlakını soran arkadaşlarına “O’nun ahlakı Kur’an ahlakıydı” cevabını vermiştir (Soyak, 2002: 452). Ayrıca bizzat Kur’an-ı Kerim’de “Sen muhteşem bir ahlaka sahipsin (Kalem: 4)” ve “Allah’a ve Ahiret gününe iman edenler için O’nda en güzel örnek vardır (Azhab: 21)” ayetleri yer almaktadır. Bu referanslar, İslam’ın dini esaslarını, prensiplerini, sosyal hayattaki yansımasını ve kendisine tabi olan müminlerden beklentilerini çok açık ve net bir biçimde ortaya koymaktadır.

İslam’da dindarlık bireyin hayatının tamamını içermektedir ve iman – amel arasında sıkı bir ilişki vardır. Müslüman, inancını fiilen yaşayan, inancını tutum ve davranışlarıyla gösterendir. İslam’da halis niyetle yapılan bütün işlerin ibadet kapsamında değerlendirilmesi, dindarlığın kapsama alanını oldukça genişletmektedir. Dindarlığın, ibadetten ahlâk kurallarına, kişinin diğer insanlarla ilişkilerine, doğaya,

(29)

çevresine ve ülkesine karşı görevlerine kadar, hayatın her alanında tezahürleri bulunmaktadır (Dalmış, 2009: 18). İslami literatürde üzerinde ısrarla durulan takva kavramı ahlaki ve insani değerlerin neredeyse hepsini ihtiva eder. Takva; Allah’a karşı sorumlu hareket etmek, ahlaka uygun davranış sergileyerek belli sınırlamalara dikkat etmek, bunu da ona olan saygısından dolayı yapmaktır. Fazlurrahman takvayı; Allah’ın sınırlarına sıkı sıkıya bağlı kalarak kendi davranışlarının olumsuz sonuç-larından korunma konusunda bireyde meydana gelen istikrarlı duruş olarak tarif eder (Arslan, 2006: 17). Geleneksel yapının kırılma sürecinde dindarlığı ele alan bir yüksek lisans çalışmasında elde edilen anket verileri de, tüm bu teoriyi destekler niteliktedir (Güvendi, 2008: 133). Oğuzeli’de yapılan anket çalışmasında “kişinin davranışlarını olumlu yönde değiştirmiyorsa yapılan ibadetlerin hiçbir değeri yoktur” ifadesine katılımcıların % 55’i katıldığını ifade ederek bir anlamda Ahlaki Olgunluk olmadan Dinî ritüellerin amaca ulaşamayacağını kabul etmişlerdir. Ahlaklı olmakla dindar olmak arasında önemli bağların olduğunun sadece teorik boyutta kalmadığı, halkın da bunu sahiplendiği görülmektedir.

Eski diyanet işleri başkanlarından Bardakoğlu’nun ahlaki değerlere ulaşmayan, ahlaki değerleri gerçekleştirmeyen bir dindarlığın olgunlaşmayan bir dindarlık olduğu yönünde görüş bildirmesi ve ahlakın içerisine kültürü, sanatı, estetiği ve mimariyi de katması (Bardakoğlu, 2008), sosyal hayatın merkezinde olan dindarlık algısı adına farklı ama önemli bir bakış açısıdır. Ahlaki değerlerin, evrensel arka planının olması, bir kesimin, zümrenin ya da topluluğun değil, tüm insanlığın ortak değerleri olarak kabul edilmesi, dinin vizyonunu ve dindar kişilerin misyonunu belirlemekte ve bağlayıcı olmaktadır. Bir kriter olarak insanlığın ortak değerleri, din ve ideolojilerin sağlamasının yapılması konusunda işlevsel olabilir. Örneğin bir dinin emri ya da ritüeli, prensip olarak insanlığın ortak değerine zarar vermesi ya da fayda sağlaması, o dinin geçerliliği ve kime hizmet ettiği konusunda belirleyici olacaktır.

Elbette dinlerin yegâne ana kaynağı ahlaki değerler değildir. Her dinin kendine göre ontolojik iddiaları vardır. Örneğin İslam’ın kaynağı vahiydir. Fakat bu kaynakların ahlaki değerler ile ilişkisi hem o dine mensup olanların pratik hayatta inandıkları dini yaşama biçimleri açısından hem de o dine dışarıdan bakanlar için dini daha yakından ve daha doğru şekliyle tanımaları açısından şüphesiz önemli bir faktördür.

(30)

2.1.3. Değişen Dindarlık Algıları

Modern hayat, her türlü inanç ve inanışa yönelik etkisini dindarlık üzerinde de hissettirerek zaman içinde yeni, yeni olduğu kadar da aslından oldukça farklı dindarlık algıları oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, tüm toplumsal olaylarda olduğu gibi, bir anda değil süreç halinde gerçekleşmektedir. İnsanın insan ile doğa ile ve eşya ile ilişki biçimini derinden etkileyen süreç doğal olarak metafizik alanla ilişkisini de etkilemiş, değiştirmiş ve hatta dönüştürmüştür. Bu değişim bazen Yaratıcı ile iletişimin boyutlarına, bazen bu ilişkinin algılanmasına, bazen de bunun hayattaki pratik izdüşümlerine yansımıştır. Bunun sonuçlarında ortaya çıkan farklı dindarlık algıları alandaki akademisyenler tarafından farklı isimlerle tanımlanmaya çalışılmış, bununla beraber “dindarlık tipolojileri” denilen bir tartışma alanı da oluşturulmuştur.

Gerek Müslüman gerekse Hristiyan bilim çevrelerinde yapılan çalışmalar da insanların dinî yaşayışlarını ve buna bağlı olarak dindarlık biçimlerini farklı şekillerde sınıflandırılmaktadırlar. Buradan hareketle çok farklı dindarlık tipleme-lerinin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü dindarlığın hangi kritere göre belli bir sınıflama içerisine yerleştirileceği meselesi, ister istemez, yapılan dindarlık tiplemelerini etkilemektedir. Bunun da ötesinde, dinin veya onu etkilemesi muhtemel diğer faktörlerin bağımlı ya da bağımsız bir değişken olarak ele alınması da farklı dindarlık şekillerini gündeme getirmektedir. (Yapıcı, 2002: 80). Din bilimcileri tarafından tek boyutlu, iki boyutlu ve çok boyutlu ölçme yaklaşımlarıyla ortaya konan bu dindarlık tipolojileri, insanların çeşitli renk ve şekilde ortaya çıkan dini hayatlarındaki farklılıkları göstermek için kullanılmaktadır (Coştu; 2009b: 123). Buradan hareketle dindarlığı kişinin kutsalla ilişkisi bağlamında bireysel, psikolojik, kültürel ve toplumsal boyutlarda gözlemlenebilen etki ve tepkileri belirlenebilir ve kişinin her türlü etki ve tepkisi ve bunların derecesi onun dini yöneliminin birer göstergesi olarak kabul edilebilir1. Tipolojilerin oluşma gerekçelerinin altında sadece modern hayatın yer aldığını söylemek gerçeği yansıtmaz belki; ama modernizmin

1

Konuyla ilgili bir literatür taraması için bkz. Hitit İlahiyat Fakültesi Dergisi 2009/1, Cilt: 8, Sayı: 15 nolu nüshasında Yakup Coştu’nun; “Dine Normatif ve Popüler Yaklaşım: Bir dini yönelim ölçeği Denemesi” makalesi.

(31)

düşünce dünyasında yarattığı etki de ortadadır. Özellikle dindarlığın modernizm rüzgârı neticesinde sorgulanmaya ve değişmeye başlayan boyutları artık sadece dini alanla ilgilenen akademik çevrelerde değil, toplumun her kesiminde, dini hayatın içindekiler ve dışındakiler tarafından da tartışılmaya başlanmıştır.

Yılmaz; modernliğin üç temel unsurunun dindarlığı etkileyen faktörlerin başında geldiğini öne sürerek, bunların rasyonellik, bireycilik ve sekülerlik olduğunu ifade etmiştir (Yılmaz, 2004: 130). Akli süreçlere dayandırma zorunluluğu, modernliğin dini hayata bakışını en çok etkileyen unsur olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dindarlığın boyutlarını tartışırken, üzerinde neredeyse ittifakla bahsedilen ilk boyut olan inanç; rasyonalitenin doğrudan karşısında duracağı unsurları bünyesinde barındırmaktadır. Özellikle akılla izah edil-e-meyecek bir takım inanç/iman konularının rasyonel filtreden geçemeyeceği aşikârdır. Bu durum bazı konuların reddedilmesinin yanında, bazı konuların da akli süreçlere uygun hale getirmek suretiyle yeniden tanımlanma gayretlerine zemin hazırlamıştır. İslam’ın kaynağı olan vahyin, akli süreçlerin karşısında yer aldığını iddia etmenin imkânsızlığını ispatlayan ayetlerin varlığının yanı sıra, rasyonel izahı olmayan “gayb” gibi bazı konularla ilgili ayetlerin de varlığı, bu konuda özellikle İslam’ın bakış açısını ortaya koymaktadır.

Bireycilik; otoriteden ve bağımlılıktan kurtarılarak kendi kendine yeten bir birey olması şeklinde ifade edilebilir. (Yılmaz, 2004;132, Twenge, 2009). Dinin bireyciliğin tam karşısında yer aldığını söylemek farazi bir yorum olmayacaktır. Cemaat ve ümmet kavramlarını bünyesinde barındıran ve çokça kullanan bir dini yaklaşımın bireyciliğin karşısında durmasından doğal bir şey olamaz. Gerçekte Müslüman; birey olarak var olmamakla birlikte, varlığını sürdürmek için de topluluk ve düzen yaratmak mecburiyetindedir (İzzetbegoviç, 2010: 43). Özellikle Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve vahyin ilk ayetlerinden olan “Muhakkak ki insan kendine kendini yeterli görerek azar (Alak: 6-7)” ifadesi, bireyciliğin özellikle bir otorite olarak yaratıcıya meydan okumasının neye mal olabileceğini sürecin en başında haber vermiştir.

Dünyevilik de denilen sekülerleşmenin hedefinde de, dinin bir başka temel inanç meselesi olan ahiret hayatı yer almaktadır. Devamı, ya da hesabı olmayan bir dünya hayatını yaşama fikri, özgürlüklerin her alanda sınırsız olması düşüncesine ve

(32)

yaşayabildiğin kadar yaşama felsefesine temel teşkil etmektedir. Bu da insanın tüm maddi – manevi dikkatini, enerjisini, entelektüel eğilimlerini sadece maddi nesnelere yöneltme sonucunu doğurmaktadır (Yılmaz; 2004: 132). Tüm bu unsurlar insanların dini anlama ve yaşama pratiklerini de etkileyerek, din ve dindarlık; indirgemeci bir üslupla siyaset, kültür, ekonomi gibi kurumlardan ayrışmayacak biçimde yeniden belirlenmeye çalışılmıştır (Baykan, 2004: 144). Bu da dinin sıradanlaşmasına, basitleştirilmesine, farklı kurum ve ideolojilere malzeme edilmesi problemine, malzeme edilmesinin de kullanılarak dindar kesimlere yönelik katı eleştiriler yöneltilmesine yol açmıştır. Fakat yeni yaklaşımlar ve yeni biçimler elbette sadece olumsuz sonuçlar doğurmamıştır. Zaman içinde dini inanışların içerisinde yer edinen ve dinin temel esaslarıyla çelişen yanlış uygulamaların ayıklanmasını da sağlayarak, dindarların sürekli okumaya, araştırmaya ve doğru dini yaşamaya kanalize çabalarına dayanak olmuştur.

Popüler dindarlık veya halk dindarlığı olarak da adlandırılan bir dindarlık söylemi, dindarlığın modernizme maruz kalan önemli algılarından biridir. Zamanla ‘yaygın tercih edilen’ anlamını da kazanan popüler kavramının 19. Yüzyılda bir perspektif değişikliği geçirerek ‘halk tarafından üretilen kültürel değerleri’ ifade eden bir kavram olarak kullanıl-maya başlanmış olması (Karaerkek, 2008: 59), aslında popüler dindarlar hakkında ipuçları vermektedir. Popüler dindarlıktan bahsederken, yüksek tipli, insanlar arasında genel kabul görmüş, organizeli, kitabi dinlerle bir arada yaşayan, kurumsal olmayan inanç, ritüel ve pratikleri tanımlamada kullanılan bir terim (Arslan, 2003: 100) olan ve literatürde şer’i din demek olan “normatif din” in zıttı olarak kullanılan (Arslan, 2002: 167) popüler dinden de bahsetmek gerekmektedir. Özellikle normatif din / popüler din kavramlarının birlikte ama karşıt anlamlarda kullanılması popüler dindarlığın neye tekabül ettiği hakkında ayrıca fikir vermektedir. Dinin tanımına göre değişen bir dindarlık tanımından bahsedildiğinde bu durumun popüler dindarlık için de geçerli olması beklenir.

İslam toplumundaki popüler dindarlık kavramının, temel kaynak olan vahiy ve sünnetin özünden adım adım uzaklaşma süreci olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. İslamoğlu; Kur’an algısındaki tarihi kırılma olarak adlandırdığı bu süreci izah ederken üç aşamadan bahsetmiştir (İslamoğlu, 2008: 32). Lafız, mana ve maksattan oluşan vahyin makro ayağı olan maksat ihmal edilerek lafız ve manaya

Referanslar

Benzer Belgeler

Çalışmada 2009:09-2020:03 dönemi aylık veriler kullanılarak yabancı yatırımcıların BIST’te yaptıkları alım ve satım işlemleri ile BIST100 endeksi arasında

Plant growth, some physiological (membrane permeability, relative water content, stomal conductance, etc.) and biochemical (antioxidant enzyme activity, proline and

TANÜREK _ İstanbulda çalışmalara

Eski bir Türk Vezirinin, babası Sami P a ş a ’nnn hemen yüz kişi besleyen büyük ve eski konağında uoğup büyüdü.. Bu konakta halayıklar, uşaklar ve

Çalışma sonucunda; otel işletmele- rinde çalışanların psikolojik kontrat ihlal algıları ile duygusal bağlılık- ları arasında anlamlı ve negatif yönlü, normatif

Çalışmanın amacı, hece ve aruz vezni ile şiirler yazan Bekir Sıtkı Erdoğan ve Halil Gökkaya özelinde, şiir ilişkisini tespit etmek ve iki şair arasında gelişen sanat

In this experiment, independent variable is the temperature of the liquids added to the flasks, dependent variable is the temperature of the liquids in the flasks and the

Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi’nde, 22-24 Eylül 2011 tarihinde poster bildiri olarak sunulmuş ve özet kitap yer almıştır.. Dikmen Y.D., Yorgun S.,