• Sonuç bulunamadı

İslam dini sosyal hayatın dinidir. Dini yaşayışın bireysel boyutlarından çok toplumsal boyutlarına yer verilen İslam’da, cemaat olarak ifade edilen topluluğun, bireyden daha değerli olduğu, dahası bireyin tavır ve davranışlarının olumlu biçimde şekillenmesine, dinin daha doğru ve daha huzurlu yaşanmasına katkı sağladığına yönelik vurgular yer almaktadır. Bu vurgunun arka planında; insanlar arasındaki eşitliği yücelten ve bencilliği eleştiren bir tavırdan bahsedilebilir. Özellikle aileyi tabii bir dini grup olarak sınıflandırmak (Günay, 1998:239) ailenin sadece toplum için değil, İslam cemaati için de temel yapıtaşı olduğu fikrini tescillemektedir. Bu öncüllerden hareketle, araştırmada aile ile ilgili sorulara da yer verilmiştir. Özellikle ailenin dindarlığının ve ailenin dindarlığını çocuk üzerindeki etkisi derinlemesine sorgulanmıştır.

Öncelikle belirtilmesi gereken husus, dindar ailelerin çocukları üzerine yapılan bu araştırmada ailenin dindar olması öncelikli şarttır. Nitekim araştırmaya katkı sağlayan tüm kişiler, “Sizce aileniz dindar mı?” sorusunu cevaplarken, ailelerinin dindar olduğunu belirtmektedirler. Buna gerekçe olarak da tüm katılımcılar annelerinin başörtülü, babalarının da – sürekli veya sık sık – namaz kıldığını göstermişlerdir.

Ailelerini dindar olarak tanımlayanlar ilginç bir biçimde kendileriyle ailelerini kıyaslayarak hemen ailesi kadar dindar olmadığını belirtme ihtiyacı hissetmiştir. Bunun nedeni kendi üzerlerinden ailelerinin yanlış değerlendirilmesini istememeleri olabilir. Bir başka neden de, dindarlığın kaynağını aile olarak gören bireylerin, ideal dindarlığa ancak ailesi kadar dindarlaşarak ulaşabileceği varsayımı olarak düşünülebilir.

Ailem bana göre daha dindar. Mesela beni gören insanlar bana şunu soruyorlar ailemle ilgili: “Annen kapalı mı?” Ben açık olunca sanki annem de açıkmış gibi algılanıyor ve şaşırtıcı görünüyor.

Benim ailem ellerinden geldiği kadar dindar bence. Göreceli bir kavram olduğu için dindarlık; kendilerine göre en uygun bir şekilde onu yaşamaya çalışıyorlar, Kur’an’a Sünnet’e göre hareket etmeye çalışıyorlar. Bu konuda annem birazcık daha iyi diyebilirim. Ev hanımı olduğu için çalışmıyor. Ama babam çalıştığı için pek vakit bulamıyor, farzlarla yetiniyor. İş hayatı yoğun olan insanlar nafile ibadetleri yerine getirerek dindarlığını bir üst boyuta taşıyabilme konusunda yetersiz kalıyorlar. Ama şöyle bir şey de var. Mesleğini Kur’an’a Sünnet’e göre yapmak hak yemeden adil bir şekilde yerine getirmek de bana göre dindarlıktır.

Ben ailemi gerçekten dindar olarak görüyorum. Kendimi ailem kadar dindar görmüyorum.

Benim ailem dindar. Ben kendi ailem gibi olmaya çalışmadığım için onlar kadar dindar değilim.

Biz aile olarak çok dindar sayılmayız. Annem kapalı ama ablamın başı açık, üniversitede okuyor. Dışarıdan da dindar görünmüyoruz. Benim ahlaki anlamda iyi olmam, dinine bağlı yetişmemi istiyorlar. Ama babam da çok fazla namaz kılmıyor benim gibi. Başlayıp bırakıyor. Ablam da namazını kılıyor. Ama ben bazı başı kapalı kız arkadaşlarımın dindar olduğuna inanmıyorum. Çünkü çok açıklarını gördüm. Genelleme yapamam tabi ama mesela erkeklerle elele tutuştuklarını görüyorum, namaza devam

etmediklerine şahit oluyorum. Bazı başı açık kız arkadaşlarım erkeklerle daha mesafeliler, namazlarına daha ciddiyetle sarılıyorlar. Bu açıdan daha dindar sayılırlar.

Bu görüşlerden farklı olarak, ailelerini “yeteri kadar” dindar bulmayanların, ideal dindarlık sınırlarının biraz daha üst düzey olduğu söylenebilir. Bu görüş sahibi olanların da, yaşıtlarına göre daha fazla okuyan, soran, sorgulayan yönlerinin olması, düşünceleriyle söylemleri arasında paralellik olduğu kanaatini uyandırmaktadır.

Ailem dindar ama yeteri kadar dindar olmak için bir çaba gösterdiklerini görmüyorum maalesef. Babamın dindar bir adam olduğunu düşünüyorum. Özellikle Müslümanca düşünme bağlamında benden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ben modernizme fazla maruz kaldım galiba. Bu konuda da bir çatışma yok aramızda. Ben de onun gibi olsam diye düşünüyorum çoğu zaman. Çünkü o hayatı ve İslamı daha anlamlı yaşıyor. Ben daha yüzeysel ve rüzgâra kapılıp sürükleniyor gibi yaşıyorum dini. Bu konuda da onu rol model olarak alıyorum kendime. Hatta babamdan bir – iki numara daha büyük dindar olmak isterim.

Ailemin benden daha dindar olduğu kesin ama onlarda da kendi üniversite yıllarındaki kadar heyecan yok. Bu değişimde insanın yaşının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Bizde de küçükken dini ortamlar olurdu. Hatta

herkes küçük çocuklarıyla gelirdi. Çeşitli zorluklara katlanarak gelirlerdi. Ama şimdi çocuklar büyüdü, evler genişledi, herkesin arabası var ama dışarı çıkan pek yok.

Hem kendilerinin, hem de ailelerinin dindarlığı ile ilgili görüş bildiren katılımcılara bu ikisi arasındaki etkileşimi sormakla, Müslüman ailenin çocuk eğitim ile ilgili genel bir fikir sahibi olmanın yanı sıra, dindarlık algısının oluşmasındaki faktörleri ortaya çıkarmak hedeflenmiştir. “Ailenizin dindarlığının, sizin dindarlığınızda

etkisi var mıdır?” sorusuna verilen cevapların ortaya koyduğu fotoğraf, yürürlükte

birden fazla durum olduğunu göstermektedir. Bununla beraber büyük çoğunluk ebeveyn dindarlığının, kendi dindarlıkları üzerinde etkisi/katkısı olduğunu kabul etmektedir.

Şüphesiz ailemin dindarlığının bizim (kardeşleri ile birlikte) üzerimizde etkisi var. Çünkü sürekli dinin yaşandığı bir ortamın içindeyiz. İllaki bir takım duygular içimize yerleşiyor.

Elbette etkisi var. Bütün hayatımız onlarla geçiyor sonuçta. Akşam eve gittiğimizde onları görüyoruz. Onların yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Mesela babam kısaca “Benim Allah’la aram iyi olsun gerisi önemli değil” düşüncesinden gider. Ben hep öyle gördüm, öyle bildim. Benim dindarlıktan anlayışım da biraz budur. Allah ile aramın iyi olmasını sağlamaya çalışırım hep. Kur’an ve Sünnettir bu da.

Ailem şüphesiz benden daha dindar. Küçükken insan ne görüyorsa onu yapmaya çalışıyor. Camiye gittiğinizde görürsünüz, adamın yanında küçük bir çocuk namaz kılarken arada bir kafasını kaldırıp babasının ne yaptığına, nasıl secde, rükû yaptığını inceler. O şekilde küçüklükten beri aldığımız bir örnek, belirlediğimiz bir model var. Bu doğrultuda uygulama yapıyoruz. Ben namaza başladım bu aralar. Bunun nedeni de evde anne-babamı sürekli namaz kılarken görüyorum.

Var. Şöyle diyeyim; İslam eşittir namaz görüşüne katılıyorum. Ben olması gerektiği gibi bir dindar olmadığım halde anne babam evde namaz kılarken gördüğümde bir an içimi bir huzur kaplıyor ve gidip ben de abdest alıp namaza duruyorum.

Tabii ki etkilidir. Çoğu zaman, özellikle babam evde olduğunda namaz kıldığı zaman, etkilenerek bir köşede oturup onu izlerim. Babam benim bu dünyada Peygamber Efendimiz’den sonra örnek aldığım insanların en başındadır. İdealimdir. Örnek aldığım bu adamın davranışlarının birazını hayatımda

uygulayabilseydim şu an her anlamda çok farklı bir konumda olurdum. Bu örnek alamama durumu belki de gençliğin vermiş olduğu bir şey. Bilirsiniz genç adamın kanı kıpır kıpırdır. Delikanlı diye boşuna demiyorlar. Bu yüzden şu yaşımızı en az zararla atlatmalıyız. Çünkü günün birinde iyi bir dindar olacağımı umuyorum.

Bu görüşü desteklemekle birlikte, sadece bunun tek kriter olmadığını, çevresel faktörler ile bireysel sorgulamaların etkisinin de yadsınamayacağını ifade edenler olmuştur.

Ama aile tek belirleyici faktör değil. Dindar bir ailenin içinde doğup da dindar olmayanlar da var sonuçta. Klasiktir ya; “âlimden zalim, zalimden âlim doğar” derler.

Eğer ailem dindar olmasaydı ben yine büyük ihtimalle dindar olurdum. Ailemin katkısını reddetmiyorum ama sadece o değil, sorgulamalarımın da etkisi var. Örneğin ortaokulda daha seküler bir bakış açım vardı. Dindar olmak, başımı örtmek gibi bir hayalim, beklentim yoktu. Akademik başarısı yüksek, dünyanın her türlü nimetinden yararlanan biri olmak istiyordum. Kendi ayakları üzerinde durabilen, özgür, güçlü bir kişilik olmayı istiyordum sadece. Çok sıkıntılı, bunalımlı bir yılın akabinde sorgulamalarla bu noktaya geldim. Lisede farklı bir okula geçtim. Yeni okulumdaki arkadaş ortamı da bu noktada destek oldu bana.

Anne ve babasının dindar bir hayat yaşamasının kendi üzerinde hiçbir etkisi olmadığını ileri süren katılımcılar da olmuştur. Bu katılımcıların ortak özelliği başı açık veya namazlarında istikrarı yakalayamamış olmalarıdır. Bu özellikler ışığında oldukça anlamlı bir değerlendirme ortaya çıkmaktadır. Etkisinin olmadığını söyleyenlerin bunu dini pratikler açısından dillendirdiğini de ayrıca belirtmek gerekir.

Ailem dindar ama bunun bana bir etkisi yok. Eğer bana iyi yaklaşmış olsalardı daha farklı olabilirdi. Şöyle diyeyim; 18 yaşındayım daha bir kere babamla sohbet etmiş değilim. Ama din konusunda sabah namazına

kalkarlar, beni zorla kaldırmaya çalışırlar. Bağırır çağırır, kalkmadığım zaman da evde kavga çıkar, curcuna çıkar. Ama gelip adam gibi söylese, güzellikle söylese eyvallah.

Benim üzerimde hiç etkili değil. Annem ve babam oldukça dindarlar. Bana da diyorlar “Kızım hadi namaz kıl, başını ört” diye. Ama o kadar. Söylüyor sadece. Zorla bir şey yaptıramayacaklarını da biliyorlar.

Benim ailem biliyor ki, etkiye tepki denen bir şey var. Ne kadar zorlarsa ters tepecek. Bu yüzden zorlamıyorlar. İlerde benim içimden geleceğine

inanıyorlar, zamanı gelince anlayacağımı düşünüyorlar. Zaten annemin başının örtülü olması ve birkaç vakit namaz dışında dindarlıkla ilgili bir şey görmüyorum ev ortamında. Ayrıca kendimi din ve dindarlık alanının dışında da görmüyorum.

Ebeveyn dindarlığının çocuk dindarlığı üzerindeki etki süreci tartışılırken, baskı ve zorlamanın bu süreçteki rolü de ele alınmıştır. Özellikle ergenlik dönemine bağlı birtakım hırçın tavır ve davranışların (Kulaksızoğlu, 2001: 66) ailelerin eğitim yöntemlerini zora soktuğu bilinmektedir. Bu bağlamda özellikle dini davranış ve tutumların kazandırılması sürecinde baskıcı ve zorlayıcı bir eğitim yönteminin benimsenmesi son derece olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Nitekim konuyla ilgili namaz özelinde ibadet ile ilgili yapılan araştırmalar (Sağlam, 2004: 178) bu savı doğrulamaktadır. Bu da ibadet alışkanlığı kazandırma sürecine özgü bir eğitim biçimi olması gerektiğini (Özyılmaz, 2003: 256) bir kez daha ortaya koymaktadır. Dindar ailelerin de din algısının ve dindarlığın şekillendirilmesi sürecinde ortaya koyduğu yöntem ve yaklaşımlar, bu araştırmanın da kapsamına girmektedir.

Katılımcılara yöneltilen “Ailenizden dini konularla ilgili baskı görüyor

musunuz?” sorusuna, genel itibarla baskı görmediklerini, hatta baskının ters

tepeceğini hem kendilerinin hem de ailelerinin bildiği yönünde cevaplar verilmiştir. Üstelik hem başörtülü hem başı açık, hem namazında istikrarlı olan hem de namaz kalmada süreklilik sağlayamayan gençler bu yönde kanaat bildirmişlerdir.

Küçükken ailem Kur’an-ı Kerim öğrenmem ve namaz kılmam konusunda uğraştılar. Sonuçta onların boynunda borç. Her ailede vardır. Ama illa şunu yapacaksın diye baskı görmedim. Daha çok işin mantığını öğretmeye gayret ettiler. Din ile ilgili bir soru sorduğumda ilmihalden gösterdiler mantığını kavrayayım diye. Çünkü ne kadar mantığa dayalı olursa, ki bu derslerde de böyledir, ezber yapılırsa unutuluyor. Ben de din konusunda bir noktaya kadar ezber sonrasında işin mantığını öğrendim. Baskı görmedim. Bana baskı yapmıyorlar. Ben namazlarımı kılıyorum çünkü. Hatta beni kardeşlerimden daha dindar buluyorlar.

Dindar gençlerin bu karşı cinsle ilişkiler konudaki hassasiyetini sorgulamak istiyorum. Bakırköy sahilinde fiziksel yakınlık kuran kızlı-erkekli grupların içinde başörtülülerin oranı neredeyse yarı yarıyadır. Bu oldukça rahatsız edici bir durum. Karşı cins ilişkilerde hassas davranmayan başörtülü kızlar,

aile baskısıyla kapanan kızlar genellikle. Babası hafızdır, annesi çarşaflıdır. Kızlarına sürekli kapan, kapan (başını ört) diye baskı yaparlar. Sonunda kız kapanır ama sadece görünürde kapanmıştır. Duygularında bir kapanma söz konusu değildir. Ailesinin göremeyeceği yerlerde başını açar, eteğini kısaltır. Tanıdığım kız arkadaşlar içinde bundan birkaç yıl önce aile baskısıyla

kapanan, baskı biraz hafifleyince de hemen başını açan biri vardı. Neden hemen başını açtı? Çünkü baskıyla kapanmıştı ve kapanmaya meyilli değildi. Bazen beni de namaza davet ediyorlar. Baskı yapmadan. Annem; “Beni üzersin” diyor, “Senin cehenneme gitmeni istemiyorum” diyor. Seçenek koyuyorlar.

Ailem benim daha dindar olmamı istiyor. Hiçbir şekilde baskı kurmuyorlar. Sonuçta herkesin kendi tercihidir. Zorla güzellik olmayacağı gibi zorla yapılan bir ibadetin de sevabı büyük olamaz.

Katılımcılardan başörtülü bir kızın sadece aile baskısını değil genel anlamda baskının analizini yapması, iki farklı baskı biçimini de kıyaslayarak somut bir önermede bulunması dikkat çekicidir. Bu önermenin arka planında başörtülü olmasının ve gündemdeki siyasi başörtü tartışmalarından kendi payına düşeni aldığı hissedilmektedir.

Baskı her zaman insanları ikiyüzlülüğe iter. Burada da dindar ailelerin çocuklarına uyguladığı baskı başlarını örtmeyi sağlıyor ama namazlarını kılmalarını sağlayamıyor. Seküler yaşam da insanların başlarını örtmelerini engelliyor ama namaz kılmalarına mani olamıyor. Örneğin uluslar arası ilişkiler ya da işletme okuyan bir insanın başörtüsüyle var olması, o işinde başarılı olması nerdeyse imkânsız. Onlardan biri gibi gözükmesi gerekiyor sonuçta. Açıkçası ben meslek tercihimi, o mesleği başörtülü bir şekilde sürdürebilme kriterine göre belirlemek durumundayım.

İdeal bir dindarlık modeli çizen ve bu konuda hem özeleştiri yapmaktan hem de ailelerini eleştirmekten çekinmeyen katılımcılar, çözüm önerileri üzerinde de durarak, kendi kuracakları aile modelleri hakkında fikir vermişler, en azından bu modeli idealize etmişlerdir. Bu noktada ailelere yönelik bilinçlendirme, iletişim kurma ve birlikte yapma gibi konularda destek beklediklerini belirtmişlerdir. Nitekim ebeveynden çocuklara tevarüs edilen alışkanlıkların da böyle bir ilişki biçimiyle (Bulut, 2009: 51) gerçekleştiği bilinmektedir.

Ailede de sorgulama eğitimi verilmiyor. Domino etkisi gibi. Görünen

davranışlar aileyi de yanıltıyor aslında. “Kızım kapandı tamam oldu galiba, oğlum namaz kılıyor bu iş bitti” diye düşünüyorlar galiba. Çocuklar

sorgulamıyor, ebeveyn de sorgulamıyor.

Aile dindarlık konularında paylaşımcı, tartışan, istişare eden bir konumda olmadığında da sıkıntı oluyor. Tek taraflı komut veren bir pozisyonda olmamalı. Ayrıca karma eğitim de olumsuz etkiliyor eğitim ortamını. İster istemez popüler kızlar ve erkekler ortaya çıkıyor.

Var mı akşamları bir araya gelip çoluk çocuğuyla tefsir dersi yapan aile? Gördünüz mü hiç? Böyle bir ortamda etkilemek ve etkilenmek daha kolay oluyor. Dizi filmler, sinema filmleri izleniyor onlardan da etkileniyor gençler. Tepkisel davranıyorlar ailelerine.

Anne babanın belli bir zamandan sonra arkadaş gibi olmaları gerekiyor çocuklarıyla. Ben babamla pek anlaşamam genelde, bu aralar fena değil yine de. Genelde anlaşamıyorum ama. Ayak uyduramıyor bana. Hareketi

sevmeyen biridir. Mesela ben basketbolu seviyorum ve basketbolla arası iyi olan bir arkadaşı tercih ederim. Baba oğul arasında da böyle ortak sporlar, hobiler olmalı. Ortaklık olmayınca, aradığını babasında bulamadığı için çözümü dışarıda, arkadaşlarda arıyor. Geç evlenmenin de etkisi var tabii. Babalar genelde eve para getiren biri gibidir. Ben pek konuşmam babamla. Hareketi sevmez benim babam da. Ben küçükken evde bir şey kırdığımda hemen babama bakardım. Hassastı bu konuda. Ama kuzenim hiperaktivite tedavisi görüyor. Amcam da hareketi sevmemesine rağmen onunla her yere gidiyor. Alıyor maça gidiyor, alıyor yüzmeye gidiyor. Go kart bilmem ne. Ama babam eve yorgun gelir ve oturur. Belli bir yaşa gelmiş babaların huyu değişmez. Onun için evlada iş düşüyor. El şakası yap, adamı biraz gevşet, sonra bir şey iste. Çünkü iletişimin sıcak olması gerekiyor ve bu konuda iki tarafa da görev düşüyor.

Kızların da karşı cins arkadaşlığını öncelikle tercih etmesinin nedeninin babasıyla ilişkisinin kötü olmasına bağlayan, baba duygusunun eksikliği olduğunu öne süren bir yazı okumuştum. Bunu gözlemlerimle test etme imkânım olmadı ama bana son derece mantıklı geliyor.

Ortaokula gidip sigara içen bir çocuğa tavsiyelerde bulunurdum sigara içmemesi için. Bir musibet bir nasihatten iyidir mantığıyla hastanelerin sigaraya bağlı hastalıkların tedavi edildiği bölümlere götürürdüm. Kendisine dostça yaklaştığım gibi bana kimsenin yaklaşmadığını ve bunun onun için bir fırsat olduğunu da söylerim ayrıca. Gerçekten de bu konuda kimse bana tavsiyede bulunmadı. Babam da elimden tutmadı. Bir ay boyunca görmediğim oldu babamı, iş yoğunluğundan dolayı. Bu da haliyle etkiledi beni. Çünkü bir erkek çocuğun babaya çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Tamam ev bana emanet, sorumluluk anlamında. Ama genelde babasız büyüdüğümü

söyleyebilirim. Kendi kendimi büyüttüm. Babama baktım, onu örnek aldım. Onun gibi baba olmalıydım dedim. Ama kendi kendime.

Eleştirilerin en büyüğünü de kendi hayatından örnekler veren, ailesini son derece dindar, kendisini de kısmen dindar gören, fakat namaz kılma, argo konuşma, karşı cinsle samimi arkadaşlıklar kurma konusunda özeleştiride bulunup pişmanlığını dile getiren bir erkek, bu pişmanlığının nedenini babasına yönelterek sorumluluğun büyük bölümünün ona ait olduğunu ileri sürmüştür. Daha önce de 18 yaşında olduğu halde babasının kendisiyle bir kere bile oturup konuşmadığını ifade eden katılımcıya göre kendisine böyle bir fırsat verilse, yaşça küçük olanlara doğru yolu gösterme konusunda çaba sarf edecektir.

Bir erkek çocuk babasıyla arkadaş gibi olursa bazı olumsuz davranışlardan da uzak kalabilir diye düşünüyorum. Mesela babam benimle oturup konuşmuş olsaydı tecrübelerini paylaşabilirdi. Neticede bizim geçtiğimiz bu yollardan geçmişlerdi muhakkak. Onlar da hata yapmışlardı. Babam benim dostum olsaydı bana kızlarla ilgili, erkeklerle ilgili, arkadaşlıkla ilgili yaşadıklarını; dikkat etmem gereken noktaları anlatırdı. Ya da sigaranın zararlarından bahsederdi. Küçükken elime bir sigara tutuşturup tiksindirebilirdi. İçkinin kötülüğünü anlatırdı. Dinin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatırdı. Şu anda benim hatalarıma meyilli benden 4 – 5 yaş küçük bir delikanlı gelse sohbet ederdim onunla. 20 dakikada anlatırdım ve ikna ederdim neyi neden yapmaması gerektiğini.