• Sonuç bulunamadı

Modern hayat, her türlü inanç ve inanışa yönelik etkisini dindarlık üzerinde de hissettirerek zaman içinde yeni, yeni olduğu kadar da aslından oldukça farklı dindarlık algıları oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, tüm toplumsal olaylarda olduğu gibi, bir anda değil süreç halinde gerçekleşmektedir. İnsanın insan ile doğa ile ve eşya ile ilişki biçimini derinden etkileyen süreç doğal olarak metafizik alanla ilişkisini de etkilemiş, değiştirmiş ve hatta dönüştürmüştür. Bu değişim bazen Yaratıcı ile iletişimin boyutlarına, bazen bu ilişkinin algılanmasına, bazen de bunun hayattaki pratik izdüşümlerine yansımıştır. Bunun sonuçlarında ortaya çıkan farklı dindarlık algıları alandaki akademisyenler tarafından farklı isimlerle tanımlanmaya çalışılmış, bununla beraber “dindarlık tipolojileri” denilen bir tartışma alanı da oluşturulmuştur.

Gerek Müslüman gerekse Hristiyan bilim çevrelerinde yapılan çalışmalar da insanların dinî yaşayışlarını ve buna bağlı olarak dindarlık biçimlerini farklı şekillerde sınıflandırılmaktadırlar. Buradan hareketle çok farklı dindarlık tipleme- lerinin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü dindarlığın hangi kritere göre belli bir sınıflama içerisine yerleştirileceği meselesi, ister istemez, yapılan dindarlık tiplemelerini etkilemektedir. Bunun da ötesinde, dinin veya onu etkilemesi muhtemel diğer faktörlerin bağımlı ya da bağımsız bir değişken olarak ele alınması da farklı dindarlık şekillerini gündeme getirmektedir. (Yapıcı, 2002: 80). Din bilimcileri tarafından tek boyutlu, iki boyutlu ve çok boyutlu ölçme yaklaşımlarıyla ortaya konan bu dindarlık tipolojileri, insanların çeşitli renk ve şekilde ortaya çıkan dini hayatlarındaki farklılıkları göstermek için kullanılmaktadır (Coştu; 2009b: 123). Buradan hareketle dindarlığı kişinin kutsalla ilişkisi bağlamında bireysel, psikolojik, kültürel ve toplumsal boyutlarda gözlemlenebilen etki ve tepkileri belirlenebilir ve kişinin her türlü etki ve tepkisi ve bunların derecesi onun dini yöneliminin birer göstergesi olarak kabul edilebilir1. Tipolojilerin oluşma gerekçelerinin altında sadece modern hayatın yer aldığını söylemek gerçeği yansıtmaz belki; ama modernizmin

1

Konuyla ilgili bir literatür taraması için bkz. Hitit İlahiyat Fakültesi Dergisi 2009/1, Cilt: 8, Sayı: 15 nolu nüshasında Yakup Coştu’nun; “Dine Normatif ve Popüler Yaklaşım: Bir dini yönelim ölçeği Denemesi” makalesi.

düşünce dünyasında yarattığı etki de ortadadır. Özellikle dindarlığın modernizm rüzgârı neticesinde sorgulanmaya ve değişmeye başlayan boyutları artık sadece dini alanla ilgilenen akademik çevrelerde değil, toplumun her kesiminde, dini hayatın içindekiler ve dışındakiler tarafından da tartışılmaya başlanmıştır.

Yılmaz; modernliğin üç temel unsurunun dindarlığı etkileyen faktörlerin başında geldiğini öne sürerek, bunların rasyonellik, bireycilik ve sekülerlik olduğunu ifade etmiştir (Yılmaz, 2004: 130). Akli süreçlere dayandırma zorunluluğu, modernliğin dini hayata bakışını en çok etkileyen unsur olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dindarlığın boyutlarını tartışırken, üzerinde neredeyse ittifakla bahsedilen ilk boyut olan inanç; rasyonalitenin doğrudan karşısında duracağı unsurları bünyesinde barındırmaktadır. Özellikle akılla izah edil-e-meyecek bir takım inanç/iman konularının rasyonel filtreden geçemeyeceği aşikârdır. Bu durum bazı konuların reddedilmesinin yanında, bazı konuların da akli süreçlere uygun hale getirmek suretiyle yeniden tanımlanma gayretlerine zemin hazırlamıştır. İslam’ın kaynağı olan vahyin, akli süreçlerin karşısında yer aldığını iddia etmenin imkânsızlığını ispatlayan ayetlerin varlığının yanı sıra, rasyonel izahı olmayan “gayb” gibi bazı konularla ilgili ayetlerin de varlığı, bu konuda özellikle İslam’ın bakış açısını ortaya koymaktadır.

Bireycilik; otoriteden ve bağımlılıktan kurtarılarak kendi kendine yeten bir birey olması şeklinde ifade edilebilir. (Yılmaz, 2004;132, Twenge, 2009). Dinin bireyciliğin tam karşısında yer aldığını söylemek farazi bir yorum olmayacaktır. Cemaat ve ümmet kavramlarını bünyesinde barındıran ve çokça kullanan bir dini yaklaşımın bireyciliğin karşısında durmasından doğal bir şey olamaz. Gerçekte Müslüman; birey olarak var olmamakla birlikte, varlığını sürdürmek için de topluluk ve düzen yaratmak mecburiyetindedir (İzzetbegoviç, 2010: 43). Özellikle Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve vahyin ilk ayetlerinden olan “Muhakkak ki insan kendine kendini yeterli görerek azar (Alak: 6-7)” ifadesi, bireyciliğin özellikle bir otorite olarak yaratıcıya meydan okumasının neye mal olabileceğini sürecin en başında haber vermiştir.

Dünyevilik de denilen sekülerleşmenin hedefinde de, dinin bir başka temel inanç meselesi olan ahiret hayatı yer almaktadır. Devamı, ya da hesabı olmayan bir dünya hayatını yaşama fikri, özgürlüklerin her alanda sınırsız olması düşüncesine ve

yaşayabildiğin kadar yaşama felsefesine temel teşkil etmektedir. Bu da insanın tüm maddi – manevi dikkatini, enerjisini, entelektüel eğilimlerini sadece maddi nesnelere yöneltme sonucunu doğurmaktadır (Yılmaz; 2004: 132). Tüm bu unsurlar insanların dini anlama ve yaşama pratiklerini de etkileyerek, din ve dindarlık; indirgemeci bir üslupla siyaset, kültür, ekonomi gibi kurumlardan ayrışmayacak biçimde yeniden belirlenmeye çalışılmıştır (Baykan, 2004: 144). Bu da dinin sıradanlaşmasına, basitleştirilmesine, farklı kurum ve ideolojilere malzeme edilmesi problemine, malzeme edilmesinin de kullanılarak dindar kesimlere yönelik katı eleştiriler yöneltilmesine yol açmıştır. Fakat yeni yaklaşımlar ve yeni biçimler elbette sadece olumsuz sonuçlar doğurmamıştır. Zaman içinde dini inanışların içerisinde yer edinen ve dinin temel esaslarıyla çelişen yanlış uygulamaların ayıklanmasını da sağlayarak, dindarların sürekli okumaya, araştırmaya ve doğru dini yaşamaya kanalize çabalarına dayanak olmuştur.

Popüler dindarlık veya halk dindarlığı olarak da adlandırılan bir dindarlık söylemi, dindarlığın modernizme maruz kalan önemli algılarından biridir. Zamanla ‘yaygın tercih edilen’ anlamını da kazanan popüler kavramının 19. Yüzyılda bir perspektif değişikliği geçirerek ‘halk tarafından üretilen kültürel değerleri’ ifade eden bir kavram olarak kullanıl-maya başlanmış olması (Karaerkek, 2008: 59), aslında popüler dindarlar hakkında ipuçları vermektedir. Popüler dindarlıktan bahsederken, yüksek tipli, insanlar arasında genel kabul görmüş, organizeli, kitabi dinlerle bir arada yaşayan, kurumsal olmayan inanç, ritüel ve pratikleri tanımlamada kullanılan bir terim (Arslan, 2003: 100) olan ve literatürde şer’i din demek olan “normatif din” in zıttı olarak kullanılan (Arslan, 2002: 167) popüler dinden de bahsetmek gerekmektedir. Özellikle normatif din / popüler din kavramlarının birlikte ama karşıt anlamlarda kullanılması popüler dindarlığın neye tekabül ettiği hakkında ayrıca fikir vermektedir. Dinin tanımına göre değişen bir dindarlık tanımından bahsedildiğinde bu durumun popüler dindarlık için de geçerli olması beklenir.

İslam toplumundaki popüler dindarlık kavramının, temel kaynak olan vahiy ve sünnetin özünden adım adım uzaklaşma süreci olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. İslamoğlu; Kur’an algısındaki tarihi kırılma olarak adlandırdığı bu süreci izah ederken üç aşamadan bahsetmiştir (İslamoğlu, 2008: 32). Lafız, mana ve maksattan oluşan vahyin makro ayağı olan maksat ihmal edilerek lafız ve manaya

indirgenen vahiy, mananın da ihmal edilmesiyle lafza indirgenmiş ve okumak yerine hatmetmek ön plana çıkmıştır. Nihayetinde lafza indirgenen vahiyle birlikte Kur’an da Mushaf’a indirgenerek son safha gerçekleşmiştir. Artık vahiy özne olmaktan çıkarak nesneleşmiştir.

Dinin kaynağı nesne olduktan sonra, ona öznelik yapacak çok unsur çıkmıştır. Bunların başında medya, televizyon, boş zamanları değerlendirme etkinlikleri, kadınının sosyal hayattaki yeri, müzik ve eğlence alışkanlıkları gibi popüler kültürün temel dinamiklerinin her biri asıl dinden bir şeyler çıkartmış ya da bir şeyler eklemiştir (Bilgin, 2003: 200). İslam fıkhının önemli tartışma konularından biri olan ve dinin aslında olmayıp sonradan eklenen söz, kaide ve fiilleri kapsayan bir kavram demek olan bid’at; belki de popüler dindarlığı oluşturan önemli bir unsurdur denilebilir. Öyle ki Allah’ın emri olan Hacc farizasını yerine getiren bazı Müslümanların, Allah’ın evini tavaf ettikten sonra, sadece metrelerce uzaklıktaki Hz. Muhammed’in (sav) doğduğu evi ziyaret ederek evin duvarına “Ya Rasulullah! Haccımı kabul buyur” diye yazacak kadar dindarlık algıları dönüşmektedir.

Halk dindarlığı üzerine yapılan bir araştırmada sorulan sorulara verilen cevaplar, popüler dindarlık adına somut veriler içermektedir. Mevlit okutmak, kandil geceleri, nazar, Hızır, evliya, türbe, muska, büyü, gibi normatif dindarlık alanında yer almayan başlıklara yapılan yorumlar halk dindarlığı ile normatif dindarlık arasındaki makasın açıldığını göstermektedir (Küp, 2006: 26). Bir başka araştırmada deneklere sorulan hatim, mevlit, kandil gecelerinde ibadet, muska kullanma gibi uygulamalar, araştırmacı tarafından ‘geleneksel popüler dini pratikler’ kategorisine yerleştirilmiş ve araştırmada farz namazlara olan eğilimin yukarıdaki uygulamaların gerisinde kaldığı tespit edilmektedir (Arslan, 2009: 119). İslam’ın temel kuralları demek olan farzların, İslami olmayan bir takım ritüellerin gölgesinde kalması son derece düşündürücüdür.

Kırbaşoğlu; popüler dindarlık kavramına değinmeden eleştiriler yönelttiği dindarlık anlayışına yorum getirirken, “ilmihal dindarlığı” kavramını kullanmıştır.

(

Kırbaşoğlu, 2003). İlmihal dindarlığı ayrı bir başlık altında tartışılabilecek kadar geniş bir konu olsa da; ilmihal dindarlığının popüler dindarlığa zemin hazırlayan önemli unsurlardan biri olduğunu belirtmek gerekir. Kırbaşoğlu oldukça detaylı bir

ilmihal çözümlemesine girdiği makalede, daraltılmış dindarlık, anakronik dindarlık, şekilci dindarlık, derinliksiz dindarlık, eksik / yanlış bilgilerle inşa edilen dindarlık, psikopatolojik ve eril dindarlık başlıkları altında değişen, dönüşen, farklılaşan ve aslından uzaklaş-tırıl-an bir dindarlık anlayışına ilmihallerin katkılarını tartışmıştır. Aslında Kırbaşoğlu ve İslamoğlu’nun tespitleri birbirlerini tamamlar niteliktedir. İslamoğlu, sürecin başında Kur’an’ı nesneleştirme ile dikkat çekerken, Kırbaşoğlu da, sürecin sonunda Kur’an dışı kaynakların özneleştirildiği sonucuna ulaşmaktadır.

Değişen dindarlık algılarına bir örnek de, İslami bir kavram olan ve bir ibadetin gösteriş için yapılması, salih bir ameli Allah rızası için değil, insanların beğenisini kazanmak için yapmak olan Riya (Ece, 2000: 541) üzerinden verilebilir. Dinin kaynağı vahiy, riyakârlığı ve gösteriş yapmayı hem kavram olarak (Enfal: 47; Maun: 6) hem de ibadetleri gösteriş için yapmak olarak (Bakara: 264; Nisa:38; 142) ayrı ayrı belirterek reddetmiştir. Hz. Peygamber de “Kim yaptığı işi gösteriş olsun diye duyurursa, Allah da kıyamet günü onu duyurur. Kim gösteriş yaparsa, Allah da onu herkese gösterir. (Abdülbaki, 2005: 788)” buyurmuştur. Bir fiili; iyilik bahsi olsun olmasın, asıl maksadını bir tarafa bırakıp sadece gösteriş için yapmak sadece dini metinlerde eleştirilmemiştir. “Dostlar alış-verişte görsün” atasözü; kültürel anlamda da gösterişin halk arasında samimi bulunmadığı ve sosyal ilişkilere zarar verdiği şeklinde değerlendirilmektedir.

Dini uygulamaların ve ritüellerin, riya ve gösteriş için yapılması “gösterişçi dindarlık” kavramsallaştırılmasıyla literatüre taşınmıştır. Görsellik, modern hayatın vazgeçilmez parçalarından biri haline ge-tiri-lmiş, reklâm kültürü sadece tüketimin bir parçası olarak değil, sosyal ilişkilerin ve toplumsal statünün de bir gerekliliği olarak kabul görmektedir. (Baudrillard, 2008: 157). Okumuş da, gösterişçi dindarlığı modernitenin gösteri mantığından ayrı ele alınamayacak bir fenomen olduğunu iddia ederek, modern toplumları fotoğraf, imaj, gösteri ve gösteriş toplumları olarak tasvir etmektedir (Okumuş; 2004: 113). Goffman dramaturji kavramından hareketle günlük rutinini gerçekleştiren bireylerin birer “performans” sergilediklerini söyleyerek bu performansın ön bölge ve sahne arkası şeklinde iki bölgesi olduğunu ifade eder ve bireyin bu rutin esnasında da kendi idealleşmiş görüntüsünü sergilediğini iddia eder (alıntılayan Poloma, 1993: 203). İnsan hayatının ve toplumsal ilişkinin hemen her boyutunun gösterişe konu olacağı kabulünden hareketle (Okumuş; 2004: 116), her

türlü dini ibadetin ve amelin de gösteriş veya -Goffmanvari bir söylemle- “sergilenme” maksadıyla gerçekleştirilme imkân ve ihtimali vardır denilebilir. Bu durumda dini ibadetlerin önemli bir boyutu olan ihlâs/samimiyet duygusunun ortadan kalkmasıyla birlikte, yapılan ibadetlerin amacından sapması ve artık dini amel olmaktan çıkma durumu söz konusu olacaktır. Çünkü ihlâs/samimiyet inanan insanın riyayı karıştırmadan samimi bir biçimde ibadet etmesidir (Doğan, 2001: 610). Bu durumda gösteriş/riya, ibadetlerin ruhunu ortadan kaldırıp, şekle indirgenmiş bir amele dönüştürmektedir.

Hayat sahnesinde bütün insanların oyuncu, tek seyircinin ise Tanrı olduğu görüşüne inanma, insanları yukardan gelen buyruklara göre davranmaya itmektedir. Modern dünyada ise insanlar hal ve tavırlarının kendilerini seyretmekte olduğunu düşündükleri yaratıcıya göre değil, kendileri gibi fani olan diğer insanlara göre düzenlemeye başlaması (Barborosoğlu, 2005: 20 vd), gösterişçi dindarın içinde bulunduğu durumu izah etmektedir. Attığı adım ve yaptığı davranışları “Yaratıcı ne der?” filtresi yerine “elalem ne der” filtresinden geçirmesi, dindarı farklı ve din dışı bir mecraya götürecek düşünce tarzıdır.

Oldukça yeni ve taze bir dindarlık çeşidi de, kısa süre önce gündeme gelen, teknolojinin modern hayatın ayrılmaz bir parçası olmasıyla da yakın zamanda literatüre girmesi beklenen ve ilk olarak Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez tarafından dile getirilen sanal dindarlıktır (Görmez, 2011: 3). Aylık kurumsal dergi Diyanet’in başyazısını kaleme alan Görmez; dindarlığı değer üreten ve değerler sisteminin bir parçası olarak tanımlarken, en büyük tehlikenin, değer üreten değil, değerleri tüketen hatta yozlaştıran sanal bir dindarlık olduğunu ifade etmektedir. Makaleden, dindarlığın ahlaki bir çerçeveye oturtulmuş, sosyal yönü en az bireysel yönü kadar güçlü, insanlar arası ilişkilerde belirleyici rol oynayan bir statüye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadelerin sahibi devletin din konusunda söz söyleyen en yetkili ağzı olunca, devletin resmi dindarlık algısının da ahlaki, evrensel temellerle barışık bir algı olduğunu tespit etmek mümkündür.