• Sonuç bulunamadı

Dindar ailelerin çocuklarıyla, karşı cins arkadaşlık algısının tespit edilmesine yönelik mülakatlarda önceliğin dindarlık tanımına verilmesindeki amaç, gençlerin zihinlerinde araştırmanın sınırlarının belirlenmesini sağlamaktır. Nitekim deva- mındaki yorumlarda görüleceği üzere, sorulan bazı sorulara katılımcılar tarafından dindarlık penceresinden bakan cevaplar verilmiştir.

Dindarlığın göreceli bir kavram oluşu ve dindarlığı ölçme adına geliştirilen ölçeklerle ilgili tartışmaların ışığında atılacak en sağlıklı adımın, mülakata katılan kişilerin sözlü ifadelerini esas almak olduğu düşünülmüştür. Nitekim katılımcıların tamamı ailelerini ve kendilerini öncelikle dindar olarak tanımlamış daha sonra kendi ve ailelerinin dindarlıklarını zihinlerindeki ideal dindarlık tanımının neresinde konumlandırdıklarını belirterek bir dindarlık çerçevesi çizmişlerdir.

Dindar ailelerin çocuklarından öncelikle ailelerinin dindarlığının kendi dindarlıkları üzerindeki etkilerinin boyutu öğrenilmeye çalışılmıştır. Nitekim ebeveyn dindarlığının çocukların dindarlığı üzerindeki etkisi bu çalışmanın araştırdığı konulardan biridir. Bunun devamında dindarlığın çocukların davranışları üzerindeki etki gücünün ortaya çıkması, ebeveyn dindarlığını ve bu dindarlığın aktarımını daha önemli hale getirmektedir.

Modernizmin geleneksellikle çatışmasının en ciddi etki boyutunun, gelenek- sel dindarlar üzerinde gerçekleştiği ön kabulünden hareketle, görüşme yapılan gençlerin dindarlığın neresinde olduğu, dolayısıyla bu çatışmadan ne ölçüde etkilendikleri de ortaya çıkmış olacaktır. Yapılacak tespitlerin bu merkeze oturacağı da neredeyse şimdiden bellidir. Kuşaklar arası farklar, dindarlığın aktarımı, modernizmin etki alanlarının gençlerin hareket alanlarıyla kesişmesi ve dönüşen algılar; tartışmanın bu çatışmayı merkez almasını neredeyse kaçınılmaz hale getirmektedir.

Dindar ailelerin çocuklarına dini eğitim verme konusunda, özellikle de ibadet alışkanlığı kazandırma noktasında, ciddi özeleştiriler yapması gerekmektedir.

Piyasadaki kitaplar, yayınlanan makaleler, neredeyse her İslami cemaatin ya da vakfın kendi bünyesinde düzenlediği aile okulu kapsamında seri konferanslar ve sempozyumlar; dindar ebeveynlerin dikkatini ısrarla bu konuya çekme gayretindedirler. Son birkaç yıldır üç eğitimcinin girişimleriyle tüm ülkede çeşitli etkinlikler düzenleyen “Namaz Platformu”nun çalışmaları, bunlardan sadece bir tanesidir. Nitekim yapılan görüşmelerden çıkan sonuç da, bu gayretlerin dindarlar açısından aslında son derece anlamlı olduğunu doğrular niteliktedir.

Dindarlık bölümünde öncelikle katılımcılardan dindarlığı tanımlamaları ve bu tanım ekseninde kendilerinin ve ailelerinin dindarlığı üzerine yorum yapmaları istenmiştir. İbadetlerin dindarlığın neresinde olduğu sorgulamaları namaz ve başörtüsü özelinde yapılırken, katılımcıların tartışmayı yönlendirmeleriyle dindarlığın bilinç ve irade boyutu da ele alınmıştır. Ebeveyn dindarlığının çocukların dindarlığına etkisi, eğitim yöntemi ve yapılması gerekenler oldukça geniş biçimde işlenmiştir.

Namazın önemli bir ibadet olduğu yönündeki genel bir kanaatten bahsetmek mümkündür. Bu konuda namaz bilincinin, namaz kılmayan gençlerde bile yerleştiği tespit edilmiştir. Başörtüsünün Müslüman kimliğinin bir parçası olduğu düşüncesi üzerinde de tartışmasız ittifak sağlanmaktadır. Bu ittifakın sağlanmasında şüphesiz katılımcıların tümünün annelerinin başörtülü olmasının payı büyüktür. Fakat başörtüsünün kullanımı konusunda sıra dışı bir ittifak daha yaşanmıştır. Başörtülü bazı kızların ve kadınların, başörtülü kimliğine yakışmayacak tavır, davranış sergilemeleri ve giyim kuşam tercihleri nerdeyse kız/erkek tüm katılımcılar tarafından eleştirilmiştir. Başı açıklar da bu görüntülerden rahatsız olduklarının altını çizmişlerdir. Gerekçeler konusunda ise bilinçsizlik, özenti, baskı vs. gibi farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Ebeveyn dindarlığı ile etkileşim konusunda ise, iletişimin ve yumuşak tavrın önemi bir kez daha öne çıkmıştır. Nitekim İslam’ın ilk eğitimcisi olan Hz. Muhammed’in (sav) bu konudaki hadisi-i şeriflerine atıf yapmamak mümkün değildir.

Dindarlığın en azından kavram olarak tüm katılımcıların gündemlerini meşgul ettiği bir kısmının da hayatlarını doğrudan etkilediğinin görülmesi, ailelerinin dindar olmasının doğal bir tezahürü olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Katılımcılara

yöneltilen ilk soru ise “Sizce dindarlık nedir?” olmuştur. Bu soruya ağırlıklı olarak erkekler tarafından verilen cevapların, iki farklı eksende olduğu görülmektedir. İlki dindarlığı inanç ve duygu olarak nitelendiren eksendedir.

Bence dindarlıkta en önemli unsur inançtır. İnançlı olmayan bir insanın dindar olması beklenemez. Benim dindarlık dediğimde aklımda ilk olarak inanç ve güven oluşuyor. Bununla beraber dindar kesim diye bir ifade var. Türkiye’deki insanların çoğu kendini dindar olarak tanımlıyor ama beş vakit namaz kılan kişi sayısı çok az. Bu anlamda namaz kılmak bir dindarlık göstergesi olabilir.

Ben kendimi dindar hissediyorum. İrademe sahip biriyim. Belli bir yaşa geldik çocuk değiliz artık. Dine neyin uygun olup neyin uygun olmadığını biliyoruz. Bence bunun namazla da ilgisi yok. Yani namaz kılan adam dindardır diye bir şey yok. Bizim apartmanda cemaate bağlı bir evde yaşayan, namaz kılan kişileri, parkta korsan ürünler satarken görüyorum. Şimdi bu adam kendini dindar olarak tanımlıyor. Tabii en doğrusunu Allah bilir ama bana göre dindar değil bu adam. Din dediğimiz şey de irade, fikir ve düşüncedir. İrade sahibi olup sağlam düşünceyle gereğini yapacaksın.

Dindarlığa verilen cevaplarda ikinci ekseni ibadetler oluşturmaktadır. Kendini dindar kabul eden de etmeyen de ibadeti merkeze alan bir tanım yapmaktadır.

Ben kendimi tam olarak dindar hissetmiyorum. Dindar insan Allaha tamamen bağlı olan ve ibadetlerini tam anlamıyla yerine getirendir. Sürekli olacak. Mesela öğle namazını kaçırdıysam sürekliliği bozduğumda kendimi boşlukta hissediyorum, dindar değilmişim gibi hissediyorum.

Dindarlık bence göreceli bir şey. Herkesin yapabildikleri var yapamadıkları var. Herkesin din konusunda ve dindarlık konusunda bir ölçüsü vardır. Ama dindarlık bence en nihayetinde hayatı Kur’an’a göre yaşamaktır. Allah’ın haram ve helallerini uygulamaktır. Hayatı Kur’an ve Sünnet’e göre şekillendirmektir dindarlık.

Dindar demek öncelikle inandığı dinin hükümlerini yerine getiren demektir. Allah sana şunu yap diyor bunu yapma diyor. Zorlamıyor. İki tane seçenek sunuyor sana. Sağdan gidersen Allah’ın yoluna yaklaşırsın, soldan gidersen Allah’ın yolundan uzaklaşırsın diyor. İnsan da dindarlığı kendi iradesiyle belirler, kendi yolunu kendi çizer. Dindar olmak da dinden çıkmak da kişinin elindedir.

Bazı katılımcılar, özellikle başörtülü kızlar ise dinin tanımını yaparak günümüzdeki din algısı ile kıyaslamayı tercih etmişlerdir. Buradan hareketle de bir dindarlık tanımı yapmak mümkündür.

Şu an yaşadığımız din, gerçek anlamda yaşanması gereken din değil. Ayrıca dindarlık da zamanla gelişebilir, geliştirebilir.

İnsanın hayatını derleyip toparlayan bir boyutu vardır dinin. Hayatın her aşamasında etkisini gösterir.

Hristiyanların yaptığı gibi sadece Pazar günleri kilisede gidip yaşanan bir olgu değildir din. Bence Türkiye’de de kamusal alan tartışmalarıyla yerleştirilmek istenen şey, dini belli bir alana, belli bir güne hapsetme çabasıdır. Evde, camide yaşanılacak bir olguya dönüştürülmeye çalışılıyor. Hâlbuki din bu değildir. Her alanda kendini hissettirir.

Dindarlığın sadece İslam ve Müslümanlarla sınırlı algılanması, İslami kültür içinde yetişmiş bireyleri açısından aslında kabul edilebilir bir durumdur. Fakat dindarlık tanımının, bazı katılımcılar tarafından – olması gerektiği gibi – esnetilip, diğer din ve öğretileri de içine alacak şekilde genişletilmesi olumlu görülmektedir. Zira dini yaşam tarzını prensipler dışında belli kalıplara sığdırmamak, dindarlığın daha geniş kitleler tarafından paylaşılmasına imkan sağlamaktadır.

Hangi dine inanıyor, hangi Tanrı’ya tapıyorsa, hayatını o dinin kurallarına göre değerlendiriyorsa dindardır. Bu anlamda dindarlık sadece

Müslümanlara has bir durum değildir. Hristiyan dindarlar da pekâlâ olabilir. Hristiyan olan adam da dindar olabilir. Dindarlık sadece Müslümanlık

değildir. Dinine, değerlerine bağlı olan herkes hangi dine mensup olursa olsun putperest de olsa kendi dininin hükümlerine uygun davranırsa dindar demektir.

Sonuçta herkesi Allah yarattı. Onlar da bizim yerimizde olabilirdi, bizim de onların yerinde olma ihtimalimiz vardı. Onların da kendilerine ait bir dini ve inanç sistemleri var. Yoldan birini çevirsen İngiltere de iyi bir adam

olmadığını düşünür. Hâlbuki oralarda da ahlaklı adamlar var. Dindar adamlar var.

Benim eski mahallemde neredeyse tüm komşularımız içki içiyorlardı ve komşuluk açısından mükemmel insanlardı. Hatta şu anda içki içmeyen insanların arasında yaşıyoruz ama bunlardan on kat daha iyi ilişkileri olan insanlardı. Ben onların elinde büyüdüm mesela. Vicdan sahibi insanlar..

Dinin ve dindarlığın tanımından sonra yöneltilen “Kendinizi dindar

hissediyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplar aslında şaşırtıcıdır. Kendini az ya

da çok dindar hissedenler bir yana kendini dindar olarak görmediğini dahası göremediğini ifade edenlerin çoğunlukta olduğu tespit edilmiştir. Kendini dindar hissedemeyenlerin arasında namazına devam eden ve edemeyenlerin yanı sıra, başörtülü ve başı açıkların da yer alması dikkat çekmektedir. Bunun nedenini dindarlığın tanımında ortaya çıkan “dinin tüm hayata nüfuz etmesi, davranışların Kur’an ve Sünnet’e göre dizayn edilmesi” ifadesinin aslında tüm katılımcılar tarafından benimsenmesi olarak görmek son derece yerinde bir değerlendirmedir. Çünkü katılımcılar cevap verirken istisnasız bir süre düşünmüş, zihninde ölçüp biçmiş ve sonra kendinden çok da emin olmayan bir biçimde cevap vermişlerdir.

Kendime tam manasıyla dindar diyebilir miyim bilmiyorum. Buna cesaret edemiyorum açıkçası. Bunu da bir özeleştiri olarak söylüyorum.

Ben kendimi pek dindar bulmuyorum açıkçası. Hayatımın her kademesine dini yerleştirmiş değilim. Öncesine göre daha dindarım son zamanlarda. Yıldan yıla bir artış görüyorum dindarlığımda, ama ideal seviyeye henüz gelemediğimi düşünüyorum.

Ben kendimi dindar olarak görmüyorum. Normal görüyorum yani. Aşırı dindar görmüyorum Beş vakit namazını kılan, İslam’ın bütün emirlerini yerine getiren bir Müslüman olarak görmüyorum. Bu bir özeleştiri belki ama yapmak isteyip de yapamayanlardanım ben. Benim kalbim temiz.

Namazlarımı kılmaya çalışıyorum ama yeterince dindar olmadığımı

düşünüyorum. Birtakım vazifelerimi yerine getiremiyorum. Kur’an okumayı bildiğimizde okumak Kur’an’ın hakkı oluyor ama ben Kur’an okumuyorum. İbadetlerin dışında daha fazla şeyler yapmaya çalışıyorum ama

yapamıyorum.

Ben çok isterdim dindar olmayı ama maalesef değilim. Eyvallah namazlarımı kılıyorum. Bu zaten Müslümanlığın bir gereğidir. Farzdır. Oruç tutuyorum. Ama dindarlık daha da başka bir kavram. Cidden hissedebilmektir onu. Bunu hissedebildiğimi ve yaşayabildiğimi düşünmüyorum.

Verilen cevaplardan biri de, dindarlık algısının dış dünyanın bakışına göre şekillendiğini göstermektedir. Kendini dindar olarak kabul eden katılımcı, dışarıdan

öyle değilmiş gibi göründüğünü kabul etmekte, dindarlığın aslında dış görünüşle de ilgili olduğunu – bilerek ya da bilmeyerek – onaylamaktadır.

Ben inanıyorum, hatta bazı şeyleri içimde bayağı yoğun yaşıyorum ama hani dıştan görünüşüm çok yaşamış gibi değil. Çevremdekiler bakıp beni dindar olarak görmüyorlar eminim. Ama kimse kimsenin içini bilemez. Mesela ben başımı yastığa koyduğumda günün muhasebesini yapmadan uyumam. Acaba çok mu hata yaptım ya da iyi mi yaptım şeklinde. Öyle bir tartıyorum, ama kimsenin haberi olmuyor sonuçta. Günah kavramı var, pişmanlık var. Dışarıda öyle hop hop bir kız gibi gözüksem de içimde öyle değilim.

Dindarlığın yaşanması konusunda ailelerinden ve kendilerinden örnekler veren katılımcılar, geçmişi ve bugünü kıyaslayarak dindarlığın azalmasına yorum getirmişlerdir. Bu azalışa da yaşam kalitesinin artması, sekülerleşme, iş yoğunluğu gibi gerekçeler ileri sürmüşlerdir.

Ben ailemde dindarlığı yaşama anlamında, şimdiki zamanla geçmiş arasında bir fark görüyorum. Eskiden daha sıkı bir şekilde yaşanırdı. Babamı

küçükken hatırlıyorum akşamları sohbetlere giderdi. Ama şimdi o ortam yok evimizde. Eskiden küçük çocuklar da vardı, biz vardık. Kolumuzdan tutup götürürlerdi. Ama şimdi büyüdük. Nispeten daha rahatlar. Yani bizler ayak bağı durumunda değiliz. Ama şimdi türlü mazeretler buluyor ve dini

ortamlara girme konusunda istekli davranmıyorlar. Bunun nedenini de rahat bir yaşam ortamı, artan maddi imkânlar olarak görüyorum. Üstelik kendileri de bu konu üzerine yeteri kadar düşünmüyorlar

Yokluğu görmüş bir insan parayı bulduğunda değişmeyebiliyor belki. Ama rahat bir ortamda yetişen genç, kişiliği de tam oturmadan konfora alıştığında öyle devam ediyor.

Konforun dindarlık üzerindeki olumsuz etkisinin kabul edilmesinin, beraberinde özeleştiriyi de getirdiği aşağıdaki yorumda görülmektedir. Özellikle dindarların zenginleşme ile imtihanı sürecinde en ciddi sıkıntının ailenin çocuğuna yeteri kadar bu duyguyu aşılayamaması olduğu konusunda fikir vermektedir.

Bizim çevrede bu tip davranışlar çok maalesef. Adamın ailesi dindar, hem de iyi dindar. Ama kendisi olur olmaz bir sürü şey yapıyor. Yeri geliyor sigara içiyor. Yeri geliyor içki içiyor. Aile o duyguyu verememiş oluyor. Yozlaşma dediğimiz şey başlıyor. Başörtü de bu yozlaşmaya dâhil oluyor. Arkadaşlık da bu konuda olumsuz etki edebiliyor. Üç beş kafadar bir araya geliyor. Maddi durumlar da iyiyse, para ve rahatlık olduğunda da karakter illaki bozuluyor.

Maddi rahatlamanın, konforun dindarlığın üzerinde olumsuz etkisi var şüphesiz. Bunun hesabını vereceğiz elbette. Bu o kadar kolay bir şey değil. Bazı insanlara rahatlık batıyor aslında. On milyon dolarım olsa cami yaptırırım diyen adam da var tabii. Daha zengin olsam daha iyi Müslüman olurum diyen de var. Ama pratikte bu çok da mümkün olmuyor. Zenginleşme oldukça bozulma oluyor. Belki kendisi değişmiyor ama çocukları değişiyor. Adam aynı adam, ama oğlunu iyi yetiştiremiyor.

Dindarlıkla ibadetler arasına mesafe koyanlar olduğu da görülmektedir. Bunun gerekçesi de iki farklı boyutta ön plana çıkmaktadır. Birinci boyut, özellikle namaza devam etme konusunda başarısız olan kız ve erkeklerin özelde namazı, genelde ibadetleri dindarlık için belirleyici görmemesidir. Bunun yerine inanmak, iman etmek, dürüst olmak ya da kalp temizliğinin yeterli olduğunu ileri sürmektedirler.

Bence dindarlık eşittir namaz kılmak değildir.

Dindarlık beş vakit namazını kılıp dinini emirlerini yerine getirmek değildir. İman gücü de vardır. Mesela inanıp da gerçekleştirmeyenler var. Gerçekten inanıp. Bunun yanında gerçekleştirip inanmayan da var. İnanıp da kendini vererek yapmayan var.

Namaz kılmayanlara dindar değil demek doğru değil. Sonuçta namaz kılıp kılmamak iradeyle ilgili bir durum. Ben namaz kılabiliyorsam, genç yaşımda nefsime söz geçirebiliyorum, sorumluluklarımı yerine getirebiliyorum

demektir. Ama başka bir arkadaşım namaz kılmıyorsa dindar değil diyemeyiz. Genç olduğu için şeytana söz geçiremiyordur, nefsini yenemiyordur. Ama ilerde ne olacağını bilemeyiz tabii.

Bir erkek dindar olmadan zaten karısına da sadık olamaz diye düşünüyorum. İçki içer, akşam gelir. Karısını çocuklarını döver. Nasıl güveneceksin. İçki içmesi doğrudan dindarlıkla alakalıdır bence. Dindar adam içkiyi ağzına sürmez. Namaz da kılmıyorsa zaten dindar değildir.

Dindarlıkla ibadetler arasına mesafe koyan ikinci boyut ise gerekçesini, bilinç, şuur çerçevesine oturtmaktadır. Buna göre dindarlığın ibadetle doğrudan ilişkisi olduğunu söylemek yerine neye inandığının, yaptığı ibadeti neden yaptığının daha önemli olduğunu söylemek daha önemlidir. Bilinçli olmanın ön plana çıktığı bu görüşe, nispeten entelektüel anlamda kendini yetiştirmiş katılımcıların yakın olduğu söylenebilir.

İbadetleri yerine getirmek, dindar olmak için tek başına yeterli değildir bence. Bu dönemde çok insan tanıyorum ben, aynı safta namaz kıldığım, daha sonra günah işlediğini görüp duyduğum. Bir şeyi anlamak, hissederek

yapmaktır asıl olan. Sonuçta hepimiz namaz kılıyoruz. Ama kaçımız namaz kılarken dünyasından tamamen sıyrılıyor. Namaz kılarken elleri kaldırarak tekbir almak sembolik olarak dünya meşgalesini arkaya atmak anlamına gelir. Bunu ne ölçüde başarabiliyoruz. Bu yüzden tamamen mantıken ve gönülden hissetmek gerekiyor. Hissettiğimizde de gereğini yerine getiririz zaten o problem olmaz. Önemli olan hissetmek. Tamam. Yaşarız. Mesela oruç tutarız, ama oruç tutarken de gıybet etmenin bir anlamı yok ki. Hep verilen bir örnek vardır. Affedersiniz bir ineği bağlasanız da durur hiçbir şey yemeden. Görünüşte o hayvan da oruç tutmuş olur. Önemli olan onu hissetmek ve gereğini o şekilde yerine getirmektir. Hissedeceksiniz bir

şekilde, ne yaptığınızı bileceksiniz, yaptığınızı şuurlu bir şekilde yapacaksınız. Namaz dindarlığın bir göstergesinden ziyade bence bir alışkanlık. Çünkü bakıyoruz, bazı arkadaşların ailesinde namaza çok büyük önem verilmiş ama bazılarında hiç yok. Yani şimdi bu ötekinden daha dindardır diye bir

karşılaştırma yapamayız. Buradan direkt bir sonuç çıkmaz yani.

Bilinç konusuna sadece ibadetler ekseninde değil, dindarın dindarlığa ilişkin davranışlarının tartışılırken de atıfta bulunulması, dini bilinçli bir şekilde yaşamanın gençler arasında, pratikte mümkün olmasa da, önemli olduğu izlenimini vermektedir. Özellikle ülke gündemini kimi zaman daha yoğun bir şekilde ama oldukça uzun bir süredir meşgul eden başörtüsü yasağı konusunda bilinç tartışmasına tüm kesimler katılmış ve görüş belirtmişlerdir.

Dindar bir erkeğin bir kıza bacı gözüyle bakabilmesi çok güzel, çok hoş ama maalesef genele baktığımızda böyle bir bakış açısından bahsetmek mümkün değil. Bunun nedeni de imanın hakiki iman olmamasıdır. Kız erkek

ilişkilerinin laçka olmasının nedeni de budur, vücuduna dövme yaptıran başörtülülerin olması da... Bakıyorum; kadın başörtülü ama öyle bir makyaj yapmış ki “ben buradayım” diye sırıtıyor. Hâlbuki başörtünün özünde bu yok. Şimdi o kişi taklidi imana değil de hakiki imana sahip olmuş olsa farklı olur. Ben nasıl namaza başladım? Şöyle: Babam namaz kılıyordu “Hadi oğlum sen de kıl.” dedi. O kız nasıl başını örttü? Baktı annesi kapalı, dedi “Ben de bir deneyeyim.” Hoşuna gitti, devam etti. Gerçekten iman etmiş olsaydı, ben de o da benimseme çizgisinin ötesine geçmeliydik. En azından bunun sorgulanması gerekiyordu. Kendimizi geliştirmeyeceksek sınavın ne anlamı kaldı ki. Mesela ben namaza nasıl başladığımı anlatayım. Nokia 2100 vardı mesela o zamanlarda. Annem dedi ki “Oğlum 20 gün boyunca

namazlarını aksatmadan kılarsan sana bu telefonu alacağım.” Sonra telefonu aldı ve dedi ki “Eğer namazlarını aksatırsan bu telefonu geri alacağım.” Sonra başladık namaza ve hala devam ediyoruz. Ama bu rüşvet gibi bir

durumla başlayan namazı ben daha ileriye taşıyamadım. Artık alışkanlık oldu namaz bende. Namaz kılmayınca vicdan azabı duyuyorum ama kıldığım zaman da öyle sıra dışı bir duygu hissetmiyorum. İşte taklidi imandır bu. Tavuk gibi secdeye yatıp kalkıyoruz. Hani tekbir getirirken dünyayı arkaya atıyoruz ya, lafta atıyoruz aslında. Ben namaza durduğumda dünyaya ait bir sürü şey aklıma geliyor.

Başörtüyü belki de ailesinin zoruyla takıyor. Bunu bilemiyorsun. Çevresine bakıyor; arkadaşlar kapalı, annesi akrabaları kapalı. “Hadi ben de

kapanıyım” diyor. Bilinçsiz bir şekilde kapanıyor. Sonra da böyle garip davranışlarda bulunuyor. Sıkılıyor bir yerde patlıyor.

Bu imanı şuurlu bir şekilde içimize sindirsek; tartışılan hemen birçok şeyin çözümü olacak. Kılık kıyafet ya da ilişkilerdeki yapılan hatalar kendiliğinden yok olacak. Temeli iyi atmak gerekiyor.

Bence kapanma konusunda hep kendi tercihimiz diyoruz ama çok az arkadaşımız düşünüp taşınarak bunu gerçekleştiriyor. Ama mahiyeti itibariyle de başörtüsünü kadının kimliğinin bir parçası olarak algılarsın. Çevresinde gördüğün kadınlar örtülüdür ve “demek ki kadınlar örtülüdür” der ve kapanırsın. Küçük yaştan itibaren de teşvik edilirsin zaten. Ama