• Sonuç bulunamadı

213 numaralı Manisa şer'iyye sicili değerlendirme ve transkripsiyonu (1174–1175)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "213 numaralı Manisa şer'iyye sicili değerlendirme ve transkripsiyonu (1174–1175)"

Copied!
421
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

213 NUMARALI MANİSA ŞER’İYE SİCİLİ

Değerlendirme ve Transkripsiyonu

(1174–1175)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ

HAZIRLAYAN

Yasin ÖZKAN

(2)

i

İÇİNDEKİLER

İçindekiler Tablosu ... i

Bilimsel Etik Sayfası ... iv

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu ... v

ÖN SÖZ ... vii ÖZET ... viii SUMMARY ... ix KISALTMALAR ... x TABLOLAR LİSTESİ ... xi GİRİŞ... 1

A-MANİSA’NIN KISA TARİHÇESİ ... 1

1-Manisa ... 1

2-Saruhanoğulları Döneminde Manisa ... 2

3-Osmanlılar Dönemi ... 3

I. BÖLÜM ... 5

OSMANLI’DA HUKUK, KADILIK MÜESSESESİ VE ŞER’İYYE SİCİLLERİ ... 5

A-OSMANLI HUKUKU ... 5

1-İslamiyet’ten Osmanlıların Kuruluşuna Kadar İslam Hukuku ... 5

2-Osmanlı Hukuk Sistemi ... 5

B-KADILIK MÜESSESESİ VE ŞERİ’YYE MAHKEMELERİ ... 7

1-Kadılık Müessesesi ... 7

2- Şer'iyye Mahkemeleri ... 11

a. Tanzimat’a Kadarki Dönem ... 11

b. Tazminat’tan Sonraki Dönem ... 13

3-Mahkeme Vazifelileri ... 14 a. Nâibler ... 14 b. Muhzırlar ... 14 c. Çavuşlar ... 15 d. Subaşılar ... 15 e. Mübaşirler ... 15 f. Müşavirler ... 15 g. Katip ve Hademeler ... 15 h. Kassamlar ... 16 ı. Mukayyitler... 16 i. Mahkeme İmamı ... 16

(3)

ii

k. Kethüda ... 16

C-ARŞİVLER VE OSMANLI KAYITLARI ... 16

1-Şer’iyye Sicilleri ... 17

2-Şer’iyye Sicillerinin İçeriği ... 19

3-Şer’iyye Sicillerinin Önemi ... 20

a. Hukuk Tarihi Açısından Önemi ... 21

b. Genel Tarih Açısından Önemi ... 23

c. İktisat Tarihi Açısından Önemi ... 23

d. Sosyal Yapı ve İdarî Teşkilat Açısından Önemi ... 23

e. Askeri Açıdan Önemi ... 23

4- Sicillerin İhtiva Ettiği Belge Çeşitleri ... 25

a. Kadı Tarafından Kaleme Alınanlar ... 23

a-1 Hüccet ... 23

a-2 İ'lam... 23

a-3 Ma'ruz ... 23

a-4 Mürasele ... 23

b. Başka Makamlardan Yazılan ve Sicile Kaydedilen Belgeler ... 23

b-1 Tezkire ... 23

b-2 Temessük ... 23

II. BÖLÜM ... 27

213 NUMARALI MANİSA ŞER’İYYE SİCİLİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ... 27

A-MANİSA ŞER’İYYE SİCİLLERİ ... 27

1-Manisa Şer’iyye Sicilleri Hakkında ... 27

2-Manisa Şer’iyye Sicilleri Üzerine Yapılan Çalışmalar ... 27

3-213 Numaralı Manisa Şer’iyye Sicili ... 31

4- Çalışmanın Amacı ... 31

5- 213 Numaralı Sicildeki Belge Türleri ... 32

B-MANİSA’NIN İDARİ DURUMU ... 32

1-213 Numaralı Defterde Adı Geçen İdareciler ... 32

a. Kadı ... 23

b. Naib ... 31

c. Mütesellim ... 32

d. Yeniçeri Serdarı ... 23

2-213 Numaralı Defterde Yer Alan İdari Birimler ... 37

a. Kaza ... 34

(4)

iii

c. Mahalle ... 23

d. Köy İsimleri ve Avârızhâne Sayısı ... 23

3-Ta‘yinle İlgili Kayıtlar ... 42

III. BÖLÜM ... 48

MANİSA ŞEHRİNİN SOSYAL VE İKTİSADÎ YAPISI ... 48

A-SOSYAL YAPI ... 45

1-Mahalle ... 45

2-Müslim-Gayrimüslim Unsurlar ... 46

3- Vakıflar-Mescitler ... 47

4-Toplumsal Düzenin Sağlanması ... 49

a. Eşkıyalık Hareketleri ... 53

b-Adam Öldürme veya Yaralama ... 54

5-Aile ve Evlilik ... 53

6-Mirasla İlgili Kayıtlar (Terekeler) ... 54

a. Vâsi Tayini İle İlgili Kayıtlar ... 60

b- Beytü’l-mâl’a Kalan Tereke ... 60

7-Kayıtlarda Geçen Eşyaların Tasnifi ... 57

B-İKTİSADİ YAPI ... 59 1-Vergiler ... 59 a. İmdad-ı Hazeriyye ... 63 b. İmdad-ı Seferiyye ... 64 c. Avarız ... 64 d. Ağnam ... 65 2-Ticaret ... 62 3-Fiyatlar ... 64 4-Tarım ve Ziraat... 65 5-Hayvancılık ... 66 SONUÇ ... 68 KAYNAKÇA ... 79 METİNLER ... 82

213 NUMARALI MANİSA ŞER’İYE SİCİLİNİN TRANSKRİPSİYONU (1174-1175) ... 77

(5)

iv

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Yasin ÖZKAN Numarası 124202031008

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih / Yeniçağ Tarihi

Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

Tezin Adı

213 NUMARALI MANİSA ŞER’İYYE SİCİLİ DEĞERLENDİRME VE TRANSKRİPSİYONU (1174–1175)

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(6)

v

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Yasin ÖZKAN Numarası 124202031008

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih / Yeniçağ Tarihi

Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ

Tezin Adı 213 NUMARALI MANİSA ŞER’İYYE SİCİLİ DEĞERLENDİRME VE TRANSKRİPSİYONU (1174–1175)

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan 213 NUMARALI MANİSA ŞER’İYYE SİCİLİ DEĞERLENDİRME VE TRANSKRİPSİYONU (1174–1175)başlıklı bu çalışma 02/07/2019 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

(7)

vi

ÖN SÖZ

Osmanlı tarihinin, özellikle de şehir tarihlerinin araştırılmasında şer’iye sicilleri; sosyal, iktisadî, hukukî, idarî, kültürel ve demografik açıdan önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle şer’iye sicilleri üzerine yapılan çalışmalar, son dönemlerde büyük bir artış göstermiştir.

Bu çalışmada 1760-1764 yılları arasında Osmanlı şehri olan Manisa şer’iyye sicillerinden 213 numaralı defteri inceleyeceğiz. Gayemiz şehzadeler şehri Manisa hakkında yeni bilgilere ulaşmak ve bu alanda çalışma yapacak araştırmacıların çalışmalarına bir nebze olsun ışık tutmaktır. Yeri gelmişken, öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki, araştırmacılara kaynaklık edeceğini düşünerek, defter tarihi olarak kayıtlarda ve kütüphanelerde H.1174-1175 yılları geçse de, belgeleri okudukça bu yılların biraz daha genişediğini ve defterin gerçekte H. 1174-1177 tarihleri arasını kapsadığını gördük. Manisa adı belgelerde Mağnisa şeklinde geçmektedir. Biz belgeleri çevirirken günümüz telaffuzuyla Manisa şeklinde belirttik.

Şer’iyye sicillerinin diğer bir adı da mahkeme kayıtlarıdır. Kadı ve naiblerin mahkemelerde kaydettikleri hükümleri ve önemli olaylara dair kayıtları içermektedir. Bu sebeple siciller, tarihçiler için birinci elden kaynak niteliğinde olup özellikle şehir tarihi üzerine çalışma yapanlar için yegâne kaynaklardandır.

Çalışma, giriş bölümüyle beraber üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, incelediğimiz şehir olan Manisa’nın tarihi hakkında bilgiler verilmiştir. Bu bölüm, şehrin ilk kuruluş tarihinden Osmanlı hâkimiyetine nasıl geçtiğine dair geniş bir içeriğe sahiptir.

Birinci bölüm ise genel itibarıyla Osmanlıda hukuk ve hukukun işleyişi hakkında geniş bilgi vermektedir. Bunula beraber, kadılık müessesesi ve şer’iyye sicillerinin nasıl tutulduğu ve muhafaza edilerek günümüze kadar geldiği üzerine de durulmuştur. Bu bölümde son olarak Manisa sicillerinin öneminden bahsedilmiştir.

İkinci bölümde 213 numaralı defterdeki hükümlerin değerlendirmesi yapılmıştır. Bu bölüm altında ilk başlığımız Manisa Sicilleri ve 213 numaralı Manisa şer’iyye sicili hakkında bilgiler içermektedir. Ardından Manisa’nın 18. Yüzyıldaki idari durumu, yöneticileri ve bu yıllarda şehirde yapılan tayinler ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde ise hükümlerden hareketle şehrin sosyal yapısı incelenmeye çalışıldı. Şehirdeki Müslüman-gayrimüslim unsurlardan, mahallelerine, vakıf ve mescitlerden dönemin yöneticileri tarafından şehirde toplumsal düzenin nasıl sağlandığı araştırmacıların istifadesine

(8)

vii

sunuldu. Mirasla ilgili belgeler ve tereke kayıtları incelenerek şehrin ekonomik ve sosyal durumunun genel röntgeni çekilmeye çalışıldı. Son olarak da 18. Yüzyıl Manisa’sında ekonomik hayat nasıldı. Hangi ticaret veya sanayi malları üretiliyordu? Halkın geçim kaynağı neydi gibi soruların cevaplarını bulmaya çalıştık. Ayrıca bu bölümün sonunda, defterin genel bir değerlendirmesinin yapıldığı sonuç kısmı da yer almaktadır.

Ekler bölümünde ise 213 numaralı Manisa Şer’iyye Sicilinin transkripsiyonu ve kaynakça kısmı ile defterin genel bir değerlendirmesinin yapıldığı sonuç bölümüne yer verilmiştir.

Başta, hiçbir zaman benden yardımını esirgemeyen lisans ve yüksek lisans eğitimim boyunca bilgi ve tecrübelerinden her zaman istifade ettiğim pek kıymetli tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ’ye, çalışmamda kaynak temini konusunda yardımını gördüğüm Sayın Prof. Dr. İzzet SAK hocama ve çalışmayı satır satır okuyup gerekli yönlendirmeleri yaparak çalışmamda büyük yardımı dokunan Sayın Prof. Dr. Mehmet İPÇİOĞLU hocama ve de bende çok emeği olan diğer bütün bölüm hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca, pratik ve yol gösterici fikirleriyle daima bana yol gösteren mesai arkadaşım Osman Doğan’a, okuyamadığım kelimelerde ve sadeleştirmekte zorlandığım her hükümde geri çevirmeyip yardımıma koşan değerli büyüğüm Selman Soydemir’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca lisans ve yüksek lisans öğrenimim sırasında her zaman beni destekleyen ve bu yolda ilerlememe yardımcı olan aileme ve bu süreçte maddi manevi her türlü yanımda olan kıymetli eşim Fatma Özkan’a minnettarlığımı bildiririm.

Yasin ÖZKAN

(9)

viii

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Giderek artan ve önem kazanan şehir tarihi araştırmaları, araştırmacıları bu alana çekmiştir. Buna bağlı olarak son zamanlarda şer‘iye sicilleri üzerine yapılan çalışmaların sayısında oldukça artış gözükmektedir. Bu çalışma ile şer‘iyye sicili/mahkeme kayıtları vasıtasıyla, Manisa’nın 1700’lü yılların ortasındaki idari, siyasi, sosyoekonomik ve kültürel yapısını bilimsel bir yaklaşım ve metotla incelemeye çalıştık. Böylece, şehzadeler şehri Manisa özelinde, üç kıtaya yayılmış geniş topraklara sahip Osmanlı Devleti’nin şehir yapısıyla alâkalı çalışma ve tespitlere katkıda bulunmayı amaç edindik.

Araştırmanın konusu, 1760-1764 yılları arasında Manisa şehrine ait H.1174-1175 tarihli ve 213 No’lu Manisa Şeriye Sicili’nde yer alan dava ve kayıtlardır. İncelediğimiz defterde yer alan kayıtlar, 18. yüzyılın ikinci yarısında Manisa çevresinde, o dönemdeki şehir merkezi, mahalle, kaza ve köy gibi yerleşim yerleri ile buradaki insanların sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamları hakkında bilgiler vermektedir.

Biraz daha açacak olursak bu kayıtlardan, o dönemde, insanların sahip oldukları ferdî haklardan, aile hayatına yönelik ilişkilere; bunların yanı sıra çeşitli eşyalar, ziraî ürün ve aletler, hayvanlar ve bu eşyaların fiyatlarını içeren bilgilere; ayrıca dönemin ekonomik durumuna, çarşı ve pazarlarındaki ticaretlerden, hangi meslek kollarının var olduğu bilgilerine ulaşabiliriz.

Anahtar Kelimeler: Şer’iye Sicilleri, Manisa, Mahkeme, Kadı, Dava

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Yasin ÖZKAN Numarası 124202031008

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih / Yeniçağ Tarihi

Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Bayram Ürekli

(10)

ix

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

Increasing and gaining importance of the city history surveys, has attrached researchers to the field. Accordingly, the number of recent studies on court records have increased considerably. With this study, we tried to examine the administrative political socioeconomic and cultural structure of Manisa in the mid 1700s with a scientific approach and method through court records.

Thus, we aimed to contribute to the studies and determinations related to the city structure of the Ottoman Empire especially in princes city Manisa. The subject of the research is the cases and records Manisa city Registry No.213 H.1174 - 1175 dated 1760 - 1764 which is located in Manisa. In the second half of the 18th century, the records in this book we reviewed provide information about the settlements such as city center, neighborhood, district and village and the social, economic and cultural life of the people around Manisa.

In addition, from these records, we can access the personal rights of people at that time, family relations, as well as information about various goods, agricultural products and equipment, animals and prices of all these, the economic stuation of the period and the occupations in the markets and bazaars.

Key Words:Court Records, Manisa, Court, Kadi, Lawsuit

KISALTMALAR Öğ renci ni n

Adı Soyadı Yasin ÖZKAN Numarası 124202031008

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih / Yeniçağ Tarihi

Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Bayram Ürekli

Tezin İngilizce Adı THE NUMBERED 213 MANİSA ŞER’İYE SİCİLİ EVALUATİON AND TRANSCRİPTİONU (1174–1175)

(11)

x

M.Ş.S. : Manisa Şer’îyye Sicili a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale

OTDTS : Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü Bkz. : Bakınız

Hkm. : Hüküm

C. : Cilt

Çev. : Çeviren H. : Hicrî târih

IRCICA : İslâm Târih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi DİA : Diyânet İslâm Ansiklopedisi

İSAM : İslâmî Araştırmalar Merkezi M. : Mîlâdî târih

MEB : Millî Eğitim Bakanlığı S. : Sayı

s. : Sayfa

ss. : Sayfadan sayfaya TTK. : Türk Tarih Kurumu Yay. : Yayını / Yayınları yy. : Yüzyıl

(12)

xi

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: 213 Numaralı Defterde Adı Geçen İdarecileri...36

Tablo 2: Tablo 2: 213 Numaralı Defterde Geçen Kaza/İlçe İsimleri...37

Tablo 3: 213 Numaralı Defterde Geçen Nahiye İsimleri...38

Tablo 4: 213 Numaralı Deftere Göre Manisa’daki Mahalle İsimleri...39

Tablo 5: Numaralı Deftere Göre Manisa’daki Gayrimüslim Mahalle İsimleri...40

Tablo 6: 213 Numaralı Defterde Geçen Köyler ve Avârızhâne Sayıları……...41

Tablo 7: 213 Numaralı Defterde Geçen Vakıf İsimleri...49

Tablo 8: 213 Numaralı Defterde Geçen Eşyaların Tasnifi...58

Tablo 9: 213 Numaralı Deftere Göre Manisa’daki Esnaf Kolları ve Meslekler...63

Tablo 10: 213 Numaralı Defterde Manisa’daki Gayrimenkul Fiyatları...64

Tablo 11: 213 Numaralı Defterde Manisa’da Yetiştirilen Tarım ve Zirai Ürünler...66

(13)

1

GİRİŞ

MANİSA TARİHİ

A- MANİSA’NIN KISA TARİHÇESİ

1- Manisa

Eski çağlarda, Batı Anadolu’nun Lydia adı verilen kesiminde bulunan Manisa’nın ne zaman, nasıl ve kimler tarafından kurulduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Yalnız bugünkü Manisa’nın hemen yakınında bulunan “Tantalis” harabelerinin ilk yerleşim yeri olduğu ve buranın kuruluşunun M.Ö. 2 bine dayandığı kabul edilmektedir. Daha sonra Anadolu’ya gelen kavimler tarafından tahrip edilen bu şehrin yerinde, Frigler tarafından Spiylos adlı yeni bir şehrin kurulduğu düşünülmektedir.1

M.Ö. 7. asırda bu iki yerleşim yeri civarında ismini Magnetler’den aldığı kabul edilen yeni bir şehir daha ortaya çıkmıştı ki, buraya kurucularının adı ile “Magnesia” denilmiş ve eski kaynaklarda Menderes nehri civarındaki Maiandros Magnesia’sından ayırt etmek için Magnesia ad Sipylum veya Spiylos Magnesia’sı adı verilmiştir.2

Spiylos dağı (Sipil dağı) eteğinde bulunan ve düz bir ovaya bakan Mağnesia, Lydia hâkimiyetinde bolluk ve zenginliğe kavuşmuştur. Lydia Kiralı Kraisos’un M.Ö. 546’da Pers Kralı II. Kyros’a yenilmesi üzerine, I. Pers Satraplığı’na dâhil edilen Mağnesia, Persler tarafından yapılan meşhur Kral yoluna yakın bir konumda olması hasebiyle bu devirde ekonomik ve ticari yönden gelişme göstermiştir.

Şehir, Pers hâkimiyetinden sonra, Büyük İskender’in nüfuzuna girmiş, İskender’in ölümüyle yerine geçen oğlu I. Antiokhos, M.Ö. 281’de bütün Küçük Asya’ya hâkim olmuştur. Fakat M.Ö. 248’de bu ailenin fertleri arasında taht kavgaları baş göstermiş. Onların bu çalkantılı döneminden istifade eden Romalıların, M.Ö. 190’da Mağnesia yakınlarındaki bir savaşta (Mağnesia Savaşı) III. Antiokhos’u mağlup etmesiyle, şehir halkı kendi rızalarıyla Roma hâkimiyetine girmiştir.

M.Ö. 133’de kat’i olarak Roma hâkimiyetine giren Mağnesia, Pontos Kralı IV. Mithridates’in Küçük Asya harekâtı sırasında, Pontosluların eline geçmiş, ancak bir müddet sonra Romalılarla Pontoslular’ın antlaşmaları ve Pontosluların geri çekilmeleri üzerine tekrar

1 Oktay Akşit, Manisa Tarihi, İstanbul 1983, s.18.

(14)

2

Roma’ya bağlanmıştır. Böylece, Asya Eyaleti’nin mühim bir şehri haline gelen Mağnesia, ekonomik yönden müsait şartlara kavuşmuş ve iç idarede serbest olmuştur.

Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Mağnesia, Doğu Roma İmparatorluğu’na bağlı şehirlerden biri olmuştur. Mağnesia Bizanslılar devrinde Piskoposluk merkezi haline getirilmiştir. Latinlerin XIII. asır başlarında İstanbul’a hâkim oldukları devirde ise, İznik İmparatoru, Dukas, Latinlerle yaptığı mücadeleler esnasında, uzun müddet Mağnesia’da ikamet etmiş, böylece şehir, Bizans’ın son zamanlarına doğru Batı Anadolu’nun en büyük merkezlerinden biri olmuştur. Ancak 1071’den beri Anadolu ya hâkim olmaya başlayan Türklerin bu ülkeyi yurt edinmeleri, Batı Anadolu Bölgesi’ndeki diğer Bizans şehirleri gibi, Mağnesia’nın da kaderini değiştirecektir.3

2- Saruhanoğulları Döneminde Manisa

Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamaya başladığı ve Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı sıralarda, Mağnesia Bizans’ın hâkimiyetindeydi. Moğol istilasından bunalan çok sayıda Türkmen boyu Batı Anadolu’ya göç etti. 1280’li yıllarda yavaş yavaş siyasi birlikler kurarak bölgedeki şehirleri ele geçirmeye başladı. Bizans İmparatoru kendi hâkimiyeti altındaki şehirlerin Türkmenlerin eline geçmemesi için önce kardeşi Mikael’i Manisa’ya göndermiş ardından Katalanlardan paralı bir ordu kurmuşsa da Türkmen beylerinden olan Saruhan Bey’in şehri almasına engel olamamıştır. Saruhan Bey 1305’ten beri etrafını kuşattığı Manisa’yı 1313’de fethederek beyliğin başşehri yaptı.

Saruhan Bey zamanında Manisa hemen hemen tamamen Türkleşmiş, şehrin çehresi değişmeye, yeni sahiplerinin engin medeniyeti şehirde belirmeye başlamıştır. Yine bu dönemde şehrin ismi Türklerin lisanına daha uygun olan Mağnisa diye telaffuz edilmeye başlanmıştır.

1346’ da ölümüne kadar beyliğe en parlak devrini yaşatan Saruhan Bey Manisa’ya bir Türk-İslam şehri hüviyeti kazandırmıştır. Saruhan Bey’den sonra beyliğin başına oğlu İlyas Bey geçmiştir. İlyas Bey’in yerine de oğlu İshak Bey, beyliğin başına geçmiştir. İshak Bey’in hükümdarlığında, Manisa en parlak devrini yaşamış, imar faaliyetleri ile şehrin çehresi değişmiştir. Bu eserlerin bir kısmı bugüne kadar gelebilmiştir. İshak Bey’in 1390 yılına doğru vefat etmesiyle oğulları Hızırşah ve Orhan arasında taht kavgaları yaşanmıştır. Ancak bu dönemde beylik üzerinde Osmanlı nüfusu iyice hissedilmeye başlamıştır. Nitekim Yıldırım

(15)

3

Bayezid’in Batı Anadolu harekâtı esnasında Hızırşah kendisini karşılayarak, memleketini “Sulh tarikiyle” Osmanlılara bırakmış, kendisine de Saruhan ilinin doğu tarafları verilmiştir. Manisa’ya hâkim olan Yıldırım Bayezid, Hızırşah’ın idaresindeki yerler hariç olmak üzere, Saruhan’ı, Karesi ile birleştirerek, oğlu Ertuğrul’un idaresine bırakmıştır.4

1402 Ankara Savaşı’ndan sonra diğer beyliklerle beraber Saruhan Beyliği de tekrar eski topraklarına kavuşmuşsa da Çelebi Mehmed’in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle giriştiği harekât neticesinde Saruhanoğullarının Manisa kolu sona ermiştir. Buna mukabil, Demirci kolu bir müddet daha devam etmiştir.5

3- Osmanlılar Dönemi

Manisa ve çevresinin kat’i olarak Osmanlı hâkimiyetine geçmesi Sultan İkinci Murad devrinde gerçekleşmiştir. Osmanlı hâkimiyetinin tesisi ile Manisa, 16. asrın sonlarına kadar Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandıkları Batı Anadolu Bölgesinin en mühim siyasi merkezlerinden biri olmuş ve bu hususiyeti sebebiyle “Darü’l-Mülk” sıfatına layık görülmüştür.

Osmanlılar hâkimiyeti altına aldıkları beylik ve sancak merkezlerine, otoritelerini daha da güçlendirmek için şehzadeleri tayin etmişlerdir. “Sancak Usulü” denen bu uygulamayla hâkimiyetleri altına aldıkları beylikleri, hanedana mensup şehzadeler vasıtasıyla yöneterek onları bir nevi taltif etmişlerdir.

Şehzade sancakları arasında en mühimi şüphesiz Manisa’dır. Bunun en büyük nedeni burada valilik yapan şehzadelerden padişah olanların sayısının en fazla olmasıdır. Bunun nedeni ise padişah vefat ettiğinde payitahta ilk ulaşan onun yerine geçerdi. Bu yüzden burası diğer sancaklara göre İstanbul’a en yakın mesafedeydi. Ayrıca Menemen’e geçerek, oradan deniz yoluyla saraya ulaşmak da mümkündü. Bu da Manisa’yı avantajlı kılan başka bir husustu. Bu suretle 120 yıl bu sancakta Osmanoğulları şehzadeleri valilik yaptı. Bunlar arasından en önemlisi Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman’dır.

Şehzadelerin valilik ettikleri çağda ve sonrasında Anadolu’nun en büyük şehirlerinden biri olan Manisa, 18. yüzyılda ehemmiyetini kaybetmeye başladı. Bunda en büyük etken

4 Emecen, Manisa Kazası, s.23.

5 İbrahim Gökçen-M. Çağatay Uluçay, Manisa Tarihi, İstanbul 1936, s. 32; M. Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları

(16)

4

şehzadelerin sancağa çıkma usullerinin kaldırılması oldu. Bunun yanında Celali isyanları, eşkıyalık ve derebeylik yüzünden de şehir ciddi manada zarar gördü.

19. yüzyıla geldiğimizde Manisa, Anadolu’nun büyük merkezlerinden biri olarak hala önemini koruyordu. Demir yolu ile İzmir’e bağlanması, şehri daha cazip ve yaşanabilir bir hâle getirdi. Bu sebeple nüfus iyice arttı. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce şehir çok kalabalıklaştı. Savaşı sona erdiren Mondros Mütarekesi’nden sonra, Manisa Yunanlılar tarafından işgal edilince Türk nüfusunun büyük bir kısmı, şehri terk etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 3 yıl süren işgal, Türk ordusunun 8 Eylül 1922’deki taarruzuyla sona erdi. Fakat Yunanlılar geri çekilirken şehri tarumar ederek, her yeri yakıp yıkmışlardı. Çıkan bu yangın 3 gün devam etti. 4.355 Türk vatandaşı yaşamını yitirdi. Şehrin %90’ı yanıp kül oldu. Amerika Birleşik Devletleri Konsolos Yardımcısı James Loder Park, Yunan çekilişinden hemen sonra yaptığı gezide durumu şöyle açıkladı: “Manisa neredeyse tamamen yangında silindi. 10 bin 300 ev, 15 cami, 2 hamam, 2.278 dükkân, 19 otel, 26 villa imha edildi...”6

Cumhuriyet döneminde sancaklara vilayet adı verilince, Saruhan da vilayet oldu. 1927’de çıkan bir kanunla vilayetin adı Manisa olarak değiştirildi. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde adeta küllerinden doğan Manisa ili, günümüz Türkiye’sinde sanayisi ve üretimiyle Gediz vadisinin önemli şehirlerindendir.

(17)

5

I. BÖLÜM

OSMANLI’DA HUKUK, KADILIK MÜESSESESİ VE ŞER’İYYE

SİCİLLERİ

A- OSMANLI HUKUKU

1- İslamiyet’ten Osmanlıların Kuruluşuna Kadar İslam Hukuku

Hazret-i Muhammed (sav), İslamiyet’in henüz yayıldığı dönemlerde insanları bu dine ısındırmak, hak ve mutlak adâletin sağlanması hususunda İslamiyet’in ne kadar hassas olduğunu göstermek için kadılık vazifesini bizzat kendisi yürütmüştü. İslamiyet’in yayılmaya başlamasıyla da gerekli yerlere kadılar tayin etmişti. Muaz ibn Cebel, Ali, Attab ibn Esid, Hz. Peygamber tarafından tayin edilen kadılardandır.

Hz. Peygamberin vefatıyla gerek dört halife gerekse Emevî ve Abbasi halifeleri, O’nun izinden giderek, kaza ile ilgili işlerde büyük bir titizlik göstermişlerdir. Özellikle ikinci halife Hz. Ömer’in adâleti dillere destan olmuştur. Bu husustaki günümüze kadar gelen hikâyeleri meşhurdur.

Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Ebu Bekir zamanlarında taşraya gönderilen valiler aynı zamanda kadılıkta yapmaktaydı. Hz. Ömer’den sonra ise kaza tevcihi anlamına gelen “Taidid-i Kazâ” usulü uygulanmış ve bu suretle her tarafa müstak“Taidid-il kadılar tay“Taidid-in ed“Taidid-ilerek kaza “Taidid-işler“Taidid-i diğer işlerden ayrılmıştır.

Abbasiler’den sonra Samanoğulları’na geçen şer’iye mahkemelerinin daha sonra Gazneliler’e, Karahanlılar’a, Selçuklular’a ve Memlûkler’e ve diğer hükümetlere geçtiği görülmektedir. Bu devletlerin, şer’iye mahkemeleri konusunda nasıl bir yol izlediklerini, mahkemeler üzerinde ne denli titizlik gösterdiklerine dair birçok örnek bulmak mümkündür.

2- Osmanlı Hukuk Sistemi

Devletlerin hukuk sistemini tam manasıyla ortaya koyabilmek için; en mühim olan şey öncelikle hukuki mevzuatı ve bunların uygulama alanları olan mahkeme kayıtlarını mercek altına alıp incelemek gerekir. Osmanlı Devleti’nin esas aldığı hukuki yapıyı tespit edebilmemiz için de en başta hukukun temel taşı addedilen fıkıh kitapları ile kanunnamelere ve mahkeme kararlarının kayda geçtiği defterler manasına gelen şer‘iyye sicillerine bakmamız gerekmektedir.7

(18)

6

Osmanlı Devleti tamamen kendine has, yeni bir hukuk sistemi başlatmış değildir. Çünkü Osmanlılar; kendilerinden önce kurulmuş olan Türk ve İslam devletlerinden birçok şeyin yanı sıra; hukukî yapıyı da almışlardır. Ancak Osmanlılar altı asırlık hükümranlıkları süresince devletin merkez ve taşra teşkilatını oluştururken bir taraftan eski Türk devletlerinden miras olarak aldıkları geleneği, diğer taraftan da Emevi, Abbasî, Selçuklu ve Memlükler’den almış oldukları bu hukuk sistemini, kendi zaman ve şartlarına uyarlayarak yeni bir sentez ortaya koymuşlardır.8

Osmanlı Devleti’nde hukuku şer’i ve örfi olmak üzere iki kısma ayrılır. Şer’i hukuk doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerîm ve sünnet gibi İslam hukukunun ana kaynakları ile müçtehit hukukçuların icma ve kıyasa dayanan içtihatlarıyla ortaya çıkan, fıkıh ve fetva kitaplarında tedvin edilmiş bulunan kaideler manzumesinden oluşmaktadır. Daha çok özel hukuk alanında geniş düzenlemelerin göze çarptığı Şer‘i hukuk; devlet hukuku, kamu hukuku ve toprak hukuku gibi alanlarda detaylı ve net kaideler getirmiştir.9

Örfi hukuk; padişahın iradesine dayanan ve kanunname ve fermanlar vasıtasıyla ortaya çıkan hukuktur. Örfi hukukta şer‘i hukukun hükümdara verdiği geniş yetki ve tasarruftan istifade edilmiş; devlet içerisinde meydana gelen ve toplumu büyük ölçüde etkileyecek nitelikteki toprak yönetimi ve kullanılması, büyük suçlara karşı alınan tedbir ve önlemler ve bunları işleyenlere verilen cezalarla bu meseleleri çözmek için hükümranlık hakkına sahip bulunan padişaha, ülke şartlarını dikkate alarak, şer’i hukuka aykırı olmayan kaideler koyma yetkisi tanınmıştır.

Osmanlılarda şer‘i hukukla beraber bir de örfi hukukun ortaya çıkışının en mühim sebebi, Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu şartlardır. Devletinin içinde bulunduğu iktisadi, askerî ve idarî şartlar; devleti bu şartlar karşısında uygun hukuki düzenlemeler yapmaya sevk etmiştir. Bu yüzden, İslam hukukunun ‘Kitap, sünnet, icma ve kıyas’la ayrıntılı olarak düzenlenmemiş alanlarında hükümdara geniş yetkilerin tanınması, Osmanlı sultanlarının uzun yıllar; idare, ceza ve mali hukuk alanında bazı düzenlemeler yapmasına olanak sağlamıştır.10

Tarihi kaynaklarda “örfi hukuk” terimine ilk defa Fatih Sultan Mehmet döneminde rastlanmaktadır. Osmanlılar fethettikleri ülkelerin hukuki yapılarını birdenbire değiştirip,

8İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Medhal, Ankara 1988, s. 11. 9 Halil Cin - Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, C. I, İstanbul 1995, s. 148-149. 10 Ö. Lütfi Barkan, Kânunnâme, İstanbul 1940, s.192.

(19)

7

yerleşik halkı tamamen yabancısı oldukları bir hukuk sistemiyle baş başa bırakmamak için bölge halkına mevcut hukuki örf ve adetleri belli süre yürürlükte bırakıp zaman içerisinde Osmanlı hukukuyla bütünleştirmeyi hukuk realitesi açısından daha elverişli görmüşlerdir. Bu sayede fethettikleri beldelerdeki yabancı halk tarafından daha kolay benimsenmişlerdir.11

Osmanlı padişahlarının bizzat kendi ferman ve kanunlarıyla yapılan bu düzenlemelerin sayısı zamanla arttıkça; oluş biçimine bakıldıktan sonra kendi içinde bir bütün olarak değerlendirilmiş ve ayrı bir isimle anılmaya başlanmıştır. Kısaca özetleyecek olursak; devletin müdahalesinden bağımsız olarak oluşan ve de fıkıh kitapları içinde yer alan hukuka, şer‘i hukuk, padişahların emir ve fermanlarıyla oluşan hukuka ise örfî hukuk adı verilmiştir. Osmanlı hukuku; ‘şer‘i hukuk’ ile birlikte bu hukukun yanında zaman içerisinde oluşan ‘örfî hukuktan’ ibarettir12.

B-KADILIK MÜESSESESİ VE ŞERİ’YYE MAHKEMELERİ

1- Kadılık Müessesesi:

Kadı, kelime olarak “hükmeden”, “yerine getiren” manalarına gelmekte olup, Osmanlılarda şer’i ve hukuki hükümleri tatbik eden, ayrıca devlet emirlerini yerine getiren bir fonksiyona sahipti. Dolayısıyla hukuki olduğu kadar idari bir memuriyet olarak da görülmektedir. Böylece kadıların görevlerini hukuki, idari ve beledi olmak üzere başlıca üç noktada toplamak mümkündür. Kadı, aynı zamanda halk arasında çıkan ihtilafları çözmekle de memurdu.

Bu mesleğin kökeni çok eskilere dayanmaktadır. İslâmiyet’in ilk yıllarında kaza işleriyle bizzat Peygamber Efendimiz (sav) ilgilenirdi. Daha sonra Hulefa-i Râşidin bu vazifeyi gördüler. Çünkü bu vazife hilafete dâhil vazifeler arasında yer almaktaydı. Bu yüzden İslâmiyetin ilk yıllarında halifeler, kadılık görevini bizzat kendileri yürütürdü. Ancak zamanla İslâm Devleti genişleyip siyasi, hukuki ve yargıya dair işler çoğalınca, halifeler davalara kendileri yetişemez oldu ve bu durum davalara bakmak için memur tayinlerinin olmasını zaruri kıldı.13

Osmanlı tarihi kaynaklarında kadı terimine ilk olarak Osman Gazi devrinde rastlanmaktadır. Bilecik’in fethinden sonra Tursun Fakih, Karacahisar’a kadı ve hatip tayin

11 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, İstanbul 2012, s. 55-56. 12 Ö. Lütfi Barkan, Kânunnâme, İstanbul 1940, s. 192.

(20)

8

edilerek hutbe Osman Gazi adına okunmuştur. Dolayısıyla ilk kadı Tursun Fakih olarak görülmektedir.

Osmanlı devletinde şer’i ve hukuki bütün meseleler şer’i mahkemelerde Hanefi fıkhı üzere çözüme bağlanırdı. Bu vazifeyi yerine getiren kadılar, aynı zamanda, bulundukları idari bölgede şehir ve kasabaların beledi hizmetlerini, bugünkü manada bir noter gibi vekâletname ve alım-satım işlerini de yürütürlerdi.14

Kadılar ilk devirlerde süresiz olarak görevde dururdu. Zamanla kadıların vazife süreleri değişti. 16. Yüzyılın sonlarında bu süre üç yılla kısıtlıyken, 17. Yüzyıl içinde iki yıla indirilmiş, ardından biraz daha kısaltılarak büyük kadılıklara bir yıl, diğerlerine yirmi ay süre ile tayinler yapılmıştır. Ancak kadıların fiili vazife süreleri bitip yeni bir göreve tayinlerine kadar İstanbul’a dönerek bağlı bulundukları kazaskerlikte sıra beklemeleri ve bu sırada herhangi bir maaş almamaları bunları zor durumda bırakmış, dolayısıyla vazife yaptıkları dönemde bazılarının meslek ahlakına olumsuz tesir etmiştir.15

Kadıların gelirlerini arttırmak için zaman zaman bölgelerinde teftişe çıktıkları, mesela kendilerince uygun yapılmayan miras taksimlerine itiraz ettikleri ve kanunnamelerde aksi emredilmesine rağmen zorla tereke taksimine yönelerek harç aldıkları nadiren de olsa şikâyete konu olan suiistimallerdendir. Kadılıkların sürekli hale getirilmesi Tanzimat sonrasında gerçekleşmiş ve 1876 Kanun-ı Esasi’siyle de hâkimlerin azledilmezliği anayasal statüye kavuşmuştur.16

Osmanlı’da yargı sisteminin temelini kaza anlayışı oluşturur. Her kazaya bir kadı atanır. Kanuni dönemine kadar hem Hanefi hem de Şafii Kadılar atanırken bu dönemden sonra Osmanlı hukukunun dini kuralları ilgilendiren kısmı, Hanefi fıkhına dayanmaya başlamıştır. Bu sistemde yargı yetkisi Kadı’nın elindedir. Kadı’nın otoritesinin kaynağı Sultandır ve sadece ona karşı sorumludur. Teorik olarak yargılama yetkilerine hiç kimse müdahale edemez. Ancak uygulamada merkezin kontrol etme etkinliğinin derecesine bağlı olarak özellikle taşrada askeri kesimin müdahale ettiğini, en azından böyle bir eğilimi olduğunu biliyoruz. Yine de bu durum merkez tarafından hiçbir zaman onaylanan bir davranış olarak

14 Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara 2003, s.118. 15 Osman Doğan, 1760 Numaralı Samsun Şer’iye Sicili 1267-1265/1850-1859 (Transkript ve Değerlendirme,

Dizin), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s. XIX.

(21)

9

görülmemiştir. Büyük Kadılıkların tayini Sadrazama diğer Kadıların tayini ise Kazaskerlere aittir.17

Kadılıklar Anadolu, Rumeli ve Mısır olmak üzere üçe ayrılmıştır. Burada göreve başlayanlar bölgelerinde yükselirlerdi. Kadı her şeyden önce bir devlet memurudur ve yetiştikleri kurum medreselerdir. Kadı adayları medreseden mezun olup, kadı asker divanında da eğitim ve pratiklerini geliştirip, staj gördükten sonra kadı olarak atanırdı. Medreseden mezun olduktan sonra kadılık görevine talip olan ilmiye mensubu, doğrudan Padişah tarafından atanıp, onun adına adalet hizmetlerini yürütürdü.18

Kadılar bulundukları yerleşim yerinin kaza durumuna göre belli derecelere ayrılmışlardı, kaza kadıları, sancak ve eyalet kadıları gibi. Kaza kadılıkları küçük merkezler olup, doğrudan kazaskerler tarafından tayin edilirlerdi. Mevleviyet sayılan İstanbul, Edirne Sofa, Selanik, Bursa gibi büyük şehir kadılıklarına ise XVI. Yüzyılın ortalarına kadar kazaskerlerce kadı tayin edilirken, bu zamandan sonra şeyhülislamın sadrazam vasıtasıyla yaptığı “inha” üzerine tayin yapılmaya başlanmıştır.19

Kadıların başlıca vazifeleri şunlardır.

- Şer’i hükümleri uygulamak,

- Hanefi mezhebinin tartışmalı olan görüşlerinden en muteber olanı araştırıp uygulama. - Kalpazanların kontrolleri.

- Su işleri.

- Hamalların kontrolleri. - Kayıkçıların nizamı.

- Hayvanlara fazla yük yükleyenlere engel olmak. 20 - Et narhına dikkat edilmesi.

- Dilencilerin kontrolü.

17 Fahrettin Atar, “Kadı”, DİA C. 24, İstanbul 2001, s. 66.

18 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı, Ankara 1965, s.83.

19 Rıfat Özdemir, “Şer’iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru”, Fırat Üniversitesi Dergisi, S.1, C.1, Elazığ 1987, s.191.

(22)

10 - Hırsızlara karşı tedbirlerin alınması. - Davaların deftere kaydı

- Vakıf ve muhasebelerini kontrol etmek.

Kısaca devletin bütün hukuki işlerinin takibi, kadıların görev ve yetkileri arasındadır. Ayrıca merkezden gelen emir ve talimatların da uygulayıcısıdırlar.

Osmanlı Devleti’nde Kadı olacak kişilerde bazı şartlar aranmaktaydı bunları kısaca sıralayacak olursak:

- Kadının ilim sahibi olması.

- Kadılar, medrese tahsili görüp icazet alarak kazasker konağında mülazemet defterine ismini kaydedenlerden tayin olunurdu. Medreseden çıkıp kazasker divanına mülazemet ederler, müderris olmak istemeyip kadılık etmek isterlerse, doğrudan doğruya kaza kadılıklarına tayin edildikleri gibi bir müddet müderrislik edip sonra kadı olmak isteyenler de müderrisliklerinin derecesine göre kaza, sancak ve eyaletlerden birinin kadısı olurdu.

- Kadı, akil baliğ ve hür olmalıdır.

- Çocuğun, delinin ve kölenin kadılığı muteber değildir.21 - Kadı’nın göz, kulak gibi uzuvlarının sağlam olması lazımdır.

-Kadının hükmettiği kimselerin konuştuğu lisanı bilmesi elbette aranan bir keyfiyettir, ancak şart değildir. Tercüman vasıtasıyla tarafları ve şahitleri dinlemek mümkündür. Kadının mahalli örfleri nazara alması mecburiyeti, beraberinde mahalli lisanları da bilmeyi gerektirir. Osmanlı kadıları öncelikle Türkçe ve Arapçadan başka çoğu zaman vazife yaptıkları mahalli lisanını da bilirdi.

- Kadı ancak Müslümanlardan olabilir. Ancak Hanefi mezhebinde zımmilerin kendilerine hâkim olarak tayin edilmeleri mümkündür. Nitekim Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan sonra nizamiye mahkemelerinde gayrimüslimler aza olarak bulunmaktaydı.

- Kadı adil olmalıdır.

(23)

11

- Kadı erkek olmalıdır. Kadınlar, Hanefi mezhebine göre ancak hadd ve kısas türünden ceza davaları dışında mali haklara dair hususlarda hâkimlik yapabilirler.

- Kadılar reşit olmalıdır. - Kadılar tarafsız olmalıdır.

- Kadılar hukuki ehliyet ve muamele kabiliyetine sahip olmalıdır.

- Kadılar dürüst, vakarlı ve metin olmalıdır. Kadı’nın tayininde olduğu gibi, azl ve istifasında; aklını ve temyiz kabiliyetini kaybetmesi, kör, sağır ve dilsiz olması, kanunu ihlal etmesi, imanını kaybetmesi, yolsuzluğunun ve bilgisizliğinin anlaşılması gibi sebepler rol oynamaktadır.

- Kadıların; vakar, edep, ağır başlılık ve şakacılıktan uzaklık, yalan söylememe, mahkemede alış verişten uzak olma, taraflardan hediye kabul etmeme, tarafların evlerine ziyafet veya bir başka sebeple gitmeme, taraflara eşit davranma veya taraflardan birine karşı özel bir yakınlık göstermemeleri gerekmektedir.22

2- Şer'iyye Mahkemeleri:

Şer’î mahkemeler; kadıların, şer’i hükümlere göre yargılama yapıp karar verdikleri mahkemelerdir. Şer’iyye mahkemeleri “mehâkim-i şeriyye, meclis-i şer’, meclis-i şer’i enver veya nebevî” gibi isimlerle de anılmaktadırlar. Şer’iyye mahkemelerinin gelişim sürecini ele alırken Tanzimat’tan önceki ve sonraki dönem olmak üzere iki başlıkta ele alacağız.

a. Tanzimat’a Kadarki Dönem:

İslam tarihinde yargı vazifesini yürüten ilk kadı Peygamber Efendimiz (sav)’di. Ardından sırasıyla Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali olmak üzere halifeler bu kutlu görevi üstlendi. Çünkü bu vazife halifenin aslı görevlerinden biriydi. Bu sebeple İslamiyetin ilk devirlerinde halifelerin, bizzat kadılık vazifesini icra ettiklerini ve kolay kolay kimseye vekâlet vermediklerini görmekteyiz. Ancak zamanla geniş bir coğrafyaya yayılan İslam Devleti halifeleri bu görevi tek başlarına yapamaz oldular. Böylece davaları İslam hukuku çerçevesinde sonuca vardırmak için kendilerine vekâleten davaları yürütmekle vazifeli memurlar, yani kadılar tayin etmeye mecbur kaldılar. Osmanlılar da Müslüman devlet olması hasebiyle kurulduğu ilk devirden beri bu usulü takip etmiş ve adalet ve hukuka gerekli ehemmiyet vermişlerdir. Buna en güzel kanıt ise Osman Gazi’nin ilk tayin ettiği iki memurdan

(24)

12

birisinin kadı olması buna çok güzel örnek teşkil etmektedir.

Kadıları yetiştirecek kaynak veya bir eğitim sistemi ilk devirlerde tesis edilemediğinden, Osmanlı Devleti’nin ilk dönem kadıları hep Anadolu, İran, Suriye, Mısır ve Irak gibi çeşitli İslam ülkelerinden seçilmiştir. Osmanlı Devleti’nin yargı dili ilk başlarda “Arapça-Türkçe” karışık iken zamanla tamamen “Türkçe’ye” dönmüştür.23

Osmanlı kadıları, davaları Hanefî fıkhının esaslarına göre çözüme kavuşturulardı. Geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı Devleti, içerisinde birçok mezhepten ve dinden insan barındırsa da halkın geneli Hanefî mezhebindendi. Bu sebeple davalarda hüküm verilirken bu mezhebin kurallarına göre hareket edilirdi. Bazı hallerde, bu mezhebin tartışmalı olan görüşlerinden ulemanın çoğu tarafından muteber görülenleri araştırıp, uygularlardı.24

Osmanlı mahkemelerinde belli bir mesai saati kavramı olmayıp mahkeme gece gündüz halkın müracaatına açıktı. Özellikle ehl-i örfün ani müracaatı kesinlikle geri çevrilmezdi. Mahkemelerde icra edilen duruşmalar halka açık vaziyette yapılmaktaydı. Buna en güzel delil ise zabıt defterlerinde(sicilli-i mahfuz) her kaydın altında o dava ile ilgili birtakım kimselerin(şuhudü’l-hal) isimlerinin yazılı olmasıdır.

Taraflardan biri eğer duruşmaya gelmezse kadı duruşmaya gelmeyen şahıs aleyhinde hüküm veremezdi. Ancak bunun bir istisnası olarak, eğer vekili hazır bulunuyorsa hüküm verilebilirdi. Kadı hüküm vermeden evvel dava alanında bilirkişi mahiyetindeki fukaha veya alimlerin görüşünü alabilirdi. Böylelikle daha sağlıklı kararlar alındığı düşünülmekteydi.

Mahkemenin işleyişi ise şu şekildeydi: kadıya bir dava geldiğinde ilk önce davacıyı ardından davalıyı dinlerdi. Sonra davalıya karşı tarafın iddialarıyla alakalı birtakım sorular sorulurdu. Eğer davalı bu iddiaları kabul ederse karar safhasına geçilir ve dava karara bağlanırdı. Eğer davalı kendisine yöneltilen iddiayı reddederse kadı davacıdan iddiasını ispatlamasını isterdi. Bu takdirde eğer davacı delil getiremez veya iddiasını doğrulayacak şahitler bulamazsa kadı yemin etmesini isterdi. Eğer davalı; yemin ederse dava düşerdi. Eğer yemin etmeyi reddederse karar davacı lehine verilirdi.

Kadının verdiği hükümler tam, kesin ve net olmak zorundaydı. Bu hüküm hiçbir

23 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, s.76.

(25)

13

münakaşa ve nizaya; yorum farklılığına meydan vermemelidir. Mahkeme sonucu verilen hüküm/karar derhal zabta geçirilip sicile kaydedilir, kararın yazılı olduğu bir belge sureti ilgili kişiye verilirdi.25

Osmanlıda mahkemelerin belli bir binası yoktu. Ancak bu, yargılamanın ulu orta veya alelade bir yerde ayaküstü yapıldığı anlamına gelmez. Buradan hareketle davaların görüldüğü belli bir yerin olmadığı da anlaşılmasın. Davalar öyle ayaküstü veya alelade bir şekilde görülmüyordu. Ancak mahkemelerin görülmesi için tercih edilen ve genellikle kadıların evinin bir odası veya camii yahut mescit veya medreselerin bir odası bulunurdu. Bu yerlerin genel huhusiyetleri, kadıların yargı işlerini rahat yürütebilecekleri ve ilgililerin kadıyı her an bulabilecekleri; belli ve mahkemenin vakarına yakışır yerler olmalarıydı. 26

Sultan Üçüncü Mahmut döneminde Osmanlı mahkemelerinde köklü değişikliklere gidilmiştir. Bu devirde şer’î mahkemeler ve kadılar hususunda bazı önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu dönemde İstanbul kadısının makamı “Bab-ı Meşihat’taki” boş odalara taşınmıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nde ilk kez resmî mahkeme binasından yargı görevi ifa edilmeye başlanmıştır.

İlk yıllarda kadılar, kazaskerlere; onlar da padişahın mutlak vekili olan sadrazamlara bağlıydı ve onun adına kararlar verirlerdi. Tanzimat’tan sonra ise kadılık kurumu şeyhülislamlığa bağlanmıştır.

b. Tanzimat'tan Sonraki Dönem:

Tanzimat döneminde, Osmanlı adli teşkilatında ve özellikle de şer‘i mahkemelerde önemli gelişmeler olmuştur. 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile bazı özel ve kamu hakları teminat altına alınmıştır. Bu bağlamda hukuki düzenlemeler de yapılmıştır. 1859 yılında mahkemelerin yetkileri belirlenmiştir. Kısaca nizamname ile şer’î mahkemelerinin teşkilatı ve fonksiyonları bazı sınırlamalara ve yeni düzenlemelere tabi tutulmuştur.

1867 yılında mahkeme alanında yapılan düzenlemelerde ise şer’i mahkemeler dışında birtakım idari ve hukuki mahkemeler kurulmuş; aile, miras, vakıf, gibi şer‘i hukukun alanına giren davalar dışındaki hususlar, şer’i mahkemelerin yetkisinden çıkarılmıştır. Aynı tarihlerdeki Şurâyı Devlet Nizâmnâmesi ile şer’iyye mahkemelerinin idari yargı yetkileri

25İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti’nde Kadı, s İstanbul 2017, s. 70. 26 Gündüz, “Şer’iyye Sicilleri ve Tarihi Kıymeti”, Türk Yurdu, s. 50.

(26)

14 kısıtlanmıştır.

1870 yılına gelindiğinde ise Nizamiye Mahkemeleri kurulmuş şer’i mahkemenin yetkilerinden bir kısmı devlet genelinde bunlara devredilmiştir. 1871 yılında ise şer’i mahkemelerin gördüğü şer‘i davalar dışındaki bütün davalar, giderek yurtiçinde teşkilatlanan Nizamiye Mahkemelerine devredilmiştir. Bu yeni uygulama ile işsiz kalan kadılar bu mahkemelerde vazife almaya başlamıştır.27

II. Meşrutiyet’ten sonra 1909 yılında, Nizamiye Mahkemelerinde alınan kararların şer‘i mahkemelerde görülemeyeceğine karar verilmiştir. 1913 yılında yürülüğe giren Hükkâm-ı Şer‘ ve Memurîn-i Şer‘iyye ile şer‘i mahkemelerin merkez ve taşra teşkilatHükkâm-ı yeniden düzenlenmiştir.

1914 tarihinde yürürlüğe giren bir kanunla şer‘i mahkemeler Adliye Nezareti’ne bağlanmıştır. Bunun yanında Temyiz Mahkemesinde şer‘iyye adıyla yeni bir daire kurulmuştur. 1917 tarihinde yürürlüğe giren Usûl-ü Mahkeme-yi Şer‘iyye kararnamesi ile, dağınık ve karışık bir halde bulunan hukukî düzenlemeler bir araya getirilmiştir.28 1920 tarihli

kanunname ile şer’iyye mahkemeleri şeyhülislamlığa bırakılmıştır.

3-Mahkeme Vazifelileri

Şer'iyye mahkemelerinde kadıların yanında başka vazifelilerde bulunmaktadır. Bunlar mahkemenin işleyişinide, ortamın güven ve huzurunun sağlanmasında ve kararların yazıya aktarılmasında kadıya yardımcı olurlardı.

a. Naibler:

Naib, vekil demektir. Kadılar bazı durumlarda görev mahallerine kendileri gitmeyip vekillerini yani nâiblerini gönderirlerdi.

b. Muhzırlar:

Şer’i mahkemelerde kadıların yardımcıları arasında en mühimlerinden biri de muhzırlardır. Muhzır, sözlük anlamı itibariyle huzura getiren ve ihzar eden manasındadır. Terim olarak ise, davacı ve davalıları mahkemeye celbeden ve icabı halinde bugünkü emniyet görevlilerinin ve savcının bazı görevlerini yerine getiren görevlidir. Belli başlı görevleri ise; mahkemenin istediği kişileri getirip götürmek, mahkemenin kapısında bekleyerek olayların

27 Murat Eryetgin, 149 Numaralı Ayntab Şer’iyye Sicilleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi Gaziantep

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gaziantep 2011, s. 94.

(27)

15

çıkmasını önlemek, yed-i emin sıfatıyla mahkemece el konulmuş eşya ve paraları korumaktır. Bunların yanında gözaltına alınmış kişilerin bekçiliği vazifelerini de yaparlar.29

c. Çavuşlar:

Günümüzdeki icra memurlarının yaptığı tüm işleri çavuşlar yapmaktaydı. Başlıca görevleri, borçlunun mallarını satarak veya borç alarak borcunu bir şekilde ödemesini sağlamak, hukuken kesinleşen her türlü cezaların tatbiki ve borcunu ödemeyenleri mahkemeye sevk etmektir. Diğer önemli vazifeleri ise, müderris ve kadı gibi ilmiye sınıfına mensup yetkilileri tutuklamak çavuşlara mahsustu. Bu sebeple Osmanlı adli teşkilatı içerisindeki yeri ayrıdır.30

d. Subaşılar:

Merkezindeki çavuşların yaptığı vazifeleri sancak, kaza, nahiye ve köy gibi taşralarda yerine getirmekle vazifelidirler. Günümüzde zabıta ve belediyelerin yaptığı çoğu işi zamanında şubaşılar yapmaktaydı. Bu hizmet grubundakiler köy ve kasabalarda il subaşıları, sancaklarda ve diğer büyük yerlerde ise şehir subaşısı diye isimlendirilirlerdi.

e. Mübaşirler:

Osmanlı adliye teşkilatında mübaşir kelimesinin ifade ettiği iki mana vardır. Bunlardan ilkinde, mahkemelerde çağırma ve tebliğ etme işlerinde kullanılan memur anlamına gelir. Muhzır ile eş anlamlıdır. Diğerinde ise, tanzimattan önce davaların soruşturulmasıyla vazifelidir. Bunların maaş ve yol harcırahları devlet tarafından ödenmediğinden her türlü zarurî masraflarını gittikleri yerdeki halktan mübaşiriye adı altında tahsil ederlerdi. Tanzimattan sonra devlet memurlarının yol masraflarının devlet tarafından karşılanacağının kabul edilmesiyle bu usul terk edildi. Şer'iyye sicillerindeki kayıtlarda mübaşirlerin bazen sorgu hâkimliği yaptıklarını da görmekteyiz.

f. Müşavirler:

Müşavirler, kadının yokluğunda bütün davaları ve diğer şer’i işleri yürütebilme yetkisine sahip vazifelilerdir.

g. Katip ve Hademeler:

Katibin mahkemedeki en önemli vazifesi, davacı, davalı ve şahitleirin iddialarını ve savundukları meseleleri doğru bir şekilde dinleyip zabta geçirmektir. Keşif yapılması, olayın yerinde incelenmesi gibi hususlarda kadı, kâtiplerinden birini vazifelendirirdi. Eğer

29 Rıfat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, Ankara 1986, s.202. 30 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1965, s.140.

(28)

16

mahkemede kadı ve müşavir olmazsa baş katip kadıya vekalet etme yetkisine sahipti. Hademeler ise, mahkemede evrak getir-götür işleriyle ve duruşma güvenliğinin sağlanması vb. gibi ayak işleriyle meşgul olurlardı.

h. Kassamlar

Kassam, kelime anlamıyla taksim eden ve bu taksim işini yapan kişi manasına gelir. Hukuk terimi olarak, vefat eden kimselerin geride bıraktıkları mal varlıklarını/terekeleri mirasçıları arasında islamiyetin belirlediği ölçülere uygun olarak paylaştıran memurdur.31 ı. Mukayyitler:

Katiplerin en büyük yardımcılarıdır. Padişah beratıyla atanırlar. Mukayyidin asıl vazifesi ise, sicillerin usûlüne uygun olarak tutulması, yazıların okunaklı ve düzgün olmasını sağlamaktı. Ayrıca gerektiğinde suç veya mahalline keşif için de gönderilmekteydi.

i. Mahkeme İmamı:

Mahkeme binası içinde bulunan mescide beratla imam olarak atanan kişidir. Ayrıca imamlık vazifesinin yanında mahkemelerde özellikle şer‘i hususlarda katiplere yardımcı olurlardı. Burada katiplik üzerine kendini geliştirenler kadının gözünden kaçmıyor zaman sonra katip olarak atanabiliyordu.

k. Kethüda:

Mahkemelerin haricinde görülmesi gereken davaların keşfine kethüdalar gitmekteydi. Bu sebeple önemli görevlerden birisiydi. Çünkü mahkemenin bir benzeri de olay yerinde kurulup gerekli soruşturma yapılarak bir karara bağlanmaktaydı. Burada kethüda kadı nisbetindeydi. Ve buradan çıkan kararı mahkemeye bildirmekle yükümlüydü. Ayrıca mahkeme içinde, kendisine ait dayanıp döşenmiş büyükçe bir odası bulunmaktaydı. Dışarıda yürüttükleri bu görevin yanında mahkemenin veznedarlık işlerinin yürütülmesi, mahkeme görevlilerinin maaşının ödenmesi gibi hizmetleri de yürütmekteydiler.32

C-ARŞİVLER VE OSMANLI KAYITLARI

Geniş bir coğrafyada, uzun yıllar hüküm sürmüş devletlerin işlerini nasıl idare ettikleri hep merak konusu olmuştur. Bu noktadan hareketle bu devletleri araştıran kişilerce arşivlerinin nasıl oluştuğu bu fikrin nasıl tekâmül ettiği de oldukça çok merak edilen konular arasındadır. Mesela İlhanlıların arşivleri Kanun-ı Vilayet adı verdikleri kişiler tarafından tutulurdu. Selçukluların ise “Divan-ı A‘la ” adında oluşturdukları bir kurum aracılığıyla mali

31 Mehmet Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, İstanbul 1993, s.132-139. 32 Ortaylı, Kadı, s. 82.

(29)

17

ve arazi kayıtlarını tuttukları bilinmektedir. Ancak bugünkü teknoloji ve imkânlardan yoksun olarak bunu nasıl yaptıkları, belgeleri nasıl tasnif edip hangi ortamda sakladıkları ayrıca bir merak konusudur. Fakat belge ve defterlere bakıldığında her ne kadar günümüzdeki modern tasnif ve arşivcilik ilkelerine uymasa da yine de belirli bir uyum içinde olduğu görülmektedir.

Osmanlı devleti kendilerinden önceki devletlerin aksine Farsça ve Arapça kayıtlar yerine Türkçe kayıt tutmayı tercih etmişlerdir. Aynı zamanda İslam medeniyeti çerçevesinde resmi yazışmalarda yeni usuller ortaya koymuşlardır. Defter tutma geleneği bu dönemde daha da gelişmiştir.

Osmanlı devletinde ilk arşiv binası Yedikule evrak mahzeniydi. Fakat daha sonra buranın uzak olması nedeniyle Topkapı Sarayı’na taşınmış ve burada arşiv malzemeleri için “Hazîne-i Evrak” dairesi oluşturulmuştur. Hatta bu tarihten sonra resmi devlet yazışmalarına ait belgelerde “hazîne-i amiremde mahfuz deftere müracaat olundukta…” şeklindeki ibareye rastlanmaktadır.

Yukarıda saydıklarımız merkezdeki arşivcilik faaliyetleriydi. Taşra teşkilatındaki arşivcilik işlemleri içinse, merkez tarafından sık sık tekrarlanan cümlelerle titizlikle korunması ve defterlere kaydedilip saklanması istenmek suretiyle bir çözüm yoluna gidilmiştir. Taşraya gönderilen hükümler önce yerel kayıtlara geçer, sonra hükmün bulunduğu evrak sandıklarında muhafaza edilirdi. Böylece belgelerin bir nüshası muhafaza edilmiş olurdu. Tanzimat dönemine geldiğimizde Osmanlı arşiv geleneğinde oldukça köklü değişmeler olmuştur.

1-Şer’iyye Sicilleri

İslam tarihinde şer’iyye sicili defterlerine ilk defa Emeviler zamanında (661-750) Mısır’da rastlanmaktadır. İlk kayıt Halife Muâviye tarafından Mısır kadısı yapılan Süleyman bin Itır’ın imzasını taşımaktadır. Defterde kadı tarafından önceden hükme bağlanmış olan bir miras davasının taraflar arasında inkâr edilmesiyle tekrar hükme bağlanması ve bir daha bu ve bunun gibi itirazların olmaması için şahitleriyle kayda geçirilmesi şer’iyye sicili geleneğinin başlangıcı sayılır.33 Osmanlı Devleti’nde ilk kadı sicilinin Bir Numaralı Bursa Şer’iyye Sicili olduğu bilinmektedir.34

Kadıların vazifeleri gereği tuttukları çeşitli kayıtları ihtiva eden defterlere şer’iyye

33 Abdülaziz Bayındır, Osmanlı’da Yargının İşleyişi, C. 31, İstanbul 2000, s. 671. 34 M.Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 199, s. 352.

(30)

18

sicilleri, kadı defterleri, mahkeme defterleri ve zabt-ı vekâyi sicilleri adı verilir. Osmanlı adlî teşkilâtının kadıya yüklediği vazifeler arasında yer alan siciller şu şekilde meydana gelmekte idi. Mahkemede kadı tarafından verilen bütün kararlar kadı tarafından kaydolunurdu. Her hangi bir hadiseyi, bir şehâdeti, bir ikrârı, bir hibeyi, miras, muhallefat, merkezden gelen emirler, resmiyete geçirilmesi istenen bir husus vs. ne varsa kadı tarafından sicile yazılırdı. Merkezden gelen bütün emirler ve tebliğler, kadı tarafından tetkik edilip, doğru oldukları tasdik edildikten tıpkısı ya da özetleri sicile işlenirdi.35

Şer’iyye sicilleri, kadıların mahkemelerde hüccet, i‘lâm, maruz, mürasele şeklinde kaydettikleri hükümleri, merkezden gelen fermanları tezkire ve takrirleri ve görevli bulundukları kaza, kasaba ve köylerde olan önemli olaylara dair kayıtları, tayin beratlarını ve buyrulduları ihtiva ederdi. Her mahkemede mutlaka bir sicil defteri bulunur ve kadı tarafından koruma altına alınırdı.

Sicilleri, yalnızca halk arasında çıkan uyuşmazlıkların, düşmanlık ve davaların yer aldığı belgeler olarak görmemek lâzımdır. Çünkü bu belgeler, hayatı bütünüyle aksettiren bir zenginliğine sahiptir. Osmanlı topraklarında yaşayan hemen her şahsın evlenme, boşanma, miras, vasiyet, vekâlet, kefalet, ortaklık, alışveriş gibi çok değişik sebeplerle sicillerde yer alabilmesi mümkündür.

Şer’iyye sicillerinde yalnız Müslümanlarla ilgili değil, gayrimüslimlerle alâkalı kayıtlar da vardır. Zimmî statüsüne sahip olanların toplum içindeki yerlerini ve sosyal statülerini, ekonomik durumlarını, halkla ve devletle olan ilişkilerini, kendi aralarındaki problemleri yansıtmaktadır.

Sicillerin birçoğunun başında dibace kısmı vardır. Bu kısımda önce Allah’a ve peygambere saygı arz edilmekte, ardından sicili tutan kadının ismi yer almaktadır. Her kadı değişikliğinde bu dibace kısmındaki üslup da değişebilmekteydi. Şer’iyye sicilleri genellikle aynı üslupla tutulmuştur. Sicillerde dil ilk başlarda Arapça ve Türkçe karışıktır. 17. yüzyılın sonlarından itibaren ise tamamen Türkçeleşmiştir.36

Tanzimat döneminden başlayarak hükümler daha geniş yazılmış, davalıların ve

35 Akgündüz, Şeriyye Sicilleri, s. 18.

36 Fethi Gedikli, “Osmanlı Hukuk Tarihi Kaynağı Olarak Şer’iye Sicilleri”, Türkiye Araştırmaları Literatür

(31)

19

şahitlerin isim, adres ve tezkiyeleri de hükümlere dahil edilmiştir. Aynı zamanda önceleri tutulan küçük ebatlı defterler daha hacimli hale gelmiştir.

2-Şer’iyye Sicillerinin İçeriği

Şer’iyye sicillerinde yer alan belge çeşitlerini ise hüccetler, ilâmlar, maruzlar, temessükler, müraseleler, emir ve fermanlar, buyruldular, tezkereler ve senetler şeklinde sıralayabiliriz.

Sicillerdeki bu belge çeşitliliğinin yanında, muhtevâ bakımından da çok değişik hususlarda belgeler mevcuttur. Bu belgeler genellikle toprak ve mülk satışları, alacak-verecek anlaşmazlıkları, miras davaları, vasî ve vekil tayinleri, evlenme-boşanma, nafaka bağlanması, darp, küfür, hırsızlık, köle ve câriye azâdı, gibi konuları içermektedir. Bu kadar değişik konuda ve türde belgeyi içermesinden dolayı şer’iye sicilleri genel, hukûk, iktisât ve askeri tarih açısından da büyük öneme sahiptir. Şer’iye sicilleri özellikle mahallî târîh ve şehir tarihi çalışanları açısından vazgeçilmez kaynaklardır. Bu defterler sayesinde halkın gündelik hayatını; örf, adet, gelenek ve göreneklerini; yiyecek, içecek, giyecek, emlâk ve hayvan fiyatlarını; halkın devlet merkezi ve devletin taşradaki görevlileri ile olan ilişkilerini; halkın devlete karşı olan yükümlülüklerini ve ödedikleri vergileri, kısaca halkın hayat tarzı ve yaşayışı hakkında her türlü bilgiyi bulmak mümkündür.37

Sicil defterlerinin tüm bu saydığımız belgelere göre ayrı ayrı tutulduğu gibi, aynı sicilde bunların karışık olarak da kaydedildiklerini görmekteyiz. Kadı sicilleri yalnızca bir davanın hükmünü ihtiva etmekle kalmaz aynı zamanda beledî işlere ait kayıtlara da yer verir. Kadının, i‘lam ve hüccetlerin bir kopyasını hak sahiplerine vermesi neticesinde, evrakta sahtecilik yapılma ihtimali de ortadan kalkmıştır. Yine bu ilâm ve hüccetler kadının kendi muhafazası altındaki deftere kaydedilmiştir.

Sicil defterleri belli usullere göre tutulur ve belli ölçülerde olurdu. Genellikle defterler boyları uzun, dar ve enli olurlardı. Mesela 40 cm boyunda, 16–17 cm eninde olurdu. Ancak bu ölçü bütün siciller için geçerli olmayıp, mahkeme ve kadılara göre defterlerin ebatları değişmiştir. Yazı çeşidi olarak daha çok talik kırması şekli tercih edilmiştir. Yazıların kayda alındığı kâğıt ise sapa sağlam, yaldızlı, parlak ve mürekkepleri bugün bile parlaklığını

(32)

20

koruyacak kalitededir. Çoğunlukla defterlerin üzerlerinde kadıların isimleri yazmaktadır.38

Osmanlı tarihi açısından engin birer bilgi hazinesi olan sicil defterlerinin ilmi araştırmalarda son derece mühim kaynaklar olduğu muhakkaktır. Ancak buna rağmen şer’iyye sicilleri üzerine yapılan çalışmalar yeterli seviyede değildir. Son zamanlarda siciller üzerine araştırmacıların eğiliminde artış gözükse de bunların çoğu sadece transkripsiyon ve değerlendirmeden öteye gitmemektedir.

Günümüze ulaşan sicillere baktığımızda, sayı ve muhteva zenginliği bakımından ilk sırayı İstanbul sicilleri almaktadır. İkinci sırayı alan Bursa Şeri’yye sicilleri ise Osmanlılara ait en eski siciller olması bakımından önemlidir. Sicillerin bir kısmı halen İstanbul Müftülüğünde geri kalan kısmı da Ankara’da Milli Kütüphanededir.

3-Şer’iyye Sicillerinin Önemi

Şer’iye sicilleri XV. asrın son senelerinden başlayarak, XIX. asrın sonlarına kadar en aşağı dört asırlık Türk tarihini, Türk İçtimaî hayatını, Türk iktisat ve siyaset hayatını toplamış olmaları itibariyle Türk tarihinin ana kaynaklarındandır. Merkezle gerçekleştirilen yazışmalar, halk dilekleri, fermanların, kanunnamelerin ve hüccetlerin geçirildiği bu sicil defterleri incelenmeden; Osmanlı Devleti’nin İdarî ve İçtimaî tarihini hakkıyla meydana çıkarmak imkânsızdır.

Aynı zamanda şer’iye sicilleri, şehir tarihi araştırmalarında da çok büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu sicillerden, ait oldukları yerde yaşayan halkın günlük hayatını, giyecek ve yiyecek fiyatlarını, çarşılarını,bunların meslekleri ile ürettikleri malların çeşitleri, çarşı ve pazarda satılan malların narh listeleri, usta ve ırgat yevmiyelerini. Mahalle sakinlerinin evlerini, camilerini, çeşitli müesseselerini, ölen şahısların mal varlıklarını ve varislerini mahalle ve köylerini, örf ve âdetleri ile evlenme-boşanma, kız kaçırma, mehir bağlama, alım satım mukavele gibi daha birçok hususu gözlemleyebilmekteyiz.39

Bunların yanında o zamanki hukuk ve tatbikatını, vakıflarını, hayat şartlarını, ödedikleri vergileri, devlet görevlileri ile olan münasebetlerini ve benzeri daha birçok konudaki durumlarını gösteren çok değerli bilgiler elde etmek mümkün olmaktadır. Aynı

38 Akgündüz, Şeriyye Sicilleri, s.58.

39 Sabri Bacacı, İrfan Dağdelen, Osman Doğan, Ünye Şer’iyye Sicilleri, ÜNDER, S. XXXIV, İstanbul 2013, s. 152.

(33)

21

zamanda birinci el kaynak niteliği de taşıyan siciller o bölgenin en güvenilir tarihi kaynaklarından sayılmaktadır.40 Mesela İstanbul’da muhtelif yıllarda şehre çok büyük zararlar

veren yangınların yaşandığı bilinmektedir. Bu bilgilere yalnızca şer’iyye sicillerinde rastlanmaktadır. Bu kadar mühim bir hadise olmasına rağmen siciller dışında hiçbir kaynakta bu mevzu geçmemektedir. Bu yüzden sicillere bakılmadan yapılan bir çalışma çoğu yönüyle eksiktir diyebiliriz.

Şer’iye sicillerinin önemini daha iyi anlatabilmek adına her konuyu ilgili başlık altında inceledik.

a. Hukuk Tarihi Açısından Önemi:

Bugün her konuda olduğu gibi Osmanlı hukuku hakkında da birbirinden farklı birçok görüş ortaya atılmaktadır. Bunların bir kısmı Osmanlı hukuk sisteminin İslâmî kurallardan çok örfi kurallara dayandığını iddia ederken diğer bir kısım, bunun tam aksine yani Osmanlı hukukunun İslâm’a tamamen uygun olduğunu savunmaktadır. Bunlardan hangisinin doğruyu yansıttığı ise bugün elimize ulaşan ve Osmanlı hukukunun pratik ve uygulamasını oluşturan şer’iye sicillerinin araştırılması ile anlaşılabilir. Siciller incelendiğinde, Osmanlı mahkemelerinde İslam hukukunu ne dereceye kadar uyguladıkları, padişahların yasamaya ne kadar müdahale ettiği ve ülül-emr denilen devlet yetkililerinin yasama yetkilerinin sınırları ortaya çıkar. Yukarıda zikrettiklerimiz incelenmeden Osmanlı hukuku ve mahkemesi hakkında verilen hükümler fazla isabetli olmayacaktır. Yani bunlar incelenmeden Osmanlı hukuku hakkında verilen hükümler, önyargılı ve ilmîlikten uzak bir vasıf taşıyacaktır.41

Bunun yanında şer’iye sicillerinin incelenmesi bize döneme ait, aile hukuku, miras hukuku, eşya, borçlar ve ticaret hukuku ile devletler hukuku alanında da aydınlatıcı ve gerçek bilgi verecektir.

Özel hukuk açısından; Şahsın hukuku ile ilgili kararlardan, Osmanlı hukukunda gerçek ve tüzel kişilerin (vakıflar) bilindiğini, ehliyet, gaiplik, şahsi haklar ve benzeri konulara dair şer’i hükümlerin aynen uygulandığını anlamaktayız. Aile hukuku ile ilgili olarak sicil kayıtlarından eski Türk aile yapısını, nişanlanma, evlenme, boşanma ve benzeri müesseselerin nasıl işlediğini öğrenebiliyoruz. Miras hukukuna ilişkin kayıtların çoğunluğunu miras

40 Kürşat Çelik, 256 Numaralı Karahisar-ı Sahip Şer’iyye Sicili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2004, s. 168.

41 Nursen Tekin, 228 Numaralı Urfa Şer’iyye Sicili’nin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi, Yüksek Lisans Tezi, Şanlıurfa 2016, s. 130.

Şekil

Tablo 1: 213 Numaralı Defterde Adı Geçen İdareciler:
Tablo 3: 213 Numaralı Defterde Geçen Nahiye İsimleri:
Tablo 4: 213 Numaralı Deftere Göre Manisa’daki Mahalle İsimleri:
Tablo 5: 213 Numaralı Deftere Göre Manisa’daki Gayrimüslim Mahalle İsimleri:
+6

Referanslar

Benzer Belgeler

Eğin kazâsı mahallâtından Bağçe mahallesi sâkinlerinden olup bundan akdem vefât iden Mustafa Efendi ibn-i Mehmed bin Abdullah'ın verâseti zevce-i menkûha-i

Medine-i Ayntab’da Mestancı mahallesi ahâlisinden iken bundan akdem fevt olan Muhsin-zâde Ahmed Ağa el-Hâc Ahmed Ağanın verâseti zevce-i menkuhe-i metrukesi

170 iken senedleĢmiĢ ve kazâ-i mezkûr sicilinde mebaliği-i mezkue ol vakide alunub verilmiĢ madde olduğından ahâlî-i merkûmenin ol vecihle iddi´âları

Medîne-i Kayseri ve kurâsında sâkin erbâb-ı harâsetden zikr-i âtî husûsa mezrûʽâtları olan işbû râfiʽü’l-kitâb fahrü’s-sâdâtü’l-kirâm es-Seyyid Osman Ağa ibn-i

Medîne-i Kayseriyye'de Hasbek Mahallesi sükkânından iken bundan akdem fevt olan Ali bin İbrahim’in verâseti zevce-i metrûkesi Rukiye binti el-Hac İsmail ile sulbî

Medine-i Kayseriyye’de Kalenderhane Mahallesi sükkânından iken bundan akdem fevt olan el-Hâc Mustafa ibn-i Ali nâm kimesnenin veraseti zevce-i metrûkesi Şerife Ayşe

mefahir-il kuzat vel hükkam meadin-ül fezail-ül vel kelam anadolunun orta kolu nihayetine değin vaki’ kazaların kadıları ve naibleri zidet fazlühüm ve

itmekçi Hâcî Hasan Oğlu bayrâğının Ağâ ve Alemdârına verilen guruĢ 155 kuyûddan iki guruĢden ziyâde gümrük alınmamak içun ilâm harcı guruĢ 60 devletlü Hüsrev