• Sonuç bulunamadı

A- SOSYAL YAPI

3- Vakıflar-Mescitler

Arapça kökenli bir kelime olan “vakf” sözlükte; alıkoyma, bağlama, ayakta durdurma gibi değişik manalara gelmektedir. Terim anlamı ise mülkü ammenin menfa‘atine ebedî olarak tahsis etmektir. Bununla birlikte vakıf tabiri Türk-İslâm memleketlerinin sosyal, kültürel ve

103 MŞS 213 / 13-3. 104 MŞS 213 / 134-2. 105 MŞS 213 / 8-1.

48

ekonomik hayatında VIII. yüzyılın ortalarından XIX. yüzyılın sonlarına kadar önemini koruyan dini, hukukî, sosyal ve iktisadi müesseseleri tanımlamak için de kullanılmıştır.106

İslam toplumunda vakıflar, cami ve mescitler çok yönlü işlevlere sahiptir. Vakıfların Osmanlı toplumunun sosyal ve iktisadi hayatında çok büyük etkileri görülmektedir. Öyle ki cami ve mescitlerin etrafında oluşan bir hayat sistemi vardır, diyebiliriz. Bilindiği gibi Osmanlı şehirlerinde mahalleler, mescit, cami gibi yapıların çevresinde oluşmuş ve çoğu mahalleler cami ya da kurucularının adıyla anılmıştır. Vakıflar ise daha çok banilerinin ismini taşımaktadır. İbrahim Çelebi Camii Şerîfi Vakfı107, Ali Bey Vakfı108, Hakibaba Camii Şerîfi Vakfı109, Koca

Lala Paşa Vakfı110 gibi.

213 numaralı defterde vakıflarla ilgili bazı hükümler yer almaktadır. Bunlar genellikle vakfa mütevelli tayini, vakıfların tamirat ve tadilat ücretlerinin beyanını konu edinmektedir. Defterde geçen hükümlerden örnek verecek olursak, 276 numaralı hüküm, Ali Bey Vakfı’nın mütevellisi Mehmet Efendi’nin arzuhali üzerine vakıf topraklarından olan yerleri işleten İbrahim’in vefatı üzerine boş yerlerin boş kalmaması için, topraklar üzerinde tasarruf sahibi birilerinin tayin edilmesi gerektiğini bildirmiş. Ancak mezkur İbrahim’in ne oğlu, ne kardeşi ne de bir kızı olduğundan tapu ashabından kimsesi olmayıp bu vazifeye yeğeni Abdullah’ın getirildiğini sadarete bildirmesi üzerine Sadrazam Ragıp Mehmed Paşa bu tayini uygun bulmuştur.111

Yine Medine-i Manisa’da vaki‘ Hakibaba Camii Şerifi Vakfı’nın zaviyedârı olan Şeyh İbrahim bilâ veled fevt olub, tevliyet ve zavidârlığı boş kalması üzerine Manisa naibi Mevlana Feyzullah Efendi tarafından 28 Rebi‘ul-evvel 1174 tarihinde verilen berat ile Şeyh Mehmed müteveffâ-yı merkum yerine tevliyet ve zaviyedarlığa mutasarrıf olup edayı hizmete başlaya.112

Vakıflara yapılan atamalar genelde kadı ve naiblerin isteği veyahutta halkın şikayeti üzerine olsa da bazı hükümlerde zaviyedarların kendi isteği ile mütevellilik vazifesinden ayrıldığını da görmekteyiz. Buna misal olarak Manisa’da Alaybeyi mahallesinde vaki‘ Kara Çelebi Kuyusu Vakfı’nın mütevellisi olan Mehmed, kendü hüsn-ü rızasıyla görevden çekilip yerine diğer Mehmed halifenin getirilmesini, ayrıca bu kişinin bu vazifeye daha layık olduğunu,

106 İzzet Sak, Kadı Sicilleri Işığında Konya’da Yapılan Vakıflar (1650-1910), Konya 2012, s.9. 107 MŞS 213 / 191-1. 108 MŞS 213 / 189-2. 109 MŞS 213 / 188-2. 110 MŞS 213 / 181-2. 111 MŞS 213 / 189-2. 112 MŞS 213 / 188-2.

49

dolayısıyla bu görevi onun hak ettiğini kabul etmesi üzerine Manisa Naibi Mevlana Ahmed, beratını vererek merkum Mehmed’in vazifeye bir an evvel başlamasını emretmiştir.113

Defterde, Manisa’da vaki‘ İbrahim Çelebi Camii Vakfı’yla ilgili ilginç bir hüküm yer almaktadır. Şöyle ki yanlış ve düzmece belgeler tertip ederek mezkur vakfın mütevelliliğini yapan Mehmet isimli zatın, vakfın asıl mütevellisi olan Rakibe Hatun’un arzuhali üzerine vakfa dair kayıtlar incelenmiş ve Mehmet adlı kişinin hile yoluyla bu vazifeye geldiği tespit edilmiştir. Bunun üzerine 1173 senesinde yeni bir beratla vakfın mütevelliliği Mehmet’ten alınıp Rakibe Hatun’a tevcih edilmiştir.114

Vakıflarla ilgili daha birçok hüküm defterde yer almaktadır. Bunlar yukarıda da zikrettiğimiz gibi genellikle mütevellilik üzerinedir. Defterde en çok ismi geçen vakıflar aşağıda listelenmiştir.

Tablo 6: 213 Numaralı Defterde Geçen Vakıf İsimleri:

Vakıf İsmi Mütevellisi Defterdeki Yeri

Ali Bey Vakfı Ömer Ağa S.63 / Hkm: 110

Koca Lala Paşa Vakfı Veli bin Hacı Mustafa S.73 / Hkm: 122 İbrahim Çelebi Camii Şerifi Vakfı Rakibe Hatun S.84 / Hkm: 129 Haki Baba Camii Şerifi Vakfı Şeyh Mehmed S.188 / Hkm: 274

4-Toplumsal Düzenin Sağlanması

18. yüzyıla girildiğinde Osmanlı devleti eski dönemlerindeki askeri, siyasi ve iktisadi gücünden pek çok şey kaybetmeye başlamış, bir durgunluk ve bocalama dönemine girmişti. Fetihler durmuş, devlet 17. yüzyıl boyunca Anadolu’da meydana gelen karışıklıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Karışıklıklar, tabi olarak iktisadi ve sosyal düzeni sarsmış, kötü gidişatın önlenmesi için bir takım çareler bulma yoluna gidilmiştir. Bazı padişah ve sadrazamların şahsi gayretleri sayesinde bazı düzenlememler olduysa da geçici bir rahatlık oluşturmuş, ancak kalıcı ve uzun ömürlü olamamıştı.

Gerek uzun süren savaşların tesiri, gerekse devlet teşkilatının bozulması sebebiyle Anadolu’da yer yer karışıklıklar zuhur etmiş, merkezden gönderilen emir ve fermanlara kulak asmayan idareciler nedeniyle otoritenin iyice zayıfladığı görülmüştür. Savaşların devam ettiği

113 MŞS 213 / 85-2.

50

süre içerisinde vilayetlerle gereği gibi ilgilenilememiş, halk türeyen eşkıya hareketlerine maruz kalmıştı.115

17 yüzyılda olduğu gibi 18. yüzyılda da savaşların devam etmesi birçoğunda yenilgiye uğranılması dirlik mutasarrıflarının savaşlara katılmaları, öldürülen ve azledilen idareci kapıkullarının bir kapıya sığınıncaya kadar başıboş dolaşmaları, seferlere iştirak etmeyerek savaştan kaçmaları, halktan sefer masraflarını karşılamak için ağır vergi yüklerinin getirilmesi eşkıyalığın baş sebepleri olarak ileri sürülebilir.116

a-Eşkıyalık Hareketleri

Eşkıyalık genelde silahla veya başka bir şekilde zor kullanmak suretiyle yol kesip baskın yaparak mala, cana tecavüz, kamu düzeni ve güvenliği ihlal olarak tanımlanmaktadır.117

İncelediğimiz belgelerde halkın, eşkıyalık hareketlerini ve zararlarını devletin merkezine şikâyet ettiğini ve eşkıyalık hareketinde bulunanların yakalanıp, cezalandırılmasını istediğini görmekteyiz. Örneğin bir belgede: Saruhan Kazası sakinlerinden fakir fukara karye reayalarının padişaha eşkıyaları şikâyet ettiklerini görmekteyiz118.

Diğer bir hükümde ise bu eşkıya bozuntusuna yaltaklık eden devlet memurlarından bahsedilmektedir. Ilıca, Saruhan kazası naibi Seyyid Ali südde-i saadetime mektub gönderüb Ilıca ve Saruhan sancağı kazalarına tabi Akhisar voyvodası el-hâc Şaban oğlu el-hâc Mehmed kaza eşkıyalarına mu‘in olduğundan, liva-i mezbûr mütesellimi tarafından eşkıyanın te’dibi mümkün olmadığından119 bahsedilmektedir.

Bir diğer belge de ise devletin eşkıyaları için vazifelendirdiği görevlilerden bahsedilmektedir. Kayıtlardan anlaşıldığı üzere sadaret bu konuda kendisine gelen başvuruların hiçbirisini geri çevirmemiştir. Şeriyyet şi‘ar Manisa naibi efendi zîde fazluhü inhâ olunur ki

halâ Saruhan mütesellimi olan kıdvetül-emâcid vel-akrân Mehmed Efendi zîde mecidühü alê tarikuz-ziyâde bu esnada tarafından gelip avdet edinceye değin taraflarından kıdvetül-akrân adamları el-hâc Yusuf Ağa vekil vaz‘ eylediğini tarafımdan inhâ etmekle efendi mumâ-ileyh kaç gün Güzelhisar’da mükessenet avdet ve o tarafa varınca karar-ı tahsil ve emvâl-i mîri hususunda vekil-i merkumun umurunda i‘anet ve hüsn-ü mutahharat dikkat eyleyesin. Ve sen ki el-hâc Yusuf Ağa efendi mumâ-ileyhe ol-canibe varıncaya değin mazarrat-ı eşkıyadan o

115 Halaçoğlu, 18. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskân Siyaseti, s. 35. 116 Uluçay, 18 ve 19. Yüzyılda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, s. 56. 117 Ali Bardakoğlu, “Eşkıya”, DİA, c. XI, İstanbul 1989, s. 463- 466.

118 MŞS 213 / 129-1. 119 MŞS 213 / 197-3.

51

taraflara hiraset ve vesika-ı harikul-beriyye olan re‘ayâya himayet ve sıyanete ve tahsil-i muktezâ olan emvâl-i mîriyeyi yerlü yerinden tahsil-i dikkat ve ihtimâm eylemek babında iş bu buyuruldu tahrîr ve ıstâr ile irsâl olunmuştur. İnşaallaü te‘alâ vusulünde gerektir ki vech-i meşrûh üzere efendi mumâ-ileyh ol-tarafa varıncaya kadar mazarrat-ı eşkıyadan ebnâ-yı sebile hirâset ve re‘ayayı herhalde himayet ve sıyanet edip ve tahsil-i muktezâ olan emvâl-i mîrinin yerlü yerinden cem‘ ve tahsiline ihtimâm ve dikkat ve mûcib buyuruldu ile amel ve hareket ve hilafından hazr ve mücanebet eyleyesin deyu.120

Halkın, eşkıyalık konusunda südde-i saâdete sürekli ‘arz-hâller göndermesi devletin bu konu üzerine dikkatlice eğilmesini ve eşkıya teftişi için görevlendirmeler yapmasını sağlamıştır. Ayrıca eşkıya teftişi konusunda halk kadar devletin de hassas olduğu, yetkililere uyarı fermanları gönderdiği, gerekli cezalara çarptırılamayan eşkıyaların isim ve resimlerinin sadarete bildirilmesini, hatta bu konuda tekâsül ve ihmâli olanları görevden aldığı da görülmektedir.121

b-Adam Öldürme veya Yaralama

İslam hukukunda, insanın hayatına veya azalarına yönelik suç teşkil eden eylemlere “cinayet”, bu suç eğer insanın hayatına son veren bir netice doğurmuş ise “katl” veya “cinayet fi’n-nefs”, suçu işleyene “katil” öldürülene ise “maktul” denilmiştir.122

213 numaralı defterde karşımıza çıkan cinayet meseleleri genelde vefat haberinin mahkemeye bildirilmesinden sonra mahkeme, genellikle ehil bir kimse ile vali veya onun mütesellimi tarafından tayin edilen kişiyi ölüm mahalline göndermektedir. Keşif ve tahrir için görevlendiren bu kişiler, yanlarına Müslümanlardan bir keşif grubu alıp, vefat eden veya yaralanan kişinin bulunduğu mahalle giderek ceset veya olay üzerinde incelemeler yapar. Eğer mağdur ölmüşse vefat nedenini yaralanmışsa da bunun nedenlerini tespit edip, durumu olay yerinde kayda geçirip daha sonra da mahkemeye gelerek kanaatini kadıya bildirip, olayı tescil ettirmektedirler.

Düstûr-ı mükerrem, müşir-i mufahham, nizâmü’l-alem müdebbîr-i umuri cumhur bi’l-fikr-i sâkıb mütemmim-i mihâmü’l-enâm bi’r-re’yis-saib mümehhid-i bünyanü’d-devle ve’l-ikbâl müşir-i erkânü’s-sadet ve’l-iclâl el-mahfuf bi sınûfül-avâtıfü melikü’l-a‘lâ Anadolu valisi vezir paşa ademallahü te‘alâ iclalühü ve kıdvetü’l-kuzât ve’l-hükkâm ma‘denü’l-fazl ve’l-kelâm

120 MŞS 213 / 136-2.

121 MŞS 213 / 198-2.

52

Anadolu ve Manisa naibi zîde fazluhümâ fer‘i hümâyûna vâsıl olucak ma‘lûm ola ki Ümmühani nâm Hatun südde-i sa‘adetime arz uhâl edip sağir oğlu Ali Ağa dimekle ma‘rûf kimesne kendü halinde ve Manisa tevellütlünün umurunu ruiyet eder iken Manisa sakinlerinden Şeyh Ali Efendi oğlu ve hizmetkârı Kara Ali ve Sarsamcıoğlu Hızır Ağa demekle arif kimesnelerinde ve kendü hallerinde olmayub seyre gidelim deyu iğfâl ve Manisa kazasına tabi Dere nâm karyeye kendü dükkanlarında oğlu mezburu bin yüz yetmiş üç senesinde tüfenk ve kurşun ile zarb ve katl edip ziyade özr ve takdir eylediklerin bildirüp şer‘ile görülüp icrâ şer‘ ve ihkâk-ı hak olunmak bâbında hükm-i hümâyunum ricâ eylediği ecilden mahallinde şer‘ile görülmek emrim olmuştur. Buyurdum ki vusül buldukta bu bâbda sâdır olan emrim üzere amel dahi ihzâr-ı hassıma gelip mukaddema bir def‘a şer‘ile görülüp faslolunmayan hususların tamam-ı hak üzere mukayyid olub göresiz i‘lâm olunduğu üzere iş olbabda muktezâyı şer‘ yevm ile amel edip dahi ba‘des-sübût icrâ-yı şer‘ile ve ihkâk-ı hak eyleye şer‘ ba‘deş-şer‘ şerîf ve emr-i hümâyunuma mugayir kimesneye iş ettirmeyüp vakfiyede alaka ve müdahale olmayanlar da‘vasına karıştırmayub ismiyanlar maddiyet arz edip husûsu mezbûr için birdahi emrim varmalu eylemeyesin şöyle bilesin alamet-i şerifime i‘timad kılasın. El-mahrûse İslambol123

Burada geçen hükümde Manisa’ya bağlı Dere Köyü’nde gerçekleşen bir cinayet hadisesi üzerine, maktul Ali’nin annesi Ümmühani Hatun’un südde-i saadete arzuhâli üzerine, olayın yerinde keşfine ve mahkemece karara vardırılarak haklıya hakkının verilmesinin dersaadetten Manisa kadısına bildirildiğini görmekteyiz.

Bu tür davalarda genellikle mahkemelerce verilen cezalar şu şekildedir. Öldürülen kişilerin yakınları bedel olarak kan parası manasına gelen dem ve diyet veya kısas isteyebilirdi. Kısas, öldürme veya yaralının, yaralanan uzvuna karşılık olarak suçlunun da aynı şekilde cezaya çarptırılarak elinin, kolunun veya bacağının, mağdura benzeyen uzvunun, usulüne uygun yok edilmesi anlamına gelmektedir. Diğer bir tabirle suçlunun işlediği fiile denk bir ceza ile cezalandırılması ilkesine kısas denir. Ancak bu ceza türünün diğerine göre daha az tercih edildiğini belgelerden görmek mümkün.

Mahkemeye yansıyan davalar arasında kimi zaman fail-i meçhullerin de var olduğunu kayıtlardan görmek mümkün. 213 numaralı defterde, “dergâh-ı muallâ gediklilerinden Hasan Ağa tarafından görülen davada, Manisa kazasına bağlı Dere karyesinde voyvodalara mahsus olan menzilde tüfek veya silah mermisinden çıkan bir kurşunla katledildiği anlaşılan kaim-i makam mütevellisi maktul Ali Ağa’nın katillerinin bulunması için karye-i mezbur voyvoda ve

123 MŞS 213 / 102-3.

53

ahalisinden sual olununca, karye-i mezbûrda voyvoda olan Hızır Ağa bin Ahmed, nısful-leylde karye-i mezbûre voyvodalara mahsus olub halâ sakin olduğum menzilin toprağı üzerinde kaim- i makam merkum Ali Ağa ile oturur iken merkum Ali Ağa tüfenk ve kurşun ile darp ve katl olundu. Lakin katilin kim olduğu malûmum değildir” cevabını almışlar. Bunun üzerine tahkikata farklı kollardan devam edilmesi kararlaştırılmıştır.124

Hükümden de anlaşıldığı üzere, devlet bu tip toplumun can ve mal güvenliğini tehdit eden durumlar karşısında derhal önlem almak için harekete geçmiş. Böylece memlekette refahı ve huzuru sağlamaya çalışmıştır.

5-Aile ve Evlilik

Bir insanın yalnız başına yaşamını sürdürmesi, neslini devam ettirmesi ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir. Sosyal bir varlık olan insan, bu ihtiyaçlarını ancak aile içinde karşılamaktadır. Aile, kan ve süt bağıyla evlilik bağının bir başkasıyla bağladığı fertlerden meydana gelmektedir.125

Aile oluşumu, insanlığın var olduğu andan itibaren meydana gelmeye başlamıştır. Tarih içerisinde değişik toplumlarda birçok farklı aile oluşumu yöntemleri görülmektedir. İslam toplumlarının da kendine özgü aile oluşumu kuralları ve kaideleri vardır. Bu kural ve kaideler içerisinde nişan, nikâh ve mehir gibi bu gün de hala varlığını devam ettiren gelenekler mevcuttur. Şer‘î bir devlet olan Osmanlı Devleti’nde, ailenin oluşumunu sağlayan evliliğin gerçekleşebilmesi için nikâh akdi denilen sözleşmenin yapılması şarttır. Nikâh akdi, kısaca karı-koca arasında beraber yasamaya ve yararlanmaya imkân sağlayan ve taraflara karşılıklı hak ve görevler yükleyen karşılıklı anlaşma olup, tarafların ve şahitlerin huzurunda yapılan medeni bir sözleşmedir.

Toplumun temel taşı olan aile tarihin her döneminde önemini korumuştur. Bu küçük topluluk sosyal hayat içerisinde toplumun adeta küçük bir modelidir. Aileyi oluşturan fertler devirlere, bölgelere, sosyal ve ekonomik yapıya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Geniş aile, bir aile reisinin otoritesi altında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. İncelediğimiz 213 numaralı defterdeki tereke kayıtlarına baktığımızda karşımıza çıkan aile tipleri genelde geniş aile diyebileceğimiz cinstendir. Zamanın geçim kaynağı olan tarım ve ziraat de bunda çok etkilidir.

124 MŞS 213 / 164-1.

54

Aile, eşlerin sayısına göre, kocanın tek eşliliği (monogami), çok eşliliği (poligami) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İncelediğimiz 213 numaralı defterde karşımıza çıkan aile türleri daha çok monogami yani tek eşli olsa da bir iki hükümde çok eşli aile yapısına rastlanmaktadır. Bu duruma örnek verecek olursak, “Medine-i Manisa’da Alaybeyi

Mahallesi’nde sakin iken bundan akdem vefat eden esseyyid Mehmed bin Mustafa’nın veraseti zevceyni metruketi Rakibe ve Kezban hatunlar ile sulbi kebir oğlu esseyyid Himmet ve sulbi kebir kızı Fatıma”126 defterde geçen bu kayda göre Manisa’da sakin Mehmet Efendi’nin,

Rakibe ve Kezban adında iki karısının olduğunu görülmektedir. Diğer bir hüküm de, “Medine-

i Manisa’da Sultaniye Mahallesi’nde sakin iken bundan akdem vefat eden Mustafa bin Hüseyin nam müteveffanın veraseti zevceyni metrûketi Fatma bint-i Hüseyin ve Halime bint-i Abdullah nam hatunlara”127 geçen kayda göre, Manisa’nın Sultaniye mahallesinde sakin, Mustafa’nın

Fatma ve Halime adında iki karısından bahsedilmektedir.

İncelediğimiz kayıtlarda ataerkil yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nde kadına değer ve kıymet verildiğini de görmekteyiz. Bu hususta, evlilik ve kadın hakları hakkında araştırma yapanların bakması gereken ilk kaynak şüphesiz tereke kayıtlarıdır. Defterdeki kayıtlara baktığımızda eşi vefat eden kadınlara İslamiyet’in belirlediği ölçüde miras ve hak bırakıldığını görmekteyiz. Bunun yanında evlilik akdi esnasında zevcin zevcesine bizzat verdiği mehir de buna çok iyi misaldir. Buna örnek verecek olursak, “Manisa’da Narlıca Mahallesi’nde sakin

iken bundan akdem vefat eden Karabıyık Mehmed bin Abdullah’ın varisi zecvesi menkuhası Hüma bint-i Halil… Hissetüz-zevc-i mezbûr Hüma: 104 guruş, 16 pare… Mihr-i müeccel der- zimmeti zevc: 22 guruş”128 Manisa, Narlıca Mahallesi’nde sakin Abdullah oğlu Mehmet’in terekesinden, eşine düşen kısım ve ona söz verdiği mihr-i müeccelin tutarını görmekteyiz.

6-Mirasla İlgili Kayıtlar (Terekeler)

İslam hukuku miras hukukunu “feraiz” kavramı ile ifade etmiştir. Feraiz veya şer’-i miras hukuku, miras bırakanın terekesinin hisselere taksimi ve bu hisselerin mirasçılara nasıl ve hangi şartlarda geçeceğini düzenlemiştir.129

Miras, ölen kişinin mülkiyetinde bulunan mallara o öldükten sonra yaşayan yakınlarının sahip olmasını ifade eden bir terimdir. İslam hukukuna göre miras, şahsa ait bir hak olarak görülmüştür. Bu noktada gözetilen en önemli gaye, ölenin geride bıraktığı terekede hak sahibi

126 MŞS 213 / 154-2.

127 MŞS 213 / 159-1. 128 MŞS 213 / 172-1.

55

olan kimseleri tespit etmek ve geride kalan malları bu hak sahiplerine adaletli bir şekilde paylaştırmaktır.

Miras hakkı, Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça belirtilmiştir. Miras taksimine geçilmeden önce, evvela ölen kişinin kefen ve defin gibi masrafları, sağlığında iken sabit olmuş veya hasta iken kuvvetli delillerle ispatlanmış borçları ve sağlığında vasiyet ettiği hususlar terekesinden (mal varlığından) karşılanmalıdır.

Kısaca tereke davalarının kayıtları tutulurken izlenen usul şu şekildedir:

- Evvela vefat eden şahsın mahkemeye bildirilmesinden sonra, bizzat kadı, naib veya bu işi yapma yetkisi olan bir vazifeli tayin edilir ve yetkili kişi tarafından ölen kişinin malları sayılırdı.

- Listenin başında, vefat eden kişinin ismi, künyesi, ikametgâh adresi ve tarihi yazılırdı. - Ardından ölen kişinin bütün malları, özellikleriyle birlikte yazılır ve toplam adet ve miktarıyla kıymetleri belirtilirdi. Altına da toplan mallardan varislere kalan mallar yazılırdı.

- Son olarak da alacaklılar alacaklarını şahitlerle ispat eder ya da yemin ettirilirdi. İncelediğimiz 213 Numaralı Manisa Şeriyye Sicili’ndeki kayıtları incelediğimizde 18. yüzyılın ikinci yarılarında, Manisa Mahkemeleri’nde kadı tarafından İslam Miras Hukuku’nun tatbik edildiğini görmekteyiz. Miras hukukunda öncelikli işlem terekenin yani müteveffânın geride bıraktığı mal varlığının tespitidir. Eğer ölen kişinin yetim denecek yaşta çocukları varsa ya da mirasçılar arasında anlaşmazlık çıkarsa vefat edenin ardında bıraktığı mal ve mülklerin tespiti ve dağılımını kadılar üstlenmektedirler.130 Bu işlemler için de “resm-i kısmet” adı altında

bir ücret aldıklarını belgelerden görmekteyiz. Buna dair defterde 47 adet hüküm vardır. Örnek verecek olursak; Medine-i Manisa’da Bektaş-ı sağir mahallesinde sakin iken bundan akdem

müteveffiye olan Saliha bin-ti Mehmed’in veraseti zevci el-hâc Süleyman ile Sadri bin sağir bin Saliha münhasır oldukları şer‘i enverde zahir ve nümayan olduktan sonra bi’l-iltimâs tahrir ve beyne’l-verese bil-ferizatiş-şer‘iyye tevzi‘ ve taksîm olunan terekesidir ki be-vech-i ati zikrolunur. Tahriran fi’l-yevmi’l ihdâ fî Saferü’l-hayr li sene erbe‘a ve seb‘in ve mie ve elf. Menzil der mahalle-i mezbûre: 110 guruş. Yasdık: 12 guruş. Yorgan: 3 guruş. Döşek: 7 guruş. Minder: 4 guruş. Kilim: 4 guruş. Hükümden de anlaşılacağı üzere, Saliha Hatun’un vefatıyla

56

geride kalan malların mahkeme tarafından tespiti yapılıp, kıymetleri belirlendikten sonra Resm-

i kısmet bedeli olarak ise kadıya, 9 guruş, düştüğü kayıtlara geçmiştir.131

Medine-i Manisa’da Bölücek-i kebîr mahallesinde mütemekkin iken bundan akdem telef olan Mikail veled-i Gosar’ın veraset-i zevcesi Maryem bint-i Yadis ve sulbi sağir oğulları Kabril ve Gadar ve sulbi sağir kızları varis ve Sümbüle’ye münhasır olduğu lede’ş-şer‘iyye zahrir ve nümâyân olduktan sonra bi’l-iltimâs bil ferizatiş-şer‘iyye tahrir ve taksîm olunan metrukât defteridir ki ber vech-i ati zikrolunur. Hurrire fi 9 Saferü’l-hayr li sene erbe‘a ve seb‘in ve mie ve elf. Sıhhal bakî: Hissetü’z-zevc: 8 guruş. Hissetü’l as: 187 guruş. Hissetü’l- ebb: 93 guruş.

Benzer Belgeler