• Sonuç bulunamadı

ZÜHD VE TAKVASI

Belgede Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK (sayfa 163-168)

Zühd ve takvasýna da diyecek yoktu. Davasýndan baþka bir derdi yoktu ve elindeki bütün imkânlarý bu nok-tada seferber etmiþti. Çoðu insan için kaygan bir zemin oluþturan zenginlik, asalet ve makam gibi unsurlar, onu asla deðiþtiremezdi ve deðiþtirememiþti de..!

Bir gün susamýþ ve bir miktar su istemiþti. Çok geçme-den isteði yerine getirilmiþ ve suyun yanýnda kendisine bir miktar da bal takdim edilmiþti. Tam aðzýna götürmek üze-reydi ki birden bire onu aðzýndan uzaklaþtýrdý ve aðlamaya baþladý. O kadar ki, yanýndaki insanlar da ona iþtirak edip aðlaþýyorlardý. Bir müddet sonra herkes duruldu ama Ebû Bekir’in hýçkýrýklarý bitip tükenme bilmiyordu. Hatta onun, hýçkýrýklarla boðulup öleceðinden korkanlar vardý. Aslýnda bu, hâl diliyle ders vermenin en etkin yoluydu. Derken kendini toparlayýnca etrafýndakiler;

– Ey Allah Resûlü’nün halifesi! Seni bu kadar aðlatan

ne idi? diye sordular. Hýçkýrýklarýný yutkunarak anlatmaya baþladý;

– Bir gün yine Resûlullah’la birlikte oturuyorduk. Eliyle bir þeyi kendisinden uzaklaþtýrýyordu ama ben bir þey gö-remiyordum;

– Uzaklaþtýrdýðýn þey ne? Yanýnda ben kimseyi göremi-yorum dediðimde þunlarý söyledi bana;

– O, dünyadýr. Bana temessül etti ve Ben de ona, ‘Ba-þýmdan def ol!’ dedim. Önce yanýmdan ayrýlýp gitti; ancak sonra tekrar gelerek;

– Sen beni kovup uzaklaþtýrsan da Sen’den sonrakiler ayný þeyi yapamayacak, diye cevap verdi.

İþin burasýnda Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), aðlamasýnýn sebebini etrafýndakilere þu cümlelerle anlattý;

– İþte, ben bunu hatýrladým ve onun bana kendini kabul ettirdiði korkusuyla kendimi tutamayýp aðladým.122

Bütün yükleri kaldýrabilecek çapta güçlü omuzlara sa-hip olsa da, bunaldýðý demlerde etrafý kolaçan eder ve za-man zaza-man tabiatla baþ baþa kalmak isterdi. Sýkýntýlarýn cenderesinde sabýr yudumladýðý bir gün, aðaç üstünde gürce uçan bir kuþa takýlmýþtý gözü; kendi baþýna ve öz-gürdü; daldan dala konuyor ve içindeki coþkuyu çýðlýk çýð-lýk haykýrýyordu. Hayrançýð-lýkla takip etti bir müddet ve du-daklarýndan þu cümleler döküldü;

– Ne mutlu sana! Vallahi, ne kadar isterdim; senin gi-bi aðaç dallarýna konan, hiçgi-bir hesap ve azabý olmayan,

122 Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 2/136 ZÜHD VE TAKVASI

HAZRETİ EBÛ BEKİR

aðaç tan gýdasýný alan ve sonra da uçup giden bir kuþ ol-saydým..!123

Baþka bir gün de, omuzlarýndaki yükün aðýrlýðýndan inleyerek ve gözyaþlarý içinde nazarýna çarpan aðaçlara özentisini þöyle dile getirecekti;

– Ah keþke, kesilip atýlan bir aðaç olsaydým!124

Kendinden bahsedilmesi hiç hoþuna gitmezdi. Böyle bir durumla da karþýlaþýnca, ellerini açar ve Rabbine yönele-rek, þöyle yalvarýrdý;

– Allah'ým! Sen beni benden daha iyi biliyorsun. Ben de kendimi bunlardan daha iyi tanýyorum. Allah’ým! Zan-nettikleri gibi beni hayýrla serfiraz kýl, bilmedikleri yönüyle de beni affeyle, söylediklerinden dolayý da beni hesaba çekme.125

Onun bu kadar hassasiyetini fazla bulanlar bir gün, baþlangýçtan bu yana yaptýklarýný ve Resûlullah’ýn kendisi hakkýnda söylediði müjdeleri anlattýlar bir bir. Belli ki bun-lardan hoþlanmýyor ve asla kendinden emin olamýyordu.

Þunlarý söyledi etrafýndakilere;

– Vallahi de, þayet iki ayaðýmý cennete uzatmýþ olsam bile bunun, bir mekr-i ilahi olduðundan emin olamam.126

Hayýrda yarýþ, onlarýn genel karakteriydi ve bu konuda Hz. Ebû Bekir, asla yalnýz deðildi.

Hz. Ömer (radıyallahu anh), Medine’nin dýþýnda gözleri gör-meyen yaþlý bir kadýna hizmet etmeyi kendine vazife

bil-123 Beyhakî, Þuabu'l-Îmân, 1/485 (788)

124 Beyhakî, Þuabu'l-Îmân, 1/485 (787)

125 İbnü'l-Esîr, Üsüdü'l-Gâbe, 3/324

126 Hâlid Muhammed, Ve Câe Ebû Bekr, 113

miþ ve sürekli ihtiyaçlarýný gidermeye çalýþýyordu. Her ne zaman suyunu getirse veya bir ihtiyacýný gidermek için yanýna uðrasa, kendisinden önce birisinin gelerek bunlarý yaptýðýný görüyordu.

Bu iyiliði yapanýn kim olduðunu öðrenmek için, her defasýnda daha erken gelmeye çalýþýyordu ama bir türlü bu þahýsla karþýlaþmamýþtý. O kadar merak ediyordu ki, bir gece saklanýp beklemeye baþladý. Ortalýktan el-ayak çeki-lince ihtiyar kadýnýn evine gelen karartýnýn Hz. Ebû Bekir olduðunu anlamasý çok gecikmedi.

Hâlbuki o gün Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), halife idi ve bu kadar ince düþünmesinin önünde ve onlarý unutturacak kadar çok, hilâfetle ilgili bir yýðýn problem vardý.

Geçimini helalinden elde etme konusunda çok duyar-lýydý; boðazýndan haram lokma girmektense, canýný ortaya koyar ve buna asla müsaade etmezdi.

Bir gün hizmetçilerden birisi, kendisine bir yiyecek ik-ram etmiþ ve o da bunu yemiþti. Yemekten sonra hizmetçi sordu halifeye;

– Ey Resûlullah’ýn halifesi! Bunun nereden geldiðini bi-liyor musun?

Bir anda, tepeden týrnaða ter içinde kalývermiþti. Belli ki, hizmetçinin bir bildiði vardý ve telaþla sordu;

– Peki nereden?

Hizmetçi sýkýþmýþtý. Sorduðuna bin piþman olmuþtu.

Þimdi, yalan da söyleyemeyeceðine göre ne yapacaktý!?

Doðruyu, olduðu gibi aktarmaktan baþka çare yoktu ve

ZÜHD VE TAKVASI

HAZRETİ EBÛ BEKİR

halifenin bu telaþýyla ürken hizmetçi teker teker anlatmaya baþladý;

– Cahiliyye döneminde ben, bir adam için kehanet-te bulunmuþtum; ancak, kehaneti de iyi bilmediðim için adamý da aldatmýþtým. Bugün o adamla karþýlaþtým ve ba-na olan borcunu verdi. Bu yediðin de ondandý.

Daha cümlelerini bitirmeden Ebû Bekir’in parmaklarý aðzýna gitmiþ ve bir kenara koþarak, yediklerini çýkarmaya çalýþýyordu. Midesindekilerin tamamýný çýkarýncaya kadar da vazgeçmedi bundan.

Onun bu halini görenlerden birisi;

– Allah sana merhametiyle muamele etsin! Bütün bun-lar, tek bir lokmadan dolayý mý!? diye taaccübünü dile ge-tirince halife þunlarý söyleyecekti;

– Allah'a yemin olsun ki, þayet bunlarý çýkarma pahasýna canýmdan bile olacak olsaydým mutlaka bunlarý çýkarýrdým.

Çünkü ben, Efendimiz’in þöyle dediðini duydum; “Yasak ve haram olanla beslenen her beden için, cehennem daha evlâdýr.” İþte bundan dolayý, bir lokma bile olsa bedenimin onunla besleneceðinden ödüm koptu ve çýkardým onlarý.127

127 Ebû Nuaym el-İsbahânî, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/31

Belgede Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK (sayfa 163-168)