• Sonuç bulunamadı

MEKKE’DEKİ KONUMU

Belgede Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK (sayfa 33-45)

Ticari hayattaki baþarýsýyla dikkat çeken Hz. Ebû Bekir, artýk hali vakti yerinde bir tüccardý. Elde etmiþ olduðu mal ve mülk yanýnda, istikrarlý ve güven dolu hayatýyla o, cid-di bir itibar da elde etmiþ bulunuyordu. Ekonomik gücü, ulaþýlmaz noktalara gelmiþ, Kureyþ nezdindeki konumu da zirvelere ulaþmýþtý.

Mekke’nin ileri gelenleri arasýndaydý. Reisti ve sözü dinlenen bir insandý. Karar mekanizmasýnda Ebû Süfyan, Ümeyye ibn Halef, Utbe ve Þeybe kardeþler, Ebû Cehil, Süheyl ibn Amr ve Ebû Leheb’lerin yanýnda Hz. Ebû Bekir de söz sahibiydi ve belli baþlý konular, ona sorulmadan ne-ticeye götürülemezdi.

Ahlâkýnýn güzelliði ve bilgisiyle müracaat kaynaðý haline gelmiþti. Kureyþ arasýnda, ‘neseb’ ilmini ondan daha iyi bi-len kimse yoktu. ‘Diyet’ ve ‘kýsas’ gibi en temel problemle-rini bile O’na getirip çözmesini isterlerdi. Dürüstlüðüyle ün salmýþtý ve kimsenin hakkýný yemez, baþkalarýnýn

hukuku-na titizlikle riayet ederdi. Bu yüzden Kureyþ, bilhassa belli konularda, onun dediðinin dýþýna çýkmaz, diðer reislerden çok onun sözüne itibar ve itaat ederdi.

Ayný zamanda Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), cahiliyenin olumsuzluklarýna bulaþmayan ender insanlardan biriydi.

Diðerlerinin arasýnda bu yönüyle de hemen fark ediliyor-du. Cehaletin þirretliði, dört bir yanda kol gezse de o, asla þerre açýk deðildi. Putlarla arasý hiç iyi olmadý; daha küçük-ken babasýnýn, elinden tutup küçük-kendisini Kâbe’ye götürdüðü zamanlarda bile, gördüklerini þaþkýnlýkla seyre dalar, insanlarýn, elleriyle yaptýklarý cisimlere temennâ durmasýna bir türlü anlam veremezdi. Namus ve iffetine düþkün bir insandý. İnsaný insanlýktan çýkaran içkiyi aðzýna koymamaya yemin etmiþ, yanýna bile yaklaþtýrmýyordu. Zira kötülüðün kötülük üreteceðinin farkýndaydý ve bu yüzden her fýrsatta, içki içenlerin, bugün olmasa da yarýn namus ve mürüvvetini kaybedeceklerini dile getirirdi.21

21 Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 2/146 MEKKE’DEKİ KONUMU

VUSLATA DOĞRU

Nihayet bir gün, yolu Yemen’e düþmüþ ve orada, Ezd kabilesinden, Tevrat ve İncil’i iyi bilen, pîr-i fânî, yaþlý ve bilge bir þeyhi ziyaret etmiþti. Bu ihtiyar da, diðerleri gibi güneþin tulûunu bekleyenlerden biriydi. Daha onu görür görmez heyecanlanmýþ ve ihtiyarý garip bir hâl almýþtý.

Neredeyse dili tutulacak gibiydi. Yanýna yaklaþan Hz. Ebû Bekir’in yüzüne daha bir dikkatle bakýyordu. Gözlerini yüzüne kilitlemiþti âdeta ve çok geçmeden, merakýnýn anahtarý sorularýný sýralamaya baþladý bir bir:

– Sanýrým sen Harem ehlindensin!? dedi önce.

Henüz konuþmamýþlardý. Bu ne basîret ve firaset ki, Mekke’den geldiðini anlamýþ ve bunu, Hz. Ebû Bekir’e de tas-dik ettirmek istiyordu. Tabii olarak cevap verdi Abdullah;

– Evet, ben Harem ehlindenim.

İhtiyarýn þaþkýnlýðý bir kat daha artmýþ gözüküyordu.

Yýllardýr beklediði bir müjdeye ulaþmýþ olmanýn heyecaný hissediliyordu üzerinde. Bu sebeple, daha fazla konuþmak istiyordu ve ikinci kez sordu;

– Umarým Kureyþli’sindir de.!?

Tabii olarak cevap verdi Hz. Ebû Bekir;

– Evet, ben Kureyþli’yim.

Ancak, ihtiyarýn sorularý bitecek gibi deðildi; belli ki he-nüz aradýðý veya beklediði sonuca ulaþamamýþtý. Tekrar döndü Hz. Ebû Bekir’e ve;

– Allah bilir, sen Kureyþ’in Teym kolundansýn.!? dedi. Bu kadar fazla soru soran birisi, belli ki daha çok þey soracaktý ve Ebû Bekir de, öðrenmek istediði konuya cevap verme yanýnda ayný zamanda daha o sormadan, sorabileceði diðer hususlarý da, sýrasýyla söylemeye baþladý;

– Evet, ben Teym kolundaným. Adým da Abdullah ibn Osmân. Ka’b ibn Sa’d oðullarýndaným.

Yaþlý bilgenin yüzünde, aradýðý her þeyi bulmanýn rahat-lýðý okunuyordu. Ama, hâlâ öðrenmek istediði bir þeyler var gibi duruyordu. Üzerinde, yeni tanýþtýðý bir insaný, ardý ardýna sorduðu sorularla sýkýntýya sokma endiþeleri seziliyor ve bu-nun mahcubiyetini yaþýyordu. Bir hamle daha yaparak;

– Tereddüt ettiðim sende bir tek mesele kaldý, dedi.

Abdullah ibn Osmân da þaþkýndý. Bütün bunlarý ardý ardýna sormasýnýn sebebi ne olabilirdi ki!? Ayný zamanda bu ihti-yarla, daha önceleri hiç karþýlaþmamýþ ve böyle bir sami-miyete sebep olabilecek ortak paydalarý da hiç olmamýþtý.

Ancak yine de saygýda kusur etmemek ve iþi, oluruna gö-türmek gerekiyordu. Bu sebeple;

– Nedir o? diyerek rahatlatmak istedi Yemen’li ihtiyarý.

Beklentisine cevap verileceðinin emaresini gören ihtiyar, biraz daha rahatlamýþ görünüyordu. Kendini toparlayýp son bir hamleyle, karnýný açmasýný istiyordu Hz. Ebû Bekir’in.

VUSLATA DOĞRU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

İþin doðrusu bu kadarý da biraz fazlaydý. Hayâ timsali Hz. Ebû Bekir, hiç tereddüt etmeden;

– İþte bunu yapamam, dedi tereddütsüz. Nasýl yapsýn ki, hiç tanýmadýðý bir adam, ardý ardýna sorular soruyor ve durup dururken de entarisini kaldýrýp karnýný açmasýný ta-lep ediyordu.

Ondaki bu tavrý görünce Yemen’li ihtiyar, mahcubiyet yanýnda ayný zamanda derin bir hüzne bürünmüþtü. Hz.

Ebû Bekir gibi dikkatli birisi, bu manzaraya dayanamazdý.

Bir süre zihninde alýp verdi; belki de karþýsýnda duran bu adamýn, bir bildiði vardý. Bu kadar ýsrarýn bir sebebi olmalýydý. Büyükleri üzmek, onun gibi birisine yakýþmazdý ve alttan alan bir ses tonuyla;

– Peki, dedi önce ve ardýndan da ilave etti;

– Ancak, söyler misin, niye benden bunu yapmamý is-tiyorsun!?

İhtiyar da rahatlamýþtý. Mesele, rayýna oturmuþtu; bu fýrsatý kaçýrmamak gerekiyordu ve hem sorduðu sorularýn gerekçelerini hem de karnýný açma isteðindeki hedefini an-latmaya baþladý bir bir;

– Ben, en sadýk, sahih ilimlerde gördüm ki, gelecek Son Nebi Harem’de neþ’et edecek. İlk günlerinde O’na en çok, bir gençle bir de olgun zât yardýmcý olacak. O’nun yanýndaki ilk genç, atýlgan, çevik, güzel ahlâklý, O’nu koru-ma adýna kendini feda eden, çözülmez gibi görünen prob-lemleri kolaylýkla çözen birisi olacak.22

Yanýndaki olgun insana gelince o, beyaz tenli ve

22 Söz konusu sýfatlar, ilk günlerden itibaren Efendimiz’in yanýndaki yerini alan fütüvvet ruhunun temsilcisi Hz. Ali’yi tarif etmektedir.

yumuþak huylu, beden itibariyle zayýf, karnýnda bir ben ve sol dizinin üstünde de bir alâmet olacak. Senden istediðimi bana gösterirsen, seninle ilgili sýfatlar benim için kesinleþmiþ olacak. Yoksa bana gizli kalacak ve kanaatimden emin olamayacaðým.

İhtiyar kadar Hz. Ebû Bekir de heyecanlanmýþ, þaþkýn-lýktan ne diyeceðini bilemiyordu..! Evet, daha önceleri bir Nebi’nin geleceðini çok duymuþtu, ama kendisiyle ilgili bu kadar detayýn da bilinebileceði hiç aklýna gelmezdi. Yaþlý adam, sadece gelecek Son Nebi’yi anlatmýyor; ayný za-manda ilk günlerinde O’nunla geleceði inþa edecek çekir-dek kadronun özelliklerini bir bir sýralýyor ve kendisinin de bunlardan birisi olduðunu söylüyordu.

Þimdi ise, ihtiyar kadar o da merak içindeydi. Madem istiyordu, o da karnýný açýp ihtiyar bilgine göstermeliydi.

Hz. Ebû Bekir’in göbeði üstündeki siyah beni gören ih-tiyar bilge, þaþkýnlýðýný gizleyememiþ ve daha bir dikkatle dönüp tekrar be tekrar Abdullah ibn Osmân’a bakýyordu.

Gözleri, gördüðü benin üzerinde mahsur, aðzýndan þu cümleler döküldü;

– Kâbe'nin Rabbi’ne yemin olsun ki sen, olsun.

Bir anda ortam, derin bir sessizliðe bürünüverdi. İhtiyar-da, bildiklerini doðrulatmanýn sevinci hâkim iken Hz. Ebû Bekir’de, þahsýyla ilgili bir faziletin biliniyor olmasýnýn mah-cubiyeti seziliyordu. Gördüðü rüyayý yorumlayan rahibi çaðrýþtýran ve yine Þam yolu üzerindeki Busrâ’da, ziyare-tine gittiði Rahib Bahîra’nýn sözlerini hatýrlatan ifadelerdi ayný zamanda bunlar. Sessizliði bozan, yine ihtiyar oldu;

VUSLATA DOĞRU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

– Ben seni bir konuda uyarayým da sen ondan uzak dur.

Ortamýn sýcaklýðý iki insaný bir birine o kadar yaklaþ-týrmýþtý ki, sanki kýrk yýllýk dost gibiydiler. Artýk tecrübe konuþuyordu. Elbette bilen konuþacak ve Hz. Ebû Bekir de ona kulak verecekti. Bunun için;

– Nedir o? diye sordu. Artýk ihtiyar daha rahat konuþu-yordu;

– Hevâya tabi olmaktan uzak dur’ dedi önce. Ardýndan da, gözlerini gözlerine kilitleyerek þunlarý söyledi tane ta-ne;

– Orta ve saðlam olan yolu tut. Sana ihsan edilip verilen þeyler konusunda da Allah’tan kork.

Zaten o da, bunu yapmaya çalýþýyordu. Nefsin arzu ve isteklerine ‘hayýr’ demesini daha erken yaþlarda öðrenmiþ ve seviyeli bir hayat yaþýyordu. Ancak bu, bundan sonrasý için daha dikkatli davranmasýný gerekli kýlan bir durumdu.

Bu güne kadar her nebinin muþtusunu verdiði ve bilgele-rin dilinde tekrarlanýp duran Son Nebi’ye arkadaþlýk yap-mak, öyle kolay olmamalýydý. Elbette bu da, bir ihsandý ve þükrünü eda edebilmek, kendi cinsinden bir mukabele isterdi. Benlik ve hevânýn öne geçtiði yerde ise, böyle bir þükrün yaþanmasýna imkân yoktu.

Ayný zamanda peygamberlik yolu, orta yoldu ve onlarla birlikte olanlar da, sýrat-ý müstakimden ayrýlmamalý, veri-len nimetlerin alýnacaðý konusunda endiþe duyarak ‘takva’

sýnýrlarý içinde bir hayat sürmeliydi. Zira bütün bunlar, ayný zamanda birer mekir de olabilirdi.

Derken, muhabbet meclisi sona ermiþ ve Hz. Ebû Bekir de, ticaretle ilgili iþlerine geri dönmüþtü. Ancak zihni, so-rular yumaðýna dönmüþtü; bütün bunlarý alýp-veriyor ama bir türlü iþin içinden çýkamýyordu. İçindeki bir ses, belli ki daha çok þeyler bilen bu kaynaða tekrar müracaat etmesi gerektiðini söylüyordu. O da, iþlerini bitirince vedalaþmak için tekrar bu yaþlý adamýn yanýna geldi. Vedalaþma aný gelip oradan ayrýlýrken ihtiyar;

– İstersen o gelecek Nebi ile ilgili yazdýðým þu beyitleri de sana vereyim, dedi ve beyit beyit kendi yazdýðý þiirleri sýralamaya baþladý. Þeyhe göre adres çok netti ve Hz.

Ebû Bekir, o güne kadar dinledikleriyle þeyhin sözlerini birleþtirdiðinde, bütün yollarýn Mekke’de ve en yakýnýndaki isim, Muhammedü’l-Emîn’de birleþtiðini görüyordu.

O an için, sema ile yeryüzü arasýnda ondan daha bah-tiyar kimse yoktu; zira Yemen’e yaptýðý bu yolculuk onun için, her yönüyle kâr anlamýna geliyordu.

Derken, iþlerini tamamlayarak Yemen’den ayrýlmýþ ve Mekke’ye doðru yola koyulmuþtu. Zihnini, sürekli ihtiyarýn söyledikleri meþgul ediyordu. Bunlarý da Varaka ibn Nev-fel’le paylaþmak için can atýyor, yolun bir an önce bitmesi için olabildiðince süratle yürümeye çalýþýyordu. Onun için, Yemen ile Mekke arasý hiç bu kadar uzun olmamýþtý.

Beri tarafta ise, Allah’ýn en sevgili kulu Muhammedü’l-Emîn, kendini uzlete saldýðý maðara Hira’da bir vuslat yaþamýþ ve Mekke’ye yeni haberlerle dönmüþtü. Artýk O

(sallallahu aleyhi ve sellem), geleceði gözlenen Son Nebi idi. Vahiy meleði Cebrâil vasýtasýyla Allah’ýn ilk emirlerini insanlýða

VUSLATA DOĞRU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

ulaþtýrmakla tavzif edilmiþ ve bu haberleri duyan Mekke, anlamsýz bir tepki ortaya koyuyordu.

Yeni haberle çalkalanan Mekke’ye doðru Ebû Bekir’in yolu yaklaþmýþ ve ulaþmak için artýk saatler kalmýþtý. Bir aralýk gözü, kümelenip bekleþen bir grup insana takýldý.

Yaklaþýp daha dikkatle baktýðýnda bunlarýn, Ukbe ibn Ebî Muayt, Þeybe, Rabîa, Ebû Cehil ve Ebu’l-Bahterî gibi Kureyþ’in ileri gelenleri olduðunu gördü. Duruþlarý hay-ra alâmet deðildi. Belli ki, yokluðunda önemli geliþmeler yaþanmýþtý Mekke’de ve telaþla sordu;

– Ben yokken buralarda neler oldu? Yeni bir þey mi var?

Onlar da zaten bunu anlatmak için fýrsat kolluyorlardý.

Kin ve nefretle sýralamaya baþladýlar;

– Hem de ne olay yâ Ebâ Bekir! Ebû Tâlib’in yetimi, kendisinin nebi olduðunu sanýyor. Sen olmasaydýn hiç beklemez, iþini bitirirdik. Ancak sen geldin ya, artýk mese-leyi sen çözersin.

Bununla onlar, ‘sürekli peþinde koþtuðun adam bir ga-rip oldu. Artýk bu iþten vazgeçersin herhalde’ manasýnda Hz. Ebû Bekir’e bir mesaj ilettikleri gibi ayný zamanda,

‘bu iþin gerçek yönünü sen anlarsýn’ anlamýnda bir çözüm aradýklarý da söylenebilirdi.

Niyetleri ne olursa olsun, sonuçta Mekke’de yeni bir geliþme vardý. Aslýnda bu geliþme, bugüne kadar bekleni-len türden bir geliþmeydi. Zihninde, bugüne kadar dinle-yip müþahede ettikleri geçti birer sinema þeridi gibi.. Zeyd ibn Amr’ýn sözleriyle Rahib Bahîra ve Yemen’li ihtiyarýn

ifadeleri birbirini takip ediyordu. Evet ya, söylenilenlerle yaþanýlanlar hep ayný noktaya vurgu yapýyordu.

Kýrk yýldýr insanlara zerre kadar hilaf-ý vaki beyanda bu-lunmayan bir Emîn, tutup da Allah adýna yalan söyleyecek deðil di ya... Þüphesiz beklenen an gelmiþti.

Hiç bir þey hissettirmeden onlarý, gönüllerini hoþ ederek tatlýlýkla yanýndan gönderdi. Ne de olsa kudretli adamdý ve meseleyi çözeceðine inançlarý tamdý. Bunun için onlar da problem çýkarmadýlar. Belki de, zihinlerinde iz býrakacak ve düþünmelerini netice verecek böylesine bir iþe bulaþmak istemiyorlardý.

Varaka ibn Nevfel’e gidip de zaman kaybedecek du-rumda bile deðildi artýk. Ve doðruca Hz. Hatice’nin evine yöneldi. Kader onu bir yola koymuþ, o da bu yolda emin adýmlarla yürüyordu.

Çok geçmeden Ebû Bekir, Hz. Hatice’nin kapýsýný çalý-yordu. Kapýyý açan, aradýðý insandý. Bu yüzde yalan ola-bilir miydi hiç.!? Meraktan çatlar gibiydi ama, emin olmak için önce mesafeli duruyordu;

– Yâ Muhammed! dedi. ‘Sen, ehlinin geleneklerini býrakýp, atalarýnýn dininden vaz mý geçtin.!?’

Yýllarýn dostuna Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), nasýl davranacaðýný çok iyi biliyordu… Adamýný tanýyordu zira,

– Ben Allah’ýn Resûlüyüm yâ Ebâ Bekr!’ dedi önce ve ilâve etti;

– Risaletini teblið etmem için beni, Sana ve bütün in-sanlara Nebi olarak Allah gönderdi. Seni de Hak ile O’na davet ediyorum. Vallahi yâ Ebâ Bekr; seni kendisine davet

VUSLATA DOĞRU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

ettiðim Allah, Hak’týr. O, benzeri olmayan yegâne Tek’tir.

Biz O’ndan baþkasýna kul olamayýz… Gel ve sen de iman et Allah’a..!

Ebû Bekir, hâlâ ihtiyatý elden býrakmýyor, kanaatinin pekiþmesini istiyordu. Bunun için;

– Peki, bu konuda delilin ne? diye sordu.

Risaletle serfirâz kýlýnan Habîb-i Ekrem de, onun halini anlamýþtý ve belli ki anladýðý dilden konuþmak gerekiyordu.

Þok bir çýkýþ yapmak gerekiyordu. Bunun için;

– Yemen'de karþýlaþtýðýn ihtiyar, cevabýný verdi.

Yemen’e gittiðini duymuþ olabilirdi ama Yemen’deki ihtiyar da nereden çýkmýþtý.!? Yoksa aralarýnda geçen geliþmelere muttali miydi? Bu kadarýný bilen, elbette ken-di konumundan da haberdar demekti. Yine de temkinli olmalýydý. Kendini toparladý ve ekledi;

– Yemen’de o kadar ihtiyarla karþýlaþtým ki.!?

‘Hangisinden bahsediyorsun?’ manasýnda bir zaman ka zanma hamlesiydi bu onun için. Ancak karþýsýnda, na-býzlarýndaki atýþa muttali bir mürþid-i ekmel duruyordu ve sözü eðip bükmeden neticeye götürecek son vuruþunu yapacaktý. Dudaklarýndan þu kelimeler döküldü;

– Sana o beyitleri veren ihtiyar.

Bundan daha büyük bir emare olamazdý. Artýk Ebû Be kir bitip tükenmiþ, bir baþka söz demeye de mecali kalmamýþtý. Sadece;

– Bunu sana kim haber verdi ey Habîbim!?’ diyebildi.

Gelen cevap;

– Benden öncekilere de gelen o büyük melek, þeklin-deydi. Hz. Ebû Bekir için yapýlacak tek þey kalmýþtý. Ellerini uzatarak;

– Uzat ellerini, Sana bey’at edeceðim, dedi bütün sami-miyetiyle. Ardýndan da, rikkat dolu bir ses tonuyla, gönlü-nün feyezanýný haykýrýyordu;

– Ben þehâdet ederim ki, Allah’tan baþka ilâh yoktur ve Sen de þüphesiz, O’nun Resûlü’sün.23

Evet.. Ebû Bekir teslim olmuþtu..! Hem de bir daha hiç kopmamak üzere bir teslimiyetti bu ve yitiðini bulmanýn se-vinciyle gözlerine yaþ yürümüþ, göz pýnarlarýndan da katre katre huzur damlýyordu.

Sevinçten aðlayan, elbette sadece Ebû Bekir deðil-di. Evinin gülü Hz. Hatice, azatlý delikanlý Zeyd ve am-casýnýn oðlu Ali’den sonra, huzuruna gelip bir gönül da-ha Müslüman olmuþtu ya, Mekke’nin daðlarý arasýnda Resûlullah’tan daha fazla sürûr içinde olan kimse yoktu, olamazdý da..!

O güne kadar imana zaten hazýr hale gelen Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), o kadar hýzlý karar vermiþ ve o denli kolay iman etmiþti ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu ifade sadedinde bir gün, þunlarý söyleyecekti;

– Ebû Bekir dýþýnda kimi İslâm’a davet etmiþsem, bir müddet çekinme, duraksama ve tereddüt yaþadý. O ise, kendisine arz eder etmez hiç tereddüt göstermeden kabul etti.24

Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 1/41523

24 Sahîhu 4/1701 (4364)

VUSLATA DOĞRU

Belgede Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK (sayfa 33-45)