• Sonuç bulunamadı

MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

Belgede Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK (sayfa 75-87)

Allah Resûlü de ona o kadar yakýnlýk duyuyordu ki, sabah-akþam can yoldaþý Ebû Bekir’in evine gelip ziyaret eder oldular. Bu arada izin gelmiþ ve Medine’ye mukaddes göç de baþlamýþtý. Önceden gidenler gibi Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istedi, ancak Resûlullah, ona;

– Acele etme! Umulur ki Allah, yanýna bir arkadaþ bah-þeder, buyurdu. Bu bir iþaretti ve maksadýný anlamýþtý Ebû Bekir de. Ve böyle bir þerefi bahþeden Rabbine gönülden hamd etti önce. Ardýndan gitti ve iki kiþilik yol hazýrlýðý için gayrete koyuldu. Çok geçmeden her þeyi hazýrlamýþ, artýk Habîbi’nden gelecek iþareti beklemeye baþlamýþtý.

Derken bir gün, alýþýlmýþýn dýþýnda bir vakit.. öðle vakti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gelip kapýsýný çaldý Hz. Ebû Bekir’in. Mutadýn dýþýnda bu saatte geldiðine göre, farklý bir geliþme olduðu anlaþýlýyor ve Allah Resûlü’nden þeref-sudûr olacak sözler merak ediliyordu. Önce, yanýndakileri bulunduklarý yerden çýkarmasýný talep etti Allah Resûlü;

– Endiþe etme yâ Resûlallah! Onlar benim kýzlarým.

Anam-babam sana feda olsun. Bir þey mi var!? diye telaþ-landý Hz. Ebû Bekir. Cevap gecikmedi;

– Gitmek için bana da izin verildi. Daha da heyecan-lanmýþtý Ebû Bekir ve;

– Birlikte mi yâ Resûlallah!? diye sordu. Merakla bekle-yen yüze karþýlýk müjde dolu þu cümleler döküldü mübarek dudaklarýndan;

– Evet, birlikte.

Akýþý deðiþtirecek bir adýmýn baþlangýcýydý bu. Ve bu rihlette yol arkadaþlýðý, yine Ebû Bekir’e nasip oluyordu.

Bundan daha büyük bir lütuf olabilir miydi? Gerçi bunun emaresi daha önce verilmiþ ve Hz. Ebû Bekir de bu gü-nü iþtiyakla bekliyordu. Ancak, beklediði tatlý sürpriz bile olsa bunu, Efendiler Efendisi’nin dudaklarýndan duymak kadar büyük bir sürur olamazdý. Sevinçten hýçkýra hýçkýra aðlýyordu Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh).

Kim bilir zihninde ne haberler uçuþuyordu.!? Varaka ibn Nevfel’den dinledikleri mi, Yemen’de duyduklarý mý, yoksa Rahib Bahîra’nýn anlattýklarý mý? Hangisi olursa olsun deðiþen bir þey yoktu; ilahi kader, hükmünü icra ediyor ve öncekiler gibi Son Nebi de, hicret kervanýna katýlarak memleketinden ayrý kalacak bir yola revân olu-yordu.

Bu arada, tedbiri elden býrakmamak gerekiyordu. Zira develerle birlikte yol almak kolay olmayacaktý. Bunun için Abd ibn Adiyy oðullarýndan, yolu iyi bilen ve delillik

ko-MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

nusunda mahir Abdullah ibn Uraykýt adýnda bir müþrikle anlaþtýlar.42

Ayný zamanda bu adam, gitmek istedikleri yolu çok iyi bilen güvenilir bir adamdý. Anlaþýlan, böyle riskli bir or-tamda bile maharet prim yapýyordu. Üç gün sonra Sevr’de buluþacaklar, gelirken hicret için satýn aldýðý iki deveyi de getirecek ve böylelikle fiilen hicret yolu baþlamýþ olacaktý.

Kýzý Esmâ’ya da tembih etmiþti; Sevr’de kalacaklarý gün-lerde arkadan azýk taþýyacak ve bu arada Mekkelilerin ha-berlerini de ulaþtýrmýþ olacaktý. Hatta kýz kardeþi Âiþe valide-mizin ifadeleriyle Esmâ, yiyecek ve içecekleri taþýyabilmek için belindeki kuþaðý ikiye ayýrmýþ ve bir yanýna su diðer yanýna da yiyecek baðlayarak Sevr’e ulaþtýrmýþtý. Bundan dolayý kendisine, iki kuþak sahibi manasýnda ‘zünnitakayn’

deniliyordu.43

Bir baþka tedbir ise, koyunlarýný otlatan çoban Âmir’e söylediði sözlerdi. Yol alýrlarken arkalarýndan koyunlarýný sürecek ve böylelikle geride iz býrakmadan yol almýþ olacaklardý.44 Zira biliyordu ki Mekkeliler, iz sürmekte ma-hir idiler ve böyle bir tedbire müracaat edilmediði yerde, sebepler açýsýndan fark edilmemeleri imkânsýzdý.

Artýk vakit tamamdý. Hayatýna kastetmek için tuzak ku-rup hane-i saâdetlerini kuþattýklarý bir sýrada Allah Resûlü, elindeki bir avuç kumu, tuzak sahiplerinin üzerine atarak, can yoldaþý Ebû Bekir’le birlikte yola çýktý. Mekke dýþýnda bile hayat hakký tanýmayacaklarýný, dolayýsýyla köyünü

42 İbn Kayyîm el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, 3/52

43 Sahîhu Buhârî, 3/1087 (2817)

44 Sahîhu Buhârî, 3/1419 (3692)

terk ettiðini öðrenir öðrenmez izini takip edip maksadýna ulaþmasýna müsaade etmeyeceklerini biliyordu. Bunun için öncelikle, aksi istikametteki yüksek dað ‘Sevr’e týrmanacak, olup bitenleri zirveden görmek için burada beklemeye duracaktý bir müddet.

Zirvedeki maðaraya önce Ebû Bekir girmeliydi. Zira, karþýlaþabilecekleri her türlü olumsuzluðu, önce kendi si-nesinde söndürüp Habîbi’ne herhangi bir zararýn gelme-sinden korktuðu kadar bir baþka endiþesi yoktu onun.

Bütün telâþý, İnsanlýðýn Emîni’ne bir tozun konmamasý is-tikametindeydi. Bu yüzden üzerinde tir tir titriyor ve eline ne geçirmiþse onunla bütün delikleri týkamaya çalýþýyordu.

Elbette maksadý, olasý yýlan-çýyanýn zararýndan, Allah Re-sûlü’nü korumaktý.

Üç gün kaldýlar burada. Sýk sýk dýþarý çýkýp etrafý gözlü-yordu Ebû Bekir (radıyallahu anh). el-etek çekilince, oðlu Ab-dul lah yanlarýna geliyor ve Mekke’de olup-bitenlerin habe-rini getiriyordu.

Beri tarafta ise, hane-i saadetlerine baskýn yapanlar, öldürmek için yataðýna yöneldiklerinde, delikanlý Ali ile karþýlaþmýþlar ve elleri boþ geri dönmek zorunda kalmýþlardý.

Ellerinden kaçýrmanýn hýncýyla saða-sola koþturup duran Kureyþ’in, artýk kin ve nefretine diyecek yoktu. Ölü ya da diri getirenlere cazip vaatlerde bulunmaya baþladýlar ardý ardýna. Elinde imkâný olan her kin tüccarý, bütününü sefer-ber ediyor ve bu fýrsatý (!) kaçýrmak istemiyorlardý.

Ebû Cehil, aklýný kullanmasýný bilmese de zeki bir in-sandý. Mekke’den ayrýldýðýný duyar duymaz Ebû Bekir’in

MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

evine geldi. Karþýsýnda kýzý Esmâ vardý. Babasýnýn nere-de olduðunu sordu önce. Bilmediðini söyledi Esmâ. Ona göre, bilmemesine imkân yoktu ve aldýðý cevapla küplere binen Ebû Cehil, Esmâ’nýn yüzüne öyle bir tokat indirdi ki, þiddetinden kulaðýndaki küpe yere düþecekti. Hâlbuki onun gibi küçük bir kýza, böyle bir hareket, normal þartlarda da ayýp karþýlanýrdý. Ama bu, Ebû Cehil’di. Hz. Esmâ bu olayý hatýrladýðýnda, onun için;

– Pis ve haddi aþmýþ bir adam, derdi.45

Bu arada, iyi iz sürenlerin bir kýsmý, Sevr’e kadar týr-man mýþ ancak, üçüncüleri Allah olan iki kiþiyi bir türlü görememiþlerdi. Maðaranýn önünde konuþmalarýný du-yan ve deli danalar gibi burnundan soludu-yan bu gözü dön-müþlerin ayaklarýný gören Ebû Bekir (radıyallahu anh), Habî-bi’ne bir kötülük yapacaklarýndan korkup telâþlanýnca,

‘sen benim kardeþimsin’ dediði maðara arkadaþýný teselli de yine Allah Resûlü’ne kalmýþtý;

– Üçüncüleri Allah olan iki kiþi hakkýnda zannýn ne ki

(endiþeye ne gerek), yâ Ebâ Bekir!46

Bunu diyen Resûlullah’tý. Allah’ýn en sevgili kuluydu ve O’nu, insanlardan gelecek zararlara karþý koruyacaðýný bizzat

45 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 2/56

46 Sahîhu Buhârî, 3/1337(3453) Bu husus, bir Kur’ân âyetinde þöyle aktarýlmaktadýr:

“Eðer siz o(Hak elçisi)ne yardým etmezseniz, iyi bilin ki, Allah ona yardým etmiþti: Hani yalnýz iki kiþiden biri olduðu halde, inkâr edenler kendisini (Mekke'den) çýkardýklarý sýrada ikisi maðarada iken arkadaþýna "Üzülme, Allah bizimle beraberdir!" diyordu. (İþte o zaman) Allah (ona yardým etti) onun üzerine sekine(huzur ve güven duygu)sunu in-dirdi ve onu, sizin görmediðiniz askerlerle destekledi; inanmayanlarýn sözünü alçalttý.

Yüce olan, yalnýz Allah'ýn sözüdür. Allah dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.”

(Tevbe, 9/40)

O (celle celâluhû) bildirmiþti.47 Kendinden emin konuþuyordu;

zira biliyordu ki, Kureyþ anlamayýp O’na yardýmcý olmasa da Allah (celle celâlühü), vaktiyle bütün elçilerine yardým ettiði gibi Son Nebi’sine de yardýmcý olacak ve üzerine indirdiði sekine ve huzurla destekleyip gözlerin göremeyeceði ordu-larla inayette bulunacaktý.

Nihayet, maðara önüne gelenler de geri dönmüþler ve artýk yol, bir nebze olsun emniyet vaat ediyordu. Bu ara-da, Âmir ile birlikte Abd ibn Adiyy oðullarýndan anlaþtýklarý delil de gelmiþ, develeri getirmiþti.

Develeri teslim alan Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), en gü-zel ve bakýmlý olaný Efendimiz’e takdim edip;

– Anam-babam sana feda olsun! Bin yâ Resûlallah! de-di. Beklemediði bir tepkiyle karþýlaþýyordu;

– Ben, bana ait olmayan deveye binmem.

Böyle bir durumda o ne yapardý? İþte, yine bunu yap-mak istedi;

– Anam-babam sana feda olsun! O senindir yâ Resû-lallah!

Fakat bu da çözüm olmamýþtý. Allah Resûlü (sallallahu aley-hi ve sellem), ýsrarlýydý;

– Hayýr. Ancak, satýn aldýðýn deðeri sana ödemek þar-týyla.

Mecburen anlattý Ebû Bekir. Bunun üzerine Habîb-i Zî-þan;

47 “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni teblið et, eðer bunu yapmazsan O'nun elçiliðini yapmamýþ olursun. Allah seni insanlardan korur. Doðrusu Allah kâfirlere yol göstermez.” (Mâide, 5/67)

MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

– Ben de onu, bu bedele senden aldým, buyurdu ve böylelikle, hicret gibi önemli bir dönemeçte ümmete kalýcý bir mesaj daha sunulmuþ olunuyordu.

Derken, maðaradan ayrýlýp, asýl hedeflerine.. Medine is-tikametine doðru yol almaya baþladýlar. Günler sürecek bu çileli yolda Allah Resûlü’nün yanýnda, bir müþrik delil bir de sâdýk yâr Hz. Ebû Bekir bulunuyordu.

Beri tarafta, baþlarýna konulan ödüle nail olabilmek için takibe koyulanlarýn çoðu, eli boþ geri dönse de, inadýna peþini býrakmayanlar da yok deðildi. Sevr’den inip Medine istikametine yola revan olduklarýnda, arkalarýndan bir toz bulutunun hýzla yaklaþtýðýný gördüler. Ebû Bekir’de, yi-ne Sevr’deki ayný telâþ vardý. Bu sefer, yi-ne sýðýnacak bir maðara ne de müdafaa edecek ellerinde bir imkân vardý;

– Yâ Resûlallah! Peþimizdeki adam yetiþmek üzere! de-di telaþla. Ayný temkin ve tevekkül çaðlýyordu;

– Mahzun olma! Allah bizimle beraberdir.

Tabii ki, vazifesini ifa ile gelen birine, kim ne düþünürse düþünsün kötülük yapamayacaklardý ve onlar için ilâhi inayet, sýðýnýlabilecek en emin yerdi.

İyice yaklaþtýðýnda, gelenin Sürâka olduðu anlaþýlmýþtý.

Hz. Ebû Bekir’de ayný endiþe ve telaþ devam ede dur-sun, önce arkasýný dönüp dikkatlice Sürâka’ya baktý Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)..! Belli ki, gözleriyle esir alýp te-sirsiz hâle getirmek istiyordu. Hasým olarak arkasýna düþen Sürâka’yý, âdeta nazarýyla tutacak ve yere çalýp ‘tuþ’ ede-cekti.

Bir de, ilahi dergâha yöneliþ vardý ortada. Allah

Resû-lü’nün dudaklarý hareket ediyordu; belli ki, duaya dur-muþtu. Peygamberî nazarýn kendisine iliþmesiyle birlik-te ve çok geçmeden, hem de hiç beklenmedik bir anda, Sürâka’yý taþýyan atýn ayaklarý kumlara saplandý ve metre-lerce ileriye savurdu Sürâka’yý… Bulunduðu yerden bir toz bulutu yükseldi semaya doðru.

O, önce bunun bir kaza olduðunu düþündü. Ancak, öyle kazaya benzer yaný yoktu. Sebepler açýsýndan, böy-le bir sonuçla karþýlaþmasýný gerektiren bir unsur göremi-yordu. Acaba anlatýlanlar doðru muydu? Muhammed bir peygamber miydi gerçekten? Ya doðruysa!? Bir müddet zihninde alýp verdi bütün bunlarý. Baþka çýkýþ yolu gözük-müyordu ve yalvaran bakýþlarla süzmeye baþladý İnsanlýðýn Emîni’ni. Ayný zamanda;

– Benim için Allah’a dua et de buradan kurtulayým.

Söz, senin peþini býrakacaðým, diyordu.

O (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamberdi; kendisine bir ta-lep gelir de hiç boþ çevirir miydi!? Velev ki can düþmaný bile olsa!

Sanki hiçbir þey olmamýþ gibi kurtuldu Sürâka. Baþlarýna konulan mükâfatýn büyüklüðü duygularýný esir almýþ gö-züküyordu ve toparlanýr toparlanmaz yeniden atýna binip mahmuzlamak istedi. Yine ayný nazarlar vardý üzerinde ve atýn ön ayaklarý tekrar saplanmýþtý kuma hiç sebep yokken, hem de öncekinden daha derinlere..!

Olanlara bir mânâ veremiyordu… Bunca yýldýr bura-larda at koþturuyordu ama ilk defa böyle bir olayla karþý karþýya kalmýþtý. Yok.. yok.. Ebû Cehil deðil, Ebû Bekir

hak-MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

lýydý. İlahi inayet altýnda yoluna râm olan bu insanlara kö-tülük yapmaya çalýþmak beyhûdeydi. Bu sefer, yürekten sesleniyordu;

– Yâ Muhammed! Anladým ki, bu baþýma gelenler, Senin duan sebebiyledir. Benim falan yerde develerim var;

onlardan istediðini al ama ne olur, bir kez daha dua et ki buradan kurtulayým. Artýk, kesinlikle peþini býrakacaðým.

Önce;

– Develerine benim ihtiyacým yok, diye cevapladý Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem). Ardýndan da, kurtulmasý için duada bulundu. Sürâka, atýyla birlikte yeniden ayaktaydý.48

Toz-toprak içinde yerden kalkarken, kim bilir ruh dün-yasýnda neler alýp-verdi ki, ayaklarýnýn üstüne doðrul-du ðunda halindeki deðiþikliði sezmek zor deðildi artýk.

Hz. Ebû Bekir, geliþmeleri hayret ve dehþetle seyrediyor, Resûlü Kibriyâ’nýn bir kez daha korunmasýna þahit olmanýn hazzýyla Rabbine þükrediyordu. Zira, Sürâka da, tökezle-yen atýnýn ardýndan Allah Resûlü’nün önünde diz çökmek üzereydi;

– Sen de mi? dercesine mânâ yüklü bakýþlara;

– Evet, ben de yâ Resûlallah! diye mukabelede bulun-du önce. Ardýndan da, söz verdi O’na; geri dönecek ve arkadan gelen bütün düþmanlarýný baþka istikamete sevk edecekti.49 Ne de olsa, herkes, kendi alanýnda fedakârlýk ve feragatte bulunmalý ve ihtiyaç olduðu yerde Hak adýna maharetini ortaya koymalýydý. Artýk O da, Allah yoluna

48 Sahîhu ibn Hibbân, 14/190

49 Sahîhu Müslim, 4/2309(2009)

râm olmuþ, Resûl-i Kibriyâ’nýn biricik müdâfilerindendi.

Arkasýndan þu müjdeyi yetiþtirdi Efendiler Efendisi;

– Kisrâ'nýn iki bilekliðine malik olacaðýn gün, nasýl olur-sun acaba ey Sürâka!50

Kurtuluþu karþýlýðýnda herhangi bir bedel ödemediði gibi ayný zamanda İslam’la þereflenmiþ, þimdi de istikbal-le ilgili bir müjdeye tanýklýk yapýyordu. Bunun anlamý, o günkü en büyük iki devletten birisi yakýn zamanda dize gelecek demekti ve gücün temsili olan kralýn bileklikleri-ni de Sürâka’nýn sahip olacaðý manasýna geliyordu. Önce inanamadý ve;

– Hürmüz'ün oðlu Kisrâ mý? diye sordu. Efendimiz;

– Evet, diyordu.

Ayný zamanda bu, Sürâka baþta olmak üzere bütün üm metine, yeni bir hedef anlamýna geliyordu. Öldürme ni yetiyle takibine baþladýðý insanýn dizinin dibinde İslam’la þereflenen Sürâka da, ödevini almýþ ve artýk Mekke’ye dö-nüyordu.

Aradan yýllar geçecek ve Hz. Ömer’in hilafeti zamanýnda bu haber gerçekleþecektir. İran’ý dize getiren Hz. Ömer, Kisrâ’nýn bilekliklerini alacak ve Sürâka’ya getirerek yük-sek sesle þunlarý söyleyecektir;

– Ellerini kaldýr ve þöyle de; ‘Allahü Ekber! Bunlarý,

‘ben, insanlarýn rabbiyim’ diye büyüklük taslayan dirayetli Hürmüz oðlu Kisrâ’dan selbedip de arap çöllerindeki Müdlic oðullarýndan Sürâka’ya giydiren Allah’a hamd olsun!’51

50 İbn Abdilberr, el-İstîâb, 2/581(916)

51 Sünenü'l-Beyhâkî, 6/357(12812)

MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

HAZRETİ EBÛ BEKİR

Bunca olayýn bir de, baba Ebû Kuhâfe’ye bakan yaný vardý; yaþlý adam, evine geldiðinde oðlunun yokluðunu fark etti ve nerede olduðunu sordu. Aldýðý cevaplarýn bü-tünü, oðlunun gittiðini söylüyordu. Bu iþin þakasý yoktu;

Mekke.. ticaret.. çoluk-çocuk, akraba ve eski arkadaþlar, anne ve baba býrakýlmýþ ve bu yaþtan sonra yeni bir mekan vatan olarak seçilmiþti. Henüz imanla tanýþmamýþ bir gönü-lün bunu anlamasýna imkan olamazdý. Zira bir kalbe iman girmiþse, imanýnýn gücü nispetinde sahibine inanýlmasý güç iþler yaptýrýrdý ve bunlarý, ondan mahrum olanlar as-la anas-layamazdý. Gerekirse onun için ana-babadan geçilir, evlâd ü iyalden de vazgeçilirdi.

Þüphesiz, Resûlü Kibriyâ ile Medine’ye hicret söz konusu olduðunda, Ebû Bekir’in aklýna ana-baba ve çoluk-çocuk belki de hiç gelmemiþ, yýllar sonra Tebûk’e hazýrlanýrken diyeceði gibi onlarý Allah ve Resûlü’ne býrakmýþtý.

Beri tarafta Ebû Kuhâfe, oðlunun gitmesini aklýna sýðýþtýramýyor ve karþýlaþtýðý herkese þunu soruyordu;

– Bunu da yaptý mý? Evlâd ü iyalini burada, arkada býrakýp gerçekten de çekip gitti mi?52

Evet, gitmiþti.. hem de arkasýna bile bakmadan..! Zaten Ebû Kuhâfe’nin oðlu Abdullah ibn Osman’ý Ebû Bekir kýlan da bu deðil miydi.!?

Torunu Esmâ’yý soru yaðmuruna tutan Ebû Kuhâfe, oðlunun servetini merak ediyor ve soruyordu;

– Allah'a yemin olsun ki o, büyük ihtimalle servetini de götürdü, deðil mi?

52 İbn Hiþâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, 3/15

Esmâ, temkinle cevapladý;

– Hayýr, ey babacýðým! Þüphesiz o bize, çok büyük im-kânlar býraktý.

Hatta, Ebû Kuhâfe’nin gözleri, yaþlýlýðýn da tesiriyle az görmekteydi ve bu durumu da deðerlendirmek isteyen Esmâ, küçük küçük taþlarý bir arada toplayarak üzerine bir örtü örtecek ve elinden tuttuðu dedesini böylelikle, babasýnýn kendilerine servet býraktýðý konusunda ikna et-meye çalýþacak, elini taþlarýn üzerde gezdiren Ebû Kuhâfe de böylelikle tatmin olacaktý.53 Yýllar sonra bu durumu anlatýrken Esmâ, aslýnda o gün için babasýndan geriye ka-lan mal olmadýðýný, sadece dedesini teskin etmek için böy-le bir yola baþvurduðunu ifade edecektir.54

53 Hâkim, Müstedrek, 3/6(4267)

54 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/350(27006)

MUKADDES GÖÇ VE MAİYYET UFKU

Belgede Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK (sayfa 75-87)