• Sonuç bulunamadı

Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Hazreti Ebû Bekir BEKİR BURAK"

Copied!
185
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Hazreti Ebû Bekir

BEKİR BURAK

(3)
(4)

Hazreti Ebû Bekir

BEKİR BURAK

(5)

HAZRETİ EBÛ BEKİR Copyright © Rehber Yayınları, 2009 Bu eserin tüm yayın hakları Işık Yayıncılık Tic. A.Ş.’ye aittir.

Eserde yer alan metin ve resimlerin Işık Yayıncılık Tic. A.Ş.’nin önceden yazılı izni olmaksızın, elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt

sistemi ile çoğaltılması, yayımlanması ve depolanması yasaktır.

Editör

Ali BUDAK - İbrahim ÇETİN Görsel Yönetmen

Engin ÇİFTÇİ Kapak İhsan DEMİRHAN

Sayfa Düzeni Ahmet KAHRAMANOĞLU

978-975-6096-14-7ISBN

Yayın Numarası 15 Basım Yeri ve Yılı

Çağlayan Matbaası Sarnıç Yolu Üzeri No: 7 Gaziemir/İZMİR

Tel: (0232) 252 20 96 Nisan 2009 Genel Dağıtım Gökkuşağı Pazarlama ve Dağıtım Merkez Mah. Soğuksu Cad. No: 31 Tek-Er İş Merkezi

Mahmutbey/İSTANBUL Tel: (0212) 410 50 60 Faks: (0212) 445 84 64

Rehber Yayınları Emniyet Mahallesi Huzur Sokak No: 5

34676 Üsküdar/İSTANBUL Tel: (0216) 318 42 88 Faks: (0216) 318 52 20

www.rehberyayinlari.com

(6)

Önsöz ... 7

Neþ’et Ettiği Zaman ve Çevre ... 9

İsim ve Künye ... 11

Rağbet Gören Meslek ... 15

Muhammedü’l-Emîn’e Olan Yakınlığı ... 17

Dillerde Dolaşan Müjdeler ... 20

Herkes Farkındaydı ... 27

Hatıraların Çağrıştırdıkları ... 30

Mekke’deki Konumu ... 32

Vuslata Doğru ... 34

Hayatının Kazancı ... 44

Konumunu Krediye ... 46

Çevirme Gayretleri ... 46

Garipleri de Unutmamıştı ... 48

Hizmet Yarıþının Öncüsü ... 52

Habeşistan’a Yöneliş ... 62

Boykot ... 68

‘Sıddîk’ Pâyesi ... 70

Mukaddes Göç ve Maiyyet Ufku ... 74

Medine’nin İlk Yılları ... 86

Fünhâs ve Hz. Ebû Bekir ... 89

Bedir’e Doğru ... 93

Er Meydanlarının Adamı ... 97

Efendimiz (s.a.s.) Katındaki Yeri ... 100

Kavrayışındaki Enginlik ... 105

Gurûbun İlk Emâresi ... 109

(7)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

İtimat ve Güven İnsanı ... 111

İhlâs ve Tevazuu ... 115

Himmetleriyle Hz. Ebû Bekir (r.a.) ... 117

Fetih Günü Hz. Ebû Bekir (r.a.) ... 123

Hac Emirliği ... 128

Veda Haccı ... 129

Vuslat Zamanı ve Hz. Ebû Bekir ... 131

Hilafete Giden Yol ... 136

Sonuçsuz Kalan Muhalefet Çalışmaları ... 140

Miras Talepleri Karşısındaki Tavrı ... 142

Hicaz Çalkalanmaya Durmuþtu ... 145

Zekattan Kaçıþa Kalıcı Neþter ... 147

İrtidat Hâdiseleri ... 149

Peygamberlik İddiasında Bulunanlar ... 150

Üsâme Ordusu ... 152

Sulh ve Sükûn ... 157

Geçim Derdi ... 159

Zühd ve Takvası ... 162

Ümmü Eymen ile Hasbihal ... 167

Bereket Dolu İki Yıl ... 170

Ve Perde Kapanırken... 171

Mirası ... 176

Aile Hayatı ... 178

İstifade Edilen Kaynaklar ... 182

(8)

ÖNSÖZ

‘Ben esnafým; sadece zekatýmý verir gerisine karýþmam’

yahut, ‘benim iþim daha ziyade teknik alanda, teblið ve irþad iþini ben yapamam’ diyorsanýz, ‘iki kiþinin ikincisi’

olarak Kur’ân’ýn bize anlattýðý Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)

size, yanýldýðýnýzý söylüyor. Nasýl mý?

Çünkü, Efendiler Efendisi’nin de beyan ettiði gibi, din- de ruhbanlýk yoktur ve ona ait meseleleri, sadece belli baþlý kimselerin üstlenerek baþkalarýna taþýma gibi bir ayrýcalýðý da olamaz. Kur’ân, her bir mümine hitap eder; meslek ve meþrebi ne olursa olsun her bir mümin, birinci derecede muhatabýdýr onun.

Baþka bir deyiþle bir insanýn, sosyal hayatta üstlendiði vazife ne olursa olsun, ayrýca ona, bizzat Yüce Yaratýcý’nýn yüklediði, O’nun Resûlü’nün de yerine getirilmesini talep ettiði bazý iþler vardýr. Namaz, oruç, zekat ve hac gibi iba- detler yanýnda dinin güzelliklerini baþkalarýyla paylaþma, çýkmaz sokaklardan insanlarý haberdar ederek onlarý, akýbeti

(9)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

saadet olan ana arterlere yöneltme ve Rabbânî bir atmos- fer oluþturup bunun tatlý esintilerinde hep beraber cennet meltemlerini teneffüs etme gibi sosyal hayatýn iyileþmesine matuf hamleler, bu minvalde zikredilebilecek hareketler olarak sayýlabilir. Meþrebi ne olursa olsun kýsaca, ‘emr-i maruf ve nehy-i münker’ olarak ifade edilen bu hususlar, bilhassa günümüz Müslümanlarýnýn üzerine de birer vazi- fedir.

İþte, Efendimiz’le yollarý birleþtiði andan itibaren, maiy- yetin zirve temsilcisi Hz. Ebû Bekir’in (radıyallahu anh) hayatý, bu açýdan güzel mesajlarla doludur. Çarþý ve pazardan hilafete giden yolda ortaya koyduðu gayretlerle o, sosyal statüsü ne olursa olsun her bir mümine bugün, ne güzel bir modeldir.

Mal ve mülke ihtiyaç hissedildiðinde mal ve mülkü- nü, can ve cânândan geçme akabesine gelindiðinde can ve cânâný, mal ve caný verene kurban etmesini bilebilme, sahibini ölümsüz kýlan öyle bir meziyettir ki, bu meziyeti ortaya koymasýný bilebilenler, eskiyen zaman ve mekanýn aþýndýrýcýlýðýndan azâde kalmýþ, zaman ve mekanýn sahi- bi katýnda, baþkalarýnýn ulaþamayacaðý mesafelere yelken açmýþlardýr.

Nasýl mý? İþte size böyle bir hayat…

İstifade temennisiyle…

(10)

NEÞ’ET ETTİĞİ ZAMAN VE ÇEVRE

Babasý, Osman ibn Âmir (Ebû Kuhâfe), annesi ise Selmâ binti Sahr (Ümmü’l-Hayr) idi. Fil hadisesinden yaklaþýk üç yýl sonra dünyaya gelmiþti.

Annesi, ayný zamanda baba Ebû Kuhâfe’nin amcakýzý oluyordu. ‘Hayrýn annesi’ anlamýnda bir lakapla anýlan an- ne Selmâ, üzüntülüydü ve sýkýntýlý günler geçiriyordu; zira o güne kadar hamile kaldýðý erkek çocuklarý peþi peþine ölmüþ ve bir türlü erkek evlada sahip olamamýþtý.

Fil olayýnýn üzerinden iki yýl kadar geçmiþti. Öncekiler gibi anne Selmâ yine hâmileydi. Heyecanlýydý ve kalbi, hiç olmazsa doðuracaðý çocuðun bu sefer erkek olmasý ümi- diyle atýyordu. Bu kadar candan bir isteðinin yerine gele- bilmesi için onun da yapmasý gereken bazý þeyler olmalýydý.

Bu sebeple o, þayet hâmile olduðu çocuðu erkek doðar ve yaþarsa, onu Kâbe’ye adayacaðýný duyurdu herkese. Bu, Âl-i İmrân misali açýktan bir adak demekti ve bunu, herke- se ilan etmekten de çekinmedi anne Ümmü’l-Hayr. O gün

(11)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

için de bu, yerine getirilmesi gereken bir sözdü ve dileði yerine gelince de, mutlaka uyulmasý zorunlu bir nezir de- mekti.

Yümün ve hayrýn annesi manasýnda Ümmü’l-Hayr kün- yesiyle meþhur olan ve gerçek manada hayýrlý bir çocuða hâmile olan anne Selmâ’yý artýk, doðum sancýlarý tutmuþtu ve çok geçmeden de, nur topu gibi bir oðul dünyaya geti- recekti. Zaten beklediði de buydu; ancak, hâlâ endiþesini yenebilmiþ deðildi; zira erkek çocuðunun olmasý, onun yaþamasý anlamýna gelmiyordu. Bu sebeple Kâbe’ye dö- necek, yeni doðan oðlunun yaþamasý için ellerini açarak Rabb-i Rahîm’ine þöyle yalvaracaktý;

– Allah'ým! Bu çocuk, ölümden hayata Senin baðýþladý- ðýn biricik yavrum olsun; O’nu benim için baðýþla!1

Yöneliþteki samimiyet, duaya icabetin en belirgin niþa- nýydý; zira bu kadar içten bir yönelme, ancak rahmetin sa- ðanak olup yaðmasýný netice verirdi. Ebû Kuhâfe’nin oðlu yaþýyordu.

1 İbn Hacer, el-İsâbe, 4/171

(12)

İSİM VE KÜNYE

Ümmü’l-Hayr, sözünü unutacak bir kadýn deðildi ve sýra, ismini koymaya gelince, biricik oðlunun adýný, Kâbe’ye adanmýþ manasýnda ‘Abdülkâbe’ koydu.

Ebû Kuhâfe’nin de buna itirazý olamazdý; zira o gün için Kâbe, insanlarýn itibar ettiði bir mekândý. Ayný zamanda, onu yýkmak için yola koyulan Ebrehe ordusunun baþýna gelenler, olanca dehþetiyle birlikte zihinlerdeki yerini hâlâ koruyordu.

Nasýl olmaz ki o, yeryüzünde Allah için inþa edilmiþ ilk bi- na idi. Ayný zamanda Kâbe, her haliyle Allah’ý hatýrlatan bir mekân demekti. Kâbe Allah’ý hatýrlatýyor; Allah denilince de Kâbe akla geliyordu. Bu sebeple Ebû Kuhâfe, ‘Abdülkâbe’

diye seslendiði küçük oðulcuðunu, çoðu zaman da ‘Abdullah’

diye çaðýrýyor ve böylelikle onun, Kâbe ruhuna yakýþýr ma- nada gerçek bir kul olmasýný talep ediyordu.

Kadýnlarýn geri planda kaldýðý ve çoðunlukla hiç kýymet görmediði o günün toplumunda, hep erkeðin dediði olurdu

(13)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

ve bu sebeple Mekke, yeni doðan bu çocuðu çoðunlukla, anne Selmâ deðil de Ebû Kuhâfe’nin kullandýðý ismiyle tanýr olmuþtu. Bu sebeple artýk ona, Abdullah ibn Osmân diyorlardý.

İnsanlarý künyeleriyle çaðýrmanýn adet olduðu o toplum- da bir de O’na, kendisinden öncekiler gibi doðar doðmaz ölmeyip hayatta kaldýðý için ve bununla birlikte nesebindeki asaletten dolayý ‘Atîk’ diye künye takýlmýþtý. Çünkü kelime olarak atîk, esaretten hürriyete yürüyen insan için kullanýldýðý gibi ayný zamanda, öncekilerin yürüdüðü yolun dýþýnda ka- larak ölümden kurtulan manasýný da ihtiva ediyordu.

O gün herkes, bu unvanýn, Abdullah ibn Osman’a çok yakýþtýðýný söylüyordu. Zira atîk’in bir manasý da, ‘güzel’ de- mekti ve Abdullah’ýn yüzünde, bakanlarý hayran býrakacak kadar bir parlaklýk ve aydýnlýk vardý.

Arapça, zengin bir dildi ve atîk kelimesinin mana alaný, bunlarla da sýnýrlý deðildi. Bu lakabýn, Hz. Ebû Bekir’e ne kadar yakýþýp gerçeði ifade ettiðini, gelecek günler daha net ortaya koyacaktý. Zira ‘Atîk’ kelimesinin ihtiva ettiði manalardan bir diðeri de, cömertlik yarýþýnda ilk sýrayý kaptýrmayacak kadar ileri olmayý ifade ediyordu. Þüphesiz ki bu yarýþýn galibi hep Hz. Ebû Bekir olacaktý.

Ancak o, bütün bu isim, lakap ve diðer künyelerinden ziyade, ‘Bekir’in babasý’ anlamýna gelen ‘Ebû Bekir künye- siyle meþhur olacaktý. ‘Bekir’ isminde bir oðlu olmamasýna raðmen, kendisine bu künyenin niçin verildiði kesin olarak bilinmemekle birlikte, ‘bekir’ kelimesinin sözlük karþýlýklarýndan hareketle belli baþlý tahminlerde bulunmak

(14)

mümkündür. Zira bu kelimenin özünde, acele etmek, öne geçmek, yaðmurun ilk damlasý, bir þeyin ilki, sabahýn er- ken vakti, namaza ilk vaktinde yetiþmek, hutbenin baþýna yetiþmek, baharýn ilk çiçeklerinden yapýlmýþ taze oðul balý, aðacýn ilk meyvesi, insanýn ilk çocuðu, verimli toprak gibi anlamlar bulunmaktadýr.

Bir baþka tevcihe göre bu kelime, devenin diþi yavru- suna verilen isimden veya büyük bir kabile için kullanýlan unvandan gelmektedir.

Meseleye, lügatlerde yer alan ve az önce verilen tev- cihler açýsýndan bakýldýðýnda, ‘bekir’ kelimesine yükle- nilen anlamlarýn neredeyse bütününde bir ‘ilk olma’ hali göze çarpmaktadýr. Öyleyse, ‘Ebû Bekir’ ifadesi nereden kaynaklanýrsa kaynaklansýn ve diðer tevcihler ne olursa ol- sun ona bu þekilde yapýlan hitap, onun hayat serüveniyle ne kadar da güzel baðdaþmaktadýr. Zira herkesten önce imana gönül verip Allah Resûlü’ne ilk defa destek veren o olduðu gibi, bunun dýþýndaki birçok hamlede de, ilk hare- keti veren ve Efendimiz’le maiyette ilk sýrayý elinde bulun- duran ismin, Hz. Ebû Bekir olduðu herkesin malumudur.

Abdülkâbe, Abdullah, Atîk ve Ebû Bekir gibi isimlerle aný- lan sýddîkler þâhý, Hira’daki vuslatýn ardýndan huzura gelip kelime-i tevhidi haykýrdýðý günden itibaren de, ‘Abdülkâbe’

adýný unutacak ve artýk ‘Abdullah’, ‘Atîk’ ve ‘Ebû Bekir’ un- vanlarýyla anýlýr olacaktý. Zira Müslüman olduktan sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de O’na, ‘Abdullah’ diye ses lenecek, etrafýndakilere O’nu, cehennemden kurtulan þa- hýs manasýnda da ‘Atîk’ diye anlatacaktý.

İSİM VE KÜNYE

(15)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

Bir gün uzaktan geliþini görünce Hz. Ebû Bekir’in, yanýndakilere þöyle seslenecekti Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem);

– Sizlerden her kim, Cehennemden kurtulmuþ birisini görüp ona bakmak istiyorsa, þu gelene baksýn!2

Ebû Bekir ismine en çok yakýþan ve daha sonralarý hep onunla birlikte anýlacak olan en önemli sýfat ise, elbette ve hiç þüphesiz ‘Sýddîk’ unvaný olsa gerek. Adýmýný erken atmasýna raðmen, sadâkatte sürekli mesafe alarak sonuca ulaþmada herkese örnek olacak hayatýyla da o, böylelik- le isim ve künye konusunda da nasýl bir rehber olduðunu göstermiþtir.

Bunlarýn dýþýnda ona, maðara arkadaþlýðýný ifade eder- ken Kur’ân’ýn kullandýðý isimden hareketle ‘Sâhib’,3 elinde- ki imkânlarý Allah yolunda kullanan ve malýný ortaya koya- rak köleleri hürriyete kavuþturma yarýþý içine girenleri ifade ederken kullanýlan Kur’ânî sýfattan dolayý ‘Etkâ’,4 hicret esnasýnda maðarada kalýþlarýný hikâye ederken Kur’ân’ýn kullandýðý kelimelerden hareketle ‘İki Kiþinin İkincisi’5 ve tabiatýndaki yumuþaklýk, merhamet, Allah korkusu ve O’na yöneliþlerindeki derinlikten dolayý da ‘Evvâh’6 denile gelmiþtir.

2 Hâkim, Müstedrek, 3/64 (4404) Baþka bir zaman da Efendiler Efendisi, O’nu karþýsýna alarak, müjde yüklü bir ses tonuyla; ‘Sen, Cehennemden Allah’ýn kurtardýðý þahýssýn!’

diyecektir. Bkz. İbn Hibbân, es-Sahîh, 15/279 (6864)

3 Bkz. Tevbe, 9/40

4 Bkz. Leyl, 92/17

5 Bkz. Tevbe, 9/40

6 İbn Sa'd, Tabâkâtü’l-Kübrâ, 3/170

(16)

RAĞBET GÖREN MESLEK

O gün Mekke, ticaretle þöhret kazanmýþ bir þehirdi.

Bilhassa Kureyþ, Yemen ve Þam cihetine kervanlar tertip ediyor ve kýþ-yaz sürekli ticaret yapýyordu. Þehirdeki genel yapý bu olunca, gençlerin raðbet ettikleri alan da tabii ola- rak çarþý ve pazar oluyor ve gençler daha erken yaþlarda kendilerini ticaretin içinde buluyorlardý.

Artýk çocukluk dönemini geride býrakan ve geliþip büyü- yen Hz. Ebû Bekir de, ayný kervana katýlmýþ, diðer yaþýtlarý gibi o da kervanlarla Þam ve Yemen taraflarýna gidip gelir olmuþtu.

Ayný zamanda ticaret, bir maharet istiyordu ve bu ma- haret, Hz. Ebû Bekir’de fazlasýyla vardý. Yanýna uðradýðý in- sanlarla ayrý bir yakýnlýk temin ediyor, semtine uðrayanlara da derin bir güven veriyordu. Ticareti, sadece bir günün iþi olarak ele almadýðý gibi elindeki imkânlarý, baþkalarý üs- tünde baský kuracak bir meta olarak da deðerlendirmeyi düþünmüyordu. Bu sebeple o, elindekileri arz ederken

(17)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

muhataplarýna verdiði güvenle ticaretin aranan adamý ha- line gelivermiþti. Çok geçmeden Hz. Ebû Bekir’in, ticaret için ortaya koyduðu anapara, kýrk bin dirhemi geçmiþti.7

Sadece ticaretteki mahareti deðil, ayný zamanda duruþundaki asaleti ve diðer akranlarýnýn içine düþtüðü çirkinliklerden uzak duruþu da ayrýca dikkat çekiyordu.

Akranlarýnýn aksine o, insan elinin ürünü olan putlarýn karþýsýna geçip onlara temennâ durmuyor, içki içmiyor ve her türlü fuhþiyâttan olabildiðine uzak duruyordu. Cahiliye ortamýnda bile o kadar nezih yaþamýþtý ki, kimse onda bir kusur bulup ayýplayamayacak ve ‘iman’ dýþýnda bir noksanlýk (!) isnad edemeyeceklerdi.

7 İbn Ebî Þeybe, Musannef, 7/12 (33862)

(18)

MUHAMMEDÜ’L-EMÎN’E OLAN YAKINLIĞI

İmrenerek bakýp kendisine örnek aldýðý birisi daha vardý Mekke’de… Her geçen gün fazileti öne çýkýyor ve hiç farkýna varmadan insanlar O’na ‘Emîn’ diyorlardý. Zaman zaman kendisine Muhammed deseler de, çoðu zaman Emîn diye sesleniyorlar ve bazen de O’na, ‘Muhammedü’l-Emîn’ di- ye adýyla sýfatýný birleþtirerek hitap ediyorlardý.

Muhammedü’l-Emîn, kendisinden iki küsur yýl daha büyüktü. Bu sebeple O’na, ayný zamanda bir büyük olarak saygý duyuyordu. O gün için, zaten küçük bir belde olan Mekke’de beraber büyümüþ, tabii olarak birbirlerini de iyi tanýyorlardý. Mekkeliler artýk, her ikisini beraber görmeye alýþmýþ, her birisinin diðerine olan alaka ve yakýnlýðý her- kesçe bilinir olmuþtu. Ümmü Seleme validemizin dediði gibi her ikisi, ikiz kardeþ gibiydiler artýk.8

Mizaç ve ahlâk itibariyle de birbirlerine çok benziyorlardý.

Bu yüzden, daha ilk günlerden itibaren aralarýnda çok yakýn

8 Hâlid Muhammed, Ve Câe Ebû Bekr, 30

(19)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

bir arkadaþlýk ve dostluk tesis edilmiþti. O’nunla birlikte olduðu zamanlarda ayrý bir huzur duyar, ticaret maksadýyla Mekke’den ayrýldýðý günlerde O’nu özler ve döndüðünde de ilk önce O’nu ziyaret ederdi. Zira ‘Emîn’, hiç kimseye benzemiyor ve harîmine girenlere, tarifi imkansýz bir güven telkin ediyordu.

Ticaret için Mekke’den ayrýlýrken en çok haz aldýðý husus, ayný kervanýn içinde Muhammedü’l-Emîn’in de olmasýydý. Böyle bir fýrsatý bir kez yakalamýþ ve bu yolcu- luk esnasýnda, hiç unutamayacaðý ne güzel anlar yaþamýþtý.

Muhammedü’l-Emîn’in uhdesinde Þam cihetine giden Haticetü’l-Kübrâ kervanýnýn içinde o da vardý. Yol bo- yunca harikulade hallere þahit olacaklarýnýn iþareti, daha Mekke’den ayrýlmadan ortaya çýkmýþtý. Kavurucu güneþ altýnda yola çýktýklarý ilk dakikada, hayranlýkla baktýðý Emîn’in üzerinde bir bulut belirmiþ ve attýðý adýma para- lel yürüyerek O’na gölgelik yapýyordu. Rahib Nastûrâ’nýn müjdelerine, Hz. Hatice’nin adamý Meysere ile birlikte o da kulak vermiþ ve aðacýn altýnda gölgelenen Emîn’in, ümme- tin beklediði âhir zaman peygamberi olduðunu göz yaþlarý içinde rahibden o da dinlemiþti.

Zaten, ticaretteki ehliyetiyle, güven ve emniyet telkin eden hal ve hareketlerine bir diyecek olamazdý. Kýlý kýrk yararcasýna bir hassasiyetle verdiði sözleri yerine getiriyor, duruþundaki ahenk de, kervanýn bütününe sirayet ediyor- du. Zira kendisi gibi artýk, içinde bulunduðu kervan da emîndi.

Hemen yaný baþýndaki yaþlý bilge Varaka ibn Nevfel’den duyduklarý, zihnindeki canlýlýðýný hâlâ koruyordu. Cehaletin

(20)

olanca kuytuluðuna inat, aydýnlýða davet eden birkaç insa- nýn anlattýklarýyla, anlatýlanlara paralel yaþanýlanlar, hep ayný noktayý iþaret ediyor ve iþin garibi bütün bunlar da, faziletine âþýk olduðu Muhammedü’l-Emîn’in üzerinde yoðunlaþýyordu.

Bilhassa Efendiler Efendisi Hz. Hatice ile evlendikten sonra, aralarýndaki bu yakýnlýða bir de komþuluk unsuru ilave edilmiþ ve artýk O da Muhammedü’l-Emîn ile da- ha sýklýkla görüþme imkaný bulur olmuþtu. Çünkü artýk, Muhammedü’l-Emîn de Hz. Hatice’nin evine yerleþmiþ ve böylelikle ayný mahalleyi paylaþýr olmuþlardý.

Bütün bunlara ilave olarak bir de, nesep yönüyle arala- rýnda akrabalýk baðý vardý; zira atalarý arasýnda bulunan Mürre ibn Ka’b, ayný zamanda Muhammedü’l-Emîn’in de þecere zincirindeki þahýstý ve böylelikle yakýnlýklarý, bir kez daha pekiþmiþ oluyordu.

MUHAMMEDÜ’L-EMÎN’E OLAN YAKINLIĞI

(21)

DİLLERDE DOLAŞAN MÜJDELER

Evet, onun yaþadýðý çað, cehaletin en kuytusunun yaþan dýðý çaðdý; gözünün deðdiði her yerde, ruh dünyasýný örseleyecek birçok olumsuzluk vardý. Ancak bu, hayýr ve yümün adýna etrafýnda hiçbir hareketin olmadýðý anlamýna da gelmiyordu. Ender de olsa, iyilik ve faziletten bahse- den, küfür ve cehalete bayrak açanlar da bulunuyordu o gün ve Hz. Ebû Bekir de, bunlara karþý ayrý bir alaka duyuyor ve zaman zaman sohbetlerine katýlmayý bir va- zife biliyordu. Bilhassa, sýklýkla yanlarýna uðradýðý Varaka ibn Nevfel, Zeyd ibn Amr ve Kuss ibn Sâide’nin gözleri, semalarý süzüyor ve ufuklarda, insanlýðý yeniden kurtuluþa davet edecek olan Son Nebi’yi arýyordu. Aralarýndaki muhabbetin vazgeçilmez konusuydu bu onlarýn. Þiirin diliyle O’nu seslendiriyor, bulduklarý kalabalýða O’nun müjdeleriyle hitap ediyorlardý.

(22)

Bir gün Zeyd ibn Amr9 ile Ümeyye ibn Ebî’s-Salt’ýn10 konuþmalarýna þahit olmuþtu Hz. Ebû Bekir. Yine sözü, o Son Kurtarýcý’ya getiren Zeyd, þunlarý söylüyordu Ümeyye’ye;

– Allah'ýn hükmü ve Hanîflik hariç Kýyamet Günü bütün dinler boþ ve faydasýzdýr. Daha sonra Zeyd, takýndýðý ciddi tavýrla da þunlarý ilâve edecek ve soracaktý;

– Dikkatli ol! Bu beklenen peygamber, bizden mi, siz- den mi, yoksa Filistin ehlinden mi?11

Hz. Ebû Bekir, iki dostun konuþmalarýný dikkatlice din- liyordu. Baþka bir dünyadan bahsediyorlardý ve ko nu- þu lanlar da, öyle yabana atýlacak meseleler deðildi. Ko- nuþanlar ise, Mekke’nin en bilge insanlarýydý.

İçinde bir merak uyanmýþtý ve doðruca bir baþka bilge- nin, Varaka ibn Nevfel’in yanýna gitti. Zira onun da göz- leri semadan ayrýlmýyor, geleceði ümidiyle sinesi inip ka- barýyordu. Oturdu yanýna ve Kâbe’nin avlusunda dinledik- lerini anlattý bir bir. Ardýndan da, meselenin ne olduðunu sordu ona...

– Evet, ey kardeþimin oðlu! diye söze baþladý Varaka.

Hitaptaki kucaklayýcýlýk, ses tonuna da yansýmýþ, kýymetini bilen bir insana kýymetli haberler vermenin hassasiyetine bürünmüþtü. Þöyle devam etti sözlerine;

9 Zeyd ibn Amr, Efendiler Efendisi zuhûr etmeden önce, O’nun geliþini müjdeleyenlerden birisidir. (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, 3/379)

Geliþinin geciktiðini görünce, bir baþka yerde ortaya çýkmýþ olabileceði ümidiyle yollara koyulmuþ ve bu yolculuðu sýrasýnda, gelecek Nebi’yi ararken yol kesiciler tarafýndan öldürülmüþtür. (İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, 3/364)

10 Cahiliye dönemi þairlerindendir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümeyye'den þiir okunmasýný istemiþ ve þiiri dinledikten sonra: "Ümeyye'nin Müslümanlý- ðýna az kalmýþtý." buyurmuþlardýr. (İbn Hacer, el-İsâbe, 1/249)

11 Suyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1/42

DİLLERDE DOLAŞAN MÜJDELER

(23)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

– Ehl-i Kitap ve bütün ulema, bu Beklenen Nebi’nin, neseb yönüyle Arab’ýn ortasýndan çýkacaðýnda müttefiktir- ler. Ben neseb ilmini de iyi bilirim. Senin kavmin, neseb yönüyle Arab’ýn ortasýdýr’ diye de ilâve etti.

Bu sözleriyle Varaka ibn Nevfel, Hz. Ebû Bekir’in dik- katini çekiyor, adres gösteriyor ve kendi kabilesine bu na- zarla bakmasýný tembihlemiþ oluyordu. Bunun üzerine Ebû Bekir;

– Ey amca! Bu Nebi ne ile gelecek? Ne söyleyecek? diye sorunca Varaka;

– O'na söyleneni söyleyecek. Ancak o gelince ne bir zu- lüm, ne de zulüm yapýlacak bir zemin kalacak,12 dedi.

Baþka bir gün Zeyd ibn Amr’ý þöyle seslenirken duydu;

– Ey Kureyþ topluluðu! Nefsim, yed-i kudretinde olana and olsun ki aranýzda, benden baþka İbrahim’in peþinden gideniniz yok. Þüphe yok ki ben, İbrahim ve O’nun arkasýndan da İsmail’in peþinden gidiyorum. Ve ben þimdi, İsmail oðullarýndan gelecek bir Nebi’yi bekliyorum; sanýrým ben O’na da yetiþeceðim.

Onun bu sözlerini duyan bir baþka ihtiyar Âmir ibn Rabîa seslendi;

– Þayet O’na yetiþip görürsen, benden de selam söyle- meyi unutma!13

Þayet bu bilge ihtiyarlarýn dedikleri doðru ise, dünya ni- ce sürprizlere gebe demekti. O kadar emin konuþuyorlardý ki, inanmamaya imkân yoktu. Ayný zamanda her biri, ayný

12 Hindî, Kenzu'l-Ummâl, 1/2483 (35357)

13 İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, 3/364

(24)

noktaya parmak basýyor ve en ince detayýna kadar hep, gelecek o Son Nebi’den bahsediyorlardý.

Artýk Ebû Bekir, olaylara daha farklý bakýyordu. Zaman zaman Kâbe’ye gidiyor ve insanlarýn acýnasý hallerini ga- ripseyerek acý acý seyrediyordu. Ona göre putlara tapmak bâtýldý ve bunu kendi kendine mýrýldanmaktan da çekin- miyordu.

Hz. Ebû Bekir’in bilgelerden duyduklarý, ölümün iki- zi olan uykularýný esir alýyor, rüyalarýnda bile artýk, adým adým gelecek Nebi’nin peþinde gidiyordu. Nasýl gitmesin ki, semtine uðradýðý her bilge, ayný þarkýnýn sözüne ritim tu- tuyor, karþýlaþtýðý her candan dost da, sürekli ayný nakaratý terennüm ediyordu.

Bir tarafta insanlýðýn iflâsýna inat, diðer yanda kurtuluþ re- çeteleri yazan bilgelerle insanlar, gelecek Nebi’nin adýn dan evsafýna, insanlar arasýndaki yâdýndan etrafýnda ki insanlarýn özelliklerine kadar bir nice hakikatten bahsedi yorlardý.

Ebû Bekir ticaret maksadýyla bir gün Þam’a gitmiþti.

Burada, bir taraftan iþlerini hallederken diðer yandan da bir rüya görmüþtü. Rüyasýnda, geceleyin ay parçalanmýþ ve Mekke’ye inerek buradaki bütün evlere girmiþti. Ayný ay, yeniden dolunay halini aldýktan sonra da, bir bütün halinde Ebû Bekir’in evine gelip orada karar kýlmýþtý.

Çýðlýklarla uyandý uykusundan. Unutamayacaðý kadar haz veren bir rüya idi bu ve kendini tutamayýp, sâlih bir rahibin yanýna giderek anlattý ona gördüklerini.

Ebû Bekir’i dinleyen rahibin yüzünde güller açýyordu.

Cümlelerini bitirir bitirmez de;

DİLLERDE DOLAŞAN MÜJDELER

(25)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

– Þüphesiz O’nun günleri geldi! dedi.

Þaþýrmýþtý Ebû Bekir. Rüyasýný tevil etmesi için yanýna geldiði adamýn neden bahsettiðini anlamamýþtý. Bunun için de;

– Ne diyorsun sen!? diye tepki verdi. Bakýþlarýndaki sý- caklýk, aslýnda her þeyi anlatýyordu. Bunun için Ebû Bekir, anladýðýnýn doðruluðunu tasdik etmesi için;

– Bekleyip durduðumuz Nebi mi? diye sordu.

Önce baþýný salladý râhib ve ardýndan da, beklenen cevabý verdi;

– Evet. Sen de O’nunla birlikte iman edecek ve insanlar arasýnda O’na en çok yardýmcý da yine sen olacaksýn!14

Ticari iþlerini bitirip Þam’dan dönerken zihninde hep O vardý. Zaman zaman ellerini bir bayrak gibi kaldýrýp þiir te- rennümüne baþlardý. Bir aralýk, etrafýndakilere;

– Hanginiz Ümeyye ibn Ebi’s-Salt’ýn þiirinden okuya- cak? diye sordu. Birisi ileri atýlýp;

– Ümeyye'nin o kadar çok þiiri var ki, hangisini okuma- mýzý istiyorsun ey nessâbete’l-arab!15 diye karþýlýk verdi.

– Dikkat edin! Bizim Nebi’miz var! diye cevapladý. Bu- nun üzerine kervandan birisi, þunlarý terennüme baþladý;

– Dikkat edin! Bizim, bizden bir Nebi’miz var ki O bize, ana kaynaðýmýzdan yarýnýmýz adýna haberler verecek!

Biz biliyoruz ki, þayet ilim fayda veren bir deðer olma- saydý, baþtan sona kýlýçtan geçirilirdik.

14 Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra,1/413 (333)

15 Araplarýn soyunu en iyi bilen, þecere ilmine vakýf kimse demektir.

(26)

……….

Ey Rabbim! Ne olur beni þirke düþmekten ebediyyen koru ve kalbimi, dünya yaþadýðý sürece iman ile doldur.

Zira ben, hacýlarýn kendisi için haccettiði ve dine ait deðerleri O’nun için bayraklaþtýrdýklarý Zât’a sýðýnýrým bü- tün kötülüklerden!’16

Dönüþ yolu, Rahib Bahîra’nýn memleketi Busrâ’dan geçiyordu. Buraya kadar gelmiþken Rahib Bahîra’yý ziya- ret etmemek olmazdý. Ayný zamanda, gördüðü rüyayý bir de ona anlatmak istiyordu ve doðruca, Bahîra’nýn uzlet yaþadýðý manastýra gitti.

Þam’da gördüðü rüyayý anlattý ona da. Gözleri fal taþý gibi açýlmýþtý rahibin ve sordu ona;

– Sen nerelisin?

– Mekke'liyim, cevabýný verdi, sükûnetle Hz. Ebû Bekir.

Belli ki Rahib Bahîra, daha fazlasýný istiyordu ve;

– Neresinden? Kimlerden? diye sýkýþtýrdý onu.

– Kureyþ'ten, diyordu þaþkýn bakýþlarla Hz. Ebû Bekir.

Belli ki bu cevap da kesmemiþti rahibin hýzýný. Tekrar sordu;

– Sen ne iþle meþgulsün?

– Ticaretle, cevabýný verdi yine ayný sükûnetle.

İþin burasýnda Bahîra, Hz. Ebû Bekir’in de merakýný gi- derecek cümlelerini sýralamaya baþladý bir bir;

– Þüphesiz Allah senin rüyaný sadýk çýkaracaktýr. Çünkü

16 Ali Muhammed, el-İnþirâhu ve ref'u'd-dîký bi sîreti Ebî Bekr es-Sýddîk, 34 DİLLERDE DOLAŞAN MÜJDELER

(27)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

çok geçmeden, senin kavmin arasýndan bir Nebi gelecek.

Sen de, O hayatta olduðu müddetçe veziri, öldükten sonra da halifesi olacaksýn!’

Hz. Ebû Bekir, þaþkýnlýktan ne diyeceðini bile unutmuþtu.

Bu kadar net bir adres gösterme karþýsýnda, utancýndan ne diyeceðini bilemez hale gelmiþti zira. İþin içinde kendisine ait bir bilgi olduðu için de bunu kimseye anlatmayacak ve vuslat zamanýna kadar da gizli tutacaktý.17

17 Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 1/413 (333)

(28)

HERKES FARKINDAYDI

Ebû Bekir, her geçen gün O’na daha bir yaklaþýyor ve ayrý bir ünsiyet duyuyordu. Kendisini o kadar fark ettiri- yordu ki, zifiri karanlýk bir geceye doðan dolunay misali, yüzüne bakmaya doyum olmuyordu. Mekke’liler de bu- nun farkýndaydý.

Uzun tartýþma ve endiþelerden sonra, yýllarýn yükünü üzerinde taþýyan muztarip Kâbe’yi tamir etme kararý al- mýþlardý. Zira o gün için Kâbe, onlar adýna büyük bir kazanç demekti. Her yýl insanlar, akýn akýn oraya gelir ve onlar da bunun nimetlerinden istifade ederlerdi. Ayný zamanda, mana ve muhtevada büyük deðiþiklikler olsa da onlar için Kâbe, kutsallýðý ifade eden bir mekândý.

Tamir iþlemi bitip sýra, Hacerü’l-Esved’i yerine yerleþ- tirmeye gelince, bir anda ortalýk gerilivermiþti. Zira her bir kabile, böyle bir þerefin kendilerine ait olduðunu iddia ede- rek, taþý yerleþtirme iþini kendilerinin yapmasý gerektiðinde

(29)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

ýsrar ediyordu. Gürültüyü kesen sesin sahibi Ümeyye idi;

gidiþin iyi olmadýðýný ve Kâbe’nin kapýsýndan giren ilk þah- sýn hakemliðine müracaat ederek konuyu çözmelerini hay- kýrýyordu.

Reisleriydi; yaþ itibariyle de en olgun adam o idi. Yýllarýn tecrübesiyle konuþuyordu. Dolayýsýyla dinlenmesi gere- kiyordu. Her türlü iþlerini bir kenara býrakýp bekleþmeye baþladýlar. Bekleyenlerin arasýnda, Ebû Bekir de vardý.

Çok geçmeden, kulaklara çarpan ayak sesleri, gelen bi- risinin olduðunu haber veriyordu. Pür-dikkat kesilmiþlerdi;

acaba gelen kimdi ve nasýl bir hüküm verecek, Hacerü’l- Esved’i yerine koyma þerefi kime nail olacaktý!?

İlk gören sevinçle haykýrdý;

– Emîn! Muhammedü’l-Emîn!

İlk gelenin hükmüne razý olacaklarýný zaten beyan et- miþlerdi; ancak bunun el-Emîn olmasý, herkesi rahatlatan en temel unsurdu.

Henüz geliþmelerden habersiz olan Muhammedü’l- Emîn’e, içinde bulunduklarý durumu anlattýlar bir bir. So- nunda da hakemliðine müracaat ettiler. Çözüm bekledik- leri Zât;

– Bana bir parça kumaþ getirin! diyordu.

Koþup getirdiler, ne yapacaðýný bilmeden. Gerçi itimat- larý vardý; O, bunu istiyorsa mutlaka bir bildiði vardý.

Getirilen kumaþ yere yayýldý ve siyah taþ bu kumaþýn üstüne konuldu. Ardýndan da herkese þöyle seslendi;

(30)

– Her bir kabile, bu kumaþýn bir tarafýndan tutup kal- dýrsýn!18

Ne güzel çözümdü. Böylelikle taþý her bir kabile kaldýrmýþ olacak ve hiç kimse de kýrýlmayacaktý.

Denildiði gibi taþ kaldýrýlmaya baþlandý. Yerleþtirilmesi gereken yüksekliðe ulaþýnca da, mübarek elleriyle aldý taþý ve konulmasý gereken yere yerleþtiriverdi. Böylelikle hem kavga ve gürültüye son nokta konulmuþ olunuyor, hem de Allah, bugüne kadar hep peygamber elinde dolaþýp durmuþ olan bu taþý, yine bir baþka peygamberin eliyle ye- rine iade etmiþ oluyordu.

Geliþmeleri seyreden Ebû Bekir’in gözleri, yine ufuk- lara dalýp kaybolmuþtu. Yýllar öncesine gitmiþ ve Ukaz panayýrýndaki ihtiyar Kuss ibn Sâide’nin sözleri düþmüþtü aklýna;

– Þüphe yok ki müddet tamam olacak ve yazýlý kader ve kitap da yerine gelecek!19

Evet, yazgý gelip aktivitenin önüne geçmiþ ve kader hükmünü icra ediyordu. Konunun böyle neticelenmesine en çok sevinen, þüphesiz Ebû Bekir olmuþtu.

18 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/425

19 Halebî, es-Sîretü'l-Halebiyye, 1/319

HERKES FARKINDAYDI

(31)

HATIRALARIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

Yýllar sonra bir gün Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), cemaatine dönecek ve aralarýnda Kuss ibn Sâide’yi görüp dinleyen birisinin olup olmadýðýný soracaktý. Kimseden ses çýkmayýnca ilk yârân kalktý ayaða ve;

– Ben o günü, dün gibi hatýrlýyorum yâ Resûlallah! diye baþladý söze. Ardýndan, þöyle devam etti tane tane;

– O gün, ben de Ukâz panayýrýndaydým. ibn Sâide, be- sili boz devesinin üzerinde durmuþ ve insanlara þöyle ses- leniyordu;

– Ey insanlar! İyi dinleyin ve hýfzedin, hýfzettiðinizden de istifade etmesini bilin!

Yaþayan her canlý ölüp gidecek, giden de geri gelme- yecektir.

Þüphesiz semada nice haberler, yeryüzünde de ibret alýnacak nice deliller vardýr.

Yeryüzü, döþenmiþ bir döþek, sema da yayýlmýþ bir ta- van sanki!

(32)

Yýldýzlar yüzüp gidiyor sürekli,

Ve denizler de buharlaþýp kaybolmuyor yerinden!

Þu, siyah örtüsüne bürünen gece, Ve þu burç burç semaya bir bakýn!

Yemin ederim, yemin ederim ki, Allah’ýn indinde bir din var ve o, þimdi içinde bulunduðunuz dinden daha se- vimlidir. Ve Allah’ýn gelecek bir peygamberi vardýr ki, gel- mesi pek yakýndýr. Gölgesi baþýnýzýn üstüne geldi, geliþine ramak var!.

Sorarým size, insanlar gidip de niye geri gelmiyorlar!?

Gittikleri yerden razýlar da onun için mi, yoksa kendi hallerine terk edilip uykuya daldýklarýndan dolayý mý!?

Þüphe yok ki müddet tamam olacak ve yazýlý kader ve kitap da yerine gelecek!’20

Çünkü onun için bu sözlerini unutmaya imkân ve ihti- mal yoktu. Efendiler Efendisi’nin memnuniyetini görünce, tutacak bir de Kuss ibn Sâide’ye ait bir þiir terennüm ede- cekti huzur-u þeriflerinde.

Bütünüyle bunlar gösteriyor ki, Ebû Bekir, muþtusu verilen Nebi’nin, yakýnda geleceðine o kadar yakýndan ve gönülden inanmýþtý ki, zerre kadar tereddüt yaþamýyordu.

Bu kadar yakýnýnda olduðunu, daha ilk günden bir biliver- seydi, kim bilir Mekke, daha o dakikadan itibaren nasýl bir sadakate þahit olur, insanlýk daha o günlerde nasýl bir vefa müþahede ederdi.!?

20 Halebî, es-Sîretü'l-Halebiyye, 1/319

HATIRALARIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

(33)

MEKKE’DEKİ KONUMU

Ticari hayattaki baþarýsýyla dikkat çeken Hz. Ebû Bekir, artýk hali vakti yerinde bir tüccardý. Elde etmiþ olduðu mal ve mülk yanýnda, istikrarlý ve güven dolu hayatýyla o, cid- di bir itibar da elde etmiþ bulunuyordu. Ekonomik gücü, ulaþýlmaz noktalara gelmiþ, Kureyþ nezdindeki konumu da zirvelere ulaþmýþtý.

Mekke’nin ileri gelenleri arasýndaydý. Reisti ve sözü dinlenen bir insandý. Karar mekanizmasýnda Ebû Süfyan, Ümeyye ibn Halef, Utbe ve Þeybe kardeþler, Ebû Cehil, Süheyl ibn Amr ve Ebû Leheb’lerin yanýnda Hz. Ebû Bekir de söz sahibiydi ve belli baþlý konular, ona sorulmadan ne- ticeye götürülemezdi.

Ahlâkýnýn güzelliði ve bilgisiyle müracaat kaynaðý haline gelmiþti. Kureyþ arasýnda, ‘neseb’ ilmini ondan daha iyi bi- len kimse yoktu. ‘Diyet’ ve ‘kýsas’ gibi en temel problemle- rini bile O’na getirip çözmesini isterlerdi. Dürüstlüðüyle ün salmýþtý ve kimsenin hakkýný yemez, baþkalarýnýn hukuku-

(34)

na titizlikle riayet ederdi. Bu yüzden Kureyþ, bilhassa belli konularda, onun dediðinin dýþýna çýkmaz, diðer reislerden çok onun sözüne itibar ve itaat ederdi.

Ayný zamanda Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), cahiliyenin olumsuzluklarýna bulaþmayan ender insanlardan biriydi.

Diðerlerinin arasýnda bu yönüyle de hemen fark ediliyor- du. Cehaletin þirretliði, dört bir yanda kol gezse de o, asla þerre açýk deðildi. Putlarla arasý hiç iyi olmadý; daha küçük- ken babasýnýn, elinden tutup kendisini Kâbe’ye götürdüðü zamanlarda bile, gördüklerini þaþkýnlýkla seyre dalar, insanlarýn, elleriyle yaptýklarý cisimlere temennâ durmasýna bir türlü anlam veremezdi. Namus ve iffetine düþkün bir insandý. İnsaný insanlýktan çýkaran içkiyi aðzýna koymamaya yemin etmiþ, yanýna bile yaklaþtýrmýyordu. Zira kötülüðün kötülük üreteceðinin farkýndaydý ve bu yüzden her fýrsatta, içki içenlerin, bugün olmasa da yarýn namus ve mürüvvetini kaybedeceklerini dile getirirdi.21

21 Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 2/146 MEKKE’DEKİ KONUMU

(35)

VUSLATA DOĞRU

Nihayet bir gün, yolu Yemen’e düþmüþ ve orada, Ezd kabilesinden, Tevrat ve İncil’i iyi bilen, pîr-i fânî, yaþlý ve bilge bir þeyhi ziyaret etmiþti. Bu ihtiyar da, diðerleri gibi güneþin tulûunu bekleyenlerden biriydi. Daha onu görür görmez heyecanlanmýþ ve ihtiyarý garip bir hâl almýþtý.

Neredeyse dili tutulacak gibiydi. Yanýna yaklaþan Hz. Ebû Bekir’in yüzüne daha bir dikkatle bakýyordu. Gözlerini yüzüne kilitlemiþti âdeta ve çok geçmeden, merakýnýn anahtarý sorularýný sýralamaya baþladý bir bir:

– Sanýrým sen Harem ehlindensin!? dedi önce.

Henüz konuþmamýþlardý. Bu ne basîret ve firaset ki, Mekke’den geldiðini anlamýþ ve bunu, Hz. Ebû Bekir’e de tas- dik ettirmek istiyordu. Tabii olarak cevap verdi Abdullah;

– Evet, ben Harem ehlindenim.

İhtiyarýn þaþkýnlýðý bir kat daha artmýþ gözüküyordu.

Yýllardýr beklediði bir müjdeye ulaþmýþ olmanýn heyecaný hissediliyordu üzerinde. Bu sebeple, daha fazla konuþmak istiyordu ve ikinci kez sordu;

– Umarým Kureyþli’sindir de.!?

(36)

Tabii olarak cevap verdi Hz. Ebû Bekir;

– Evet, ben Kureyþli’yim.

Ancak, ihtiyarýn sorularý bitecek gibi deðildi; belli ki he- nüz aradýðý veya beklediði sonuca ulaþamamýþtý. Tekrar döndü Hz. Ebû Bekir’e ve;

– Allah bilir, sen Kureyþ’in Teym kolundansýn.!? dedi. Bu kadar fazla soru soran birisi, belli ki daha çok þey soracaktý ve Ebû Bekir de, öðrenmek istediði konuya cevap verme yanýnda ayný zamanda daha o sormadan, sorabileceði diðer hususlarý da, sýrasýyla söylemeye baþladý;

– Evet, ben Teym kolundaným. Adým da Abdullah ibn Osmân. Ka’b ibn Sa’d oðullarýndaným.

Yaþlý bilgenin yüzünde, aradýðý her þeyi bulmanýn rahat- lýðý okunuyordu. Ama, hâlâ öðrenmek istediði bir þeyler var gibi duruyordu. Üzerinde, yeni tanýþtýðý bir insaný, ardý ardýna sorduðu sorularla sýkýntýya sokma endiþeleri seziliyor ve bu- nun mahcubiyetini yaþýyordu. Bir hamle daha yaparak;

– Tereddüt ettiðim sende bir tek mesele kaldý, dedi.

Abdullah ibn Osmân da þaþkýndý. Bütün bunlarý ardý ardýna sormasýnýn sebebi ne olabilirdi ki!? Ayný zamanda bu ihti- yarla, daha önceleri hiç karþýlaþmamýþ ve böyle bir sami- miyete sebep olabilecek ortak paydalarý da hiç olmamýþtý.

Ancak yine de saygýda kusur etmemek ve iþi, oluruna gö- türmek gerekiyordu. Bu sebeple;

– Nedir o? diyerek rahatlatmak istedi Yemen’li ihtiyarý.

Beklentisine cevap verileceðinin emaresini gören ihtiyar, biraz daha rahatlamýþ görünüyordu. Kendini toparlayýp son bir hamleyle, karnýný açmasýný istiyordu Hz. Ebû Bekir’in.

VUSLATA DOĞRU

(37)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

İþin doðrusu bu kadarý da biraz fazlaydý. Hayâ timsali Hz. Ebû Bekir, hiç tereddüt etmeden;

– İþte bunu yapamam, dedi tereddütsüz. Nasýl yapsýn ki, hiç tanýmadýðý bir adam, ardý ardýna sorular soruyor ve durup dururken de entarisini kaldýrýp karnýný açmasýný ta- lep ediyordu.

Ondaki bu tavrý görünce Yemen’li ihtiyar, mahcubiyet yanýnda ayný zamanda derin bir hüzne bürünmüþtü. Hz.

Ebû Bekir gibi dikkatli birisi, bu manzaraya dayanamazdý.

Bir süre zihninde alýp verdi; belki de karþýsýnda duran bu adamýn, bir bildiði vardý. Bu kadar ýsrarýn bir sebebi olmalýydý. Büyükleri üzmek, onun gibi birisine yakýþmazdý ve alttan alan bir ses tonuyla;

– Peki, dedi önce ve ardýndan da ilave etti;

– Ancak, söyler misin, niye benden bunu yapmamý is- tiyorsun!?

İhtiyar da rahatlamýþtý. Mesele, rayýna oturmuþtu; bu fýrsatý kaçýrmamak gerekiyordu ve hem sorduðu sorularýn gerekçelerini hem de karnýný açma isteðindeki hedefini an- latmaya baþladý bir bir;

– Ben, en sadýk, sahih ilimlerde gördüm ki, gelecek Son Nebi Harem’de neþ’et edecek. İlk günlerinde O’na en çok, bir gençle bir de olgun zât yardýmcý olacak. O’nun yanýndaki ilk genç, atýlgan, çevik, güzel ahlâklý, O’nu koru- ma adýna kendini feda eden, çözülmez gibi görünen prob- lemleri kolaylýkla çözen birisi olacak.22

Yanýndaki olgun insana gelince o, beyaz tenli ve

22 Söz konusu sýfatlar, ilk günlerden itibaren Efendimiz’in yanýndaki yerini alan fütüvvet ruhunun temsilcisi Hz. Ali’yi tarif etmektedir.

(38)

yumuþak huylu, beden itibariyle zayýf, karnýnda bir ben ve sol dizinin üstünde de bir alâmet olacak. Senden istediðimi bana gösterirsen, seninle ilgili sýfatlar benim için kesinleþmiþ olacak. Yoksa bana gizli kalacak ve kanaatimden emin olamayacaðým.

İhtiyar kadar Hz. Ebû Bekir de heyecanlanmýþ, þaþkýn- lýktan ne diyeceðini bilemiyordu..! Evet, daha önceleri bir Nebi’nin geleceðini çok duymuþtu, ama kendisiyle ilgili bu kadar detayýn da bilinebileceði hiç aklýna gelmezdi. Yaþlý adam, sadece gelecek Son Nebi’yi anlatmýyor; ayný za- manda ilk günlerinde O’nunla geleceði inþa edecek çekir- dek kadronun özelliklerini bir bir sýralýyor ve kendisinin de bunlardan birisi olduðunu söylüyordu.

Þimdi ise, ihtiyar kadar o da merak içindeydi. Madem istiyordu, o da karnýný açýp ihtiyar bilgine göstermeliydi.

Hz. Ebû Bekir’in göbeði üstündeki siyah beni gören ih- tiyar bilge, þaþkýnlýðýný gizleyememiþ ve daha bir dikkatle dönüp tekrar be tekrar Abdullah ibn Osmân’a bakýyordu.

Gözleri, gördüðü benin üzerinde mahsur, aðzýndan þu cümleler döküldü;

– Kâbe'nin Rabbi’ne yemin olsun ki sen, olsun.

Bir anda ortam, derin bir sessizliðe bürünüverdi. İhtiyar- da, bildiklerini doðrulatmanýn sevinci hâkim iken Hz. Ebû Bekir’de, þahsýyla ilgili bir faziletin biliniyor olmasýnýn mah- cubiyeti seziliyordu. Gördüðü rüyayý yorumlayan rahibi çaðrýþtýran ve yine Þam yolu üzerindeki Busrâ’da, ziyare- tine gittiði Rahib Bahîra’nýn sözlerini hatýrlatan ifadelerdi ayný zamanda bunlar. Sessizliði bozan, yine ihtiyar oldu;

VUSLATA DOĞRU

(39)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

– Ben seni bir konuda uyarayým da sen ondan uzak dur.

Ortamýn sýcaklýðý iki insaný bir birine o kadar yaklaþ- týrmýþtý ki, sanki kýrk yýllýk dost gibiydiler. Artýk tecrübe konuþuyordu. Elbette bilen konuþacak ve Hz. Ebû Bekir de ona kulak verecekti. Bunun için;

– Nedir o? diye sordu. Artýk ihtiyar daha rahat konuþu- yordu;

– Hevâya tabi olmaktan uzak dur’ dedi önce. Ardýndan da, gözlerini gözlerine kilitleyerek þunlarý söyledi tane ta- ne;

– Orta ve saðlam olan yolu tut. Sana ihsan edilip verilen þeyler konusunda da Allah’tan kork.

Zaten o da, bunu yapmaya çalýþýyordu. Nefsin arzu ve isteklerine ‘hayýr’ demesini daha erken yaþlarda öðrenmiþ ve seviyeli bir hayat yaþýyordu. Ancak bu, bundan sonrasý için daha dikkatli davranmasýný gerekli kýlan bir durumdu.

Bu güne kadar her nebinin muþtusunu verdiði ve bilgele- rin dilinde tekrarlanýp duran Son Nebi’ye arkadaþlýk yap- mak, öyle kolay olmamalýydý. Elbette bu da, bir ihsandý ve þükrünü eda edebilmek, kendi cinsinden bir mukabele isterdi. Benlik ve hevânýn öne geçtiði yerde ise, böyle bir þükrün yaþanmasýna imkân yoktu.

Ayný zamanda peygamberlik yolu, orta yoldu ve onlarla birlikte olanlar da, sýrat-ý müstakimden ayrýlmamalý, veri- len nimetlerin alýnacaðý konusunda endiþe duyarak ‘takva’

sýnýrlarý içinde bir hayat sürmeliydi. Zira bütün bunlar, ayný zamanda birer mekir de olabilirdi.

(40)

Derken, muhabbet meclisi sona ermiþ ve Hz. Ebû Bekir de, ticaretle ilgili iþlerine geri dönmüþtü. Ancak zihni, so- rular yumaðýna dönmüþtü; bütün bunlarý alýp-veriyor ama bir türlü iþin içinden çýkamýyordu. İçindeki bir ses, belli ki daha çok þeyler bilen bu kaynaða tekrar müracaat etmesi gerektiðini söylüyordu. O da, iþlerini bitirince vedalaþmak için tekrar bu yaþlý adamýn yanýna geldi. Vedalaþma aný gelip oradan ayrýlýrken ihtiyar;

– İstersen o gelecek Nebi ile ilgili yazdýðým þu beyitleri de sana vereyim, dedi ve beyit beyit kendi yazdýðý þiirleri sýralamaya baþladý. Þeyhe göre adres çok netti ve Hz.

Ebû Bekir, o güne kadar dinledikleriyle þeyhin sözlerini birleþtirdiðinde, bütün yollarýn Mekke’de ve en yakýnýndaki isim, Muhammedü’l-Emîn’de birleþtiðini görüyordu.

O an için, sema ile yeryüzü arasýnda ondan daha bah- tiyar kimse yoktu; zira Yemen’e yaptýðý bu yolculuk onun için, her yönüyle kâr anlamýna geliyordu.

Derken, iþlerini tamamlayarak Yemen’den ayrýlmýþ ve Mekke’ye doðru yola koyulmuþtu. Zihnini, sürekli ihtiyarýn söyledikleri meþgul ediyordu. Bunlarý da Varaka ibn Nev- fel’le paylaþmak için can atýyor, yolun bir an önce bitmesi için olabildiðince süratle yürümeye çalýþýyordu. Onun için, Yemen ile Mekke arasý hiç bu kadar uzun olmamýþtý.

Beri tarafta ise, Allah’ýn en sevgili kulu Muhammedü’l- Emîn, kendini uzlete saldýðý maðara Hira’da bir vuslat yaþamýþ ve Mekke’ye yeni haberlerle dönmüþtü. Artýk O

(sallallahu aleyhi ve sellem), geleceði gözlenen Son Nebi idi. Vahiy meleði Cebrâil vasýtasýyla Allah’ýn ilk emirlerini insanlýða

VUSLATA DOĞRU

(41)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

ulaþtýrmakla tavzif edilmiþ ve bu haberleri duyan Mekke, anlamsýz bir tepki ortaya koyuyordu.

Yeni haberle çalkalanan Mekke’ye doðru Ebû Bekir’in yolu yaklaþmýþ ve ulaþmak için artýk saatler kalmýþtý. Bir aralýk gözü, kümelenip bekleþen bir grup insana takýldý.

Yaklaþýp daha dikkatle baktýðýnda bunlarýn, Ukbe ibn Ebî Muayt, Þeybe, Rabîa, Ebû Cehil ve Ebu’l-Bahterî gibi Kureyþ’in ileri gelenleri olduðunu gördü. Duruþlarý hay- ra alâmet deðildi. Belli ki, yokluðunda önemli geliþmeler yaþanmýþtý Mekke’de ve telaþla sordu;

– Ben yokken buralarda neler oldu? Yeni bir þey mi var?

Onlar da zaten bunu anlatmak için fýrsat kolluyorlardý.

Kin ve nefretle sýralamaya baþladýlar;

– Hem de ne olay yâ Ebâ Bekir! Ebû Tâlib’in yetimi, kendisinin nebi olduðunu sanýyor. Sen olmasaydýn hiç beklemez, iþini bitirirdik. Ancak sen geldin ya, artýk mese- leyi sen çözersin.

Bununla onlar, ‘sürekli peþinde koþtuðun adam bir ga- rip oldu. Artýk bu iþten vazgeçersin herhalde’ manasýnda Hz. Ebû Bekir’e bir mesaj ilettikleri gibi ayný zamanda,

‘bu iþin gerçek yönünü sen anlarsýn’ anlamýnda bir çözüm aradýklarý da söylenebilirdi.

Niyetleri ne olursa olsun, sonuçta Mekke’de yeni bir geliþme vardý. Aslýnda bu geliþme, bugüne kadar bekleni- len türden bir geliþmeydi. Zihninde, bugüne kadar dinle- yip müþahede ettikleri geçti birer sinema þeridi gibi.. Zeyd ibn Amr’ýn sözleriyle Rahib Bahîra ve Yemen’li ihtiyarýn

(42)

ifadeleri birbirini takip ediyordu. Evet ya, söylenilenlerle yaþanýlanlar hep ayný noktaya vurgu yapýyordu.

Kýrk yýldýr insanlara zerre kadar hilaf-ý vaki beyanda bu- lunmayan bir Emîn, tutup da Allah adýna yalan söyleyecek deðil di ya... Þüphesiz beklenen an gelmiþti.

Hiç bir þey hissettirmeden onlarý, gönüllerini hoþ ederek tatlýlýkla yanýndan gönderdi. Ne de olsa kudretli adamdý ve meseleyi çözeceðine inançlarý tamdý. Bunun için onlar da problem çýkarmadýlar. Belki de, zihinlerinde iz býrakacak ve düþünmelerini netice verecek böylesine bir iþe bulaþmak istemiyorlardý.

Varaka ibn Nevfel’e gidip de zaman kaybedecek du- rumda bile deðildi artýk. Ve doðruca Hz. Hatice’nin evine yöneldi. Kader onu bir yola koymuþ, o da bu yolda emin adýmlarla yürüyordu.

Çok geçmeden Ebû Bekir, Hz. Hatice’nin kapýsýný çalý- yordu. Kapýyý açan, aradýðý insandý. Bu yüzde yalan ola- bilir miydi hiç.!? Meraktan çatlar gibiydi ama, emin olmak için önce mesafeli duruyordu;

– Yâ Muhammed! dedi. ‘Sen, ehlinin geleneklerini býrakýp, atalarýnýn dininden vaz mý geçtin.!?’

Yýllarýn dostuna Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), nasýl davranacaðýný çok iyi biliyordu… Adamýný tanýyordu zira,

– Ben Allah’ýn Resûlüyüm yâ Ebâ Bekr!’ dedi önce ve ilâve etti;

– Risaletini teblið etmem için beni, Sana ve bütün in- sanlara Nebi olarak Allah gönderdi. Seni de Hak ile O’na davet ediyorum. Vallahi yâ Ebâ Bekr; seni kendisine davet

VUSLATA DOĞRU

(43)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

ettiðim Allah, Hak’týr. O, benzeri olmayan yegâne Tek’tir.

Biz O’ndan baþkasýna kul olamayýz… Gel ve sen de iman et Allah’a..!

Ebû Bekir, hâlâ ihtiyatý elden býrakmýyor, kanaatinin pekiþmesini istiyordu. Bunun için;

– Peki, bu konuda delilin ne? diye sordu.

Risaletle serfirâz kýlýnan Habîb-i Ekrem de, onun halini anlamýþtý ve belli ki anladýðý dilden konuþmak gerekiyordu.

Þok bir çýkýþ yapmak gerekiyordu. Bunun için;

– Yemen'de karþýlaþtýðýn ihtiyar, cevabýný verdi.

Yemen’e gittiðini duymuþ olabilirdi ama Yemen’deki ihtiyar da nereden çýkmýþtý.!? Yoksa aralarýnda geçen geliþmelere muttali miydi? Bu kadarýný bilen, elbette ken- di konumundan da haberdar demekti. Yine de temkinli olmalýydý. Kendini toparladý ve ekledi;

– Yemen’de o kadar ihtiyarla karþýlaþtým ki.!?

‘Hangisinden bahsediyorsun?’ manasýnda bir zaman ka zanma hamlesiydi bu onun için. Ancak karþýsýnda, na- býzlarýndaki atýþa muttali bir mürþid-i ekmel duruyordu ve sözü eðip bükmeden neticeye götürecek son vuruþunu yapacaktý. Dudaklarýndan þu kelimeler döküldü;

– Sana o beyitleri veren ihtiyar.

Bundan daha büyük bir emare olamazdý. Artýk Ebû Be kir bitip tükenmiþ, bir baþka söz demeye de mecali kalmamýþtý. Sadece;

– Bunu sana kim haber verdi ey Habîbim!?’ diyebildi.

Gelen cevap;

(44)

– Benden öncekilere de gelen o büyük melek, þeklin- deydi. Hz. Ebû Bekir için yapýlacak tek þey kalmýþtý. Ellerini uzatarak;

– Uzat ellerini, Sana bey’at edeceðim, dedi bütün sami- miyetiyle. Ardýndan da, rikkat dolu bir ses tonuyla, gönlü- nün feyezanýný haykýrýyordu;

– Ben þehâdet ederim ki, Allah’tan baþka ilâh yoktur ve Sen de þüphesiz, O’nun Resûlü’sün.23

Evet.. Ebû Bekir teslim olmuþtu..! Hem de bir daha hiç kopmamak üzere bir teslimiyetti bu ve yitiðini bulmanýn se- vinciyle gözlerine yaþ yürümüþ, göz pýnarlarýndan da katre katre huzur damlýyordu.

Sevinçten aðlayan, elbette sadece Ebû Bekir deðil- di. Evinin gülü Hz. Hatice, azatlý delikanlý Zeyd ve am- casýnýn oðlu Ali’den sonra, huzuruna gelip bir gönül da- ha Müslüman olmuþtu ya, Mekke’nin daðlarý arasýnda Resûlullah’tan daha fazla sürûr içinde olan kimse yoktu, olamazdý da..!

O güne kadar imana zaten hazýr hale gelen Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), o kadar hýzlý karar vermiþ ve o denli kolay iman etmiþti ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu ifade sadedinde bir gün, þunlarý söyleyecekti;

– Ebû Bekir dýþýnda kimi İslâm’a davet etmiþsem, bir müddet çekinme, duraksama ve tereddüt yaþadý. O ise, kendisine arz eder etmez hiç tereddüt göstermeden kabul etti.24

Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 1/41523

24 Sahîhu 4/1701 (4364)

VUSLATA DOĞRU

(45)

HAYATININ KAZANCI

Ebû Bekir gibi ticaretin zirvesinde yer edinen bir tüccar, normal þartlarda temkinli davranýr ve çarþý-pazardaki ko- numunu riske atacak adýmlar atmaktan endiþe duyabilirdi.

Zira o gün için iman edip Allah ve Resûlü’nün yanýnda yer almak, baþta Mekke olmak üzere bütün dünyayý karþýsýna almayý ifade ediyordu.

Ancak o, Allah ve Resûlü’nü, bütün dünyaya tercih edecek kadar samimiyeti temsil ediyordu. Zira biliyordu ki, bugün inancýndan dolayý bazý mahrumiyetler yaþayacak olsa bile yarýn, bütün bunlarýn bedelini kat be kat alacaktý.

Ayný zamanda, herkes baþka bir tercihte bulunurken onun ortaya koyacaðý böyle bir irade, gökler ötesinde de ayrý bir kýymet ifade edecek ve neticede onu, baþkalarýnýn yetiþe- meyeceði deðerler üstüne ulaþtýracaktý.

Kaldý ki O (celle celâluhû), kendisi için bedel ödeyenlere bu bedelin karþýlýðýný hem burada hem de ölüm sonrasý ha-

(46)

yatta vereceðini ifade ediyordu.25 O’nun rýzasýný yakalayýp ebedî huzura kanat açmaktan daha büyük bir ticaret ola- bilir miydi hiç.!?

Hz. Ebû Bekir’in sadece bu tercihi bile, ticaretin dilin- den ne kadar anladýðýnýn ve riske girme nispetinde nasýl bir kazanç hedeflediðinin önemli bir emaresi olsa gerek!..

25 Âli İmrân, 3/148 (Allâh da onlara hem dünyâ karþýlýðýný, hem âhiret karþýlýðýnýn en güze- lini verdi. Çünkü Allah, güzel davrananlarý sever.)

HAYATININ KAZANCI

(47)

KONUMUNU KREDİYE ÇEVİRME GAYRETLERİ

Müslüman olduktan sonra sadece kendi ticari hayatýný ortaya koymakla yetinmeyen Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), ayný zamanda o güne kadar edinmiþ olduðu toplum- daki yerini de ayný istikamette deðerlendirme gayreti içi- ne girmiþ ve böylelikle eski arkadaþlarýndan birçoðunun İslam’la tanýþmasýna vesile olmuþtur. Huzura her geliþinde yanýnda, eski bir arkadaþý oluyordu. Bunlar arasýnda, Osman ibn Affân, Talha ibn Ubeydullah, Abdurrahman ibn Avf, Zübeyr ibn Avvâm ve Sa’d ibn Ebî Vakkâs (radýyallahu anhum ecmaîn) gibi önemli isimler de vardý ki her biri, onun vesilesiyle huzura gelmiþ ve huzur bulmuþlardý.

Zira o, yýllardýr bekleyip özlemini duyduðu huzuru Allah ve Resûlü’nün yanýnda bulmuþtu. Dolayýsýyla bu huzu- ru, baþkalarýna da taþýmaya kararlýydý. Bunun için bütün imkânlarýný ortaya koyacaktý: Malýný da canýný da bu dava adýna tüketip ebedîleþtirmeye hazýrdý. Zaten iman da, ina-

(48)

nan her gönüle önemli bir vazife yüklüyordu ve Ebû Bekir de, bulduðuyla yetinmeyecek, ayný kaynaktan baþkalarýnýn da beslenmesi için gayret gösterecekti.

Bunun için, önceki saygýn konumunu bir kredi olarak kullanmayý denedi. Bilâller, Ammârlar maddî açýdan fakir- lerdi ve Kureyþ’in onlarý dinlemelerine imkân yoktu. Ancak Ebû Bekir (radıyallahu anh), sözü dinlenen bir liderdi ve teker teker zengin ve aristokrat geçinen Mekke önderlerini İslâm’a davet etmeye baþladý. Daha perde yýrtýlmamýþtý ve fakir ve güçsüzleri yanlarýna bile yaklaþtýrmayan Kureyþ’liler, ona bir þey diyemiyor ve o da, her fýrsatta onlarý Allah ve Resûlü’ne davet ediyordu. Onun bu gayretleri neticesinde,

‘Aþere-i Mübeþþere’ olarak bilinen Cennet’le müjdelenmiþ on sahâbîden beþi gelip Hakka teslim olmuþlardý ki, bu insanlarýn her biri, etraflarýnda yüzlerce önemli ismi etkile- yebilecek çapta insanlardý. Sonraki günlerin de göstereceði gibi Allah (celle celâluhû), böylelikle dinini geleceðe taþýyacak önemli isimleri Hz. Ebû Bekir’in eliyle Resûl-ü Kibriyâ ile tanýþtýrýyor ve böylelikle geleceði inþa edecek mana kahramanlarý Mekke’de yeniden doðuyordu.

KONUMUNU KREDİYE ÇEVİRME GAYRETLERİ

(49)

GARİPLERİ DE UNUTMAMIŞTI

Artýk kýblesini tayin etmiþti ya, Allah Resûlü’nün yanýndan hiç ayrýlmýyor, âdeta O’nun eli-kolu oluyordu. Yufka yürek- li bir insandý; imanlarýndan dolayý insanlarýn iþkence altýnda inletilmelerine gönlü hiç razý olmuyordu. Ebû Bekir gibi bir insan, sadece kendi çevresiyle ilgilenip garipleri unutacak deðildi ve bu sebeple her fýrsatta köle ve zayýflarýn elin- den tutmaya çalýþýyor, hürriyetlerine kavuþturup onlarý da iþkenceden kurtarma mücadelesi veriyordu.

Artýk, insanlarý çileden kurtarýp hürriyete kavuþturmada da onun bir benzeri yoktu. Bir gün, kulaðýný yýrtarcasýna bir sesin yankýlandýðýný duydu Mekke’de. Daha dikkat- le dinlemeye durdu; bu, ‘Ehad.. Ehad..’ diye müþriklerin iþkencesine direnen Bilal’in sesiydi. Hiç vakit kaybetme- den, sesin geldiði yöne doðru yöneldi. Rikkatine dokunan bir manzaraydý gözlerine iliþen. Önce;

– Þu garip hakkýnda Allah’tan da mý korkunuz yok!?

dedi ve ilave etti;

(50)

– Peki ya, nereye kadar!?

Ar damarý çatlamýþ hayâsýzlar ise, bunun faturasýný da Ebû Bekir’e kesme gayretine giriþmiþler ve;

– Bunun aklýný çelip ifsad eden sen deðil misin? Madem öyle, gel de kendini kurtar!’ diyorlardý.

Hemen kabul etti. Kendisine ait müþrik bir köle vardý ve karþýlýk olarak onu teklif etti önce. İþkence altýnda inim inim inlettiði halde yola getiremeyen (!) Ümeyye’nin, iþin bu kadar uzamasý zaten canýna tak etmiþti. Tereddüt et- meden;

– Peki kabul26 dedi. Böylelikle Hz. Bilal için, hem iþkenceden kurtuluþ gerçekleþiyor hem de önüne, hürriye- te giden yol açýlmýþ oluyordu. Zira Hz. Ebû Bekir’in ni- yeti, onu elde edip köle olarak tutmak deðil, Resûlullah katýnda polat yürekli bir mümin olmasýný temin etmekti.

Hz. Ömer’in þehâdetiyle, Ebû Bekir Efendimiz idi ve efen- dimizi hürriyete kavuþturuyordu.27

Bir baþka gün, Müslüman olduðu için bir kadýn köle- ye iþkence ettikleri haberini aldý ve yine doðruca yanlarýna gitti. Dayanýlacak gibi deðildi; iþkence altýnda o ka- dar acýmasýzca dövmüþlerdi ki, kadýnýn bir gözü görmez olmuþtu. Olup bitenleri gördükçe kenara kýsýlýp büzülmüþ küçük yavrusunun ise, aðlamaktan gözleri þiþmiþ, iþkence altýnda inleyen annesine aðlamaktan sesi kýsýlmýþtý. Bu manzaraya kimin yüreði dayanýrdý ki!? Önce, hem anne- sini hem de küçük kýzýný satýn alarak kurtardý, insan görü-

26 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/148

27 Þeybânî, el-Âhâd ve'l-Mesânî, 1/202 (260)

GARİPLERİ DE UNUTMAMIŞTI

(51)

HAZRETİ EBÛ BEKİR

nümündeki vahþilerin ellerinden ve ardýndan da Allah için hürriyetlerini veriverdi ellerine, karþýlýk beklemeden.28

Daha bunlar gibi yedi kimsesiz garibi iþkenceden o almýþ, tabii haklarý olduðu halde hürriyetlerini rüyalarýna bile misafir edemeyecek durumda olanlarý bukaðýlarýndan o kurtarmýþtý.

Onun bu hali, baba Ebû Kuhâfe’nin de nazarýna çarp- mýþ ve kendini, bir anlam veremediði bu tercihinden dolayý oðlunu uyarmak zorunda hissetmiþti. Þöyle diyordu ihtiyar Ebû Kuhâfe;

– Ey oðulcuðum! Köleleri satýn alýp da hürriyetlerine kavuþturmana bir þey demiyorum; ancak, hiç olmazsa za- yýf olanlar yerine güç ve kuvvet sahibi olanlarý tercih et- sen de, ihtiyaç duyduðunda veya müþriklerden bir tehlike geldiðinde onlar da seni koruyup kollasalar.

Öyle ya, madem fakir ve gariplerin elinden tutuyordu;

en azýndan kendisine fayda saðlayacak güç ve donanýmda olanlarý tercih etmeliydi. Böylelikle, yaptýðý iþin, kendisine de faydasý dokunur ve sonuçta daha anlamlý bir iþ yapmýþ olurdu.

Ancak, Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), böyle ucuz düþün- celerin peþinde deðildi.. Olamazdý da… Henüz ukbâya dünyasý açýlmamýþ birisinin nazarýnda bu, bir yönüyle akýllý hareket etmemenin bir sonucu olsa da, onun gi- bi gözünü ‘rýza’ ufkuna dikmiþ birisi için, gelecek günler adýna yapýlmýþ en büyük yatýrým demekti. Ayný zamanda o, bütün bunlarý, kendi adýna bir yatýrým olmasý için deðil,

28 Ebû Ca'fer et-Taberî, er-Rýyâdü'n-Nadýra, 2/22 (424)

(52)

elindeki imkânlarýn hakkýný verme adýna birer vazife olarak yapýyordu. Israr eden babasýna söylediði þu sözler ne ka- dar da manidardý;

– Ey babacýðým! Þüphesiz ben, bana bir faydasýnýn dokunmasýný deðil, sadece Allah rýzasýný hedefleyerek bu- nu yapýyorum.29

Baba Ebû Kuhâfe bilmiyordu ki oðlu Ebû Bekir, bizzat Allah Resûlü tarafýndan iltifat üstüne iltifatlara nail olmuþ ve;

– Ümmetim arasýnda ümmetime, Ebû Bekir’den daha merhametlisi olamaz’30 beyanýyla serfiraz kýlýnmýþtý.

Sadece rýza ufkuna yönelmiþ böylesine bir samimiyet, sema ötesinden de iltifat görüyordu. Çok geçmeden, Hz.

Ebû Bekir baþta olmak üzere ayný yolun yolcularýnýn, bu gayretlerini bayraklaþtýran âyetler indi ve böylelikle, takva ölçüleri içinde bir hayat yaþayýp, hep baþkalarýný düþünen ve onlara vermekten çekinmeyen, iyi ve güzelin peþinde olup sürekli doðruyu tasdik eden kimselere, sonunda mut- laka yüzlerinin güleceði aydýnlýk bir dünya vaat edilmiþ olunuyordu.31

29 Hâkim, Müstedrek, 2/572 (3942)

30 Sünenü't-Tirmizî, 5/664 (3790)

31 Bkz. Leyl, 92/5–7

GARİPLERİ DE UNUTMAMIŞTI

(53)

HİZMET YARIÞININ ÖNCÜSÜ

Ebû Bekir her fýrsatý, inandýðý deðerler istikametinde kullanma yarýþýna girmiþti. Önceki malumatýný da bu istika- mette kullanmak istiyordu. İnsanlarýn soy ve þecereleriyle ilgili bir ilim dalý olan ‘neseb’ bilgisine vukûfiyeti sebebiyle, Mekke’ye dýþarýdan gelip de Allah Resûlü’nden İslâmiyet hakkýnda bilgi almak isteyen insanlar konusunda Efendiler Efendisi’ni bilgilendiriyor ve böylelikle, her yönüyle ta- nýnan muhataplara Kur’ânî hakikatler daha eslem bir ze- minde sunulmuþ olunuyordu. Onun bu gayretleri, hariçten gelenlerin imana daha yatkýn olmalarýný netice veriyor ve sonuçta Müslüman olmalarýný kolaylaþtýrýyordu.

O günün Mekke’sinde, bütün bu gayretlerin hoþ karþýlan- masý beklenemezdi. Zira teker teker zenginler İslam’a ko- þarken, birer birer de gariplere hürriyet yollarý gösterilmeye baþlanmýþtý. Mekke, iki yönlü bir kuþatma altýndaydý; bir taraftan itibarlý insanlarýný kaybediyordu (!) diðer yandan da, hizmetçi ve kölelerinden mahrum oluyorlardý.

Kureyþ, Ebû Bekir’in kendilerinden adam kayýrtmasýna asla razý olamazdý, olmadý da..! Bir müddet sonra kendisi

(54)

de þiddete maruz kalmaya baþladý. Zira Kureyþ’in, açýktan tebliðe tahammülü yoktu. O ise, Kur’ân okuyor ve açýkta namaz kýlýyordu. Ondaki bu yeni deðiþim, bazý insanlarýn dikkatini çekiyor ve bu insanlar, onun etrafýnda toplana rak yanýk yanýk Kur’ân okuyuþunu dinliyor, okur ken gözyaþ- larýna hâkim olamayýþýný hayretle seyre dalý yorlardý.

Küfrün insafý yoktu; Müslüman olmadan önce yedikleri ayrý gitmeyen can dostlarý bile, önünü kesmek için amansýz bir mücadele baþlatmýþtý. Tek hedefleri, ortak düþman ilân ettikleri insanlarý ortadan kaldýrmak ve canavarlýkta geride býraktýklarý sýrtlanlarla sarmaþ-dolaþ bir hayat yaþamaya devam etmekti. Bu sebeple her geçen gün, þiddetin dozunu artýrýyor, neticeye gitmek için sürekli fýrsat kolluyorlardý.

Henüz 40 kiþiye ulaþmadýklarý günlerdi. Çýkýp açýktan insanlara Hakký teblið etmek için Hz. Peygamber’den

(sallallahu aleyhi ve sellem) izin isteyip ýsrar etti Hz. Ebû Bekir.

Önce Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), güç dengesinin olmadýðýný vurgulayýp;

– Biz, adet itibariyle çok azýz! dese de Hz. Ebû Bekir’i kýrmadý ve beraberce Kâbe’ye geldiler. Herkes bir köþeye çekilmiþ, insanlarý açýktan İslâm’a davet eden Hz. Ebû Bekir’i dinliyordu. Böylelikle o, ayný zamanda ilk hatip ol- ma vasfýný da ihraz etmiþ oluyordu.

Ancak, kendi iradesi dýþýnda bir baþka geliþmeye asla tahammülü olmayan Kureyþ, dört bir yandan üzerleri- ne çullanýverdi. Oradaki herkesi hedef almýþlar ve elleri- ne ne geçirmiþlerse önlerine gelen herkese, acýmasýzca vuruyorlardý. Bu arada, Hz. Ebû Bekir’i de ayaklarý altýna almýþ çiðniyorlardý. Bilhassa Utbe ibn Rebîa’nýn, tüken-

HİZMET YARIÞININ ÖNCÜSÜ

Referanslar

Benzer Belgeler

Vücut üzerindeki desenlerin insan yüzünü andırması nedeniyle insan yüzlü örümcek olarak tanımlanan ve yeni bir canlı türü gibi tanıtılan bu örümcekler as- lında

Zaman içerisinde İstanbul'da yeni yeni gelişen restoranlarla rekabet edemeyince Abdullah Efendi Lokantası da kapısına kilit vurmuştu.. Sonra burası, arsasıyla birlikte o

Emirgândan sonra gelen Istinyenin adı eski ismi olan (Sos- tenyon) un değişik şeklidir.. Burada bir mâbedle Argonotların kendilerini fırtınadan kurtaran periye

O y›llarda yeni bafllayan TÜB‹TAK-CNRS iflbirli¤i çerçe- vesinde ''Hacimce Kalabal›k Metal Komp- lekslerinin Baz› Katalitik Tepkimelerdeki Rolü'' bafll›kl› projesi

O k u yu cu ları pek değil ama, gazetecilerin 68’liler ku­ şağı onun, anası tarafından doğurulmuş bir harika çocuk değil de, babası tarafından “harika”

İlk eşi Kutey- le’den Abdurrahman ve Esmâ, Ümmü Rûmân’dan Abdullah ve Âişe, Esmâ bint Umeys’ten Muhammed ve Hâbibe bint Hârice’den Ümmü Külsûm isminde

Yine onun oruç tutması konusunda; “Oruç tutar ve iftar etmezdi” denilmiştir. 70 Bu riva- yetten, onun, dehr orucu tuttuğu anlaşılabilir. Abdurrahman alimlerin sultanlarla

25- Azerbaycan Tiirk Edebi Dilinin Devrelere Ayrdmasz uzerine Deneme, 1932, I 26- dzbek Dilinin Turkgesinin dgretiminin Temel Metodu, 1932'.. Yiizyallaran~nDili Karakteristigine