• Sonuç bulunamadı

B. Dîvân-ı Hikmet’te Yer Alan İslâmî Unsurlar

5. Yesevîlik

Hoca Ahmed Yesevî’nin, Yesi kasabasında irşad faaliyetlerinde bulunduğunu söylemiştik. Gün geçtikçe etrafında daha fazla mürit toplamış ve şöhreti Türkistan’ın her yerine yayılmıştır. Ahmed Yesevî, Türkistan’ın kültür ortamına göre bir çeşit Türk Müslümanlığı meydana getirerek Yesevîlik tarikatının kurucusu olmuştur. O, Allah sizin kalplerinize bakar hadisini tarikatla ilgili düşüncelerinin merkezine alarak tarikatı kalple amel etmek olarak tanımlamıştır928.

Ahmed Yesevî’den sonra ardından gelen müridleri onun tasavvuf yolunu ve düşüncelerini Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine yaymışlardır. Bu tarikat Yesevîlik haricinde başka adlarla da anılmaktadır. Müritlerinin mensubiyetlerine nispetle Yesevîyye denildiği gibi Ahmed Yesevî’nin Sultan lakabına nispetle Sultâniyye, cehrî zikir yapmaları sebebiyle Cehrîyye ve mensuplarından çoğunun Türk olması nedeniyle de Silsile-i Meşâyih-i Türk denilmiştir929. Yesevîlik diğer Orta Asya Türklerinin olduğu gibi Mâtürîdî ve Hanefî ekole mensuptur.

Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’ten başka Fakr-nâme adlı bir eseri daha bulunmaktadır. Fakr-nâme, Dîvân-ı Hikmet ile kıyaslandığında üslup bakımından farklılık göstermektedir. Hikmetler herkese hitap ettiği için daha çok hitabet tarzında iken Fakr-nâme dervişlere seyr-i sülükte yol göstermek için sade ama ara sıra sanatlı anlatımlara rastlanan bir nasihatler kitabıdır. Eser Kur’ân, sünnet, İslâm tarihî ve tasavvuf konularını içermektedir930.

Yesevîlikte Ahmet Yesevî’nin üslûbu ve tarzı kendine özgü bir karaktere sahiptir. Diğer tarikatlarda da görülen mûsikîden istifade edilme durumuna Yesevîlikte de rastlanmaktadır. Fakat Yesevî tarikatında Allah’a ulaşmak için heyecan duyanların sazları ile bu heyecanlarını aktarmaları onların hala eski

928 Bardakçı, a.g.m., s. 23.

929 Necdet Tosun, “Yeseviyye”, DİA, C. 43, İstanbul 2013, s. 487.

930 Ali Arslan, “Ahmed Yesevî’de Hz. Peygamber (sav) Sevgisi”, International Journal of Cultural and Social Studies, C. 2, S. 1, 2016, s. 284.

kültürlerinden kopamadıklarını da gösterir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi bu durum Türklerdeki ozanlık geleneğinden ötürüdür. Bu yol ile Allah’a yakınlıklarını ifade etmişlerdir. Bu durumda Yesevîlikte hoşgörü ön plandadır. Böylelikle etraflarına çok fazla kimse toplanmıştır. Böylelikle bu tarikat esasta Sünnî bir tarikat olsa bile, eski kültür unsurlarını kısmen de olsa barındırmıştır. Ayrıca örtüsüz şekilde kadın ile erkeğin zikirlerde bir arada bulunabilme geleneğini devam ettirmiştir931.

Yesevîlikte eski Türk kültürünün unsurlarının varlığı Yesevîliğin heterodoks İslâm inancına sahip olduğu iddiasını ortaya çıkarmıştır. F. Köprülü’nün “İslâm Süfi Tarikatlerine Türk-Moğol Şamanlığının Te’siri”932 makalesine göre bu heteredoks anlayışına sebep olan unsurlar şunlardır: İlk olarak menkıbede geçen tarihî gerçekliğine dair şüphe duyulan unsur kadınların “örtüsüz” şekilde Yesevîliğin dinî merasimlerde erkekler ile birlikte bulunmalarıdır. Bunun sebebini F. Köprülü Türklerin kamların şiirlerini hep birlikte kadın-erkek ayrımı yapmaksızın dinmelerine bağlamaktadır. Bu anlayış İslâmiyet’in kabulünden sonra devam ederek kamların yerini alan dervişleri Türklerin hala kam olarak görmesinin neticesidir. İlahileri ve hikmetleri ya da bu dervişlerin sohbetlerini Türklerin hala şiirmiş gibi görmesi ile açıklanmaktadır933.

İkinci unsur ileride daha ayrıntılı değineceğimiz zikr-i errenin varlığıdır. Bu zikir testere zikri olarak bilinmekle birlikte Türklerin zevkine uygun düşmektedir. Nitekim bu sesli zikir, Türkmenlerin nefesle hastaları tedavi etme ayinlerinin bir parçasıdır934. Kuzey Türklerinin şamanlarının rakslarında kullandıkları motiflere bu zikirde rastlanmaktadır. Ayrıca F. Köprülü’nün eski Türk boylarında da izleri görülen öküz kurban etme âdetinin Yesevîlikte de olduğunu söylemesidir935. Kurban âdeti İslâmiyet’te de olup bu duruma örnek olarak verilecek bir husus bize göre uygun değildir.

931 Demirci, a.g.m., s. 492.

932 Fuad Köprülü, “İslâm Süfi Tarikatlerine Türk-Moğol Şamanlığının Te’siri”, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, çev. Yaşar Altan, C. 18, S. 1, Ankara 1970, s. 141-152.

933 Köprülü, “Şamanlığın Te’siri”, s. 143.

934 Jo-Ann Gross, “‘Resmî’ ve ‘Resmî Olmayan’ İslâm Tartışması: Sovyet Orta Asyasında Tasavvuf”,

çev. Abdurrezzak Tek, U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 13, S. 1, Bursa 2004, s. 291.

Üçüncü olarak ise Budizm’de yeri olan dinî kişilerin kuşa dönüşmesi hadisesi verilmektedir. Daha önce Ahmed Yesevî’nin turnaya dönüştüğünü zaten söylemiştik. F. Köprülü bu makalesinde Ahmed Yesevî’ye tuzak kuranların onun mutfağına parçalanmış bir öküz bırakarak onu hırsızlıkla suçladıklarında Yesevî’nin düşmanlarını köpek haline getirdiğini yazmaktadır936. Bu tarz hayvana dönüşümlü menkıbelerin Budizm inancında da var olması Köprülü’yü heterodoks anlayışın Yesevîlikte de olduğunu düşünmesine sevk etmiştir.

Heterodoks anlayış içine dâhil edilse de bütün bu unsurlar Yesevîliğin daha kolay yayılmasını ve Türkler tarafından kabul görmesini sağlamıştır. Aynı zamanda millî bir karaktere de sahip olmasına imkân vermiştir. Bu doğrultuda da yazılan hikmetler pek tabi olarak sade ve anlaşılır dille kaleme alınmıştır. Hikmetlerin bu amacının yanı sıra tebliğ aracı olarak kullanılması da Yesevîlikte bir gelenek haline gelmiştir. Dîvân-ı Hikmet’i ezberleyen dervişler muktedir hale geldikleri zaman kendileri de hikmet yazmaya başlamışlardır. Hikmet yazmak Yesevî tarikatına girenler için neredeyse tarikatın esaslarından sayılmıştır. Bu bakımdan hikmetlere kutsal bir hüviyette kazandırılmıştır937.

Hikmet okumak veya kaleme almak sadece erkeklerin değil Yesevîliğe mensup kadınlarında prensiplerinden biridir. Yesevîlikte kadınların aktif rol alması Ahmed Yesevî’nin kızlarından itibaren süregelen bir durumdur. Kızı Gevher Şehnaz babasından öğrendiği hikmetleri önce komşularına okumaya başlamıştır. Sonra etrafındaki köy ve şehirlerdeki kadınlar arasında okuma işini de üstlenmiştir. Ayrıca hikmetlerin başka kadınlar tarafından da öğretilmesinin nasıl olacağı hakkında dersler vermiştir. Bu durum kadınlar arasında da bir gelenek haline gelmiştir. Geleneğe göre sonbahardan ilkbahara kadar yani kış döneminde kırk kadın ve kızdan oluşan topluluk ezberledikleri hikmetleri mekân fark etmeksizin okumak için bir araya gelmekteydiler938. Kare şeklinde toplanıp çiltanları yani kırkları temsil edecek

936 Köprülü, “Şamanlığın Te’siri”, s. 145. 937 Özköse, a.g.m., s. 309.

938 Yesevî kadınlarının bu töreni şöyle gerçekleşmektedir: İlk olarak ortalarına bir ya da bir buçuk

metre uzunluğunda bulunan yeşil bir ağaç dikerek üstüne de bir mum yakıyorlardı. Sonra hikmet okumaya geçmeden önce dua edip bir kez besmele çektikten sonra kırk kez tekbir getiriyorlardı. Aralarında yaşça en büyük olan töreni iddare ediyordu. Daha camları da kapatıp hikmet okumaya başlıyorlardır. Sonrasında kırk kişinin ilk onu hikmetlerri okumaya başlıyor kalan otuzda onlardan

şekilde diz çökerek oturmaktaydılar. Çiltan grubunun etrafında dinleyiciler bulunmaktadır. Fakat bu dinleyiciler arasında ergenlik çağına girmiş erkek çocuklar giremiyordu -Bu da aslında daha önce zikredilen kadın-erkek karışık dinî törenler düzenlenip namahrem hususuna çok dikkat edilmiyormuş gibi göstermenin pek doğru olmadığını göstermektedir-939.

Yesevîlik, Bektaşîlik ve Nakşibendîlik başta olmak üzere çok sayıda tarikatı etkilemiştir. Nakşibendîlik, Yesevîliğin zemin hazırlaması ile kısa bir zamanda Orta Asya’ya yayılmıştır. Nakşibendîlik özellikle Aşağı Türkistan ve Horasan Türkleri arasında popüler olmuştur940.

Fakr-name’ye göre Yesevîlik yolu dört kapı ve her kapıda on tane makamdan

oluşmaktadır. Toplamda dört kapı ve kırk makamdan oluşmaktadır. Kısacası Yesevîyye’ye dört kapıdan geçilerek ulaşılan kırk makamdan ibarettir941.

Birinci kapı şeriat kapısıdır. Bu kapının on makamı şunlardır: Allah’ın varlığına, birliğine, zatına ve sıfatlarına iman etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hac yapmak, yumuşak söz söylemek, ilim öğrenmek, Hz. Peygamber’in sünnetlerini uygulamak, emr-i bil-maruf ve nehy-i münkeri eksiksiz ifa etmek942.

İkinci kapı tarikat kapısıdır. Bu kapının on makamı şunlardır: pirin huzurunda tevbe etmek ve ondan biat alarak tarikata girmek, Allah’ın azabından korkarak ve merhametinden de ümit ederek yaşamak (havf ve reca), tarikatın evradını (okunması adet olmuş dualar) zamanında ve eksiksiz uygulamak, pirine hizmet etmek, pirin huzurunda izinsiz konuşmamak, pîrin ikaz ve öğütlerine uymak, Allah rızasından

sonra devam ediyorlardı. Yaklaşık iki saat süren merasimin sonunda hikmetlerin “münacaat be

dergah-ı kadi’l-hacat celle celalühü” kısmını koro halinde söylemek adetleri vardır. Yavaşça

başladıkları bu zikir ortalarda yükseliyor sonlarına doğru tekrar yavaş hale gelmektedir. Hikmetlerin okunmasından sonra Ahmed Yesevî şerefine dua okunuyordu. Camlar açılıyor, ortadaki mum söndürülüyordu. Hikmet okuma merasiminden sonra çay içiliyordu. Bu esnada Yesevî’nin halvvetle ilgili hikayeleri anlatılıyordu (Mustafa Kara, a.g.m., s. 22).

939 Mustafa Kara, a.g.m., s. 21. 940 Kazar, a.g.m., s. 41-42.

941 Kemal Eraslan, Yesevî’nin Fakr-nâmesi, Ankara 2016, s. 52. 942 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 200.

uzak olan şeylerden kaçınmak (tecrid), Allah’ın huzurunda olmanın bilincinde olmak (tefrid)943.

Üçüncü kapı marifet kapısıdır. Bu kapının on makamı şunlardır: Fenafillahı amaçlamak, dervişliğe razı gelmek, toplumun ezasına katlanmak, helal lokmanın peşinde olmak, Hakkın marifetine müşteri olmak, şeriat ve tarikatın değerini kavramak, dünyadan uzaklaşmak, ahiret hayatını tercih etmek, varlığın mahiyetinden haberdar olmak, hakikatin sırlarına vakıf olmak944.

Dördüncü kapı hakikattir. Bu kapının on makamı şunlardır: Allah yolunda olmak, helal-haram ve iyi-kötü kavramlarının farkında olmak, harama el uzatmamak, yiyeceklerini Hakk yolunda harcamak, kimseye eziyet etmemek, fakirliğin münkiri olmamak, tarikattaki seyr-i sülûkunda azimli ve sadık olmak, mürşidinden başkasına sırlarını açmamak, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat makamlarının farkında amel işlemek, sonunda Hakk’a vuslat ile seyri fillahta karar kılmak945.

Yesevîliğin kendilerine özgü zikr-i erre adında bir zikirleri bulunmaktadır. Zikir esnasında ses gırtlaktan testere sesine benzer bir hırıltı çıkardığından bu zikre zikr-i erre, zikr-i minşârî, bıçkı zikri gibi isimler verilmiştir. Bu zikir şu şekilde yapılmaktadır. “Zikr-i errenin yolu, iki elini, iki uyluğunun üzerine koyarak, nefesini

de göbeğine doğru vererek ‘hû’ deyip nefesi de göbek altından uzatarak, baş, bel, sırt aynı hizaya getirilmek sûretiyle, şiddetle ‘Ilayy’ diyerek, zikre, bu tarz üzere devam etmektir”946.

Yesevîlikte halvet tasavvuf eğitiminin en önemli unsurlarından biridir. Hazînî’nin Cevâhirü’l-Ebrâr’ında yer alan bilgilere göre diğer tarikatlardan farklı olarak Yesevîlikte halvet gruplar halinde yapılmaktadır. Halvete girecek mürit bir gün önceden oruç tutup, halvetten bir gün önce sabah namazının ardından zikir ve tekbirlerini artırmaktadır. Gün içerisindeki ikindi namazını takiben halvethanenin kapı ve pencereleri kapatılıp mürit güneş batana kadar tövbe ve zikirle meşgul olur. Akşam namazı kılındıktan sonra oruç sıcak su ile açılmakta daha sonra ise bir daha

943 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 200-201. 944 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 201. 945 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 201. 946 Cebecioğlu, a.g.m., s. 94.

su verilmemektedir. Siyah darıdan yapılan halvet çorbası bütün halvet ehli ile birlikte içilmektedir. Bu çorbadan içildikten sonra serinlemek için karpuz ya da ayran verilmektedir. Yemek bittikten sonra Kur’ân-ı Kerîm’den bir sûre ya da birkaç âyet okunmaktadır. Ayakta saf tutup üç kez tekbir getirilir, ardından oturulup gece yarısına kadar zikir düzenlenmektedir. Bu esnada da hikmetler okunmaktadır. Bu işlemlerin son bulmasının ardından saç tıraş edilip halvethanenin dört yönüne doğru tekbir getirilmektedir. Zikirler mum sönene kadar devam etmekte ve ardından birkaç saat istirahat edilip görülen rüyalar şeyhe yorumlatılmaktadır.

Halvete giren müridin dört önemli vazifesi bulunmaktadır. İlk olarak kuşluk namazı kılındıktan sonra kefaret amacıyla iki rekât namaz kılmak ve her rekâtta Fâtiha Sûresi’nin ardından Kevser Sûresi’ni okumak gerekmektedir. İkincisi dört rekât tesbih namazı kılmak ve Allah’tan ne istiyorsa onu dilemektir. Üçüncü vazife her gün Kur’ân’dan yüz ayet okumaktır. Dördüncüsü ise sürekli zikirle meşgul olmaktır. Halvet gece ve gündüz olmak üzere kırk gün devam etmektedir. Kırk günün sonunda mutfak görevlileri diğerlerinden önce halvethaneden çıkarak kurban kesmektedirler. Kesilen kurbanların kanlarını ve kemiklerini gömerek saklamak âdeti vardır. Kurbanın boğazında yer alan etten kebap yapılarak soğuk su ya da ayranla halvet ehline dağıtılmaktadır. O gece müritler kendi evlerinde dinlenir ve ertesi gün sabah namazında yapılan dua ve zikirlerle halvetin tamamlandığı ilân edilmektedir. Yesevîlikte tasavvufî eğitimini tamamlayan ve hilâfet alan müride hırkanın yanı sıra bir asâ verilmesi geleneği bulunmaktadır947.