• Sonuç bulunamadı

A. Dîvân-ı Hikmet Hakkında Bilgiler

1. Ahmed Yesevî

Ahmed Yesevî bilinen diğer adlarıyla Pîr-i Türkistan652, Hazret-i Türkistan, Hazret Sultan Türkistan veya Hoca/Hace Ahmed Yesevî653 günümüz Türk

650 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 156. 651 Özköse, a.g.m., s. 307.

652 Pîr Farsçada yaşlı anlamına gelen bir kelimedir. Pîrin Arapçadaki karşılığı ise şeyhtir. Şeyhin de

Arapça karşılığı ihtiyardır. Şeyh “bir tarikatın kurucusu olan ya da bir tarikatta, bir tarikatın

kollarında en yüksek aşamaya ulaşmış bulunan kimse, tarikat büyüğü”dür. Tarikat ehlinde pîr

tarikatin kurucusu veya mürşidlerin en büyüğü için kullanılmaktadır. Divan-ı Hikmet’te kullılan Pîr-i Muğan bu kimselerin en büyüğüne verilen isimdir.

https://www.google.com.tr/search?client=opera&site=async/dictw&q=Sözlük#dobs=şeyh (Erişim Tarihi, 02.10.2018), Bice, Pîr-i Türkistan, s. 1.

653 Ahmed Yesevî’nin Hoca Ahmed Yesevî olarak anılmasıyla alakalı bir menkıbe bulunmaktadır.

Yesevî’nin çocukluğu döneminde Aşağı Türkistan ve Türkistan’da Yesevî adlı bir hükümdar vardır. Bu hükümdar kışın Semerkand’da yazın ise Türkistan dağlarında ikamet etmektedir. Av meraklısı olan bu hükümdar bu dağlarda av ile meşgul olmaktadır. Kara-cuk Dağı’na geldiğinde dağın çok girinti çıkıntısından ötürü avlanamamıştır. Bunun üzerine sinirlenip dağı ortadan kaldırmak istemiştir. Bunun için hâkimiyeti altında bulunan velileri yanına davet etmiştir. Gelen kimselerden dua ederek

dünyasının maneviyatında etkisi devam eden bir mürşiddir. Ahmed Yesevî’nin hayatına dair bilgiler genellikle halk arasında yayıla gelmiş menkıbelere dayanmaktadır. Zamanla içerisine hayali unsurlarında eklendiği bu menkıbelerin yazıya geçirilmesi de araştırmacıları zor duruma sokmaktadır. F. Köprülü’nün belirttiği üzere efsanelerden olağanüstülüklerin temizlenip çekirdeğe ulaşılması ile tarihi gerçekliklerin doğrultusunda net bilgilere ulaşılacaktır. Ahmed Yesevî hakkındaki menkıbeler için bu işlem gerçekleştirildiğinde onun hakkında daha gerçekçi bilgilere ulaşabiliriz.

Ahmed Yesevî’nin doğum tarihi hakkında bilgi bulunmamakla birlikte 1085- 1095 tarihleri654 arasında Sayram’da655 doğmuş olma ihtimali vardır. Kaşgarlı Mahmud, Sayram’dan Balasagun’a kadar olan bölgeyi Argu beldesi saymıştır. Bu açıdan Ahmed Yesevî’nin atalarının Argu Türklerinden olduğu söylenebilir. Babası şeyh İbrahim, Sayram’ın bilinen şeyhlerindendir. Şeyh İbrahim, halifelerinden Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun ile evlenmiş ve bu evlilikten Gevher-Şehnaz adlı bir kızla ondan yaşça küçük Ahmed adlı çocukları olmuştur. Ahmed, babasından evvel annesini kaybetmiş, babasını ise yedi yaşında kaybettiği için ablasının vesayetinde

dağı ortadan kaldırmalarını istemiştir. İhram bağlayıp üç gün boyunca dağın yok olması için ne kadar duaa ettilerse dağ bir türlü kaybolmamaıştır. Bunun sebebi araştırılırken sayılarınıın yetersiz olduğunu düşünüp etrafta gelmeyen kimse var mı diye düşünmüşlerdir. Şeyh İbrahim oğlu Hoca Ahmed’in küçük yaşta olduğu için çağrılmadığı ortaya böylece çıkmıştır. Sayram’a adam gönderip Ahmed çağrıldığında o, ablasından izin istemiştir. Ablası babasının bir vasiyeti bulunduğunu, meydana çıkma vaktinin buna göre anlaşılacağını söylmiştir. Vasiyete göre babalarının mabedindeki bağlı sofrayı Hoca Ahmed açarsa dışarı çıkabilecektir. Ahmed sofrayı açmaya kadir olduktan sonra Yesi’ye gitmiştir. Sofrasını orada yer alan evliyaya açarak bir ekmeği hepsine bölmüş neredeyse 99 bin kişiyi bulan herkese yetmiştir. Bu kerameti görenler onun büyüklüğünü anlamışlardır. Ayrıca Hoca Ahmed babasının hırkasının içinde duasının sonucunu beklerken aniden yağmur başlamış her yeri sel kaplamıştır. Hırkayı çıkardığında ise yağmur bir anda durmuştur. Baktıkalrı zaman Kara-cuk Dağı’nın yok olduğunu görmüşlerdir. -Sonradan o dağ yerine Kara-cuk kasabası kurulmuş ve Yesevî ve soyunun yaşadığı yer ve memleketi orasıdır-. Bu kerameti gören hükümdar kendi adının sonsuza kalması için Hoca Ahmed’den niyaz etmiştir. Hoca bunu kabul ederek “Alemde her kim bizi severse

senin adınla beraber yadeylesin” demiştir. O günden sonra kendisi Hoca Ahmed Yesevî olarak

anılmaya başlamıştır (Köprülü, Mutasavvıflar, s. 59-60).

654 Ahmed Yesevî’nin Hemedânî’ye 1140 yılında yirmi yedi yaşında intisap ettiği göz önüne alınırsa

doğum tarihi 1113 olarak çıkmaktadır. Ancak, Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nin Yûsuf Hemedânî maddesinde Hemedânî’nin ölüm tarihi 1140 olarak geçmektedir. O zaman 1140 yılında ona intisap etmesinden hareketle bu çıkarımı yapmak pekte sağlıklı olmayacaktır. Ölüm tarihi olan 1166/67’den doğum tarihi çıkarılarak hesap edildiğinde ortalama 70-80 yıl yaşadığı ortaya çıkmaktadır. Fakat kaç yıl yaşadığı da yine menkıbelere dayanmaktadır. Netice itibariyle Ahmed Yesevî’nin doğum tarihi hakkında kesin ya da tahmini bir yargıya ulaşmak oldukça güçtür.

655 Sayram kasabası, günümüzde Doğu Türkistan bölgesinde yer alan Aksu sancağına bağlı ve buranın

176 kilometre kuzey doğusunda bulunmaktadır. Sayram, Tarım Nehri’nin kollarından Şahyar Irmağı’nın üzerinde küçük bir kasabadır. bk. Ek-9.

büyümüştür. Bilinmeyen bir sebepten Sayram’ı terk edip Yesi’ye gelmiştir. Ahmed Yesevî, menkıbelere göre, burada Hızır’ın sohbet ve irşadına nail olmuştur. Geçim kaynağı olarak tahtadan yaptığı kaşıkları satmaktadır. Ahmed Yesevî aynı yaşta burada Arslan Baba656 adlı Türk şeyhinin iltifatını ve duasını almıştır657.

Menkıbeye göre Ahmed Yesevî’nin Arslan Baba’ya intisap edişi şu şekildedir. Gazvelerin birinde ashap aç kalınca Hz. Peygamber’e gelerek ondan yiyecek ricasında bulunmuşlardır. Hz. Peygamber bu durum üzerine dua etmiş ve Cebrail Cennet’ten bir tabak hurma getirmiştir. Sahabeler hurma yerken bir adet hurma yere düşmüştür. Bunun üzerine Cebrail yere düşen hurmanın Ahmed’in kısmeti olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber de ashaptan hurmayı sahibine ulaştırmasını istemiştir. Ashaptan kimse bu görevi üstlenmek istemeyince Arslan Baba Allah’ın inayeti ve Hz. Peygamber’in delaletiyle bu görevi üzerine almıştır. Hz. Peygamber hurmayı Arslan Baba’nın damağına yerleştirmiş, Ahmed’i nasıl ve nerede bulacağını anlatmış, onun terbiyesiyle ilgilenmesini buyurmuştur. Arslan Baba böylelikle Yesi’ye gelmiş, Ahmed’i sokakta arkadaşlarıyla oynarken bulmuştur. Arslan Baba daha hurmadan bahsetmeden Ahmed, emaneti teslim etmesini istemiştir. Arslan Baba beş yüz yıl damağında sakladığı ve hala ilk günkü gibi tazeliğini muhafaza eden hurmayı ağzından çıkararak Ahmed Yesevî’ye teslim etmiştir. Böylece Ahmed ve Arslan Baba’nın ilişkisi de başlamıştır658.

Ahmed Yesevî’nin manevi eğitimini üstlenen Arslan Baba, bir yıl sonra vefat etmiştir. Arslan Baba, Ahmed’in yaşı küçük olduğundan ve de birlikte çok fazla vakit geçiremediklerinden onun şahsiyeti üzerinde kuvvetli bir etkisi olduğu doğru sayılamaz. Ama Ahmed öğrenim hayatına Yesi’de başlamıştır.

Ahmed Yesevî, Yesi’de ilk tahsilini tamamladıktan sonra genç yaşta bir İslâm merkezi olan Buhara’ya gitmiştir. Karahanlılar ve Selçuklular devrinde Türkistan’ın en önemli ilim merkezlerinden olan Buhara’da Şeyh Yûsuf Hemedânî’ye yirmi yedi

656 Ahmed Yesevî, Arslan Baba’yı Hz. Peygamber’in gözdesi, sahabelerin seçkini, Hakkın seçkin

bendesi olan birisi olarak tanımlamaktadır. Dîvân-ı Hikmet, haz. Eraslan, s. 119.

657 Dîvân-ı Hikmet, haz. Eraslan, s. 63; Köprülü, Mutasavvıflar, s. 85-87, 152; Ahmet Turan Yüksel,

“Ahmet Yesevî: Hayatı, Eserleri, Fikir ve Tesirleri”, Türkler, C. 5, Ankara 2002, s. 545.

658 Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Hikmet-18, haz. Hayati Bice, Ankara 2016, s. s44; Köprülü, Mutasavvıflar, s. 28; Mehmet Kazar, “Ahmed Yesevî Hayatı, Halifeleri ve Tarikatı, Eseri ve

yaşındayken intisap etmiştir. Onun şahsiyeti bu şeyh ile şekillenmiştir. Sülûk eğitimini, zahirî ve bâtıni ilimleri Yûsuf Hemedânî’den öğrenmiştir. Yûsuf Hemedânî hadis, fıkıh usulü, hilaf ve nazar konularında ileri seviyede bulunan bir âlimdir. Hemedânî, Isfahan ve Semerkand’da uzun süre hadis ilmiyle uğraşmıştır. Nizamiye Medresesi gibi önemli bir eğitim kurumunda ders verecek kadar başarılı bir kariyere sahiptir. Kaynaklara göre, bu zatın şeyhi Ebû Ali Farmedî, İmam Gazalî’nin de şeyhidir. Ahmed Yesevî, Hanefî fakihi olan hocası ile çeşitli bölgelerde yolculuklar yapmıştır. Yûsuf Hemedânî ihtiyarlığında Abdullah Berkî, Hasan Endakî ve Ahmed Yesevî’yi halife olarak seçmiştir. İlk iki halifenin ölümünden sonra Ahmed Yesevî, Buhara’daki tekkenin şeyhliği görevini ifa etmiştir. Sonra görevini dördüncü halife Abdülhalık Gucdüvanî’ye bırakıp 1160’larda Yesi’ye geri dönmüştür659.

Arslan Baba’dan melâmet esaslarını öğrenen Yesevî, Yûsuf Hemedânî’den de zühd, takvâ, riyazet, mücâhede, ibadet ve zikir esasları hakkında dersler almıştır. Ahmed Yesevî’nin ilmî hayatında sadece bu iki isim etken rol oynamamıştır. Hikmetlerinden anlaşıldığı üzere İbrâhim Ethem (ö. H. 161/ M. 777), Şakîk-i Belhî (ö. H. 194/ M. 809), Ma’rûf-i Kerhî (ö. H. 200/ M. 816), Bâyezid-i Bistâmî (ö. H. 261/ M. 875), Cüneyd-i Bağdâdî (ö. H. 297/ M. 909), Hallâc-ı Mansûr (ö. H. 309/ M. 921) ve Şiblî (ö. H. 334/ M. 945) gibi büyük mutasavvıfların tesiri altında kalmıştır. Böylelikle tasavvufî anlamda zengin bir muhteva kazanmıştır660.

Ahmed Yesevî’nin İbrahim661 adında bir oğlu olmuş, kendi sağlında iken ölmüş ya da öldürülmüştür. İbrahim’i katillerinin kim olduğu konusunda fikir birliği bulunmamaktadır. F. Köprülü, Yesevî’nin oğlunun Suriler tarafından hocaya düşmanlık beslendiği için öldürüldüğünü söylemektedir662. H. Bice’de İbrahim’in Savran halkı tarafından katledildiğini ifade etmektedir663. Katledenlerin kim olduğu

659 İ. Doğan, a.g.m., s. 10; Cebecioğlu, a.g.m., s. 88; Özköse, a.g.m., s. 294. 660 Özköse, ag.m., s. 297.

661 Ahmed Yesevî’nin oğlu İbrahim hakkında bir menkıbe bulunmaktadır. Menkıbeye göre Ahmed

Yesevî bu dünyada iki şeyi çok sevmektedir. Bunlardan biri kır renkli atı diğeri de oğlu İbrahim’dir. Aşırı sevgisinden dolayı Hoca bunları kendisinin putları olarak görmektedir. Oğlunun ölüm haberini getirene atını vereceğini söyleyerek putlarından kurtulmanın kendince bir çözümünü bulmuştur ( Bice,

Pîr-i Türkistan, s. 2). 662 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 67. 663 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 95.

hakkında net bir bilgi olmasa da bunların ortak olduğu nokta İbrahim’in bir ağaç altında başının kesilerek öldürülmesidir. Bu bilginin doğruluğu hakkında ise kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ahmed Yesevî’nin bu oğlundan başka, Gevher Şehnâz ve Gevher Hoşnâz adlı iki kızı olmuş, soyu Gevher Şehnâz vasıtası ile devam etmiştir664.

Ahmed Yesevî, Yesi’ye döndükten sonra, 1166 yılına kadar bu şehri irşad faaliyetlerine merkez edinmiştir. Burada etrafına Türkistan’ın her yerinden müritler toplanmıştır. Bu kişiler eğitimlerini tamamladıktan sonra Türkistan’dan Balkanlara kadar İslâmiyet’i ve tasavvufu yaymaya başlamışlardır. Türkistan bozkırlarına kadar faaliyet gösteren dervişler, çevrelerine İslâmiyet ile yeni tanışmış Türkleri toplamıştır. Bu bakımdan ileride değinileceği üzere hikmetlerin dili hep Türkçe olmuştur. Böylece etraflarına insan toplamada daha etkili olunmuş ve başarı sağlanmıştır665.

Ahmed Yesevî, çocukluğundan itibaren Hz. Peygamber’in sünnetine uygun bir hayat sürdürmüştür. Altmış üç yaşına geldiği vakit Hz. Peygamber’in ömrünün bu kadar olmasını kendisine ukde edinmiştir. Bu açıdan Hz. Peygamber’den uzun yaşamanın acısını çekmek için yerin altına bir mezar kazdırmıştır. Hoca Ahmed, altmış üç yaşında yer altına girmesinin bir diğer nedenini ise, Miraç gecesinde Hz. Peygamber’in ruhunu görmesine bağlamaktadır. Bir bakımdan çile hücresine benzeyen bu yapı Hoca Ahmed’in ömrünün geri kalanını geçirdiği yerdir. Vefat tarihe kadar yaklaşık on sene uzlete dayalı bir hayat sürdürdüğü bilinen Ahmed Yesevî’nin yetmiş üç yaşında vefat ettiği genel bir görüştür. Ancak onun yüz yirmi veya yüz otuz üç yıl yaşadığı da diğer rivayetler arasındadır. Bu yaşa kadar yaşadığını iddia edenler onun altmış-altmış beş sene kadar yer altında ibadete vakit ayırdığını söylemektedirler666.

Ahmed Yesevî’nin türbesi bir külliyenin parçasıdır. Yesevî, kendisi hayatta iken bir mescit yaptırmıştır. Kazdırdığı mezarı külliyenin küçük bir çilehanesi şeklindedir. Yesevî’nin vefatından sonra Kırgız ve Kazak Türkleri, Hoca Ahmed’in

664 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 98. 665 Demirci, a.g.m., s. 493. 666 Bice, “Pîr-i Türkistan, 103, 169.

kendilerine şefaatçi olması için cenazelerini bu külliyenin civarına defnetmişlerdir. Böylelikle külliyenin etrafında bir mezarlıkta oluşmuştur 667.

Ahmed Yesevî’nin vefat ettikten sonra dahi şöhreti bölgeden silinmemiştir. Emir Timur bir gün rüyasında hocayı görmesinden mütevellit bir anıt-mezar şeklinde Yesevî için bir türbe yaptırmıştır. İki sene zarfında tamamlanan türbe inşaatı, camii ve dergâhı ile daha kompleks bir külliye haline gelmiştir. Zaman içerisinde tahrip olan türbe Özbek Hanı Abdullah Han, bir diğer rivayete göre de Şeyban Han tarafından onarılmıştır. Türbenin bulunduğu camiye Cami-i Hazret, bu camiinin bulunduğu şehre ise Hazret-i Türkistan veya sadece Hazret denilmektedir. Türbenin bölge halkı için önemi çok fazla olup, burada Zilhiccenin onuncu gününde Türkmen, Özbek, Kazak ve Kırgızlar tarafından görkemli merasimler düzenlenmektedir668.

2. Eserin Yazılış Amacı

Hoca Ahmed, vefat edinceye kadar sûfiyane manzumelerini söylemeye devam etmiştir. Hikmetlerin yazılış amacı, müritlerine ve yeni Müslüman olan kimselere İslâmiyet’i ve Yesevîlik adabını aktarmaktır. Arapça ve Farsça bilmeyen Türk halkına onları anlayabileceği dilde İslâmiyet’in kaidelerini anlatmıştır. Şeriatla tarikatı bir araya getirerek edebî olmayan sade bir dilde medrese eğitimi almamış halka daha kolay hitap etmiştir.

Ahmed Yesevî’nin sade bir dille hikmetler söylemesinin arka planında eski Türk kültürünün etkisi vardır. Türkler, eski din ve kültürlerinden kopuz eşliğinde ozanların söyledikleri dörtlüklere aşinalardır. Koşuk adı verilen dörtlükler, edebî sanatlardan uzak halkın ilgisine göre söylenen şiirlerdir. Şifahi kültürün aracı olan bu dörtlükler, Türklerin zamanla yaydıkları bir propaganda aracı niteliğindedir. Bu durumu bilen Hoca Ahmed, Türklerin ilgisini çekecek yolla yani ezberlemesi kolay hikmetler ile İslâmiyet’i anlatmaya çalışmıştır. Nitekim medrese tahsili gibi dersler vermeye çalışsa idi bu kadar başarı sağlamış olmayabilirdi.

667 Emel Esin, “Ahmed Yesevî Külliyesi”, DİA, C. 2, İstnabul 1989, s. 162; Cebecioğlu, a.g.m., s. 89. 668 Özköse, a.g.m., s. 298-299.

Dörtlüklerin konusu ağır kelamî veya fıkhî meseleler değildir. O, bunun aksine hitap ettiği toplumun fikir seviyesini ve ruh halini göz önüne almıştır. Onlara tasavvufî felsefenin kavramayacakları inceliklerini değil, daha çok şer’i ve ahlakî unsurları hem öğüt hem de emir verir şekilde tebliğ etmiştir. Uhrevî mutluluk için bunlara bağlı kalmanın gerekliliğine defalarca yer vererek bunlara bağlı kalmanın lazım olduğunu anlatmıştır.

Ahmed Yesevî’nin dinî telkin amaçlı hikmetleri amacı doğrultusunda edebî bir eser niteliğinden de uzak olduğu söylenebilir. Arapça ve Farsça tasavvuf eserleri anlayamayan Türkleri aydınlatmak ve müritlerine tasavvufî hakikatleri anlatmak temel amacıydı. Dolayısıyla hikmetler, edebî bir eser ortaya koyulmak amacıyla yazılmamıştır. Ahmed Yesevî için hikmetler amacı doğrultusunda bir vasıta olmuştur669.

Ahmed Yesevî’nin üzerinde durduğu temel nokta, halkı irşad ve doğru yola iletme düşüncesidir. Tasvir ettiği dinî menkıbeler, münâcâtlar, feryatlar ve istiğfarlar hep bu düşünce üzerinedir. Erenlerin sözünü dinlemek, Kur’ân ve hadis hükümlerine uymak, şeriatla tarikatı meczeylemek, hoş dünyayı bırakmak, riyazet ve mücâhede yolunu tutmak onun en çok tavsiye ettiği şeylerdendir. Kur’ân-ı Kerîm’den ayetler ve kıssalar vermesi, hadislerden örnekler vermesi ile halkın bunlara ilgisini çekmeye çalışmıştır. Hikmetlerde yer alan ayet ve hadisler ile Türklerin bir nebze de olsa da bunlara aşina olmasını sağlamıştır670.

Ahmed Yesevî’nin öğretici faaliyetlerinde kullandığı üslup dikkat çekmektedir. Hoşgörü ve tevazu içerisinde çok yumuşak bir üslup kullanmaya özen göstermiştir. Yesevî, gayet ılımlı bir yol izleyerek binlerce kişinin gönlünü kazanmıştır. Hitap ettiği kesimin hem beşerî hem de manevi dünyalarına yönelen Ahmed Yesevî, onları düşünmeye, duymaya ve bilhassa kendi kendilerinin farkına varmaya çağırmıştır. O, mütevazılığı ile öğüt ve tavsiyelerini önce kendisine yönelterek, kendinden

669 Özköse, a.g.m., s. 301. 670 Özköse, a.g.m., 301-302.

başlamanın gerektiğine vurgu yapmıştır. Böylece sözleri etkili, tavsiyeleri tutulur olmuştur671.

3. Eserin Kaleme Alındığı Ortam

Hoca Ahmed Yesevî’nin biyografisine göre onun yaşadığı coğrafya Aşağı Seyhun ve Aşağı Türkistan ile mahduttur. Bu bölgeler Oğuzların, kısmen Kıpçakların, Çiğil ve Karlukların yoğun şekilde yer aldığı Batı Karahanlı (1041- 1212) ülkesinin ana parçalarındandır672.

Ahmed Yesevî’nin doğum tarihi göz önüne alındığında onun çocukluk döneminde Batı Karahanlıların başındaki hakan Semerkand’da Arslan Han Muhammed’dir (1102-1130). Oğlu Nasr Buhara’da, diğer oğlu Kadır Han Ahmed, Türkistan tarafında (Aşağı Seyhun) bulunmaktadır. Yesevî’nin şiirlerinde zikrettiği söylenen Ahmed Han ismi ve Kadır Han unvanından hareketle bu kişinin Arslan Han Muhammed’in ikinci oğlu Kadır Han Ahmed olduğu aşikârdır673.

Ahmed Yesevî’nin yaşadığı XI. ve XII. yüzyıllar Karlukların batıya göç ederek Aşağı Türkistan’a gelmeleri ile Karahanlılar ve Orta Asya’nın Türklüğünü kuvvetlendirmiştir. İslâmiyet’in bölgede yerleşmeye başlaması ile tasavvuf akımları674 ortaya çıkmaya başlamıştır. Karahanlılar devrinde yaşayan din âlimlerinin de çoğu sûfidir. Bu çoğunluktan da anlaşılacağı üzere Karahanlı coğrafyasında sûfi hangahların ne yoğunlukta olduğu tahmin edilebilir. Horasan, Fergana, Buhara ve Semerkand gibi önemli merkezlerde tasavvuf kurumsallaşmaya başlamıştır675.

671 Akyüz, a.g.m., s. 25; Özköse, a.g.m., s. 302.

672 Ömer Soner Hunkan, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Yaşadığı Dönemde Aşağı Seyhûn ve

Mâverâünnehr’de Siyasî Ortam [1063-1166]”, I. Uluslarası Ahmed Yesevî Sempozyumu, (Ankara, 28- 30 Nisan 2016), Ankara 2016, s. 55.

673 Hunkan, “Siyasi Ortam”, s. 60.

674 Tasavvufi İslâmiyet’in ruhanî boyutu ve Hz. Peygamber’in manevi otoritesinin (Hz. Peygamber’in

ibadetleri) kurumsallaşmış ve günümüze kadar ulaşmış şeklidir. Asr-ı Saadet’te başlayan tasavvufi hayata zühd dönemi denmektedir. Bu dönem H. II. (M. VIII) asra kadar devam etmiştir. Bu dönemde zühd ve tasavvufun ekollerri olan mektepler ortaya çıkmaya başlamıştır (Medine, Kufe, Basra ve Horasan mektepleri). H. III. ve IV. (M. IX-X) asırlarda Nişabur (fütüvvet ve melamet), Mısır (marifet ve muhabbet), Şam (açlık ve gece ibadeti), Bağdat (tevhid ve aşk) mektepleri karşımıza çıkmaktadır. XI. asırdan sonra da tarikatler oluşmaya başlamıştır. Yesevîlikte Türkistan coğrafyasında kurulan ilk Türk tarikatıdır. Daha sonra bu tarikat Türkistan ve Anadolu'da kurulup yaygınlık kazanan bütün tarikatlara ve tasavvufî ekollere doğrudan veya dolaylı olarak etki etmiştir (H. Kâmil Yılmaz,

Anahatlarıyla Tassavvuf ve Tarîkatlar, İstanbul 2004, s. 84-113). 675 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 23, 26.

Fergana’da Türkler kendi şeyhlerine Bab, yani Baba unvanını vermeleriyle ilk mutasavvıflar yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.

İlk mutasavvıflar devri, İslâmiyet’ten sonra Türk edebiyatında millî ruh ve zevke hitap eden dinî metinlerin kaleme alındığı dönemdir. Bu dönemin özelliklerine baktığımız zaman hitap edilen kesim doğrultusunda hareket edildiği göze çarpmaktadır. Türkler X. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlamış lakin yeni dini tam manasıyla kavramış değillerdi. Bunu eski inanışlarını İslâmiyet ile birlikte yürütmelerinden anlamaktayız. Böylece mutasavvıf, sûfi ve dervişlerin halk arasında yayılmaya başladıkları görülmektedir. Eski bağlarından kopamayan Türklere yeni dinleri hakkında daha fazla bilgi vermek için millî unsurlar ile süslü şiirler devreye girmiştir. Birçok derviş İslâmiyet ve tarikatlarını yaymak amacıyla konar-göçer Türklerin arasında faaliyet gösteriyor ve mefkûreyi onların anlayacakları lisanî mahiyette yaymaya çalışıyorlardır. Bunlar eski şamanlar veya kamlar gibi manzum ilahiler okuyan veya Budist rahipler gibi hem gezip hem de menkıbeler anlatan şahsiyetlerdir. Benzer özellik taşıyan dervişler yerli halka nasıl yaklaşacakları konusunda hangi kaynaklardan besleneceklerini bilmişlerdir. Bu bağlamda da yavaş yavaş tekke edebiyatı gelişme göstermiştir. Tekke edebiyatına halk edebiyatı bir nüve teşkil etmiştir676.

Tekke edebiyatının yerleşmeye başladığı dönemde Hoca Ahmed Yesevî Türkistan’da dervişleri aracılığı ile İslâmlaşma faaliyeti yürütmektedir. Yesevî’nin hocası Hemedânî, Hristiyan ve Mecûsîlerin evlerine ziyarette bulunarak, onlara hoşgörülü davranarak, tatlı dil ve aklî deliller ile İslâmiyet’i anlatmıştır. Daha önce Yesevî’nin de Türklere karşı hoşgörü ve tevazu ile yaklaşmasından bahsetmiştik. Demek ki onun bu özelliği hocasından miras kalmıştır. Ahmed Yesevî’nin bu