• Sonuç bulunamadı

B. Dîvân-ı Hikmet’te Yer Alan İslâmî Unsurlar

4. Tasavvuf

ibadetleri) kurumsallaşmış ve günümüze kadar ulaşmış şeklidir. Asr-ı Saadet’te başlayan tasavvufi hayata zühd dönemi denmektedir. Bu dönem H. II. (M. VIII) asra kadar devam etmiştir. Bu dönemde zühd ve tasavvufun ekollerri olan mektepler ortaya çıkmaya başlamıştır (Medine, Kufe, Basra ve Horasan mektepleri). H. III. ve IV. (M. IX-X) asırlarda Nişabur (fütüvvet ve melamet), Mısır (marifet ve muhabbet), Şam (açlık ve gece ibadeti), Bağdat (tevhid ve aşk) mektepleri karşımıza çıkmaktadır. XI. asırdan sonra da tarikatler oluşmaya başlamıştır. Yesevîlikte Türkistan coğrafyasında kurulan ilk Türk tarikatıdır. Daha sonra bu tarikat Türkistan ve Anadolu'da kurulup yaygınlık kazanan bütün tarikatlara ve tasavvufî ekollere doğrudan veya dolaylı olarak etki etmiştir (H. Kâmil Yılmaz,

Anahatlarıyla Tassavvuf ve Tarîkatlar, İstanbul 2004, s. 84-113). 675 Bice, Pîr-i Türkistan, s. 23, 26.

Fergana’da Türkler kendi şeyhlerine Bab, yani Baba unvanını vermeleriyle ilk mutasavvıflar yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.

İlk mutasavvıflar devri, İslâmiyet’ten sonra Türk edebiyatında millî ruh ve zevke hitap eden dinî metinlerin kaleme alındığı dönemdir. Bu dönemin özelliklerine baktığımız zaman hitap edilen kesim doğrultusunda hareket edildiği göze çarpmaktadır. Türkler X. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlamış lakin yeni dini tam manasıyla kavramış değillerdi. Bunu eski inanışlarını İslâmiyet ile birlikte yürütmelerinden anlamaktayız. Böylece mutasavvıf, sûfi ve dervişlerin halk arasında yayılmaya başladıkları görülmektedir. Eski bağlarından kopamayan Türklere yeni dinleri hakkında daha fazla bilgi vermek için millî unsurlar ile süslü şiirler devreye girmiştir. Birçok derviş İslâmiyet ve tarikatlarını yaymak amacıyla konar-göçer Türklerin arasında faaliyet gösteriyor ve mefkûreyi onların anlayacakları lisanî mahiyette yaymaya çalışıyorlardır. Bunlar eski şamanlar veya kamlar gibi manzum ilahiler okuyan veya Budist rahipler gibi hem gezip hem de menkıbeler anlatan şahsiyetlerdir. Benzer özellik taşıyan dervişler yerli halka nasıl yaklaşacakları konusunda hangi kaynaklardan besleneceklerini bilmişlerdir. Bu bağlamda da yavaş yavaş tekke edebiyatı gelişme göstermiştir. Tekke edebiyatına halk edebiyatı bir nüve teşkil etmiştir676.

Tekke edebiyatının yerleşmeye başladığı dönemde Hoca Ahmed Yesevî Türkistan’da dervişleri aracılığı ile İslâmlaşma faaliyeti yürütmektedir. Yesevî’nin hocası Hemedânî, Hristiyan ve Mecûsîlerin evlerine ziyarette bulunarak, onlara hoşgörülü davranarak, tatlı dil ve aklî deliller ile İslâmiyet’i anlatmıştır. Daha önce Yesevî’nin de Türklere karşı hoşgörü ve tevazu ile yaklaşmasından bahsetmiştik. Demek ki onun bu özelliği hocasından miras kalmıştır. Ahmed Yesevî’nin bu özelliği de kendisinden öğrencilerine tevarüs etmiştir677.

Eserin vücuda getirildiği dönemin Türklerin hala eski inanışlarından vazgeçemedikleri ve bunları İslâmiyet ile harmanladıkları bir dönem olduğundan

676 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 55-56; Mertol Tulum, “Hikmetlere Göre Yesevîlik ve Orta Asya Kültür

Tarihi Bakımndan Önemi- Bir Hikmet Üzerinde Tahlil Denemesi”, İlmî Araştırmalar Dergisi, S. 7, İstanbul 1999, s. 202; Şinasi Gündüz, “Uzlet”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 256.

bahsetmiştik. Ahmed Yesevî gibi sûfi bir karakterde eski inanışlardan kopamamıştır. Şamanist Türklerde yaygın olan bir kuşa dönüşme ya da bir kuş olma inancı onda da görülmektedir. Ahmed Yesevî bir turnaya dönüşmektedir. Hikmetlerinde kanat çırpıp uçtuğunu ifade etmesi de buna dayanak teşkil etmektedir678. Turna ise Hz. Ali ile de anılagelmektedir679.

Dönemin sosyo-kültürel ve dinî durumu yukarıdaki gibidir. Dîvân-ı Hikmet’in yazıldığı dönemin şartlarının anlaşılması için Dîvân-ı Hikmet’in lisanî mahiyeti üzerinde de durmak gerekmektedir. Eserin hangi dil dairesine mensup olduğunu tespit edebileceğimiz bir nüshası bulunmamaktadır. Ancak Türk lehçelerinin coğrafi dağılımına baktığımız zaman bir düşüncede bulunabiliriz.

Kaşgarlı Mahmud, Balasagun, Taraz ve Sayram civarının hem Soğdça hem de Türkçe konuştuğunu kaydetmektedir. İki dilli ahalinin dilinin zayıfladığını Argu lehçesinin de böyle olduğunu söylemektedir680. Argu Lehçesi, Hakaniye Lehçesi ile aynı dil dairesinde olduğundan dil bakımından Dîvân-ı Hikmet, Kaşgar dilinin mahsulü sayılır681. Ahmed Yesevî’nin yetiştiği coğrafya Karahanlı yönetimi altında bulunduğundan, bu coğrafyada kullanılan edebî Türkçenin, yani Karahanlı Türkçesinin Dîvân-ı Hikmet’in dilidir demek doğru olacaktır682. Bu düşüncelere hikmetlerin zamanla dillerinin değişikliğe uğraması sebep olmuştur. Bu bakımdan eser kimi zaman Argu, Hokand şivesine, Çağatay veya Özbek edebî diline ait görülmüştür. Bunun yerine ortak Orta Asya yazı dili dairesine dâhil etmek makuldür.

Dîvân-ı Hikmet’in kaleme alındığı ortamı kavrayabilmemiz için Ahmed

Yesevî’nin Hemedânî’ye intisap ettiği Buhara şehri üzerinde de durmamız gerekir. XII. asırda Buhara şehri Karahanlıların hâkimiyeti altında bulunmaktadır. Bilindiği üzere Buhara, Sâmânîler ile Karahanlılar arasında uzunca bir müddet çekişmeye neden olmuştur. Buhara Karahanlılar tarafından alındıktan sonra siyasi önemini kaybetmiş ancak, ilmî değerini korumuştur. Buradaki medreseler, İslâm dünyasının ve Türkistan’ın en önemli eğitim kurumları arasındadır. Ayrıca şehirde Al-i Burhan

678 Divan-ı Hikmet, Hikmet-1, s. 5.

679 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 33; Tezcan, a.g.m., s. 3. 680 Dîvânu Lugâti’t-Türk, haz. Ercilasun-Akkoyunlu, s. 10-11. 681 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 141-142.

olarak bilinen ve bütün bireylerine Sadr-ı cihan lakabı verilen Hanefî âlim ve çok zengin bir aile hüküm sürmektedir. Maiyetlerinde 600 bin fakih beslenen bu sadırların zamanında Buhara medreselerinde eğitim görmek devrin en gözde şeylerinden biridir. Ahmed Yesevî böyle bir dinî eğitim verilen Buhara’da Hemedânî’ye intisap ederek onun nüfuzu altında karakterini şekillendirmiştir. Böylece bu şartlar altında eser kaleme alınmıştır.

4. Eserin Önemi

Dîvân-ı Hikmet’in en önemli özelliği eserin Türklerin anlayacağı tarzda sade

bir Türkçe ile yazılmış olmasıdır. Ahmed Yesevî, Arapça ve Fars kültürüne sahip Yusuf Hemedânî’nin öğrencisi olmasına rağmen, hikmetlerinde tebliğ dili olarak Türk dilini seçmiştir683. Yeni Müslüman olan Türkler, anlayabildikleri ve kendilerinden parça bulabildikleri bu esere kıymet vermişlerdir. Samimi ve içten bir dili olan Dîvân-ı Hikmet, halk arasında kutsal bir mahiyet kazanmıştır. Türkmenler Hoca Ahmed Yesevî’ye oldukça değer vermişler, o kadar çok hürmet göstermişlerdir ki, onu Türkistan Peygamberi derecesine çıkartacak kadar da ileri gitmişlerdir. Hatta

“Medine’de Muhammet, Türkistan’da Hoca Ahmed” tabirini kullanacak kadar

haddinden fazla sevgi göstermişlerdir684.

Dîvân-ı Hikmet, İslâmî Türk edebiyatının Kutadgu Bilig’den sonraki en eski

örneklerinden olması açısından da oldukça önemlidir. Yusuf Has Hâcib’in başlattığı gelenekten farklı olarak felsefi boyutu olmayan ancak dinî yeri bakımında son derece etkili olan bu eser Karahanlı döneminde İslâmî faaliyetlerin boyutlarını göstermektedir. Edebî mahsullere pek rastlanılmadığı yüzyıllarda dil, edebiyat ve tarih açısından yeri büyüktür. Eski Türk kültürü ile İslâmiyet’in harmanlanıp eski millî şekiller ve eski vezinlerle ifade edildiği ilk eser olmak bakımından da Dîvân-ı

Hikmet’in tasavvufî Türk edebiyatındaki yeri doldurulamaz ölçüdedir.

Dîvân-ı Hikmet, okuyuculara Türklerin nasıl Müslüman oldukları ve sûfilerin

buradaki rolü hakkında bilgi vermektedir. Türklerin İslâmiyet’i benimsemesinde

683 Zhamalidin Kanabaev, “Türkistan’da İslâm Dininin Anlaşılmasında Ahmed Yesevî ve Dil”, Oş Devlet Ünıversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 22, Kırgızistan 2017, s. 156.

İslâm’ın kitabî, şifahi ve mistik yorumlarından hangisinin daha işlevsel olduğu ortaya çıkmaktadır. Hissî açılardan bakıldığı zaman Türklerin Müslüman olmasında, yerel unsurlara, âdetlere ve düşünce yapılarına hoşgörü gösteren, bölgenin benliği ile uyum sağlayan İslâm’ı yaymak maksadıyla bozkırdaki Türklerin arasına katılan vaaz ve sohbet ehli sûfiler, kelamcılardan daha fazla rağbet görmüştür. Çünkü bu sûfilerde Türkler kendilerinden çok şey bulmuşlardır. Bu yönüyle İslâmlaşma tasavvuf ile birbirine paralel şekilde Türkistan’da ortaya çıkmıştır. Bu yayılmanın kalıcı hale gelmesi yani sûfilerin eksik kaldığı yerlerin tamamlanması da fakihler ve kelamcılar ile olmuştur685.

Ahmed Yesevî, Türk muhitinde başta tebliğ olmak üzere çeşitli hizmetlerde bulunmuş, bu hizmetleri içinde hikmetleri kullanmış bir sûfidir. Eserini sade bir dille yazarak herkesle diyalog kurmayı başarmış, halktan kimseler ve hükümdarlara kadar çevresine pek çok kişiyi toplamıştır686. F. Köprülü, Ahmed Yesevî ve eserinin önemini şu sözleriyle ortaya koymaktadır ve bunun üzerine söylenecek pek fazla birşey kalmamaktadır: “Hoca Ahmed Yesevî ağır, uzak görüşlü ve muhâkemeli bir

Türk mutasavvıfıdır. Tasavvufun ‘terk-i deâvî ve kitmân-i meâniden ibaret’ olduğunu söyleyen Cüneyd-i Bağdâdî’nin bu sözünü tamamen yerine getirmiştir. Onun serlerinde umumi itikadları sarsacak husûsî imalara rastlanmaz. Çok geniş bir görüş noktasından, şeriata karşı az çok dikkatsiz hareket eden büyük birkısım İran sûfîlerinde mevcut fikir ve temayüller bu büyük Türk şeyhinde hemen hemen yok gibidir. Bir vakit namaz kılmayanın domuzdan farkı kalmayacağını söyleyecek kadar şer’î hükümlere bağlılık gösteren Hoca Ahmed, her manzumesinde günahtan bahsedip istiğfar eyler, yahut cennet ve cehennem hâllerinden ve sûfîyane menkabelerden bahsederek, neticede tevazu’ ile Tanrı’dan mağfiret diler... Etrafına o kadar çok mürid toplayabilmesinde, şeriat hususundaki bu ihtimam fazlalığını, şer’î ilimlerdeki derinliğinin tesiri olduğu gibi, müdafaa ettiği esaslardaki basitlik ve kat’iyyetin ve halka az çok anladığı bir lisanla, alıştığı bir nazım şekli ile hitap

685 Şeker, a.g.e., s. 18-19. 686 Cebecioğlu, a.g.m., s. 94.

etmesinin de çok yardımı olmuştur. Hulasa, Ahmed Yesevî, derin bir görüşle çevresinin ihtiyaçlarını anlamış, onu te’mine çalışmıştır”687.

Türklerin İslâmlaşma sürecinde, aktif rol oynayan pek çok sûfi bulunmasına rağmen Ahmed Yesevî kadar Türk dünyasında ilgi uyandıran, büyük kitlelere hitap eden, kendisinden sonra bile halka tesir etmeye devam eden başka bir isim daha yoktur. Onun bu denli kalıcı olmasında tercih ettiği üslup ve millî geleneklerin etkisi olduğu görülmektedir.

Dîvân-ı Hikmet’in Türk tarihi açısından dikkat çeken bir önemi de hikmetlerin

kayda geçirilmesinde kadınların büyük katkısının olmasıdır. Yesevîlikte de kadınların rolü görüleceği üzere, Kutadgu Bilig ile silinen Türk kadın imajı Dîvân-ı

Hikmet’te tekrar karşımıza çıkmaktadır. Ahmed Yesevî sağlığında iken kızı Gevher

Şehnâz, onun hikmetlerini öğrenmiş ve başkalarına da öğretmiştir. Gevher Şehnâz aracılığıyla hikmetler önce komşulara, civar köylerin kadınlarına ve sonra daha geniş kitlelere yayılmaya devam etmiştir. Hikmetleri yayma işi çiltan isimli kırk kişiden oluşan kadın grubu tarafından belirli bir düzen içerisinde yapılmıştır. Çiltan grubunun içlerinde çocuklarda bulunur halde kare şeklinde diz çökerek oturarak dualar ve hikmetleri onarlık gruplar halinde, koro şeklinde okumaktadırlar688.

Hikmetlerin Türk tasavvuf tarihinde bir etkisi Nakşibendîliğin doğmasında oynadığı roldür. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in kurduğu Nakşibendîlik, Aşağı Türkistan’ın büyük İslâm merkezlerindeki Sünni-İran kültürünün Türk-Moğol paganizmine karşı bir antitez olarak çıkmıştır. Bu tarikat tarih sahnesine çıkarken bölgede çok meşhur ve saygın bir evliya kimliğine sahip olan Ahmed Yesevî’den dolayısıyla da Dîvân-ı Hikmet’ten fazlaca yararlanmıştır689.

Ahmed Yesevî hikmetleri aracılığıyla meydana getirdiği Yesevîliği sözlü kültür ile başka bölgelere kadar yayılmasına sebep olmuştur. Hoca Ahmed, Kuzey Türkleri yani Kıpçaklara, Türkmenlere, Azerbeycan sahasına ve Anadolu’ya kadar

687 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 97-98; Özköse, a.g.m., s. 298. 688 Özköse, a.g.m., s. 306.

689 Ahmet Yaşar Ocak, “Türk Kültüründe Ahmed-i Yesevî’nin Yeri ve Önemi”, IX. Vakıf Haftası El Kitabı, İstanbul 1993, s. 37.

tesir göstermiştir. Anadolu’da tekke edebiyatının doğmasında ve dinî-tasavvufî edebiyatın gelişmesinde büyük rol oynamıştır690.

B. Dîvân-ı Hikmet’te Yer Alan İslâmî Unsurlar

Şifahi İslâm tasavvurunun başlangıcında Şamanizm başta olmak üzere Türklerin eski kültürleriyle olan ilişkilerinin devam ettiği görülmektedir. Yani eski Türk kültürüne kendilerince büründürebilecekleri İslâmî bir şekil bulmuşlardır. Ahmed Yesevî gibi Türk mutasavvıfları aslında İslâm öncesi Türklerdeki kam ve ozanların İslâmî şeklidir. Aynı şekilde İbn Sînâ, kamları İslâm devrinin arifleriyle bağdaştırmaktadır691.

Türkler, Müslüman olduktan sonra kamlar baba ve ata adlarını almışlardır. Bu kimseler İslâm’ı yaymak için önderlik yapmaya başlamışlardır. Bu kişiler eski kültürlerinden de kopamadıkları için İslâmiyet ile Türk kültürünü kaynaştırmışlardır. Ahmed Yesevî’de eski bağlarından bir anda vazgeçemeyecek olan Türklere İslâmiyet’i anlatmak için onların anlayacağı tarzda hikmetler yazmıştır. Böylece hikmetlerin içinde ayetler, hadisler ve peygamberlerin kıssaları yerleştirilmiştir. Hikmetlerin içinde yer alan İslâmî unsurlar şifahi yolla Türklere aktarılmıştır. Ahmed Yesevî eserinin pek çok yerinde Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup amel etmeyi tavsiye etmiş ve hikmetlerinin bir hadis hazinesi olduğunu da belirtmiştir. Dîvân-ı Hikmet’te detaylı bir araştırma yapmadan doğrudan okunduğunda bile eserin Allah, Peygamber ve insan sevgisinin üzerine bina edildiği görülmektedir692.

Dîvân-ı Hikmet’te ayet ve hadisler Ahmed Yesevî’nin düşünce sisteminin

temel kaynaklarını oluşturmaktadır. Yesevî, eserine İslâmî unsurlar yerleştirerek

Kur’ân mesajının ve Hz. Muhammed’in sünnetinin toplum tarafından özümsenerek

gündelik hayatta uygulanır hale gelmesini hedeflemiştir. Hoca Ahmed hikmetlere

690 Köprülü, Mutasavvıflar, s. 178-179; Müjgân Cunbur, “Ahmed Yesevî’nin Anadolu’nun

Türkleşmesindeki Yeri”, Erdem, C. 7, S. 21, Ankara 1995, s. 853.

691 Şeker, a.g.e., s. 38.

692 Nevzat Aşık, “Yesevi Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet

Kültürünün Hikmetlere Tesiri”, D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. IX, İzmir 1995, s. 7-8; Andras J. E. Bodrogligeti, “Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’ini Anlamak ve Yorumlamak”, çev. Mehmet Mâhur Tulum, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 118, İstanbul 1999, s. 171.

başlarken bu amacını da “Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte”693 diyerek belirtmiş, ayet ve hadisleri inci ve cevhere benzetmiştir. Öyle ki ileride değineceğimiz Yesevîlik tarikatında sünnetlere uyulması da bir ülkü olmuştur694.

“hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi” ve “Âyet-hadis anlamı Türkçe olsa uygundur”695 beyitleri Türkçe hususunda dönemin algısını bize göstermektedir. Dönemin bilginlerinin Türkçenin ibadet dili olarak kullanılmasına pek sıcak bakmadıkları aşikârdır. Hâlbuki İslâmiyet’in bölgede yayılmaya başladığı dönemde insanların yeni dinin gerektirdiklerini anlayarak yapabilmeleri için Arapça yerine Türkçe karşılıklarının kullanıldığı görülmüştür. Öteki beyitte ise ayet ve hadisin anlamı Türkçe olsa uygundur denilmesi ayet ve hadislerin mealinin kullanılmasına Yesevîlikte bir sakınca görülmediğinin göstergesidir696.

Dîvân-ı Hikmet’te Hz. Peygamber’e duyulan sevginin çok farklı bir boyutu

vardır. Öyle ki Yesevî Hz. Peygamber’den fazla yaşamayı istemediği için altmış üç yaşına geldiğinde kendine bir mezar kazdırmıştır. Ayrıca eserin içerisinde yer alan hadisler ile hakiki ümmetin Hz. Peygamber’e uyanlar olduğunu söylemiştir. Hoca Ahmed’in aslına bakıldığı zaman Hz. Peygamber’e olan sevgisi sadakat, özlem ve hasrettir. Bu açıdan hadislere, onun hayatına sadık kalarak yaşamış ve peygamberin hayatını kendine örnek olarak almıştır. Onun şahsını kendi için bir rehber kabul ederek hoşgörü ve sevgi açısından kendisi de aynı şekilde davranmaya gayret etmiştir697.

Ahmed Yesevî, peygamber ahlakının gerektirdiği şeyleri de yerine getirmeye de çalışmıştır. Tasarruf ve kanaat sahibi olmaya oldukça dikkat etmiştir. İsraftan kaçınırken fakirliğinden de üzülmeyen bir kişi olmuştur. Hz. Peygamber’in ibadet konusundaki hassasiyetini de kendine örnek almıştır. Hz. Muhammed’in ayakları şişene kadar namaz kılmasını kendine şiar edinerek yer altındaki hücresinde kalan

693 Divan-ı Hikmet, Hikmet-1, s. 3.

694 Ahmet Yıldırım, Hoca Ahmed Yesevî’nin Hadis Kültürü, Ankara 2012, s. 92-93; Mehmet

Necmettin Bardakçı, “Hoca Ahmed Yesevî ve Muhiti”, İSTEM, S. 18, Konya 2011, s. 21.

695 Divan-ı Hikmet, Hikmet-71, s. 116.

696 İsmail Çalışkan, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri –Bir Gönül Erinin Mısralarına

‘Ruh Veren’ Ayetler”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması, (Eskişehir, 26-28 Mayıs 2014), Eskişehir 2013, s. 423.

ömrünü ibadet ile geçirmiştir: “Sünnetlerini sıkı tutup ümmet oldum/ Yer altına yalnız

girip nura doldum”698.

Ahmed Yesevî de Yusuf Has Hâcib ve Kaşgarlı Mahmud gibi eserine besmele ile başlamaktadır699 Hz. Peygamber’in hayatı hakkında Dîvân-ı Hikmet’in 36. Hikmet’i ayrıntılı bilgi vermektedir. Hz. Peygamber’in soyu, ebeveynlerinin adı, akrabaları, eşi Hz. Hatice, yetimliği ve nübüvvetin kaç yaşında ona verildiği hakkında kısa beyitler bulunmaktadır. 42-45. Hikmetlerde de Dört Halife hakkında malumat verilmekte ve onların dinî yönlerine vurgu yapılmaktadır. 56. ve 215. Hikmet’te ise bazı peygamberlerle ilgili kısa izahatlar yer almaktadır.

1. Ayetler

Hoca Ahmed Yesevî, hikmetlerinde kendisinin ve ümmetin ayet ve hadislere tutunması gerektiğini söylemektedir. Hikmetlerinin Kur’ân’ın anlamı olduğunu da münacat kısmında ifade etmektedir. Bu ifadesinden sonra da eserde yer yer ayetler vererek hem Kur’ân-ı Kerîm’i zikretmiş hem de halka şifahi yolla ayet ezberletmiştir.

Dîvân-ı Hikmet’te ayetler Yesevî’nin değindiği konular ile alakalı olarak

verilmiştir. Onun hikmetlerinde derin bir tefsir de bulunmamaktadır. Yesevî’nin ayetlere yer vermesi halkın Kur’ân’a aşinalık kazanması içindir700.

“Önce ‘Elestü birrabbikum?’ dedi bil Hakk” 701. “‘Kalu belâ’ dedi ruhum, ders aldı” 702. “Yine der ‘Ve’l yebkü kesîrân’ diye”703. “‘İnna fetehnâ’yı okuyup anlam sordum”704. “Ruhunu alıp ‘İlliyyîn’ cennetine girdirdiler”705.

698 Divan-ı Hikmet, Hikmet-1, s. 6. 699 Divan-ı Hikmet, Hikmet-15, s. 36. 700 Yıldırım, a.g.e., s. 97.

701 Kur’ân-ı Kerîm, A’râf, 7/172; Divan-ı Hikmet, Hikmet-2, s. 7. 702 Kur’ân-ı Kerîm, A’râf, 7/172; Divan-ı Hikmet, Hikmet-2, s. 7. 703 Kur’ân-ı Kerîm, Tevbe, 9/82; Divan-ı Hikmet, Hikmet-15, s. 37. 704 Kur’ân-ı Kerîm, Fetih, 48/1; Divan-ı Hikmet, Hikmet-2, s. 7.

“‘Kul Hûvallah, sübhânallah’ı vird eylesem” 706. “‘Lâ uksımu bi yevmi’l-kıyâmeh’ deyip söylemedi mi?” 707. “‘Küllü şey’in helikün’ deyip söylemedi mi?”708.

“‘İzas-semâ’un-şekkat’ deyip söylemedi mi?”709 cümlesinde ayetin son kelimesinin okunuşu yanlış olarak verilmiştir. Ancak bir önceki cümlede geçen gök yarılır ifadesinden bunun Tekvîr Sûresi’nin 11. ayeti ile aynı anlamda olduğu anlaşılmaktadır.

“‘Yevme tercifu’r-racifeh’ deyip söylemedi mi”710 burada da ayetin okunuşu yanlış yazılmıştır. Fakat yine bir önceki ifadeden bu ayetin Nâziât Sûresi’nin 6. ayeti ile aynı anlama geldiği görülmektedir.

“‘Yevme yekumü’l-hisab’ deyip söylemedi mi?”711.

“Eğer sen döner olsan el-Misak’a”712. Misak Kur’ân-ı Kerîm’de hem genel anlamda hem de özel anlamda sözleşme kavramı için kullanılmaktadır. Bu durum için A’râf Sûresi’nin 172. ayeti gösterilmektedir.

“Ülâike kel-en’âm belhüm-adâll”713. “O ‘Sidretü’l-Münteha’ya aşırdılar”714. “‘İnni Enallah’ söyler, esrâr-ı can değil mi?”715. “‘Allah’ı çok zikredin’ diye ayet geldi”716. “‘Fezkürûnî ezkürküm’ diye ayet geldi”717.

705 Kur’ân-ı Kerîm, Mutaffifîn, 83/18; Divan-ı Hikmet, Hikmet-2, s. 9.

706 Kur’ân-ı Kerîm, İhlâs, 112/1; Divan-ı Hikmet, Hikmet-7, s. 18. 707 Kur’ân-ı Kerîm, Kıyamet, 75/1; Divan-ı Hikmet, Hikmet-190, s. 302. 708 Kur’ân-ı Kerîm, Kasas, 28/88; Divan-ı Hikmet, Hikmet-190, s. 302. 709 Kur’ân-ı Kerîm, İnşikak, 84/1; Divan-ı Hikmet, Hikmet-190, s. 302. 710 Kur’ân-ı Kerîm, Nâziât, 79/6; Divan-ı Hikmet, Hikmet-190, s. 302. 711 Kur’ân-ı Kerîm, İbrahim, 14/41; Divan-ı Hikmet, Hikmet-190, s. 302. 712 Divan-ı Hikmet, Hikmet-191, s. 303.

713 Kur’ân-ı Kerîm, Furkân, 25/44; Divan-ı Hikmet, Hikmet-191, s. 303. 714 Kur’ân-ı Kerîm, Necm, 53/14; Divan-ı Hikmet, Hikmet-46, s. 80. 715 Kur’ân-ı Kerîm, Kasas, 28/30; Divan-ı Hikmet, Hikmet-215, s. 334. 716 Kur’ân-ı Kerîm, Enfâl, 8/45; Divan-ı Hikmet, Hikmet-15, s. 334.

“‘Sekahüm rabbihüm’, arzu eylemez”718. “‘Külli nefsin zaikatül mevt’ ayeti”719. “‘Küllü men aleyha fan’ ayetinde”720.

“O vakitte çağrı gelince ‘Vemtazül yevm’”721, cümlesinde geçen “vemtazül

yevm” Yâsin Sûresi’nin 59. ayetinin başında yer almaktadır. “‘Ricâlün lâ tülhihim’ deyip söyledi Allah”722. “‘Ve enhârun min aselin musaffa’yı”723. “‘Ricâlun lâ tulhilim’ der insanların Hâlık’ı”724. “‘Lâ taknetu’ rahmetinden ümid tutup”725. “‘Fe’zkürullahe zikran kesîrân’ diye âyet geldi”726. “‘Yevme yekumül-hisâb’ deyip söylemedi mi?”727. “Ya ‘Eyyühe’l-müddessir’ Hakk dedi...”728. “‘Ülâike kel-en’aâmi belhüm-edâll’”729.

“Aslî vatan ahiret, burada misafirsin”730. Bu cümlede dünya hayatının geçiciliğine vurgu yapıldığı görülmektedir. Bu konu Kur’ân-ı Kerîm’de de sıkça yer almaktadır.

717 Kur’ân-ı Kerîm, Bakara, 2/152; Divan-ı Hikmet, Hikmet-60, s. 336.

718 Kur’ân-ı Kerîm, İnsan, 76/21; Divan-ı Hikmet, Hikmet-102, s. 164.

719 Kur’ân-ı Kerîm, Ankebût, 29/57; Enbiya, 21/35; Divan-ı Hikmet, Hikmet-104, s. 169. 720 Kur’ân-ı Kerîm, Rahmân, 55/26; Divan-ı Hikmet, Hikmet-112, s. 180.

721 Divan-ı Hikmet, Hikmet-112, s. 180.

722 Kur’ân-ı Kerîm, Nûr, 24/37; Divan-ı Hikmet, Hikmet-130, s. 205. 723 Kur’ân-ı Kerîm, Muhammed, 47/15; Divan-ı Hikmet, Hikmet-135, s. 214.