• Sonuç bulunamadı

KARAHANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞU VE MÜSLÜMAN

A. Karahanlı Kültürünün Zeminini Oluşturan Uygur Kültür ve

IV. KARAHANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞU VE MÜSLÜMAN

Kırgızlar, Karluklar ile 840 yılında bir ittifak yaparak Uygur Devleti’ni ortadan kaldırmışlardır. Devletin yıkılışından sonra kağanlığa bağlı Türk boyları ve Uygur kabileleri Ötüken vadisinden ayrılarak batı bölgelere göç etmişlerdir. Bu göç üç ana yön üzerinden gerçekleşmiştir. Uygurlar gittikleri yerlerde Türk kavimlerinin desteği sayesinde yeni Türk devletleri kurmuşlar ya da yeni kurulan devletlere katılmışlardır. Bu devletlerden birincisi; güneye göç eden Türklerin, Çin sınırının kuzeybatısında bulunan Kansu havzasında kurdukları Kansu Uygur Devleti’dir. İkincisi, Tanrı Dağları’nın kuzey ve doğu bölgesinde mevcut olan Beşbalık’a göç edenlerin kurmuş olduğu İdikut (Koço) Uygur Devleti’dir57. Diğerleri ise Tanrı Dağları’nın güneyine gelen Türk boylarının Tarım havzası ve Aşağı Türkistan bölgesinde meydana getirdikleri Karahanlı Devleti’ne katılanlardır58.

Karahanlı Devleti’nin Karluklar tarafından kurulmuş olduğu O. S. Hunkan tarafından delillerle ispat edilmiştir59. Bu bakımdan bizde Karahanlıların Karluk soyuna mensup oldukları görüşündeyiz. Karluklar önceleri yabguluk iken zamanla kendilerine On-ok boylarının da katılması ile Balasagun şehrinde önemli bir güç haline gelmeye başladılar. Uygurların Çin ile mücadelesini fırsat bilerek Kaşgar bölgesine yayıldılar. Beşbalık bölgesini ele geçirmeleri ile Karluklar, Abbâsîler ile sınır komşusu oldular. VIII. yüzyılın sonlarına doğru (766) Karlukların yabguluktan

57 Cüveynî’ye göre Uygurların göçü şu şekildedir: Uygurlar ve kendilerine bağlı boylar atların

kişnemesi, hayvanların ve köpeklerin ulumasından, kuşların ötüşünden ve çocukların ağlamasından göç göç sesleri duymaya başlamışlardır. Bunun üzerine bulundukları yeri terk etmişlerdir. Fakat her kondukları yerde bu sesler devam etmiştir. Nihayet bir yere geldiklerinde bu seslerin kesilmesi üzerine buraya yerleşip beş mahalleli bir şehir kurmuşlar adına da Beşbalık demişlerdir. Daha sonra Uygurlar burada bir devlet kurmuşlar yöneticilerine de İdikut demişlerdir (Cüveynî, Cihan Güşa, s. 105-106).

58 Nuerdun Ainiding, “Karahanlı Döneminde Uygur Türklerinde İslâm Dini Eğitimi ve Din

Adamları”, III. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi-Bildiriler Kitabı-I, (Sosyoloji-İlahiyat-

Eğitim, (Sakarya, 15-18 Mayıs 2014), Sakarya 2014, s. 177.

59 Karahanlıların kökenlerine dair çeşitli faraziyeler öne sürülmüşse de Ö. S. Hunkan onların

Karluklara dayandığını deliller ile ispat etmiştir. Bunun için bk. Ömer Soner Hunkan, Türk Hakanlığı

Karahanlılar, Çanakkale 2015, s. 76-85 (Kutadgu Bilig, D., b. 4701; Hudûd’ül- Âlem Mine’l Meşrik İle’l-Magrib, haz. V. Minorsky, çev. Abdullah Duman- Murat Ağrı, İstanbul 2008, s. 50; Ekber Necef, Karahanlılar, İstanbul 2005, s. 189;; Omeljan Pritsak, “Karluklar”, İA, C. 6, İstanbul 1977, s. 352;

Omeljan Pritsak, “Kara-Hanlılar”, İA, C. 6, İstanbul 1977, s. 252; Saadettin Gömeç, “Kara Unvanı ve Kara Hanlıların Menşei Üzerine”, History Studies International Journal of History, C. 2, S. 2, Ankara 2010, s. 32-33; Muhammet Kemaloğlu, “Karahanlıların Menşe ve Kuruluş Faraziyeleri”, Hikmet

devletleşme sürecine gittikleri görülmektedir. Nihayet 840 yılına gelindiğinde Uygur Devleti yıkıldıktan sonra Bilge N.çor Kadir Han, Karahanlı60 Devleti’ni kurmuştur61. Kadir Han’ın kişiliği ve dönemi hakkında yeterli malumat yoktur. Ancak bu devirden itibaren Karahanlıların İslâmiyet ile tanışmaya başladığı bilinmektedir. Aşağı Türkistan bölgesi Sâmânîler ve Karahanlılar arasında çekişmeye neden olmuştur (874-999). Kadir Han’ın oğlu Oğulçak, bu çekişmelerin olduğu devirde Karahanlı hükümdarıdır. Onların bu dönem Müslüman olmamaları Sâmânîlerin kendilerine gazalar düzenlemesine sebep olmuştur. Emir İsmail bin Ahmed, Karahanlıların başkenti Taraz’ı alarak buradaki bir mabedi camiye çevirmiştir. Oğulçak döneminde Sâmânî emirlerinden İsmail’in kardeşi Ebu Nasr bin Mansur Karahanlılara sığınmıştır62. Bu emire Oğulçak’ın yeğeni Satuk’un63 idaresinde olan Artuç kasabası tahsis edilmiştir. Ebu Nasr ve Oğulçak arasında bir dostluk kurulmuş ve Müslüman olan Ebu Nasr Artuç’ta bir cami yapmak için izin almıştır. Caminin inşaatı esnasında Satuk’un yer alması onun İslâmiyet ile tanışmasına vesile

60 Karahanlılar hakkında tarihçilerin görüş ayrılığına düştüğü bir diğer konu devletin adı meselesidir.

Karahanlıların kendilerine verdikleri muhtemel isimlerden ilki Afrasiyab oğulları’dır. Bilge Kadır Han’ın Afrasiyab oğulları tabirini kullandığı bilinmektedir. Bu ismin kullanım nedeni ise Karahanlı hükümdarlarının soylarını Afrasiyab olarak bilinen Alp Er Tonga’ya dayandırmak ve Turan ile İran’ı bir arada tutacak bir güce sahip olmak istemeleridir. Karahanlıların kendilerine verdikleri bir diğer isim ise Hakanlılar veya Hakanîlerdir. Kaşgarlı Mahmud Divanü Lûgat-it- Türk’te devletin dilinin Hakaniye/Hakanlı dili olduğunu yazmıştır. Kaşgarlı bu hanedana mensup bir şehzade olmasından dolayı Karahanlıların bu adı da kullandıkları söylenebilir. Karahanlılar ismi, Avrupalı oryantalistler tarafından unvanlarındaki kara -kuvvetli- kelimesinin çokça kullanılmasından dolayı verilmiştir -bu hanedana mensup hükümdarların bazıları Kara Han, Kara Hakan, Arslan Kara Hakan, Tamgaç

Buğra Kara Hakan gibi unvanlar kullanmışlardır-. Karahanlılara 1756-1758 yılları arasında “Türkistan Uygur Hanları Devleti” adı Türkolog J. De Guignes tarafından verilmiştir. Karahanlılara

ayrıca olarak İlig Hanlar da denilmiştir. Tarihçi ve müsteşrik V. V. Grigorev bu devlet için

Karachaniden tabirini kullanmış ve bu devlete Karahanlı ismini vermiştir. 1874’ten itibarense

Karahanlılar Devleti denmiştir. Bu sülaleye dönemin İslâm kaynaklarında el-Hakaniye, el-Haniye ve

el-Afrasiyab gibi isimler de verilmiştir (Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara 2002, s. 1). 61 Necef, a.g.e., s 163-166, 168, 186, 189; Hunkan, a.g.e., s. 81-83.

62 Sâmânî emirlerinin Karahanlı Devleti’ne sığınmalarındaki sebep Karahanlıların Sâmânîler ile askerî

alanda denk olmamaları sonucu Sâmânî iç işlerine karışmalarıdır.

63 Abdülkerim Satuk Buğra Han, Karahanlıların ilk Müslüman hakanı olup, babası Bazir Arslan

Han’dır. Satuk adı kendisinin Müslüman olmadan önceki adıdır. Satuk ismi kaynaklarda Satık, Şebk ve Çanak gibi farklı şekillerde yer almaktadır. Güncel Uygur Türkçesi’nde bu isim Sutuk veya Satuk şeklinde telaffuz edilmektedir. Müslüman olmasından sonra Abdülkerim adını almıştır. Satuk Buğra Han’ın doğduğunda devrinin bilgeleri onun Müslüman ve cihangir olacağını söylemişlerdir. Bu söylentileri işiten babası oğlunu öldürmeye niyetlenmiştir. Annesi ise büyüdüğünde böyle bir şeyi yaparsa Satuk’u o zaman öldürmelerini istemiştir. Büyüdüğü zaman böyle bir şey olursa o zaman yaparsınız diyerek annesi onun öldürülmesine razı olmamıştır (İsa Özkan, “Abdülkerim Satuk Buğra Han Destanı”, Bengü Bitig Dursun Yıldırım Armağanı, Ankara 2013, s. 472).

olmuştur64. Satuk’un Müslüman olması Abdülkerim Satuk Buğra Han Destanı’na göre şu şekildedir:

Satuk Buğra Han, kırk kişilik maiyetiyle birlikte Bakü dolaylarında avlanırlarken karşılarına bir tavşan çıkmış ve Satuk onu takip etmiştir. Sonra bu tavşan birden bir ihtiyara dönüşerek Satuk’a atından inmesini ona diyecek sözleri olduğunu söylemiştir. Satuk bu durum üzerine şaşırmış ve ihtiyarın önüne oturarak söylediklerini dinlemiştir. İhtiyar ona yolu şaşıranları ne için takip ettiklerini sorduktan sonra Allah’ın iyi insanlar için çizdiği yolu takip etmesini söylemiştir. Ayrıca Satuk’a kendilerini cehennem ateşinden kurtarmak için geldiğini söyleyerek iman etmeyenlere ve günahkârlara yapılacak işkenceleri göstermiştir. Satuk bu manzaradan korkup kendisine bu dinin hakikatlerini anlatmasını istemiştir. Ancak ihtiyar bunları Satuk’a öğretecek kişiyi göreceğini söyleyerek ortadan kaybolmuştur65.

Daha sonra Satuk ve maiyeti, kendilerine güzel görünen bir kervan görmüşlerdir. Daha önce bu dolaylarda bu tipte insanlar görmeyen grup bunların kim olduğunu merak edip yanlarına gitmişlerdir. Bu kervan Ebu Nasr’a ait olup Ebu Nasr, Satuk’u görmüştür. Efsaneye göre Hz. Peygamber, Asr-ı Saadet döneminde sahabelerine Türklerden Satuk Buğra Han’ı Ebu Nasr İslâmiyet ile tanıştıracak demiş, bu rivayet zamanla Ebu Nasr’a gelmiştir. Nihayetinde Ebu Nasr Satuk’un kendisine doğru gelince onun Satuk Buğra Han olduğunu anlamıştır. Etrafındakilere

“Dünya ve ahiretin sultanı, benim maksudum gelmektedir. Bil ki benim bu diyara gelişimin sebebi şu şerefli zat ile karşılaşmak içindir” diyerek yanındakilerden

değerli malları onların önlerine sermelerini istemiş daha sonra da namaza durmuşlardır. Buna şaşıran Satuk, bunların tuhaf insanlar olduklarını kendilerinden korkmaları gerekirken mallarını açmalarını anlayamamıştır66.

64 Hunkan, a.g.e., s. 105; Ali bin Salih el-Muheymid, “Karahanlılar ve İslâm’ın Yayılmasındaki

Katkıları”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 5, S. 1, Sivas, 2001, s. 285.

65 M. F. Grenard, “Satuk Bugra Han Menkıbesi ve Tarihi”, çev. Osman Turan, Ülkü Halkevleri Dergisi, Ankara 1939, s. 146; Ahmet Yaşar Ocak, İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, İstanbul 2012, s. 171-172.

66 Ömer Soner Hunkan, “Satuk Buğra Han”, DİA, C. 36, İstanbul 2009, s. 181; Mehmet Turgut

Satuk Buğra, Ebu Nasr’ın yanına giderek onunla görüşmüştür. Ebu Nasr, Satuk’u izzet-i ikram ile karşılayarak onlara hediyeler vermiştir. Ebu Nasr, Satuk’tan geçtikleri yerde kendisini misafir etmesini istemiştir. Satuk bunu kabul etmiştir. İçlerinden birisi Ebu Nasr’ın Hızır’ın söylediği kişi olabileceğini ve kendilerine İslâmiyet’i öğretebileceğini söylemiştir. Böylece içlerinde Ebu Nasr’ın kim olduğunda dair bir şüphe uyanmıştır. Böylece Ebu Nasr’a kim olduğunu sormuşlardır. Oda “Benim adım Hoca Ebunnasr Samanî’dir” demiştir, bunun üzerine Satuk ve maiyeti Hızır’ın söylediği kişi bu diye sevinmişlerdir. Satuk “Ey

baba! Her ne deseniz kabul edelim; ama biz atlı olmamıza rağmen yükünüzü açık bırakıp (yükü) alırlar mı acaba diyip korkmadan başlarınızı yere vurmaya (secde etmeye) meşgul oldunuz. Biz sizleri tanımadık. Bu yaptığınızın hakikatini bize açıklayın” demişlerdir. Ebu Nasr bunun üzerine dünya malının geçiciliğine dair bir

konuşma yaptıktan sonra kendisi için önemli olanın ahiret olduğunu söylemiştir. Bu konuşmadan sonra Satuk Müslüman olmak için gereken sözü söylemesini Ebu Nasr’dan istemiştir. Ebu Nasr, Satuk’a kelime-i şehadet getirterek onun Müslüman olmasında aracı olmuştur67.

Satuk’un Müslüman olduktan sonra Abdülkerim adını aldığını bilmekteyiz. Fergana gazilerinin desteği ve Müslüman hanedan üyelerinin yardımı ile Atbaşı, Tabgaç Balık ve Kaşgar’ı ele geçirerek bu yerlerin hâkimiyetini amcası Oğulçak’tan almıştır68. 921 yılında Buğra han unvanını alarak İslâmiyet’i devletin batı kanadının resmî din olarak kabul etmiştir. Buğra han unvanından sonra Kara Hakan unvanını alması onun Balasagun’da hak iddia ettiğinin göstergesidir. 925’ten sonra amca yeğen arasındaki çatışmalar hız kazanmıştır. Satuk Buğra Han Oğulcak’ın

Açıklamalar–Tercüme)”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature

and History of Turkish or Turkic, C. V S. 6/4, Türkiye 2011, s. 448; Özkan, a.g.m., s 472. 67 Grenard, a.g.m., s. 146; Berbercan, a.g.m, s. 449.

68 İbn’ül Esir’in aktardığına göre ise Satuk rüyasında gökten inen bir kişinin kendisine Türkçe olarak,

Müslüman ol, bu dünya ve ahirette esenlik bul demiştir. Sabah olunca da Müslüman olduğunu herkese söylemiştir. Ancak İbn’ül Esir’in bu kaydı doğru değildir. Nitekim Oğulcak Müslüman değildir ve yeğeninin Müslümanlığı konusunda anlayış gösterecek birisi de değildir. Hatta Oğulçak, Satuk’u atalarının dinine dönmesi için bir put mabedi yapımında çalıştırmıştır. Satuk ise bu mabedi camiye dönüştürme amacıyla burada çalışmıştır. Satuk bir gece rüyasındayken amcasını öldürmeye gitmiştir. Fakat tereddüt edip amcasını Müslüman olmaya davet etmiştir. Amcası bunu reddetmiştir. Bunun üzerine Satuk dua etmiş toprak yarıya kadar açılmış amcası da dizlerine kadar gömülmüştür. Sonrasında Satuk, amcasına tekrar Müslüman olmasını söyleyince amcası yeniden reddetmiş ve boğazına kadar toprağa gömülmüştür. Satuk’un üçüncü telkinin de ise amcası toprağın içine tamamen batmıştır (Grenard, a.g.m., s. 147; Hunkan, a.g.mad., s. 181).

egemenliğine 943 yılında son vermiştir. Sâmânîlerin desteği ile Türklerin69 bir kısmının Müslüman olmasını sağlamıştır70.

Satuk Buğra Han’ın ölümünden sonra 955’te yerine oğlu Musa Baytaş Arslan Han (955-960) geçmiştir. Bu devirde Karahanlı Devleti’nde İslâmiyet tamamen yayılmıştır. İbnü’l Esir’de yer alan Türklerden 200 bin çadır halkının Müslüman olduğu kaydı bu devre aittir. Türklerden bu kadar çok insanın İslâm’a girmelerindeki neden Ebu’l Hasan Muhammed bin Sufyan bin Muhammed bin Mahmud el-Edîb el- Kelemâtî’nin Buhara’ya gelip sultana bağlanmasıdır. Fıkıh ve kelam âlimi olan bu kimsenin hakan ile ilişkisinin bunda rolü olduğunu gösterir. Zira bu devirde de İslâmiyet devletin resmî dini olmuştur. Bu tarihlerden itibaren Aşağı Türkistan bölgesine birçok âlim gelmeye başlamıştır. Ebu’l-Hasan Said bin Hatem el- Esbânikisî bu âlimler arasındadır71.

69 Türklerin İslâmiyet ile tanışması Hz. Ömer devrinde (634-644) Arap ordularının Kadisiye

Savaşı’ndan sonra Ceyhun Nehri’ne kadar gelmeleriyle olmuştur. Hz. Ömer, Müslüman Araplara Ceyhun Nehri’ni geçmemelerini telkin etse de bu sözleri bağlayıcı olmamıştır. Devamlı olarak Aşağı Türkistan’a akınlar devam etmiştir. İlk ciddi akın 24 bin kişilik bir ordu ile gerçekleşmiştir. Emevîler döneminde Kuteybe bin Müslim’in 705’te Horasan’a vali olarak görevlendirilişine kadar yağma ve çapul niteliğindeki akınlar devam etmiştir. Kuteybe zamanında Baykend, Buhara, Semerkand, Fergana’da İslâmiyet Kuteybe’nin cebrî metotları ile bölgeye yerleşmiştir. Fakat Emevîlerin mevali politikası ve Aşağı Türkistan’da uyguladıkları harac vergisi Türklerin samimi anlamda Müslüman olmalarını engellemiştir. Nasr bin Seyyar döneminde 738 yılında büyük bir ordu Taşkent’e doğru yola çıkmıştır. Türgeş hakanı Kur-Sul 15 bin kişilik ordusu ile harekete geçmiş ancak gece gözlem yapmak için çıktığında Arap askerlerince yakalanmış ve öldürülmüştür. Nasr’ın Kur-Sul’u öldürmesi sonucu Türkler bir daha toparlanamamak üzere dağılmıştır. Böylece Arap hâkimiyeti Aşağı Türkistan’a kesin bir şekilde yerleşmiştir. Nasr bin Seyyar’ın bölgenin sorun ve meselelerine hâkim olması, reform hareketleri ve vergileri düzene koyması Türklerin İslâmiyet’i samimi olarak kabul etmelerine neden olmuştur. Bu dönem başarıya ulaşacakken Abbâsî İhtilali’nin patlak vermesi Nasr’ın ve bölgedeki Emevî hâkimiyetinin sonunu getirmiştir. Abbâsîler ihtilalden önce Orta Asya’da içlerinde Türklerin de bulunduğu bir dai örgütü kurmuşlardı. Burada Abbâsîler lehinde propaganda yaparak zaten Emevî hâkimiyetine öfkeli olan Türklerden yararlanıyorlardı. Ebu Müslim el-Horasanî’nin isyan bayrağını açması ile 750 yılında Abbâsîler yönetimi Emevîlerden almışlardı. Abbâsîler yönetime geldikten sonra desteklerini aldıkları Türkleri unutmamışlar onlara hoşgörü ile yaklaşarak devlet kademelerinde ve orduda görevlendirmişlerdir. Böylece IX. yüzyılda Türklerin Müslüman olma süreci hızlanmıştır. Halife Mu’tasım’ın döneminde Aşağı Türkistan bölgesinde İslâmiyet’in giderek güç kazanmasında Halife Me’mun’un Türklerden yerli büyük ailelerin önde gelenlerini elçileri kanalıyla Bağdat’ta ağırlaması da etkili olmuştur. Mutasım döneminde Türkler için Samarra şehrinin kurulması gibi etkenler de Türklerin Müslüman olmasındaki diğer faktörlerdir. X. yüzyılda Karluklar, Oğuzlar ve Karahanlılardan iki yüz bin çadır halkının İslâmiyet’i topluca kabul etmesinde Abbâsîlerin hoşgörü politikası etkilidir (İbrahim Agâh Çubukçu, Türk-İslâm Kültürü Üzerinde Araştırmalar ve Görüşler, Ankara 1987, s. 12-13).

70 Francis Henry Skrine-Edward Denison Ross, The Heart of Asia, London 1899, s. 119; Necef, a.g.e.,

s. 199; Hunkan, a.g.e., s. 105-107.

71 İbnü’l Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Ahmet Ağırakça, C. VIII, İstanbul 1991, s. 460; Wilhelm

Karahanlı hükümdarları Müslüman olduktan sonra İslâmiyet’in koruyucusu ve yayıcısı olmuşlardır. Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan sonra hakanlar gayrimüslim Türkler üzerine seferler düzenlemişlerdir. Böylece bölgede İslâmiyet hızla yayılmıştır. Onların bu durumunu Sâmânî fakihlerinin şu fetvasından görmekteyiz: Karahanlılar ve Sâmânîler arasındaki savaşlarda, Sâmânî hatipleri halktan yardım talep etmişler fakat halk bu isteği reddedip Buhara’da Karahanlılara mukavemet göstermemişlerdir. Çünkü halk Karahanlılar ile savaşma konusunda fakihlerden fetva istemiştir. Fakihler bu konuda “Şayet Karahanlı Devleti, din hususunda mücadele

içerisinde olmuş olsalardı, o zaman onlarla savaşmak vacip olurdu, ancak dünyevî konulardaki çekişmeye gelince, bir müslüman için kendi kendini tehlikeye atmasına ve kanının dökülmesine maruz bırakmasına cevaz yoktur. Kaldı ki, onların gidişatı güzel, dinleri sahihtir. O halde fitneden uzak durmak evladır72” fetvasını vermişlerdir. Buradan da Karahanlıların İslâm’ı yaymadaki rolleri açıkça gözükmektedir. Nasr bin Ali İlek Han’ın bölgede İslâmiyet’in yayılmasındaki payı büyüktür.

Türklerin VIII. yüzyılda başlayan İslâmlaşma süreci IX-X. yüzyıllara gelindiğinde kitleler halinde İslâmiyet’i kabul etmeleri ile sonuçlanmıştır. Karahanlı hükümdarlarının İslâmiyet’in koruyuculuğu ve yayıcılığını da üstlenmesi ile bölgede sadece İslâmiyet yayılmakla kalmamış, bir Türk-İslâm medeniyeti de doğmuştur. Türkler, Müslüman olduktan sonra batıya doğru göç ederek kendi medeniyetlerini inşa etmeye başlamışlardır. Bu dönemde Türk-İslâm kültürü ortaya çıkmıştır. Türkler eski değerleri ile İslâm dinini ve medeniyetini kaynaştırmışlardır73.

Karahanlı kültür ve medeniyetinde en dikkat çekici özellik; kabul ettikleri İslâm anlayışında Türklerin dinî yapısına kültürel ve siyasal yaşam tarzlarına uygun bir düzenlemenin yapılmış olmasıdır. Yani Karahanlılar Müslüman olduktan sonra

Hunkan, a.g.e., s. 110; Ömer Soner Hunkan, “Türk Hakanlığı (Karahanlılar)’nın Dinî Siyaseti’nde Mâturîdî Âlimlerin Rolü”, Trakya üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 18, S. 2, Edirne 2016, s. 380; el-Muheymid, a.g.m., s. 286.

72 el-Muheymid, a.g.m., s. 288.

73 Çubukçu, Görüşler, s. 7; Ahmet Turan Yüksel, “İlk Müslüman-Türk Devletlerinin Siyasî, Kültürel

ve Medeniyet Tarihi Üzerine”, İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. XI, Konya 2001, s. 76; Salim Koca, “İslâm Medeniyeti Çevresinde Türk İmajı”, Gazi Türkiyat Türkoloji Araştırmaları Dergisi, S. 6, Ankara 2010, s. 121; el-Muheymid, a.g.m., s. 302.

eski Türk kültürünün ögelerini bünyelerinde barındırmışlardır74. Karahanlıların İslâm inancında Şamanizm’in yani kamlık inanışının izlerinin silinmediği görülmektedir. Bu bakımdan Karahanlı Müslümanlığı kendine has özellikleri ve Türklük yapısı açısından Türk kültür tarihinde önemli bir yerdedir. Müslüman Türkler ve diğer boylar eski dinlerinden kalan birçok unsuru; inanç, gelenek ve ayinlerini yeni dinlerine dâhil etmeyi başarmışlardır. Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Türklük özelliklerini korudukları görülmektedir75.

İslâm öncesi ögelerin asırlardır süregelen varlığına karşı İslâmiyet’in bunları bir anda silmesi beklenemezdi. İslâmiyet’in yerleşmesi için eski kültür unsurlarıyla birlikte yaşaması geçiş devrinde tolere edilebilir. İşte geçiş devrinde görülen bu İslâm tasavvuru geçmişle devrinin şartlarına özgü yeni bir hayat ve gelecek inşa etmiştir. İslâm bu şekilde mazisinden kopmadan, atalara ait gelenek ve göreneklerin hâkim olduğu boy hayatı içerisinde eritilerek benimsenmiştir. Yine bu devirde İslâm öncesi devrin tecrübelerini toplayan bir şeffaflık vardır76.

Türklerin, İslâm âlemindeki rolü genel bir yargıyla askerî ve siyasi alanlarda gibi gözükmektedir. Fakat bu durumun aksine Türkler kültür alanında da İslâmiyet’e hizmet etmekten geri kalmamışlardır. Karahanlılar Türk-İslâm medeniyetinde Türklük ve İslâmiyet arasında bir köprü konumundadır. Bu husus üzerine inşa ettikleri medeniyette Türk kültürünün ve aynı zamanda İslâmiyet’in de abidevi eserleri ortaya çıkmaya başlamıştır.