• Sonuç bulunamadı

8. Süleymaniye Kütüphanesi, Şehzade Mehmed bölümü ve numara 70’te yer alan iki

1.5. Türkçe Metnin Hazırlanmasındaki Yöntem

1.5.3. Yararlanılan Hâşiyelerin Tanıtılması

Nüshaları analiz etmemizin neticesinde medreselerde hâşiyeler içerisinde en fazla üç kişinin hâşiyesinin takip edildiğini gördük. Biz de buna uyarak ‘İmâdüddîn Yahya b. Ahmed el-Kâşî/Kâşânî (ö. X./XVI. asır), Celâleddin Muhammed b. Es‘ad ed-Devvânî (ö. 908/1502) ve Şemsüddîn Ahmed b. Abdullah Rûmî Dinkoz’un (ö. 870/1465) hâşiyelerinden yararlandık. Zira Şerhu Âdâbi’s-Semerkandî’nin hâşiyelerini ele aldığımız konuda da değindiğimiz gibi bu kişilerin hâşyeleri kütüphanelerde de en yaygın olan hâşiyelerdir.

1. ‘İmâdüddîn Yahya b. Ahmed el-Kâşî/Kâşânî (ö. X./XVI. asır), Hâşiyetü’l-Esved,

Hâşiyetü’s-Sevdâ veya Kara Hâşiye. Medreselerde en çok okutulan ve

kütüphanelerimizde an fazla yaygın olan hâşiyesidir. Biz bir nüshasından yararlandık.

Süleymaniye Ktp., Kadızade Mehmed bölümü, nr. 462, v. 1b-29a, hatt: talik, tarih: Recep 898/Nisan-Mayıs 1493, müstensih: Necmeddin b. Sirâceddin.

2. Celâleddin Muhammed b. Es‘ad ed-Devvânî (ö. 908/1502), Hâşiye alâ

Şerhi'ş-Şirvân alâ Âdâbi's-Semerkandî. Yine kütüphanelerimizde yaygın olan bu hâşiyeden

tercih ettiğimiz ilk nüshada hatalar olduğu düşüncesiyle ikinci bir nüsha daha tercih ederek karşılaştırmalı olarak iki nüshasından yararlandık. Ancak dipnotta ilk nüshayı tercih ettik.

I. Süleymaniye Ktp., Murad Buhari bölümü, nr. 296, v. 1b-14a., hatt: talik, tarih ve müstensih bilgisi yoktur.

II. Ankara Milli Ktp., Adana İl Halk Ktp. koleksiyonu, nr. 01 Hk 1092/1, v. 1a-15b, hatt: nesih, tarih ve müstansih bilgisi yoktur.

1

75

3. Şemsüddîn Ahmed b. Abdullah Rûmî Dinkoz’un (ö. 870/1465), Hâşiye alâ Şerhi’r-

Risâle fî Âdâbi’l-Bahs. Kütüphanelerimizde yaygın olan bu eserden seçtiğimiz ilk

nüshada yazım tarzı sebebiyle okumada zaman zaman güçlük çektiğimiz için ikinci bir nüsha daha tercih ederek karşılaştırmalı olarak iki nüshadan yararlandık. Fakat dipnotta ilk nüshayı tercih ettik.

I. Manisa İl Halk Ktp., Akhisar Zeynelzade koleksiyonu, nr. 45 Ak Ze 755/3, v. 44b-58b, hatt: nestalik, tarih: 860/1456 müstensih: Ahmed b. Hasan, Bursa Murad Han Medresesi. Bu nüsha aynı zamanda tespit edebildiğimiz en erken tarihli nüshadır.

II. Ankara Milli Ktp., Adana İl Halk Ktp. koleksiyonu, nr. 01 Hk 1092/2, v. 17a-31b, hatt: nesih, müstensih: Seyyid Abdülfettâh Efendi, tarih bilgisi yoktur.

Şirvânî eserlerini çoğunlukla şerh/hâşiye türünde yazmıştır. Ayrıca şerhlerinde yazım amacına yönelik yöntem farklılığı da dikkat çekmektedir. Bu sebeple “şerh” kavramı ve yöntemlerinin de incelenmesi gerektiğini düşündüğümüzden bu kavram üzerinde duracağız.

1.6. “Şerh” Kavramı ve Şerh Yöntemleri

Şerh lügatte kesmek, ayırmak, araştırmak, incelemek, açmak, açıklamak, genişletmek anlamlarına gelmektedir (İbn Manzur, tsz.:XXV, 2228; Tehânevî, 1996:I, 1013; Gilliot, 1997:IX, 317; De Vaux, 1979:XI, 429).

Istılâh anlamına gelince, spesifik bir metin üzerine eğilen ve o metni her yönüyle açıklamaya çalışan bir inceleme biçimidir (Duru, 2007:45). Kısaca metni, tahlil ve analiz etmek ama gerektiğinde eleştirel yaklaşmaktır.

Şerhten amaç metnin ince dikkatler gerektiren ifade ve nüktelerini açıklamak ve yorumlamak ve anlaşılması zor yerleri beyan, tefsir ve keşf etmektir. Bundan da şerh ve yorum ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Şerhin bu özelliği Batıda “hermeneutik” adı altında gelişen yorumbilimle oldukça yakından ilgilidir. Bu da karşımıza şerh ve tefsir ilişkisini çıkarmaktadır (Duru, 2007:46).

Bir metin neden şerh edilir? Bu soruya cevap vermek için şerhleri incelemek gereklidir. Şerh etme ihtiyacı kişisel sebeplere bağlı olduğu gibi toplumsal

76

zaruriyetlere de bağlıdır. Buna göre şerh etme ihtiyacının sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Şerh de asıl olan, metni zamana uygun olarak yorumlamaktır. Buna göre metni zaman içerisinde anlamada problem yaşandığından –bundan kastettiğimiz problematik açıdan-, gelişen yeni anlayışlar çerçevesinde ortaya çıkan anlama zaruriyetidir. Buna en güzel örnek Kur’ân tefsirleridir.

2. Aynı zamanda farklı dillerden yapılan tercümeler de şerh ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. İslâm felsefesinin ortaya çıkmasının sebeplerinden biri de tercüme faaliyetleri sonucu metni daha iyi anlama ve anlatma çabasıdır. Bunu son dönem Osmanlı eserlerinde de görüyoruz. Meselâ Abdünnâfî İffet Efendi (ö. 1890), İsmâil Gelenbevî’nin Âdâb risâlesini tercüme ederken şerhini de yapmıştır (Bak. Kömbe, 2004). Yine İskilipli Ahmed Hamdi de (ö. 1939) Saçaklızâde’nin Velediye’sini tercüme ederken aynı zamanda şerhini de yapmıştır (Bak. İskilîbî, 1310).

3. Daha önce yapılan şerhlerin yanlış, hatalı veya eksik olduğunu düşünmek de şerh ihtiyacını ortaya çıkarabilir. Buna da İbn Rüşd’ün (ö. 595/1198) telhîslerini örnek verebiliriz. (Arkan, 2005:19). Yine çalışmamıza konu olan şârihimizin şerhi de bu amaçla yapılmıştır.

4. Az önceki maddeye bağlı olarak bilginin ve inancın doğru yayılmasının zeminini hazırlayarak insanları bu amaç doğrultusunda yönlendirmektir (Mourad, 2006:I, 165). Buna da hadîs şerhlerini örnek gösterebiliriz.

Bundan başka farklı veya aynı ilim dalı içerisinde, kimi zaman şârihin kendi iç dünyasıyla ilgili olarak kimi zaman da toplumun gereksinimlerinden kaynaklanan sebeplerden ötürü eserlerin şerh edilme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle aynı eser ya farklı kişiler tarafından defalarca1 ya da aynı kişi tarafından farklı metodlarla tekrar

1

Biyografi eserlerine baktığımız zaman aynı eserin defalarca şerhedildiğine dair örneklere çok tanık olabiliriz. Meselâ Keşfü’z-Zunûn’da verilen bilgiye göre Cemâlüddîn Ebû Amr Osmân b. Ömer ibn Hacîb’in (ö. 646/1248) Müntehe’s-Sûl ve’l-Emel fî ‘İlmeyi’l-Usûl ve’l-Cedel adlı eseri yirmi yedi kişi tarafından şerh edilmiş, bazı şerhlerine de toplamda on yedi hâşiye yazılmıştır. Bak. (Kâtip Çelebi:II, 1853 v.d). İbn Haldun da bu şekilde çok eser yazılmasından şikayetçi olup buna gerek olmadığına İbn Hacib v.b örneğiyle değinmektedir. Bak. (İbn Haldun, 2004:II, 776).

77

şerh edilmiş,1 hatta bu uygulama bizzat eserin müellifi tarafından yapılsa bile başkaları kendi iç dünyasını yansıtmak adına yine bu yönteme başvurmuştur.2 Buna göre şerh yazılma sebeplerini daha özelde de aramak gereklidir. Bu nedenleri de devamla şöyle sıralayabiliriz:

5. Eskilerin söylediklerini ve eserlerini bilmek isteyen kişi söylenen ifadelerin kapalı ve anlaşılmaz olduğunu görür. Kendisi eseri iyi idrak ettiğini düşünürse, ulaştığı sonuçlardan başkalarının da yararlanmasını ister ve bu sebeple o eseri şerh eder (İbn Haldun, 2004:II, 780).

6. Yine kapalı yerleri gidermek için şerh edilebilir. Ancak bundaki asıl amaç müellifin veciz manalarını korumak ve ifadelerinden beklediği güzelliği bozmadan daha da anlaşılır kılarak aktarmaktır (Kâtip Çelebi, 1941:I, 36 –mukaddimesinde-).

7. Bazen müellif bir kısım yerleri açıklamaz. Bunu da ya biliniyor olduğunu zannederek yapmaz ya da farkında olmadan ihmal eder. Ya da müellifin kastettiği anlama yakışmayan ifadeleri olabilir. İşte bu şekilde gizli olanları göstermek ya da yanlış olanları düzeltmek amacıyla şerh edilebilir (Kâtip Çelebi, 1941:I, 37 – mukaddimesinde-).

8. Müellif çoğu zaman maharetini göstermek için mecâzî ifadeler kullanabilir. Bu sebeple şârih, müellifin gayesinin gerçekleşmesinin okuyucuların nezdinde mümkün olmadığını görür ve bu mecâz ifadelerin gerçek anlamlarını tespit etmek amacıyla kendisinde bunu şerh etme ihtiyacı görebilir (Kâtip Çelebi, 1941:I, 37 – mukaddimesinde-).

9. Bazen de müellifin gereksiz konulara girdiğini, yanlış örneklendirmeler yaptığını, hatalı anlattığını ve çok tekrar olduğunu düşünen şârih (Çakan, 1997:155), bunları

1

Aynı kişinin farklı metodlarla şerh etmesine dair en iyi örnek İbn Rüşd’dür. İbn Rüşd, Aristoteles’in bazı eserlerini büyük, orta ve küçük, bazılarını da kısa ve orta, bazısını da küçük şeklindeki adlandırmalarla şerh etmiştir. Bu sebeple İslâm dünyasında “şârih” ve Latin dünyasında “commentator” unvanıyla tanınmıştır. İbn Rüşd her bir şerhinde ayrı teknikler kullanmıştır. Ancak her ne kadar Müslüman kimliğiyle Aristoteles’in eserlerini şerh etse de asıl metnin sınırlarını korumasını da bilmiştir (Karlığa, 1999:XX, 257; Arkan, 2005:16 v.d; Butterworth, 2009:91 v.d).

2

Meselâ Burhâneddîn Nesefî kendi eseri en-Nikâtü’z-Zarûriyyeti’l-Erbeîniyye’ye şerh yazdığı halde müellifin kendi şerhi dışında bu esere iki kişi tarafından daha şerh yazılmıştır (Özen, 1999:178).

78

düzelterek müellifin gayesini korumaktan çok konunun önemini korumak için açıklamalar yapabilir.

10. Kimi zaman da şârihe öğrencilerinden veya sultandan bir talep gelir ve bu talep sonucu şârih ya kendi eserini ya da başka bir eseri anlaşılır kılmak amacıyla şerh edebilir.1

11. Kimi zaman da şârih, dinî düşüncenin tenkidi için şerhi bir maske olarak kullanmak için tercih edebilir. Meselâ İbn Rüşd, Eşarileri tenkit etmek için bunu denemiştir (Hanefî, 1994:20).

Buna göre belirttiğimiz ihtiyaçlar sonucu ortaya çıkan şerh kültürü sanıldığı gibi bir durağanlık değil bir süreklilik arzeder. Nitekim çalışmamıza konu olan eser de asıl metin, hâşiyeleri ve talikaları ile birlikte yedi asır medreselerde takip edilmiştir. Çünkü matbaanın olmadığı bir dönemde ve zamanla anlayışların değişmesi sebebiyle de yazma eserlerin ve bilgilerinin korunması ve aktarılması şerh faaliyetini zorunlu kılmıştır. Bu sebeple şerh, kolaya kaçmacılık değil olanı korumak ve sonraki nesle sağlıklı aktarma sanatıdır. Şerh, bir bütünün parçası olarak yazım kültürü ve düşünce medeniyetidir. Buna göre şerh geçmişle gelecek arasında bir köprü ve farklı medeniyetler arasında ortak amaç oluşturma aracıdır. Aynı zamanda insani yetenek ve yetkinliklerin gösterilme aşamasıdır. Bu konuda Hasan Hanefî şöyle demektedir:

“Şerh, şarkiyatçılarının büyük bir bölümünün söylediği gibi her hangi bir ibareyi inşâî sigalarla veya benzeşen lafızlarla ifade etmeye çalışıp, doğrudan çok hata eden, güzel anlaşılmadan daha çok yanlış anlayan, ayrıştırmadan çok karıştıran ve açıklık kazandırmadan çok muğlâklaştıran bir ameliye değildir. Aksine şerh, tarihten bağımsız bir anlamın kazandırılması gayesiyle metnin yeniden canlandırılması ve özüsenmesidir. Şerh, aklî faraziyenin, felsefî maksadın, mantıkî ahengin ve mutlak hikmetin beyanını hedefler… Şerh, ibare ve lafızların göz ardı edilmesiyle beraber müstakil manalarla ilişkide bulunma gücüdür… Aynı zamanda şerh, nakıs için bir ikmal, cüz’ün küll’e bağlanması ve felsefî tasavvura dengenin kazandırılmasıdır... Sonuç itibariyle şerh; yeni bir medeniyetin bakış açısıyla kadim medeniyetlerin yeniden ele alınmasıdır… Burada söz konusu yeni medeniyet, daha kapsamlı ve dengeye daha yakın olan İslâm Medeniyeti’dir …” (Hanefî, 1994, 19-20)

Burada şunu da belirtmemiz gerekir ki, bu faaliyet sürecinde yukarıda da değindiğimiz gibi başka yazım türleri de doğmuştur. Bunlardan ilki hâşiyedir. Hâşiye; sayfanın

1

Meselâ Semerkandî, Burhâneddîn Nesefî’nin Mukaddimetü’l-Burhâniye’sini öğrencilerinden gelen talep üzerine Mihakku’n-Nazar adıyla şerh etmiştir (Bngöl, 2002:V, 695).

79

yanındaki boşluğa yazılan notları/hâmişi ifade eder. Aynı zamanda şerhin şerhi demektir (Rozenthal, 1986:III, 268). Metinden ziyade şerhteki bazı güç ve kapalı ifadeleri açıklama, tamamlayıcı bilgi verme ve yerine göre eleştirme amacı taşıyan hâşiye, daha çok ders kitabı olarak okutlan eserler üzerinde yapıldığına bakılırsa bunların hoca veya talebelere ait ders notlarının düzenlenmesi sonucunda meydana geldiği söylenebilir (Topuzoğlu, 1997:XVI, 420). Haşiyeler şerhlere göre daha kısa olabileceği gibi (Kâtip Çelebi, 1941:II, 623) daha uzun da olabilir. Çünkü bazen muhaşşi, harf-i cer gibi bir harf üzerinde durur ve burada bu harfin kullanımı ve kullanmının delaletini açıklar. Böylece hâşiye, açıklamış olduğu asıl metnin birkaç katına varabilir (Reşvan, 1998:222). Aynı zamanda hâşiyeye talika da denilir (Kâtip Çelebi, 1941:II, 623). Talika ise metindeki lafızlar hakkında dikkat çekmek için yapılan şahsi yorumlar, metni anlamaya yönelik eklentilerdir. Hâşiyeye benzese de hâşiyeye göre daha az yer kaplar. Talika aynı zamanda hâşiyenin şerhi anlamında da kullanılmıştır (Rozenthal, 200:X, 165).

Medeniyetimizde bir kültür ve yazım türü olarak karşımıza çıkan şerh, farklı yöntemlerle de yazılmıştır. Bu yöntemler, çoğunlukla şârihin metne hangi amaçla yaklaşacağına bağlı olarak belirlenmektedir. Bu yöntemler Kâtip Çelebi’nin belirttiği gibi şunlardır1 (Kâtip Çelebi, 1941:I, 37 –mukaddimesinde-):