• Sonuç bulunamadı

Muhammed Cemâleddin Hâzım el-İstanbûlî: el-Manzûmetü’z-Zâhire fî Kavânînil-

Kavânînil-Münâzara isimli manzum eseri şerhi ve hâşiyesiyle beraber hicrî 1322 yılında

İstanbul’da basılmıştır.

Zaman zaman münâzara ilmi eleştiriler de almıştır. Bunlardan biri de Müneccimbaşı Ahmet Dede’ye (ö. 1114/1702) ait olup Âdâbü’l-Mutalaa1 adlı risâlesinde Osmanlı âlimlerini münakaşa risalelerine ağırlık vermekle suçlamaktadır (Bolay, 2005:160).

Cumhûriyet döneminden sonra da zaman zaman münâzara ile ilgilenildiğini görmekteyiz. Günümüzde birçok okulda münâzara kollarının kurulduğuna da şahit olmaktayız. Ancak bu şekilde yapılan faaliyetler, âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara geleneğinin bir devamı olarak değil de genel olarak “münâzara” ismi üzerinden gidilerek cedelî tarzda kendini göstermektedir. Yazılan eserler ise âdâbü’l-bahs geleneğini kısmen yansıtmaktadır. Tespitimize göre cumhûriyet sonrası dönemde bu alanda Türkçe olarak yazılan eserler şunlardır:

1. Davut İris, Münâzara-Münakaşalar: Adabı, Çeşitleri, Tatbikatı: Baskı tarihi belirtilmemiş olan bu ders kitabı, New York Cornell Üniversitesi tarafından 1955’de basılan bir broşürün çevirisi olup “Tarım Bakanlığı: Mesleki Kitaplar Serisi” olarak hazırlanmıştır. Daha çok günümüz eğitim bilimleri ilkelerine göre yazılmış olup 24 sayfadır.

2. Ahmet Aksoy, Münazarada Metod: Robert Koleji Edebiyet öğretmeni olan Ahmet Aksoy’un hazırladığı bu eser, âdâbü’l-bahs geleneğinin bir devamı niteliğindedir. Asım Kitabevi tarafından İstanbul’da basılan ikinci baskısını incelediğimiz eserinde Ahmet Aksoy, giriş kısmında kısaca mantıkla ilgili bilgi vermekte ve ardından birinci bölümde “Münâzara Terimleri ve Tanımları” başlığı altında, genel olarak “aytışma” dediği mübâhesenin ya hakikatı belirtmek için yapılacak olup buna münâzara denildiğini ya da sırf hasmı susturmak için yapılan fikir savaşı olup buna da eytişim/cedel denildiğini belirtir. İkinci bölümde ise “Münâzara Yolları” başlığı altında önleme/men‘, bozma/nakz ve çekişmeyi/muarazayı ele almakta ve bunlara kısa örnekler vermektedir. Son olarak “Ek” bölümünde “Tanım ve Bölme” konusu ele alınmaktadır.

1

25

3. Yusuf Şevki Yavuz, Kur’an-ı Kerim’de Tefekkür ve Tartışma Metodu: Öğretim üyeliği tezi olarak hazırlanan bu eser 1983 yılında Bursa’da İlim ve kültür Yayınları tarafından basılmıştır. Birinci bölümde cedel ve münâzara hakkında doyurucu bilgiler verildikten sonra ikinci bölümde Kur’anı Kerim’e göre tefekkür ve genel ilkeleri ele alınmaktadır. Üçüncü ve son bölümde ise Kur’anı Kerim’de ki tartışma örneklerine yer verilmektedir.

4. Mikdat Yalçın, Münakaşa, Münazara, Tartışma Âdâbı ve Prensipleri: Riyad İslam Üniversitesi öğretim üyesi olan Mikdat Yalçın’ın hazırladığı bu eser ilmî neşriyat tarafından 1993 yılında İstanbul’da basılmıştır. Âdâbına uyulmayan tartışmalardan dolayı çok rahatsız olduğu için bu eseri kaleme aldığını belirten Mikdat Yalçın, 35 madde halinde tartışma âdâbının nasıl olması gerektiğini belirtmektedir.

1.1.3. Diğer Tartışma Metodları: Cedel ve Hilâf

Münâzara terimi başlangıçta münâkaşa yani delile dayalı tartışma, münâza‘a yani kavga ve didişme ve muhâvere yani karşılıklı konuşma/diyalog gibi terimlerle eş anlamlıydı. Fakat diyalektiğin gelişmesiyle birlikte, skolâstik terminolojide “tartışma” anlamında kullanılır hale geldi. Bu da daha çok hukuk ve hukuk çalışmaları ile ilgiliydi (Makdisi, 2004:176). Bu sebeple “âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara”nın öncesi olan cedel ve hilaf ilmi hakkında da bilgi vermek istiyoruz.

Cedel, sözlükte ipi sağlamca bükmek, cephe almak ve düşmanlık ve tartışmada çetin olmak gibi anlamlara gelmektedir. Mantıkta meşhûrât ve müsellemât olan öncüllerden kurulu olan kıyas anlamına gelen cedel, bir ilim olarak ise bir düşüncedeki çelişkileri tartışarak gösterme sanatı demektir (Yavuz, 1993:VII, 208). Cedelin amacının “ikna ve ilzâm” olduğunu belirten İbn Sînâ (2003:15) aynı hususta yanlış sonucun da çıkabileceğini düşünerek şu uyarıyı yapmıştır:

“Cedelci mutlak ilzama muktedirdir ancak o, bunu faydalı şeylerde kullandığında doğal yolla cedelci olur. Tıpkı tabip gibi. Çünkü tabip kullandığı sanatı faydalı şeyde kullandığında doğal yolla tabip olur. Şayet onu çarptırırsa kötüye kullanmış olur…” (İbn Sina, 2003:10).

Ancak yine yukarıda belirttiğimiz gibi İbn Sînâ’nın ifade ettiği olumsuz durum zamanla gerçekleşmiş olmalı ki Gazâlî, “münâzaranın zararları”na dair bir meseleyi ele almıştır (Gazâlî, tsz.:I, 137-145).

26

Cedel ilmini sistemleştirerek ilk eser veren kişi ise Ebu’l-Hasan Fahru’l-İslâm Pezdevî’dir1 (ö. 482/1089) (İzmirli, 2001:2, 13). Pezdevî’den sonra cedel bir tartışma metodu olarak kabul edilmiş ve bu alanda Rükneddin Ebû Hâmid el-Amîdî’nin de Pezdevî’nin yönteminden farklı olarak başka bir usûlü takip etmesi sebebiyle Pezdevî metodu ve Âmidî metodu diye iki türlü metod ortaya çıkmıştır (İbn Haldun, 2004:II, 637).

Ancak cedelin sistemleşmesinden önce cedelin içerisinde “hilâf ilmi” sistemleşmiş ve bu alanda ilk eseri de Ebû Zeyd Debûsî vermiştir (İzmirli, 2001:2). Eserinin adı

Te’sîsü’n-Nazar fî İhtilâfi’l-Eimme olup bu eser Ferhat Koca tarafından dilimize

kazandırılmıştır.2

Hilâf, sözlükte karşı gelmek, aykırı davranmak ve zıtlık gibi anlamlarda olup, ıstılah anlamı olarak ise gerçeği ortaya koymak veya bir şeyin geçersiz olduğunu göstermek amacıyla, karşıt görüşlü iki kişi arasında cereyan eden tartışmaya denir (Debûsî, 2002:13 –çevirenin girişi-; Zeydan, 1999:274). Şirvânî ise hilâf ilmi hakkında şöyle demektedir:

“Bu ilim, imkân ölçüsünde herhangi bir durumda [olan görüşü] korumaya veya herhangi bir durumda [olan görüşü] yıkmaya kendisi ile güç yetirilen bir ilimdir.”

Hilâf ilmi daha çok mezhebler arasındaki görüş farklılıklarına değinmektedir. Ancak hilâf ilminin cedel ilmiyle doğrudan bir ilişkisi de bulunmaktadır. Öyle ki Ebû Bekr Muhammed b. el-Velîd et-Turtuşî el-Mâlikî’nin (ö. 520/1126) Tarîkatun fi’l-Hilâf

ve’l-Cedel isimli eserinde olduğu gibi ilk telif edilen eserlerde her iki isim birden

kullanılmıştır (İzmirli, 2001:12). Nitekim Taşköprülüzâde de cedel ilminin madde, hilâf ilminin de sûret olduğunu söylemiştir (Taşköprülüzâde, 1985b:I, 283). Bu ilim günümüzde ise daha çok “mukâyeseli hukuk” olarak adlandırılmaktadır.

Debûsî ile birlikte fıkıh usûlünün bir alt disiplini olarak gelişen hilâf, Debûsî öncesi ve sonrasında da zaman zaman bazı ilimler tarafından da “mukayeseli çalışmalar ilmi” olarak tercih edilmiştir. Meselâ bununla ilgili olarak Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ (ö.

1

Taşköprülüzâde ise bu alanda ilk eser veren kişinin Ebû Bekr Muhammed el-Kaffâl eş-Şâşî eş-Şâfiî (v. 236/850) olduğunu söyler (Taşköprülüzâde, 1985b:I, 282). Fakat İzmirli bunun tersini düşünmektedir (İzmirli, 2001:13 –dipnot:124-)

2

Bak. Debûsî, Ebû Zeyd (2002), Mukayeseli İslam Hukuk Düşüncesinin Temellendirilmesi, Çev., Ferhat Koca, Ankara Okulu Yayınları, Ankara.

27

207/822) mushaflardaki yazım farklılıklarını İhtilâfü Ehli’l-Kûfe ve’l-Basra ve’ş-Şâm

fi’l-Mesâhif, Ebü’l-Berekât Kemâleddin el-Enbârî de nahivdeki farklılıkları el-İnsâf fî Mesâili’l-Hilâf Beyne’n-Nahviyyîn: el-Basrıyyîn ve’l-Kûfiyyîn (Özen, 1998: XVII,

538), Abdullah b. Ömer Mestcizâde (ö. 1150/1737) ise kelâmî ekollerin kendi arasındaki farklılıklar ile filozoflar ve kelâmcılar arasındaki farklılıkları Hilâfiyyât1 adlı eseriyle ele almıştır.

Hilâf ilmi ile cedel ilmi alanında yazılan eserler genel de aynı değerlendirildiği için2 bu alanda yazılmış önemli eserleri ve şârihlerini ortak olarak göstereceğiz3: