• Sonuç bulunamadı

7. Yine Saçaklızâde’nin diğer bir eseri olan Takrîru’l-Kavânîn adlı eserine yazdığı

1.6.3. Âdâbü’s-Semerkandî’nin İçeriği

Münâzara ilmi konusunda ilk defa sistemli bir eser ortaya koyan kişi Semerkandî’dir. Semerkandî’nin münâzara ilmi konusundaki süreci, cedel ilmi konusunda

Mukaddimetü’l-Burhâniye’ye yazdığı şerhle başlamış Aynü’n-Nazar fî İlmi’l-Cedel, Âdâbü’s-Semerkandî ve Meâsirü'l-Husâmiye fi'l-Menâziri'l-Kalemiye ile devam

etmiştir. Her dört eseri de sistemli bir geleneği oluşturmayı amaçlamış ve bu da

Âdâbü’s-Semerkandî ile gerçekleştirilmiştir.

Oluşturduğu bu yeni sistem kısa zamanda ilim dünyasında kabul görmüş ve kısaca “Âdâb” ilmi olarak yayılmıştır. Osmanlı’daki yaygınlığı cumhuriyet dönemine kadar devam etmiş ve medreselerde tercih edilen eserlerden ve ilimlerden olmuştur.

Semerkandî bu risâleyi üç bölümde ele almıştır. İlk bölümde bu ilmin tam olarak ne olduğunun ortaya konulması amacıyla münâzara ilminin kavramsal yönünü ele almaktadır. Ancak bu kavramlar daha önce kullanılmakta olan fakat kendisinin de belirttiği gibi cedelde/münâzarada belli bir düzen içerisinde kullanılmayıp kendisinin bu ilim için sistemleştirdiği kavramlardır. Çünkü bunlar daha önce cedel ve hilâf ilmi, dolayısıyla da fıkıh usûlü tarafından kullanılmaktaydı. Semerkandî’nin bundaki amacı da yeni bir disiplin oluşturmak ve genel-geçer bir sistem oluşturmaktır. Kısaca herkesin ve her kesimin kullanabileceği bir yöntem ortaya koyabilmektir.

Semerkandî’nin kullandığı kavramlardan birçoğu zamanla bu disiplin içerisinde kullanılmaz olmuş, fakat bu ilmin kendine has kavramsal yönü daha da genişlemiştir. Meselâ emâre, rükun, illet, şart ve deverân gibi kavramlar zamanla bu disiplin içerisinden ya çıkarılmış ya da fazla kullanılmamıştır. Bunun sebebi de büyük ihtimalle bu kavramların daha önce fıkıh usûlünde incelenmiş olmasıdır.

Nitekim sened, men‘, nakz ve muâraza kavramları ise daha da genişlemiş ve bu başlıklar altında yeni kavramlar ortaya çıkarılmıştır. Meselâ tenvîrî sened, hall, men‘-i

85

mecâzî, men‘i hakîkî, nakz-ı şebîhî, nakz-ı meksûr, muâraza-i takdîriye, muâraza-i tahkîkiye, tenezzül, mücârât-ı hasm v.b. kavramlar eklenmiştir. Ayrıca tanım ve bölmelerde münâzaranın nasıl olacağı konusu ve tartışmalarda daha çok şartlı önermeler kullanıldığı için şartlı önermeler konusu da eklenmiştir.1 Öyle anlaşılıyor ki sonraki dönemlerde “âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara” ilmi içeriği bakımından mantık ilmine daha da yakınlaşmıştır.

Semerkandî, risâlesinin ilk bölümünde şu kavramları ele almaktadır: Münâzara, delil, emâre, rükun, illet, şart, tam illet, ta‘lîl, mülâzeme, deverân, münâkaza, muâraza, nakz ve müstened.

Semerkandî bu kavramların hepsini birer cümleyle tanımlamaktadır. Ancak bunda da bazı problemler oluşabilmektedir. Özellikle illet ve tam illet konusundaki tanımıyla ve de tanımı kısa tutması sebebiyle zihinde soru işaretleri oluşturmaktadır. Bunun farkında olan Şirvânî ve diğer şârihler de ileride açıklanacağı üzere bu soru işaretlerine temas etmektedirler.

Semerkandî, küllî kaideleri olan bir ilim ortaya koymaya çalıştığı için de emâre/delâlet-i zannî, rükun, şart, gibi hem cedelle ilgili hem de fıkıh usûlü ile ilgili kavramları da risâlesinde kullanmıştır.

Semerkandî’nin kavramları ele alış sırası da dikkati çekmektedir. Birbiriyle bağlantılı olan kavramlar peşi sıra ele alınmıştır. Buna göre kapsamı daha fazla olan kavramlar daha önce ele alınmıştır. Meselâ delil kendisinden sonra gelen diğer kavramlardan, özellikle emâre, münâkaza, muâraza ve nakzdan daha kapsamlı olduğu için daha önce ele alınmıştır. Bunun diğer bir sebebi de kavramların önem derecesidir. Ancak tartışmanın en önemli aktörleri olan “mu‘allil” ve “sâil” kavramlarına hem ayrı başlık altında yer vermemesi hem de münâzaranın tanımında dahi hiç yer vermemesi de dikkat çekicidir. Yine kıyasa, özellikle de tartışmada en çok kullanılan şartlı kıyaslara ve hulfî kıyasa da hiç değinmemesi dikkat çekicidir. Zannediyoruz buna yer vermemesinin sebebi münâzarayı mantığın bir devamı olarak görmesidir.

1

Ayrıntılı bilgi için bak. Türker, 2005; Ahmed Cevdet Paşa, 1998b; Gelenbevî, tsz.; Ardahânî, 1307; Şenkıtî, tsz.; Güzel, 1990.

86

Diğer dikkat çeken bir durumda Semerkandî’nin mülâzeme/telâzüm ve deverân kavramlarında olduğu gibi daha önce cedel ilminde kullanılan kavramları birebir muhafaza etmesi ve aynı içerikle devam ettirmesidir.

İkinci bölümde tartışma düzeninden, diğer bir ifadeyle tartışmaya nasıl başlanıp nasıl devam edileceğinden, nasıl karşılık verileceğinden, tartışmanın ne zaman ve nasıl sonlandırılacağından bahsedilmektedir. Kısaca mu‘allil ve sâilin nasıl bir yöntem takip etmesi gerektiğine dair metodolojik sıralamalar ele alınmaktadır.

Bu bölümde ayrıca tartışmada yapılmaması gereken en önemli husus olan “gasb” konusuna da temas etmekte ve böylece tartışmanın başka boyutuna değinmektedir. Yine Semerkandî önemli gördüğü nakz ve muâraza konusuna hem aralarındaki kısmî benzerlik sebebiyle hem de tartışma yöntemi olarak daha kuvvetli olması sebebiyle tekrar temas etmektedir. Çünkü Ahmet Cevdet’in de belirttiği gibi tartışmada bir yöntem kullanılacaksa en kuvvetlisi olan muâraza ve daha sonra nakz tercih edilmelidir (Ahmed Cevdet Paşa, 1998b:138). Aynı zamanda nakz ve muâraza esnasında mu‘allil, sâil konumuna geçebilmekte ve böylece mu‘allil, asıl sâilin vazifeleri olan münâkaza, nakz ve muâraza görevlerini yapma hakkına sahip olabilmektedir. İşte bu esnada mu‘allilin ve sâilin hem gasba düşmemeleri hem de tartışmada kısır döngü ve teselsülün meydana gelmemesi için çok dikkat etmeleri gerektiği vurgulanmaktadır.

Şirvânî haricindeki diğer şârihlerin yanlış anladığı “tenbîh” konusunda da Semerkandî, zayıf hale getirilen delilin tekrar nasıl kuvvetli hale getirildiğine işaret etmektedir. Bu meselede en önemli kelime “terdîd” kelimesidir. Mu‘allil, sâilin kendisini ifhâm etmeye başladığını zannettiği bir anda delilini böylece tekrar kuvvetli hale getirebilmektedir. Semerkandî bu konuyu ayrıntılı bir şekilde “âlemin bir yapıcıya muhtaç olduğu meselesi” başlığı altında örneklendirmektedir. Hâdis olan âlemin bir fâilinin olması gerektiğini savunan mu‘allil, delilinin her bir öncülünü sâilin itirazına mahal bırakmayacak şekilde tekrar “tenbîh” ederek, yani yeniden delillendirerek iddiasını bu sayede yeniden kuvvetlendirebilmektedir.

Bu risâlede en dikkat çekici kısım üçüncü bölümdür. Semerkandî risâle boyunca mantık ilmi gibi küllî bir ilim ortaya koymayı amaçlamış ve bunu da bu bölümde

87

örnekleriyle ortaya koymaya çalışmıştır. Bu sebeple İslâmî ilimler içerisinde tartışma ortamının en yoğun yaşandığı kelâm, hikmet/felsefe ve hilâf ilminden örnekler sunmaktadır. Semerkandî böylece bu ilimler için belli bir tartışma disiplininin ve metodolojisinin ancak münâzara ilmiyle gerçekleştirebileceğini vurgulayıp münâzaranın nasıl olması gerektiğini örneklendirmektedir. Ayrıca Semerkandî bunu yaparken bu meseleleri bizzat kendisinin ortaya koyduğunu da iddia etmektedir. Bu iddiasını da bu bölümün başlığı olarak ifade etmiştir. Semerkandî bu bölümdeki klasik tartışmaları farklı bir şekilde ele alarak bu örneklendirmeleriyle özgün olmaya çalışmıştır. İleride ayrıntılı olarak ele alacağımız için burada tartışmaların içeriğiyle ilgili ayrıntılara girmeyip sadece tartışılan konulara temas edeceğiz.

Kelâmla ilgili olarak seçtiği konu zorunlu varlığın birliği meselesidir. Bu iddiadan hareketle zorunlu varlığın tek olduğu farklı bir şekilde ele alınmaktadır.

Felsefeyle ilgili seçtiği konu da zorunlu varlığın zât bakımından mûcib mi yoksa fâil-i muhtâr mı olduğu meselesidir.

Hilâfla ilgili olan meselede ise evlendirmedeki zorlama ve illiyeti konusu ele alınmaktadır.

Kelâmcı kimliği olan Semerkandî’nin burada “vâcibü’l-vücûd” kavramını tercih etmesi dikkat çekicidir. Gazâlî ile başlayıp Fahrettin Râzî ile devam eden felsefenin kelâma olan etkisinin, en azından kavramsal boyutuyla da olsa kısa sürede gerçekleştiği görülmektedir. Yine “felsefe” için “hikmet” tabirini kullanması da dikkat çekicidir.